Freud, son derece açık olarak, bastırılmış düşünce
lerin, duyguların o kimsenin gerçeği olduğu gibi kavra
masına olumsuz yönde etki yaptığını ve baskı yok edi
lince gerçeğin yeni ve gerçekçi bir boyut içinde değer
lendirilmesinin olanak içine girdiğini gördü. Freud bu
bilinçdışı kıpırdanmaların gerçek imgesini bozup çar
pıtıcı etkisini anlatmak için «aktarma» (transference)
deyimini kullandı. Daha sonraları H. S. Sullivan aynı
olayı anlatmak için «ilintisiz çarpıtma» (parataxic dis
tortion) deyimini kullandı. Freud, hastayla analist ara
sındaki ilişkide en başta hastanın analisti gerçek kim
liğiyle görmediğini, çocukluğunda önemsediği kimselere
karşı beslediği umutları, istekleri, kaygıları analiste
yansıttığını fark etti. Hasta ancak kendi bilinçdışıyla
iyice tanıştıktan sonra kendi yaratısı olan bu çarpıklık
ların üstesinden gelebiliyor, ancak o zaman analisti de
kendi anasını babasını da gerçek kimlikleriyle görebili
yor.
Burada Freud’un bulmayı başardığı şey, gerçeği çar
pıtılmış bir biçimde görmekte olduğumuz olgusudur.
Bir kimseyi olduğu gibi görebildiğimizi sandığımız za
man gerçekte görebildiğimiz şey, kendimizde farkında
olmadan o kimseye yansıttığımız bir kişilik imgesidir.
Freud yalnız aktarmanın (transference) bozucu, çarpı
tıcı etkisi olduğunu farketmekle kalmadı, bunun dışın
da baskının daha birçok bozucu, çarpıtıcı etkileri oldu
ğunu da farketti. Bir kimse (toplumsal gerçeğin istem
lerine uygun olan) bilinçli düşüncesine ters düşen ken
disinin de bilemediği iç tepilerle güdülmek gibi bir du
rumla karşılaşırsa kendi bilinçdışmın kıpırdanışlarını
başka bir kimseye yansıtır ve bövlece kendi içinde olan
lardan habersiz görünür, ama «yansıttığı» başka kim
sede onları öfkeyle izler ya da kendisinde aslında bütün
bütün başka bir nedenle kaynaklanan tepiler için man
59
tığa uydurmaya çabaladığı kılıflar bulmaya çalışır. Bi-
linçdışı gerçek güdülerini saklamak için bilinçle man
tıklı kılıflar bulma olayına Freud akla uygun neden
uydurma (rationalization) adım verdi. İster aktarmayı,
yansıtmayı, ister akla uygun neden uydurmayı sözko-
nusu edelim. O kimsenin bilincine ulaşabilen şeylerin
çoğunluğu gerçeğe uygun olmayan şeylerdir, yanılgıdır,
buna karşın baskı altına alınmış (yani bilinçdışmda
saklanan şey) gerçektir.
Yukardan beri söz konusu ettiğimiz toplumun, ger
çeği olduğu gibi tanımamızı engelleyen etkisi ve bunun
yanında bilinçdışımn ve bilincin nasıl oluştuğu konu
sunda bizim daha geniş bakış açımızın ışığında bilinç-
dışı ve bilinç konusunda yeni bir anlayışa varmış olu
yoruz. Şöyle söyleyerek sözü sürdürebiliriz; ortalama
sıradan insan uyanık olduğunu sandığı zaman yarı ya
rıya uykudadır. «Yarı uykuda» dır dediğim zaman ger
çekle olan ilişkisinin son derece bölük börçük olduğunu
söylemek istiyorum. (Kendi içinde ve dışında) gerçek
sandığı şeylerin çoğunluğu zihninin yaratısı olan bir
takım yanılgılar, yanılsamalar... Ortalama sıradan in
san gerçeği ancak toplum içinde yapmakla görevli ol
duğu işlevin gerektirdiği kadar ayırt edip farkedebili-
yor. Çevresindeki insanları onlarla bir arada işlevini
sürdürmek için birlik kurmak gerekliliği oranında fark-
ediyor; maddesel ve toplumsal gerçeği de onlardan ya
rarlanmak için kullanmak olasılığı oranında farkedip
ayırt ediyor. Gerçeği de ancak yaşamını sürdürmek için
böyle bir bilişin zorladığı oranda farkedip ayırt edebili
yor. (Uyku durumundan farklı olarak yarı uyku duru
munda uyanıklık dış gerçeğin farkedilebilmesi gerekli
liği zorladığı zaman gene çalıştırılmak üzere askıya
alınmıştır. Zorunluluk anında kolaylıkla hemen hare
60
kete geçirilebilir; delilerde ise zorunluluk anında da ha
rekete geçirilemez.) Orta derecedeki insanın bilinci ço
ğunluğu yanılgı ve yanılsamalardan oluşan «düzmece
bilinçtir». Buna karşın bilincine çıkamamış şey ger
çektir. Böylece bir kimsenin bilinçli oluşuyla, nelerin
bilincinde olduğu konularında bir ayırım yapabiliriz.
Bilinçli olduğu şeylerin çoğunluğu uydurma şeyler. Ama
bu uydurmaların arkasında gizlenen gerçeği de bilinci
ne çıkarabilmesi de olanaksız değil.
Bilinçdışmın yukarda incelediğimiz ilkelerin dışın
da kalan bir yanı daha var. Bilincin, toplumun biçim
verdiği örneğe uygun yaşantılardan oluşan, yaşantıla
rımızın küçük bölümü olmasına karşın, bilinçdışmın
evrensel insanın derinliğini ve zenginliğini yansıtması...
Bilinçdışmın baskı altına alınması, ben’in yani rastlan
tısal, toplumsal insanın, insanın bütünlüğünden kopa
rılmış olmasının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Ben,
asıl benliğime yabancıyım ve aynı oranda herkes de ba
na yabancı. Ben, insanlığın yaşantı alanının büyük bir
bölümünden koparılmışım, kendimde de, başkalarında
da gerçek olan insanca yaşantılardan ancak küçük bir
bölümüfıü yaşayabilen kötürüm kalmış bir yarım adam
gibi yaşamımı sürdürüyorum,
Buraya kadar baskıların gerçeği bozup çarpıtıcı iş
levini söz konusu etmiş bulunuyoruz. Baskının gerçeği
bozup çarpıtmaktan başka bir yanı daha var : O da bir
yaşantıyı gerçek dışı duruma getiren düşünselliğin öne
geçişidir. Bununla şu gerçeğe dokunmak istiyorum :
Gördüğümü, anladığımı sandığım zaman görüp anla
dıklarım yalnızca sözcükler; duygulandığımı sanıyorum
ama gerçekte duygulanmıyorum yalnızca duygulandı
ğımı düşünüyorum. Böyle düşünselliğini öne geçirmiş
insan, yabancılaşmış insandır. Plato’nun mağara alego
61
Dostları ilə paylaş: |