Eski yunan, roma ve ortaçAĞ Eski Yunan İktisadi Düşüncesi


Klasik İktisat, Merkantilizm ve Fizyokrasi



Yüklə 457,11 Kb.
səhifə2/8
tarix14.05.2018
ölçüsü457,11 Kb.
#44059
1   2   3   4   5   6   7   8

2. Klasik İktisat, Merkantilizm ve Fizyokrasi

Klasik okul 1776 yılında Adam Smith’in Milletlerin Serveti adlı eseri yayınlaması ile başlar, Neoklasik okulun temellerinin atıldığı 1871 yılında sona erdiğine göre, yaklaşık yüz yıl boyunca Avrupa iktisadi düşüncesine hakim olmuştur. Bu yüzyılda İngiltere dünyanın en güçlü ülkesi konumundadır. Bu nedenle Klasik iktisadın sanayi devrimini gerçekleştiren İngiltere’nin milli çıkarlarını temsil eden bir doktrin olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Merkantilizm ticari kapitalizmi temsil etmekte olup, iktisadi artı değerin kaynağı ödemeler bilançosu fazlası ile elde edilen altın ve gümüş gibi kıymetli metaller, fizyokrasi zirai kapitalizmi temsil etmekte olup, iktisadi artı değerin kaynağı tarımsal üretim, klasikler sınai kapitalizmi temsil etmekte olup, iktisadi artı değerin kaynağı sanayi üretimi başta olmak üzere her türlü üretimdir.

Klasik iktisat, Ricardo hariç, inceleme alanı olarak iktisadi artığı ve iktisadi artığın arttırılmasını yani iktisadi büyümeyi kendisine inceleme aracı olarak seçmiştir.Ricardo’nun ilgi alanı büyüme değil bölüşümdür.Klasik iktisadın kurucusu olan Smith’in çevresi, İskoç Aydınlanmasını destekleyen kimselerden oluşuyordu.İskoç Aydınlanmasına göre fiziki evreni düzenleyen doğal evrensel yasalar varsa,iktisadi evreni düzenleyen doğal evrensel yasalar da vardır.

Klasik iktisatçılar kendilerinden önceki siyaset teoricileri gibi, doğal düzeni idealize etmeye yatkındılar. Doğal düzen kavramı klasik iktisatçıların elinde, Merkantilist devlet düzenlemelerine ve korumacılığa saldırmada kullanılan etkin bir silaha dönüşmüştür.

3. Smith ve Klasik İktisadi Analizin Çerçevesi

3.1 İşbölümü ve Emek-Değer Teorisi

İktisadi düşünceler tarihinde sıkla karşılaşılan durumlardan birisi, eski fikirlere karşı çıkmaya hazırlanan bir düşünürün önce karşı çıkacağı fikirleri gruplandırarak onlara bir isim takmasıdır ki bu isimlendirme çoğu zaman gerçeği yansıtmayabilir.

17. yüzyılın tamamında ve 18 yüzyıl başlarında Avrupa’da geçerli olan dış ticaretteki korumacı fikirleri savunanlar kendilerine Merkantilist, sistemlerine de Merkantilizm adını vermemişlerdir. Bu sisteme Merkantilizm adını koyan Smith’dir.Smith’in Merkantilistler hakkındaki bu haksız ve aşağılayıcı isimlendirmesi, 1936 yılında kendi fikirlerinin Keynes tarafından haksız ve küçümseyici isimlendirmeye uğramasına yol açmıştır.

3.1.1 İşbölümü

Smith, Ulusların Zenginliği kitabına işbölümü ve işbölümünün sonuçlarını inceleyerek başlar.

İşbölümü ile, Smtih’e göre emeğin üretici güçlerindeki en büyük gelişme meydana gelir. İğnecilik sanatından örnek verir:

“İşbölümü ile ayrı bir zanaat haline gelen yetişmemiş; (icadına belki, aynı işbölümünün sebep olduğu) o işte kullanılan aletlerin nasıl kullanıldığını bilmeyen bir işçi, son kertesine dek çalışmakla, günde belki bir iğneyi güç yapar; yirmi iğneyi ise hiç yapamaz. Ama şimdiki yapılış şekliyle bu iş, başlı başına zanaat olduktan başka, çoğu yine ayrı birer iş olan, bir sürü kollara ayrılmıştır. İşçinin biri teli çekip gerer; bir başkası bunu düzeltir; bir üçüncüsü keser; bir dördüncüsü ucunu sivriltir; bir beşincisi baş geçebilmesi için tepesini ezer. Önem taşıyan iğne yapma işi, böylece on sekiz ayrı işleme bölünmüştür.

İşbölümü her sanata ne denli sokulabilirse, emeğin üretici güçlerini o oranda artırmaktadır. Bu fayda üstünlüğü dolayısıyla da çeşitli zanaatlarda çeşitli işler birbirinden ayrılır. Bu ayrılma ise, genel olarak, çalışma ve gelişmenin en yüksek kertesinden yararlanan ülkelerde en ileri götürülmüş bulunmaktadır. Daha ileri ülkede, bir adamın işi, birden çok adamın işi olur.

İşbölümü sonucunda aynı sayıda adamın, iş miktarında sağlayabildiği bu büyük artış, üç ayrı nedenden; birincisi, teker teker her işçide el yatkınlığının artmasından; ikincisi, çokluk bir çeşit işten ötekine geçerken yitirilen vaktin tasarruf edilmesinden; sonuncu olarak da, işi kolaylaştırıp kısaltan, bir adama birçoklarının işini yapabilmek olanağını veren çok sayıda makinenin icat edilmiş olmasından ileri gelir.

Aynı zamanda topluluk geliştikçe işbölümünün etkisi faaliyet olarak da çokça görülür. Topluluk geliştikçe, bilimsel faaliyetler apayrı bir sınıfın özel uğraşı olur. Böylece işbölümü bilimde de mahareti artırır; zaman da kazandırır. Uzmanlaşma olur. Başarılı işin miktarı artar ve bilgi miktarı çoğalır.

Mübadele için üretim yapan bir ekonomide, ulaştırma ve haberleşme teknolojileri ve serbest ticaret tarafından belirlenen piyasa büyüklüğü işbölümüne yol açmakta, işbölümü verimli emek harcamak suretiyle milletin zenginliğini arttırmaktadır.



3.1.2. Emek-Değer Teorisi

Smith’in üzerinde çalıştığı konulardan birisi de değer teorisidir.Smith değer teorisini oluştururken, kullanım değeri ile mübadele değeri ayrımından yararlanmamıştır.Smith’e göre bir malın fiyatı ile o malın değeri birbirinden farklı şeylerdir.Fiyat, zaman içinde dalgalandığı,değiştiği halde, değer zaman içinde değişmeyen sabit bir ölçü olmalıdır.Smith ekonomik süreci iki kısma ayırmıştır:

1. Sermaye birikimi ve özel mülkiyetin bulunmadığı ilkel ve vahşi toplum dönemi

2. Sermaye birikiminin ve özel mülkiyetin bulunduğu sanayi kapitalizmi dönemi

Smith’e göre, sermaye birikimi ve özel mülkiyetin olmadığı ilkel ve vahşi toplum döneminde, değeri belirleyen biricik faktör ihtiva edilen emek idi.İlkel ve vahşi toplum döneminde sermaye birikimi ve özel mülkiyet bulunmadığı için, herkes ihtiyaçlarını kendi emeği ile sağlamak zorundaydı.Değerin tamamen emek tarafından üretildiğini ileri süren görüşe emek-değer teorisi denir.

Smith’e göre sanayi kapitalizmi, toprak ve sermaye sahiplerinin ücret fonu aracılığıyla emeğe kumanda ettikleri bir sistemdir. Emeğe kumanda etmenin mümkün olduğu bir sistemde artık değeri yaratan biricik faktör emek değildir.Sermaye birikiminin ve özel mülkiyetin bulunduğu sanayi kapitalizmi döneminde emek, sermaye, toprak tarafından toplu olarak yaratılmaktadır.

Smith, geliştirmiş olduğu emek-değer teorisi ile Ricardo’nun ve Marx’ın değerle ilgili analizlerine öncülük etmiştir. Bu teori zamanla değişerek, bütün dünyayı etkileyen ve iki kutuplu bir dünyaya, soğuk savaş dönemine ve iç savaşlara yol açan sonuçlar doğurmuştur. Sanayi kapitalizmini savunan Smith ve Ricardo gibi düşünürler tarafından geliştirilen, fakat Marx tarafından sanayi kapitalizmini yıkacak bir silaha dönüşen emek-değer teorisi, klasik iktisadın en büyük paradokslarından biridir.

3.2 Klasik Bölüşümün Esasları

Smith’e göre üretilen hasıla; emek, sermaye ve toprak arasında bölüşülür. Günümüzde bu bölüşüme fonksiyonel gelir bölüşümü adı verilmektedir.

Smith’in bölüşüm teorisi, üretim faktörlerini oluşturan emek ,sermaye ve toprak sahipleri arasında bir çıkar uyumunun bulunduğunu ileri sürmektedir.Klasik iktisatçılardan Ricardo, ilerde göreceğimiz gibi, üretim faktörleri arasında bir çıkar çatışması bulunduğunu söyleyerek, bölüşüm teorisinde Smith’den ayrı bir yol izleyecektir.

3.2.1 Emek ve Ücretler

Smith’e göre emek faktörü ücret ile geçinen bir sınıfı temsil etmektedir. Ücretler ikiye ayrılır: Doğal ücret ve cari ücret. Doğal ücret bir işçinin hayatta kalabilmesi için gerekli olan asgari (en az ücreti) göstermektedir. Cari ücret ise herhangi bir anda işçiye ödenen ücrettir.

Eğer cari ücret doğal ücretten büyük ise, işçinin eline geçen ücret asgari ücretten fazla olacağı için, işçinin gelir seviyesi yükselir. İşçi evlenip çocuk yapabilir. Bu durumda nüfus artar. Bu nedenle Smith’e göre, işçilerin nüfusu alacakları ücret tarafından belirlenmektedir. Eğer cari ücret doğal ücrete eşitse, işçi ancak asgari ücret aldığı için gelir seviyesinde bir değişme olmaz.Bu durumda nüfus artışı sabit kalır.Eğer cari ücret doğal ücretten düşük ise, işçinin eline geçen ücret doğal ücretin de altında bulunacağı için, işçi hayatını sürdüremez ve nüfus azalır.Darwin tarafından geliştirilen doğal ayıklama teorisi, sadece güçlü olanların yaşama hakkına sahip olduğunu ileri süren ırkçı bir Avrupa düşüncesidir.

3.2.2 Sermaye ve Karlar

Toplam hasılanın üretiminde yer alan ikinci faktör olan sermayenin kar imkanları, bir taraftan işçi ücretlerinin seviyesine, öte yandan da sermaye sahipleri tarafından belirlenecektir.

1. Ücret Seviyesi: Smith’e göre, üretim faktörlerinin çıkarları arasında bir uyum varsa, ücret artışı karları düşürür. Sermaye sahipleri işçilerine ne kadar fazla ödeme yaparsa, karlarının o ölçüde azalacağı açıktır.

2. Sermaye Sahipleri Arasındaki Rekabet: Sermaye sahipleri bir taraftan sermayelerini arttırır ve yeryüzünde daha karlı yeni yatırım alanları ararken, diğer yandan diğer sermaye sahiplerinin sıkı rekabeti ile karşılaşacaklardır. Sermaye sahipleri arasındaki rekabet hem kar oranlarını düşürecek hem de karlı yatırım alanlarının azalmasına hatta tükenmesine neden olacaktır.



3.2.3 Toprak Sahipleri ve Rantlar

Smith’e göre toprak sahipleri, topraklarını kiraya vererek rant sağladıkları için, ekmediği ürünü biçen ve konumlarının verdiği rahatlık nedeniyle tembel olmaya meyilli bir sınıftır. Toprak sahipleri sınıfının gelirlerinin artması, toplam hasılayı üreten emek ve sermaye faktörlerinin üretimden alacakları payın azalmasına sebep olacağı için özellikle karlarda bir azalma meydana gelecektir. Sanayi kapitalizminin itici gücünün kar olduğu düşünülürse, kar oranının azalması kapitalizmin altının oyulması ve çökmesi anlamlarına gelecektir.



3.3. Klasik Sermaye Birikiminin Esasları

Smith’in sermaye birikimi teorisini anlayabilmek için, toplumun brüt geliri ile net geliri arasında yaptığı ayrıma dikkat çekmek yerinde olur.

1.Smith’e göre toplumun bir yıl içinde elde ettiği gelir o toplumun brüt gelirini oluşturur. Bu brüt gelir iki kısımdan meydana gelir. Birinci kısım, işçilere ayrılan ücret fonu, sermaye ve toprak sahiplerinin hayatlarını idame ettirebilmeleri için gerekli olan harcamalar, sabit sermayede oluşan aşınma payları ve hammaddenin yeniden sağlanması gibi masrafları kapsamaktadır. Bu masraflar kadar gelir varsa büyüme sağlanamaz.

2. Brüt gelirin ikinci kısmı, toplumun gayri safi gelirinden geriye kalan gelir parçasıdır, bu da artı değeri temsil eder. Sermaye ve toprak sahipleri bu artı değeri tasarruf ederlerse, bu tasarruflar otomatik olarak yeni yatırımların finansmanında kullanılır ve büyüme sağlanmış olur.

Smith’e göre tasarruf, harcamanın bir başka türüdür. Tasarruf yatırım harcamalarının finansmanında kullanılacağı için, yatırım harcamalarının kaynağını oluşturur. Yani tasarruf etmek yatırım harcaması yapmaktır.

Klasik sistemde, düşük kar düşük tasarruf, düşük tasarruf düşük yatırım, düşük yatırım düşük sermaye birikimi ve düşük sermaye birikimi de düşük iktisadi büyüme anlamına gelir. O halde karlar kapitalist sistemin itici gücüdür.



3.4. Para ve Dış Ticaret

3.4.1 Para

Klasik iktisat paranın önemini küçümsemiş, servetin kaynağını değerli metal değil emekte bulmuş, paraya mübadeleleri kolaylaştıran bir araç gözüyle bakmıştır.Paranın bağımsız, nötr ve sağlam olması gerekir.Paranın miktarı, mübadelelerin sayısını ve önemini belirlemez, fakat mübadelelerin sayısı ve önemi ihtiyaç duyulan para miktarını belirler.Bu nedenle dolanımdaki para miktarı, kendiliğinden mal piyasası ihtiyaçlarına uyum sağlar, devletin paraya müdahalesi gereksizdir.



3.4.2 Dış Ticaret

Günümüzde mutlak üstünlük teorisi adı verilen Smith’in dış ticaret teorisine göre, her ülkenin mutlak üstünlüğe sahip olduğu malların üretiminde uzmanlaşması ve uzmanlaştığı ürünlerle ticaret yapmasından her ülke kazançlı çıkar.

Smith’e göre en fazla işgücü kullanımına imkan veren alanlar, sermayenin en yararlı kullanıldığı alanlardır. Dolayısıyla serbest ticareti savunmasına rağmen Smith’e göre, dış ticaret, sermayenin verimli kullanımı bakımından tarım sektöründen bile geride bulunan yararı düşük bir yatırım alanıdır.

3.5. Smith’in İktisat Politikası: Devlet ve Ekonomi

Devlet müdahalesine karşı olan Smith’e göre, devletin iktisadi hayata müdahale etmesi tekelci bir ekonomi doğurur ve rekabet şartlarını ortadan kaldırır. Rekabetin ortadan kalkması kar fırsatlarının maksimize edilmesini engeller ve iktisadi büyümeyi yavaşlatır.

Smith sadece adalet ve güvenlik gibi klasik fonksiyonlara odaklanmış olan, ekonomiye karışmayan bir devlet ile küçük ve denk bir bütçeden yanadır. Bu bağlamda klasik iktisat para ve maliye politikalarına karşıdır.

KLASİK İKTİSAT: MALTHUS

Robert Malthus, zamanının Hume ve J.J. Rousseau gibi filozofları ile ilişkisi bulunan entelektüel bir asilzadenin oğludur. Cambridge Üniversite'sinde teoloji öğrenimi yapmış; bir süre rahiplik yaptıktan sonra

Doğu Hindistan Ortaklığı tarafından 1807 de Herfordshire'de kurulan üniversiteye profesör olarak atanmış ve ölümüne kadar burada kalmıştır.

39 yaşında evlenen Malthus'ün üçü oğlan biri kız dört çocuğu olmuştur.

1802 de henüz 32 yaşında iken, kendine ekonomi düşünceleri tarihinde şöhretini sağlayan «Essay on the Principle of Population as it Affects the Future Improvement of Society» —Toplumun Gelecek Gelişmesine Etkileri Yönünden Nüfus İlkeleri Üzerine Araştırma— adını verdiği kitabını yayınlamıştır

Robert Thomas Malthus'tan söz edilince onun nüfus teorisi akla gelir.

i) R. Malthus, J.B. Say anlatılırken de değinildiği gibi, üretim faaliyetlerinin gerçek talebe dayandığını söyleyerek modern konjonktür teorilerine başlangıç olabilecek görüşler ortaya atmıştır. Ona göre, gerçek talep üretim faktörleri fiyatı ve müteşebbisin normal kârından oluşan gelire tekabül eder. Oysa üretilen mallar bu malların üretimi içinBu durum toplam talebin toplam arzı karşılamasını önler. Denge için talebi artırmak gereklidir. Bunu sermayedar sağlayamaz. Çünkü sermayedarlar harcamaktan çok tasarrufu severler. Yönetici, avukat, doktor, asker v.b. gibi üretken olmayan sınıf da böyledir.

Bu durum toplam talebin toplam arzı karşılamasını önler. Denge için talebi artırmak gereklidir. Bunu sermayedar sağlayamaz. Çünkü sermayedarlar harcamaktan çok tasarrufu severler. Yönetici, avukat, doktor, asker v.b. gibi üretken olmayan sınıf da böyledir.

Gerçek talepteki yetmezlik üretimin düşmesine ve ekonomik krizlere yol açar. Böylece R. Malthus ekonomik krizleri tüketim düşüklüğü ile açıklayan konjonktür teorilerine esas olacak düşünceleri ileri sürmüştür.

ii) R. Malthus arazi rantından söz etmiş; azalan verim ilkesini izah etmiş; ücretlerin oluşumunu ücret fonu teorisi ile açıklamaya çalışmıştır.

iii) Bununla beraber, R. Malthus ekonomi düşünceleri tarihinde daha çok nüfus teorisi ile ün yapmıştır.

R. Malthus'un nüfus teorisini anlayabilmek için yaşadığı zamanın koşulları bilmekte yarar vardır. R. Malthus'un yaşadığı dönemden önce savaşlar, bulaşıcı hastalıklar nüfusun artışına engel olan en önemli öğelerdi.

XVIII inci yüzyılın sonlarından itibaren başlayan sanayileşmenin etkisi ile bu durum biraz düzelmiş ise de, sanayi devrimi sarsıntısız olmamış, geniş halk kitleleri arasında sefalet baş göstermiştir. Condorcet ve Goldwin gibi, bu sefaletin sebebini mevcut ekonomik ve sosyal sistemin yetersizliğine, özel mülkiyet kurumuna bağlayan yazarlar ortaya çıkmıştır.

R. Malthus'un 1798 de yayınladığı «Toplumun Gelecek Gelişmelerine Etkileri Yönünden Nüfus ilkeleri Üzerine Araştırma» — Essay on the Principle of Population as it Affects the Future Improvement of Society — adlı kitabını özellikle Goldwine karşı kaleme alınmıştır.

R. Malthus'a göre, halkın sefaletini ekonomik ve sosyal düzende aramak doğru değildir, halkın sefaleti doğal gelişmenin bir sonucudur. Nüfusun artış hızı ile beslenme olanakları arasındaki nispetsizlikten ileri gelmektedir.

Gerçekten, bütün canlılar gibi, insanlar da mevcut beslenme olanakları üzerinde çoğalma eğilimi gösterirler. Eğer bu eğilim önlenmezse nüfustaki artış sonsuzdur. Amerika'daki nüfus artışını örnek alan Malthus nüfusun serbest bırakıldığı takdirde, her 25 yılda bir kat artacağını ileri sürmüştür.

Ona göre nüfus geometrik dizi halinde, oysa yiyecek malları üretimi aritmetik dizi halinde artar. Bu durum nüfus ile beslenme olanakları arasındaki dengeyi bozar. Nüfusla beslenme olanakları arasında dengenin sağlanması için iki yol vardır:

i) Nüfus artışına göz yumulur; nüfusta beslenme olanakları üzerinde meydana gelen artış savaşlar, bulaşıcı hastalıklar ve sefalete yol açarak, beslenme olanakları üzerinde artan nüfus kırılır.

ii) Bu kötü sonuçlarla karşılaşmamak için nüfusun yiyecek olanakları üzerindeki artışını önleyici tedbir alınır.

R. Malthus ikinci yolu önermektedir. Ancak, o insanları istekleri ile hızlı nüfus artışını yavaşlatabilecekleri inancındadır. Ona göre, insanları hayvanlardan ayıran önemli faktörlerden birisi budur. Malthus liberal görüşlü bir ekonomisttir; devletin ekonomik ve sosyal yaşama müdahalesine taraftar değildir; önleyici tedbiri insanlardan beklemektedir.

R. Malthus bu yoldaki düşüncesini şöyle sonuçlandırmaktadır: Nüfusun beslenme olanakları üzerinde artması sonucu meydana gelecek sefalet ve hastalıklar en fazla fakir sınıfları etkiler. Her şeyden önce bu sınıflar evlenmelerini ertelemeli, çocuk yapmamalıdırlar.

R. Malthus'un nüfus teorisi hakkında yukarıdaki düşüncesini kısaca şöyle özetleyebiliriz :

i) Nüfusun artışı beslenme olanakları ile sınırlıdır;

ii) Nüfus yiyecek malları üretiminden daha hızlı artmaktadır,

iii) Nüfusun beslenme olanakları üstündeki artışı savaşlar, bulaşıcı hastalıklar ve sefalet gibi afetlerle ortadan kalkar.

iv) Buna engel olmak için insanların iradi olarak nüfus artışını yavaşlatarak, bu dengesizliği önlemeleri gereklidir.

R. Malthus'un yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız nüfus teorisi başlangıçta itirazsız kabul edilmiş; hatta D. Ricardo ve J. St. Mill'in daha sonra açıklayacağımız ücret teorilerine temel olmuştur.

Fakat zamanla Malthus'un nüfus teorisinin doğruluğu üzerinde kuşkular başlamış; Batı ülkelerinde yaşam düzeyinin yükselmesine rağmen, doğum oranının düşmesi bu teorideki tezadı ortaya koymuştur

Zamanımızda ölüm oranındaki azalmanın etkisiyle, özellikle az gelişmiş ve gelişmekteki ülkelerde nüfusun hızlı artışı Malthus'un nüfus teorisine yeniden ilginin artmasına yol açmıştır. Bu ülkelerin nüfustaki hızlı artışın ekonomik gelişmeleri üzerindeki baskıyı azaltmak için nüfus kontrolüne gittikleri görülmektedir.

A. Smith ve J.B. Say iyimser ekonomistlerdir. R. Malthus biraz sonra anlatacağımız D. Ricardo kişisel çıkarla toplum çıkarının uygunluğunu ifade etmekle beraber, kişisel çıkarla toplum çıkarının uygunluğu üzerinde kuşku yaratacak düşünceler ileri sürmüşlerdir.

Örneğin, arazi sahipleri ile sermayedarlar; işçi ile sermayedar arasındaki tezada işaret etmişler; bir yanda halkın sefaleti, öte yandan rantın artması; azalan verim ilkesi ile beslenme olanaklarına kesin sınırlar çizerek, A. Smith'in iyimserliğini terk etmişlerdir. Bu nedenle R. Malthus ve D. Ricardo'yu karamsar ekonomistler arasında görenler vardır.

KLASİK İKTİSAT: RICARDO

D. Ricardo Hollanda asıllı bir Yahudi ailesinin çocuğudur, İngiltere’de rekabet serbestisinin doruğuna ulaştığı bir dönemde yaşamıştır.

Onun yaşadığı dönemde dış ticaret üzerinde merkantilist dönemden kalma bütün kısıtlamalar kaldırılmış; rekabet serbestisine ters düşeceği düşüncesi ile işçilere senBir borsa simsarının oğlu olan D. Ricardo küçük yaşta borsa işlemlerinin sırlarını öğrenerek, büyük servet sahibi olmuş; iktisat bilimine karşı ilgisi de borsa faaliyetleri sırasında başlamıştır. Önceleri para konusunda bazı yayınlar yapmış; 1817 de kendisine ekonomi düşünceler tarihindeki ününü sağlayan «Ekonomi Bilminin İlkeleri» — Principles of Political Economy — adlı yapıtını çıkarmıştır.

D. Ricardo bu yapıtında yer alan teorileri ile iktisat biliminin gelişmesine büyük katkılarda bulunmuş bir ekonomisttir.

Açıklamaları güçlü bir mantığa dayanmaktadır. Hatta, kendisinden sonra yanlışlığı anlaşılan düşüncelerini bile düzgün bir mantık içinde açıklamayı başarmıştır, incelemelerinde dedüksiyon metodunu (tümdengelim) kullanmıştır.

Ekonomik yaşamdaki sebep-sonuç ilişkilerini belli varsayımlardan hareket ederek, açıklamaya çalışmıştır. Bu metot, sonraları Tarihçi Okula mensup ekonomistlerin eleştirisine maruz kalacaktır.. Ricardo «Ekonomi Biliminin İlkeleri» adlı kitabında A. Smith'in aksine olarak üretimden çok mübadele ve bölüşüm konuları, yani değer, fiyat, ücret, rant, kâr gibi konuları incelemiştir.

Ricardo değeri kullanma değeri ve mübadele değeri olmak üzere ikiye ayırarak incelemektedir. Kullanma değerini fayda ve kıtlık belirler. Mübadele değerini belirleyen öğe ise emektir. Bu miktar malın doğrudan üretimi için gerekli, emek miktarı yanında, malın üretiminde kullanılan maddi üretim araçlarının üretiminde kullanılan emek miktarını da kapsar. Böylece Ricardo dolaylı olarak sermayenin üretimdeki önemine işaret etmiş olmaktadır. Ricardo'ya göre, arazi için mutlak bir rant (kira) söz konusu değildir. Ancak verimli arazi verimsiz araziye nazaran diferansiyel rant sağlar. Ona göre rant değere bir şey katmaz; değer rantı yaratır. Yani, buğday rant olduğu için pahalı satılmaz; pahalı satıldığı için rant meydana gelir. Çünkü buğday fiyatının yükselmesi, daha az verimli arazilerin ekilmesine neden olur; buğdayın değeri az verimli arazide buğday üretimi için harcanan emek miktarına göre oluşacağından, aynı miktar ürünün daha az emekle elde edildiği verimli arazi lehine bir rant meydana gelir.

D. Ricardo değeri izah ederken arazi rantı gibi sermayeyi de dışarıda bırakmıştır. Ona göre, sermaye daha önce harcanan emekle meydana gelmiştir. O halde değeri oluşturan öğe emektir. Bir malın değeri o malın üretimi için çeşitli üretim kademelerinde gerekli emek miktarına göre oluşur. Diğer bir deyişle, bir malın değeri, o malın doğrudan üretimi için üretimi için harcanan emek miktarı ile o malın üretiminde kullanılan makine, yapı, ham madde ve ara malları gibi maddi üretim araçlarının üretimi için kullanılan emek miktarı toplamına göre oluşur.

Gerek Ricardo, gerekse Marx değeri emekle açıklarken tam rekabet ve denge durumunun mevcut olduğu varsayımından hareket etmişlerdir; tekel ve eksik rekabet piyasalarını dikkate almamışlardır.

Emek-değer teorisine karşı ileri sürülen eleştirilere göre, emek değer teorisi piyasalardaki fiyat oluşumunu açıklamaya elverişli değildir. Örneğin, tekelin ortalama, maliyetin üzerinde fiyat tespitini, farklı fiyat uygulamasını bu teoriye dayanarak açıklamak mümkün değildir.

Tam rekabet koşullarının mevcut olduğu düşünülse bile emek tek üretim faktörü değildir; nitelik bakımından birbirinden çok farklıdır. Bu durum değerin emekle izahını güçleştirmektedir

Gerçekten, emek-değer teorisi bazı uygulamalara ters düşmektedir Örneğin,

Ortalama maliyetin altında bir fiyatla üretimin sürdürülmesi;

Tekelin ortalama maliyetin çok üstünde fiyat tespit etmesi;

Kullanılmayan malların modası geçerek değerini yitirmesi;

Duran bazı malların maliyetinin üzerinde değerinin artması;

Üretimi birbirine bağlı malların fiyatlarının maliyetle ilgisinin bulunmaması;

Firmanın piyasa fiyatlarına göre hareket etmesi;

Arazinin fiyatı,

Borsada fiyat oluşumu,

bu teoriye dayanılarak açıklanamaz. Bununla beraber, fiyatın oluşumunda alıcıların talepleri yanında maliyetin önemli bir faktör olduğu da bir gerçektir.

D. Ricardo fiyatı açıklarken, değer teorisinin bir sonucu olarak doğal fiyat ve piyasa fiyatı ayırımı yapmıştır. Doğal fiyat üretimin sürdürülmesi için gerekli ve yeterli fiyat olup, maliyete, yani emek miktarına eşittir. Piyasada fiyat arz ve talebe göre oluşur. Rekabet serbestisi piyasa fiyatını doğal fiyata doğru iter.

D. Ricardo emeği mallarda olduğu gibi, istediği kadar arttırılabilen bir nesne olarak ele almış; fiyat teorisinde olduğu gibi doğal ücret, piyasa ücreti ayırımı yaparak, ücreti, mal fiyatlarına benzer biçimde açıklamıştır

Piyasa ücreti emek arz ve talebine göre oluşan ücrettir. Doğal ücret ise, işçinin ve ailesinin yaşaması için gerekli olan ücret olup, iş gücünün yeniden üretilmesi (idame) maliyetine; başka bir deyimle, asgari geçinme haddine eşittir.

Rekabet serbestisi piyasada emek arz ve talebine göre oluşan ücreti (cari ücret haddini) doğal ücret düzeyine iter. Çünkü, piyasa ücreti doğal ücretin üzerinde ise, işçilerin maddi refah düzeyi yükselir; bu durum nüfusun artışını hızlandırarak emek arzını artıracağından, piyasa ücretinin doğal ücret düzeyine düşmesine neden olur.

Piyasa ücreti doğal ücretin altına düşerse, işçilerin emeklerini idameleri güçleşir. Bu durum nüfusun artışını yavaşlatarak veya önleyerek, emek arzını azaltacağından piyasa ücretinin doğal ücret düzeyine yükselmesine neden olur.

D. Ricardo'nun kısaca açıkladığımız doğal ücret teorisi R. Malthus'un nüfus teorisine dayanmaktadır. Bu teori doğru olmadığına göre, Ricardo'nun doğal ücret teorisini doğru bir teori olarak kabul etmeye imkân yoktur.

D. Ricardo'nun rant teorisi, emek-değer teorisinin bir sonucudur. Ona göre, nüfus ve gereksinmeler arttıkça, insanlar daha az verimli arazileri ekmek zorunda kalmakta; piyasa fiyatı en düşük verimli arazide yetiştirilen mahsul için harcanan emek miktarına göre oluşacağından, verimli arazi lehine bir diferansiyel rant meydana gelmektedir.

D. Ricardo'dan önce fizyokratlar ve Malthus de rant üzerinde durmuşlardır. Fizyokratlara göre, üretimde fazla hasıla sağlayan tek faktör topraktır. Rant toprağın verimliliğinin bir sonucudur.

Malthus da rantın Tanrı tarafından toprağa verilen nitelik sonucu meydana geldiğini, çeşitli verimlilikteki arazinin işlenmesinde kullanılan sermayenin aynı kârı sağlamamasından doğduğunu açıklamıştır. Yani, rant Doğanın insan emeği ile birlikte çalışması sonucu meydana gelmektedir. D. Ricardo bu görüşü paylaşmaz. Ona göre rant arazinin verimliliğinden değil, doğada gereksinmelerimize yetecek miktarda iyi kalite arazi bulunmamasından; giderek daha az verimli arazilerin ekilmesinden ileri gelmektedir. Gerçekten talebe nazaran bol olan bir malın fiyatı yoktur. Nitekim; arazi ne kadar verimli olursa olsun talebe nazaran bolsa, arazinin üretimde kullanılması için bir harcama gerekmez. Ne var ki, arazi gereksinmelerimize nazaran kıttır. Arazinin gereksinmelerimize göre kıt olması, mevcut arazinin daha yoğun işlenmesine, daha az verimli arazilerin ekilmesine, daha uzaktaki arazilere gidilmesine sebep olmakta; bu ise arazi için bir rant ödemesini zorunlu kılmaktadır.

D. Ricardo'nun rant teorisini şöyle özetleyebiliriz; Ekilebilen aynı kalitede arazi miktarı talebe nazaran bol olduğu sürece, araziyi üretimde kullanmak için bir fiyat ödemek gerekmez çünkü arazi serbest bir maldır.

Ne zamanki, tarım ürünlerine gereksinme artar; iyi kalitede arazi miktarı talebi karşılamaz duruma gelir, o zaman çiftçiler ikinci, yetmezse üçüncü kalitede arazileri işlemeye başlarlar. Çeşitli kalitedeki arazilerin işlenmesi, yüksek kaliteli arazilerin rant getirmesine yol açar. Bu rant belli miktarda emekle işlenen bir birim yüksek kaliteli bir araziden elde edilen ürün ile aynı miktar emekle işlenen bir birim düşük kaliteli araziden elde edilen ürün arasındaki farka eşittir. Arazinin kalitesinin sebep olduğu ranta diferansiyel rant denir. D. Ricardo daha çok bu rantla uğraşmıştır. Arazinin piyasaya uzaklığının farklı olması, piyasaya yakın arazi lehine bir rant meydana gelmesine sebep olabilir. D. Ricardo bu çeşit ranttan da bahsetmiştir. Ancak, mevki rantı daha esaslı biçimde Alman ekonomisti Von Thünen tarafından incelenmiştir. Zamanımızda işletme entansitesinin de diferansiyel ranta sebep olacağı ortaya atılmıştır. Diferansiyel ranta sebep olan çeşitli öğeler üzerinde biraz düşünülürse, bütün bu öğelerin arazinin gereksinmelerimize


göre kıt olmasına bağlı olduğu görülür. Arazi gereksinmelerimize göre
kıt olduğu için

mevcut arazinin daha entansif işlenmesi,

daha düşük kalitedeki (daha az verimli) arazilerin ekilmesi,

daha uzaktaki arazilerde tarım yapılması

zorunlu olur; aynı maliyetle değişik miktarda ürün elde edilmesi başka bir deyimle, aynı ürünün değişik maliyetle elde edilmesi diferansiyel ranta sebep olur. Çünkü aynı mal, piyasada aynı fiyata satılır. Bu fiyat marjinal firmanın maliyetine eşittir.

D. Ricardo, merkantilistlerden Jean Bodin tarafından para miktarı ile fiyat düzeyi arasındaki ilişkiyi izah etmek için kullanılan

P = M . F

denklemine paranın tedavül hızını katarak geliştirdiği mübadele denklemine dayanarak, paranın satmalına gücünü ve uluslararası ödemeler dengesini izah etmeye çalışmıştır.

D. Ricardo'ya göre her ülke mübadele hacmini karşılayacak miktarda paraya gereksinme duyar. Bu miktarın azalması veya artması genel fiyat düzeyini etkiler. Bir ülkenin her hangi bir sebeple dış ödemeler bilançosunun açık verdiğini düşünelim. Açık altınla ödenecektir.

Altın çıkan ülkede para miktarı azalacağından genel fiyat düzeyi düşecek; altın giren ülkelerde para miktarı artacağından genel fiyat düzeyi yükselecektir. Bu durum fiyat düzeyi düşen ülkeden fiyat düzeyi yükselen ülkelere mal ihracını artıracağından, altın hareketi tersine dönerek denge kendiliğinden hasıl olacaktır.

Ricardo'nun dış ödemelerde kendi kendine dengenin meydana geleceği yolundaki düşüncesi özellikle zamanımızdaki ekonomistler tarafından eleştirilmektedir.

Ricardo'nun yukarıda özetlenen düşüncesi altın ithal ve ihracının para miktarını aynı oranda değiştirdiği; paranın tedavül hızının aynı kaldığı, ekonomide tam istihdam durumunun mevcut olduğu varsayımlarına dayanmaktadır.

Oysa

para miktarının altın ithal ve ihracı oranının da değişeceği düşüncesi gerçeklere uymaz. Her ülkenin tedavül hacmi mevcut para sistemine ve merkez bankasının para politikasına göre değişir,



Tedavül hızı değişebilir ve tedavül hızının artması para miktarının artması gibi, tedavül hızının azalması, para miktarının azalması gibi tesir eder.

Ekonomi tam istihdam düzeyinde değilse, atıl kapasite ve işsizlik varsa, altın ithalinin para miktarında sebep olacağı artış, üretimin artmasına yol açarak, fiyat düzeyinde Ricardo'nun belirttiği gibi bir yükselme meydana getirmeyebilir.

Özet olarak denebilir ki, Ricardo'nun altının Dünya ülkeleri arasında dağılımı ve dış ödemeler bilançosunda kendi kendine denkleşme teorileri paranın miktar teorisinin doğruluğuna bağlıdır. Bu teori ise dayandığı varsayımların gerçeklere uyması nispetinde geçerli bir teoridir.

D. Ricardo uluslararası mübadeleyi nisbi maliyetler arasındaki farkla açıklamıştır. İki ülke ele alarak, bu ülkelerde yalnız iki mal üretildiğini varsaymış; bu malların her iki ülkede iş-saati olarak ifade ettiği maliyetleri arasındaki nisbi farklara göre, bu ülkeler arasındaki ticaretin yararını şöyle açıklamıştır:

Portekiz'de bir birim şarap 80 iş-saat, bir birim kumaş 90 iş-saat emek harcanarak;

İngiltere'de ise, bir birim şarap 120 iş-saat, bir birim kumaş 100 iş-saat emek harcanarak elde edilsin. Portekiz her iki malın üretiminde de İngiltere'ye nazaran mutlak üstünlüğe sahiptir. Yani hem şarabı, hem de kumaşı İngiltere'den daha ucuza mal etmektedir.

Ancak, her iki malın üretiminde İngiltere'ye nazaran gösterdiği üstünlük aynı değildir. Bunu iki malın Portekiz ve İngiltere'deki maliyetlerini birbiri ile mukayese etmek suretiyle anlayabiliriz. Tablo'nun birinci sütununun altında görüldüğü gibi, Portekiz ve İngiltere'deki şarap maliyetlerinin birbirine oranı 80 : 120, kumaş maliyetlerinin birbirine oranı ise 90 : 100 dür.Şarap maliyetleri arasındaki fark, kumaş maliyetleri arasındaki farktan büyük olduğuna göre, Portekiz şarap üretiminde kumaş üretimine nazaran daha büyük bir üstünlüğe sahiptir

Yani şarabı kumaşa oranla daha düşük maliyetle elde etmektedir. Portekiz şarap üretiminde uzmanlaşarak, kumaşı şarap karşılığında İngiltere’den satın alacak olursa kumaşı daha az emekle elde eder. İngiltere hem şarabı, hem kumaşı Portekiz’e nazaran daha yüksek maliyetle elde etmektedir. Ancak, kumaşı şaraba oranla daha düşük maliyetle üretmektedir. İngiltere kumaş üretiminde uzmanlaşarak şarabı kumaş karşılığında Portekiz'den satın alacak olursa, şarabı daha az emekle elde eder. Gerçekten, Portekiz'de bir birim şarabı üretebilmek için harcanan emekle 80 : 90 = 0,88 birim kumaş elde edildiğine göre bir birim şarap 0,88 birim kumaş değerinde olacak; İngiltere'de ise, birim şarap üretebilmek için harcanan emekle 120 : 100 = 1,2 birim kumaş elde edildiğine göre, bir birim şarap 1,2 birim kumaş değerinde olacaktır.

Ricardo'nun mukayeseli maliyetler teorisi kendisinden sonra gelen ekonomistler tarafından

İki ülke, iki mal varsayımının gerçeğe uymadığı;

Maliyetlerin hesaplanmasında yalnız emek faktörünün nazara alındığı;

Uluslararası değişim oranının azami ve asgari hadlerinin bildirilmesiyle yetinildiği, gerçek mübadele oranının gösterilmediği ileri sürülerek eleştirilmiştir.Ricardo'nun mukayeseli maliyetler teorisine karşı ileri sürülen bütün bu eleştiriler, mukayeseli maliyetler teorisinin bir çok bakımlardan tamamlanarak geliştirilmesine sebep olmuştur. Fakat teori uluslararası uzmanlaşma ve ticaretin yararım göstermek bakımından değerinden fazla bir şey kaybetmemiştir. Zamanımızda dış ticaret, üretim olanakları, eş-fayda eğrileri ve karşılıklı talep kanunu yardımı ile hem arz, hem talep yönünden açıklanmaktadır.

D. Ricardo'nun gelirlerin gelişme seyri üzerindeki düşünceleri onun ekonomi düşünceleri tarihine karamsar görüşlü bir ekonomist olarak geçmesine neden olmuştur. Ona göre ücret haddi asgari geçinme haddine yeten bir düzeyde oluşacağından değişmeyecektir. Buna karşılık nüfusun artarak daha az verimli toprakların ekilmesini, daha uzak yerlerdeki arazilerin işlenmesini zorunlu kılacağından, buğday fiyatları yükselecek;

bu ise, bir yandan parasal ücretin artmasına, öte yandan rantın yükselmesine neden olacak; sanayici parasal ücretlerdeki yükselmeyi fiyatlara yansıtamayacağından, kâr ve temettünün azalan bir seyir izlemesine yol açacaktır. Bu ise, sermaye birikimini ve üretimi olumsuz yönde etkileyecek, stasyoner bir durum meydana gelecektir. O buna çare olarak dış ticaretin serbest bırakılmasını önermiştir. Ricardo'nun bu düşüncesi, kişisel çıkarla toplumun çıkarının uygunluğu yolundaki düşünceleri üzerinde kuşku yaratır nitelikte olması onun karamsar olarak gösterilmesine yol açmıştır. Ancak, Ricardo'nun gelirlerin gelişme seyri üzerindeki düşünceleri gerçeğe uymamaktadır.

Yukarıda ana düşünceleri açıklanmaya çalışılan klasik ekonomistler liberal kapitalizmi savunmuşlar; tüketicilerin gelirlerine göre diledikleri malları satın almakta, üreticilerin istedikleri malları, istedikleri miktarda, istedikleri metotla üretmekte serbest oldukları bu sistemde ekonomik olaylar arasında düzgün ilişkileri açıklamaya çalışmışlardır.


Yüklə 457,11 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə