İtalyan ve Sicilyalıdan büsbütün başka türlü yaşamaya karar verdi. Onun
bu tutumu karşısında, tyrannosluk yandaşlarının duyduğu nefret de,
Dionysios ölünceye kadar gitgide arttı.
Dionysios ölünce, Dion, gerçek felsefeyle edinmiş olduğu düşüncelerin
başkalarında da bulunabileceğini düşündü ve böyle düşüncelerin
başkalarının kafalarında da yer etmiş olduğunu gördü; bunlar, sayıları az
olmakla birlikte, yine ufak bir topluluktu. Dion, Tanrı'nın yardımıyla,
Dionysios'u da bunların arasına katabileceğini sanıyordu; böylece
Dionysios da, öteki Syrakusalılar da sözle anlatılamaz bir mutluluk
içinde yaşayacaklardı. Bundan başka Dion, benimle olan ilişkisinin,
kendisinde nasıl en iyi, en güzel bir ömür sürme isteğini kolayca
uyandırdığını anımsayarak, işbirliği etmem için, her ne olursa olsun,
hemen Syrakusa'ya gelmem gerektiğini düşündü. Böyle yaşama isteğini
Dionysios'da uyandırabilirse (ki bunun için girişimde bulunuyordu) bütün
ülkede, şimdi olduğu gibi kan akıtmalara, idamlara, yıkımlara yol
açmadan, gerçek ve mutlu bir yaşam sağlayabileceğini umuyordu. Böyle
doğru bir düşünceyle, Dionysios'u beni yanına çağırması gerektiğine
inandırdı; kendisi de bana adamlar gönderdi ve her ne olursa olsun, başka
kimseler Dionysios'u etkileyerek onu en iyi yaşam yolundan çevirip başka
bir yaşayışa sürüklemeden önce, Syrakusa'ya gelmemi istedi. Biraz uzatmış
olacağım ama, bunu benden şu sözlerle diliyordu: "Tanrı iyiliğiyle elde
ettiğimiz bu fırsattan daha uygun bir fırsat bekleyebilir miyiz?" Sonra
sırasıyla, İtalya ve Sicilya devletinin büyüklüğünü; elindeki yönetim
erkini; Dionysios'un gençliğini ve felsefeyle eğitime gösterdiği ateşli
hevesi ileri sürüyor; Dionysios'un yeğen ve arkadaşlarının benim her
zaman öne sürdüğüm öğretiyi ve yaşayışı kabul edeceklerini; Dionysios'u
etkilememize yardım edebileceklerini ekliyordu. Sözün kısası, büyük
devletleri yönetenlerin felsefeyle uğraşan kimseler olmasını istiyorsak,
bunu ancak şimdi gerçekleştirebilirdik; böyle bir fırsat bir daha elimize
geçmezdi. İşte Dion beni bu ve buna benzer başka sözlerle kışkırtıyordu.
Bana gelince, bir yandan gençler beni kaygılandırıyor, nasıl bir yol
tutacaklarını düşünüyordum; çünkü, gençlik çağında istekler çabuk
değişir, sık sık birbirine karşıt yollar tutar; bir yandan da, Dion'u
tanıyor, olgun yaşına, huyunun yaradılıştan olan sağlamlığına
güveniyordum. İşte böylece bu düşüncelerimi karşılaştırıyor, yola çıkayım
mı, Dion'un sözlerini dinleyeyim mi, dinlemeyeyim mi diye bocalıyordum.
Sonunda, yasalar ve devlet yönetimi konusundaki düşüncelerimin
gerçekleşmesi yolunda bir adım atılacaksa, bunun şimdi denenebileceğini
düşünerek gitmeye karar verdim; yeterince inandırmam gereken yalnızca bir
kişi vardı; bunu başarabilirsem, her şey yoluna girecekti.
İşte yurdumu bu gibi düşüncelerle bıraktım; başkalarının ileri sürdüğü
nedenlerle değil. Her şeyden önce kendime, yalnızca konuşup işe
girişmekten çekinen bir adam gibi görünmekten ve gerçekten ciddi
tehlikeler geçirmekte olan Dion'un konukseverlik ve dostluğuna sırt
çevirmiş olacağımdan utanıyordum. Dion'un başına bir yıkım gelseydi.
Dionysios ya da başka karşıtlarınca kovulsaydı da sürgün olarak yurdumuza
gelip bize şunları söyleseydi: "Ey Platon! İşte sürgün olarak yanına
geldim; düşmanlarıma karşı kendimi korumak için eksik olan ne yaya
askerlerdi, ne de biniciler; bana gereken senin o inandırıcı sözlerindi;
Platon, gençleri erdem ve doğruluk yoluna götüren, onları dostluk ve
arkadaşlık bağlarıyla birleştiren sözlerin. Bilirim, sen bunda herkesten
ustasın. Böyle bir yardımı benden esirgedin; ben de işte Syrakusa'yı
bıraktım, buraya geldim. Ama sen asıl benden değil, o hep göklere
çıkardığın, başkalarının değer vermediğini söylediğin felsefeden utan.
Çünkü bana sırt çevirmiş oldun. Megara'da olsaydım da, yapmak istediğim
şeylerde seni yardıma çağırsaydım; eminim, gelirdin; çünkü gelmezsen,
kendini insanların en değersizi sayardın. Ama şimdi yolculuğun
uzunluğunu, yolun güçlüklerini, yorgunluğu ileri sürerek, herkesin seni
"korkak" diye ayıplamasından kurtulacağını mı sanıyorsun? Hayır Platon,
hayır; bundan kurtulamayacaksın." Evet, Dion bu sözleri söyleseydi, bu
yakınmalarını karşılayacak uygun bir yanıt bulabilir miydim? Hayır. İşte,
insanca nedenlerin olabileceği denli akılcı ve doğru nedenlerle yola
çıktım ve yine bu nedenlerle ne ilkelerime, ne de huyuma uygun bulduğum
tyrannosluk altında yaşamak üzere, bana onur vermekten hiç de geri
kalmayan kendi asıl işlerimi bıraktım. Yola çıkmakla konuksever Zeus'a
vicdan borcumu ödemiş, felsefenin ayıplanmasını da önlemiş oluyordum.
Çünkü gevşeklik ve çekingenlik göstererek korkaklıkla suçlanmayı göze
alsaydım, felsefe gerçekten alçalacaktı.
Uzatmayayım; Syrakusa'ya gelince, Dionysios'un sarayının baştan başa
karışıklıklar içinde olduğunu gördüm; Dion'a da tyrannosluğu ele almak
istiyor diye kara çalıyorlardı. Onu, gücüm yettiğince savundum; ama gücüm
de pek öyle büyük değildi. Aşağı yukarı üç ay sonra Dionysios, Dion'u
tyrannosluğa karşı birtakım hırsları olmakla suçlayarak küçük bir gemiye
bindirtti; utanç verici bir biçimde kovdu. Dion'un dostları, bizler
korkmaya başladık: Dionysios, Dion'la işbirliği ettiğimizi ileri sürerek
herhangi birimizden öc alabilirdi. Bana gelince, bütün olup bitenlere
neden olduğumdan, Dionysios'un beni öldürttüğü sözleri Syrakusa'da
dolaşıp duruyordu. Ama Dionysios, hepimizin böyle ürktüğünü görünce,
bunun daha kötü sonuçlar doğurmasından korktu; hepimize, hele bana, gene
iyilikseverlikle davranmaya başladı. Beni yüreklendirmeye uğraşıyor,
kendisine güvenmem gerektiğini söylüyor, kalmam için üsteliyordu.
Kaçarsam, kendisi için iyi olmayacağını; kalırsam, bunun tersi olacağını
söylüyordu. İşte, görünürde yalnızca bunun için bana böyle üsteleyerek
rica ediyordu. Fakat tyrannosların ricalarında zorun da yeri olduğunu
hepimiz biliriz. Kaçmamı önlemek için bir yol buldu: beni akropolise
gönderdi, orada oturmamı istedi. Ben burada oldukça, hiçbir gemi kaptanı,
Dionysios gitmeme engel olmasa bile, ondan bu yolda bir buyruk almadan
beni gemisine bindirip götürmezdi; tüccarlar da, sınırları bekleyen
memurlar da, yalnız başıma ülkeden çıkmama izin vermez; beni yakalar,
Dionysios'un yanına götürürlerdi. Hem o zaman ortalarda gene birtakım
sözler, o öncekilere tümüyle karşıt birtakım sözler dolaşıyor;
Dionysios'un bana şaşırtıcı bir saygı beslediği söyleniyordu. Bunun aslı
nedir? Doğrusunu söylemeliyim, Dionysios huyuma ve davranışıma alıştıkça,
bana daha çok bağlanıyordu; ama kendisine, Dion'a olduğundan daha çok
saygı gsötermemi; bana Dion'dan daha çok bağlı olduğuna inanmamı
istiyordu; ve şaşılacak şeydir, bunu onur ve namusunu ilgilendiren bir
konu sayıyordu. İstediğini elde etmek için en iyi yol, böyle bir şeyin
olabileceğini varsayarsak, benimle çok yakından ilişkide olması, öğrencim
olarak felsefe üzerine vereceğim dersleri dinlemesiydi. Ama bir türlü
karara varamıyor; böyle yaparsa özgürlüğünün sınırlanacağını, Dion'un
tasarılarının gerçekleşeceğini söyleyen kara çalmacıları dinliyor,
korkuyordu. Ben, belki bir gün felsefeye uygun bir yaşamı sever umuduyla
buraya ne için geldiğimi unutmuyor, her şeye katlanıyordum. Ama Dionysios
dayandı, bütün çabalarımı alt etti.
İşte Sicilya'ya ilk kez geldiğimde, orada geçirdiğim ilk zamanlarda olup
bitenler. Sonra Dionysios ivedi olarak beni gene çağırdı; yurdumu
bırakarak Sicilya'ya vardım. Niçin geldim, nasıl davrandım? Böyle yapmam
ne derece doğru ve akılcıydı? Bunu, Sicilya'ya ikinci kez niçin geldiğimi
öğrenmek isteyenlere yanıt olmak üzere sonra söyleyeceğim. Önce, bu gibi
durumlarda nasıl davranılmalıdır, onu göstereceğim. Çünkü mektubumda,
ikincil konular yüzünden asıl olan konuyu unutmamalıyım. İşte
söyleyeceklerim:
Sağlığına zararlı bir yaşam sürdüren bir hasta, bir hekime danışacak
olursa, hekim ona önce yaşayışını değiştirmesini söylemeli; hasta bunu
dinlerse, ona bakmayı ve öğüt vermeyi sürdürmelidir, değil mi? Ama
dinlemezse, böyle bir kimseye artık düşündüklerini söylemeyen adam, bence