kendilerini paralayacaklarını sanabiliriz. Çok kimse
böyle bir sonuca hayatın günlük hayhuyuna, tekdüze
akımına kendini kaptırarak, sürüye uyup güçlü, say
gın, paralı bir kimse olmaya çalışarak, başka kimselerle
paylaşılan dinsel inançların putlarına bağlanarak, ken
dini feda eden bir mazohist yaşam biçimini benimse
yerek, özseverce (narcissistic) bir şişkinlikle, kısacası
kendini bir kötürüm, bir yarım adam durumuna geti
rerek bir dengeleme mekanizmasıyla karşı koymaya ça
lışıyor. Bütün bu dengeleme mekanizmaları eğer çalış
malarını engelleyen bir durum ortaya çıkmazsa aklı
mızı korumamıza yardımcı olabilir. Ama aklını kaçır
ma olasılığına karşı en köklü, en temelli çözümün, dün
yaya karşı takınılacak olumlu, verimli tutumun en mü
kemmel biçiminin aydınlanma olduğunu söyleyebiliriz.
Zen’le psikanaliz arasındaki asıl temel ilişkiye gel
meden önce bazı başka benzerlikler üzerinde de dur
mak isteyeceğim.
Önce Zen’le psikanalizin ahlâk konusundaki tutum
larındaki benzeyişten söz edebiliriz. Zen’de hedefe ula
şabilmenin birinci koşulu, ister mal mülk için olsun,
ister ün ve şeref için olsun aç gözlülüğü (Eski Ahid’in
deyimiyle «doymazlığı») yenmektir. Tam anlamıyla
psikanalizin de amacı budur. Ağız (oral) alıcılığından,
ağız sadistliğine, dışkıl (anal) aşamadan, üretken (ge
nital) aşamaya kadar libido’nun geçirmekte olduğu ev
rimle ilgili kuramıyla, Freud’un anlatmak istediği şey
sağlıklık bir karakterin aç gözlülük, acımasızlık, cimri
likten etkinliğe, özgürlüğe dönük doğru bir yöneliş için
de gelişmesidir. Freud’un klinik gözlemlerine uygun
olarak benim kullandığım deyimler bu yoldaki değerlen
dirmeye daha da açıklık getirebilir. Bu evrimi belirtmek
için benim yaptığım sıralama şöyle : Alıcı aşamadan çı
35
karcı, istifçi, pazarlamacı ondan sonra da en verimli,
en yapıcı bir ayar içinde olma durumuna yöneliş (42).
Bu durumu anlatmak için ne tür deyimler kullanılmış
olursa olsun psikanaliz görüşü açısından da açgözlülük
doymazlık, tutkuyla bir şeylerin peşinde olmak ruhsal
bakımdan hastalıklı bir tutum sayılmaktadır; o kimse
en verimli bir ayarlılık, doğru bir yöneliş için, yetenek
lerini geliştirmedikçe bu açgözlülük, bu tutkuyla bir
şeylerin peşinde olma durumu sürer gider. Gene de ne
Zen ne psikanaliz aslında ahlâkçı sistemler değildir.
Zen’in hedefi töresel ahlâka dayanan davranışları aş
maktır. Psikanalizinki de öyledir. Onlar için söylenebi
lecek tek şey onların hedeflerine ulaşabilmenin ahlâk -
sal açıdan da açgözlülüğü yenmek, tutkulardan kurtul
mak, sevgi ve sevecenlik yeteneklerini geliştirmek yo
luyla bir değişimi zorlamasıdır. Onların izlediği yol kö
tü tutkuları, kötü istekleri bastırarak o kimseyi erdem
li bir hayat sürmeye özendirmek değildir, ama umduk
ları şey kötü tutkuların, kötü isteklerin genişlemiş, bü
yümüş bilincin aydınlığına, sıcağına dayanamayıp ken
diliklerinden eriyip yok olacaklarıdır. Aydınlanmayla
ahlaksal açıdan değişim süreci arasındaki nedensel bağ
lantı ne olursa olsun Zen’in hedefinin açgözlülüğün,
kendi kendiyle şişinmenin ve budalalığın üstesinden ge
linmesi amaçlarından ayırtılabileceğini sanmak ya da
satori’ye alçak gönüllülük, sevgi ve sevecenliğe dönük
lük olmadan da erişilebileceğine inanmak son derece
önemli bir yanlış olur. Bir kimsenin karakterinde ben
zen bir değişim oluşturulmadıkça psikanalizin başarıya
ulaşabileceğini sanmak da aynı derecede büyük bir ya
nılgı olur. Verimli olgunluk düzeyine erişen kimsenin
(42) Man for Himsef (New York, Rinehart 1947) ayrım III.
86
aç gözlülüğü kalmaz, bir yandan da kendini büyüt
mekten vazgeçer, sanki her şeyi bilebilir, her şeye gücü
yetermiş yanılgısının bir kuruntu olduğunu iyice ka
fasına yerleştirir; alçak gönüllülükle kendisini her na
sılsa o durumuyla görmeyi başarır. Hem Zen’in hem
psikanalizin amaçları ahlak konusunun dışında kalır
ama ahlaksal açıdan değişim sağlanmadıkça bu amaç
lara ulaşılamaz.
İki sistemde ortak olan başka bir ilke de her iki
sistemin de otoritenin her türlüsünden özgür olmak
konusundaki ısrarlı tutumlarıdır. Freud’un dini eleştiri
konusu yapmasının başlıca nedeni buydu. Freud dinin
özünde, kökü gerektiğinde yardım edip gerektiğinde ce
zalandıran bir babaya duyulan bağımlılık yerine kon
muş, bir Tanrıya bağımlılık olan bir yanılsama olduğu
nu anlamıştı. Freud’a göre insan yetişkin bir kimseye
yaraşacak biçimde kendi gücüne güvenecek yerde Tan
rı inancında çocuksu bağımlılıktan medet umar bir tu
tumu sürdürüyor. Freud «Buda’nm adını ağzına alınca
ağzını iyice yıka!» diyen bir dine acaba ne diyecekti?
Tanrısız, hiç bir türlü akıl dışı otoriteyi kabul etmeyen
ve tüm amacı insanı bağımlılıkların her çeşidinden kur
tarıp onu etkin bir duruma getirecek, yazgısının sorum
luluğunu üstlenebilecek kendisinden başka hiç, ama
hiç kimse olamayacağını iyice aklına sokabilecek bir
dine acaba ne diyecekti?
Bununla birlikte bu otoriteye karşı olan tutumla
rıyla Zen’de ustanın, psikanalizde analistin önemli ki
şilikleri bir çelişki oluşturmuyor mu diye bir soru akla
gelebilir. Gene bu soruyla Zen’le psikanaliz arasında
çok derin bir ilişki noktasına dokunmuş olyoruz. Her iki
sistemde de hastanın (öğrencinin) kendi gözetimi al
tında geçirmekte olduğu yaşantılardan, daha önce ken
87
Dostları ilə paylaş: |