Estetik Fenomen



Yüklə 37,5 Kb.
tarix20.10.2017
ölçüsü37,5 Kb.
#6142

    1. Estetik Fenomen

Şeylerin, süreçlerin vb. duyularımız ve doğrudan deneylerimiz aracılığıyla bilincine vardığımız dış nitelikteki özellikleri olarak tanımlanacak fenomen (görüngü) öz (numen- wese) kavramının diyalektik karşıtıdır. Özün tersine fenomen rastlantısal ve değişebilir niteliktedir (Lukacs,1999: 263). Başka bir ifade ile fenomen somut, algılanabilir nesne veya olayları yani duyulur olan şeyleri ifade etmek için kullanılan bir kavramdır ve toplumsal özne için bir bilinç doğrultusunda belirişler olarak ifade edilebilir.

Sanatın alanına girmek duyulurun alanına girmektir diyen Timuçine göre; bu duyulur özel bir duyulurdur, ve özel bir belirlenim kazanmıştır. Sanatsal ürün özel olarak oluşturulan duyulurdan başka bir şey olmadığı gibi bu dışsal düzeyde yani nesne de algılanır olandır. Yapıtın diğer bir niteliği ise algılanabilir olması yani anlam ihtiva etmesidir. Yapıt özel anlamları olan bir algı nesnesidir ve yapıtı algılamak onun anlam alanına girmektir. Sanatsal eser bu anlamları meydana getirmek ve dışlaştırmak için özel imlerle örülmüştür. Bu insan için herhangi bir şey ortaya koymayı amaçlayan özel bir durumu işaret eder. (2008a:13). Bu anlamda sanat yapıtlarının bir estetik fenomen olduklarını ifade edebiliriz. Lakin estetik fenomen ile sanat yapıtı arasındaki ilişkinin diyalektik bir durumu söz konusudur.

Kagan’a göre sanat yapıtı ve estetik fenomen diyalektik anlamda birbirlerine bağımlılıkları ve özerklikleri ile karşılıklı dolayımlaşabilmelerinin birliğini anlatır. Bu bakımdan estetiğin araştırma konusu başka bir ifade ile estetik fenomen nedir sorusunun yanıtı yalnızca sanat değil, sanat yapıtı ve sanatı algılayan insanı kapsamak üzere belirli bir iletişim sistemidir (Kagan, 2008: 15-16)

Bu iletişim sistemini ve dolayısıyla estetik fenomeni anlamak için estetik fenomenin varlık bilimsel durumuna bakmak gerekmektedir. Estetik fenomenin ontik bütünlüğünde dört temel yapı elemanı olduğunu söyleyen Tunalı bunları estetik süje, estetik obje, estetik değer veya güzellik ve estetik yargı olarak belirler. Estetik fenomen veya estetik varlık bu dört faktörün ontik bütünlüğü ile meydana gelmektedir. Felsefi estetiğin konusunu bu ontik bütünlük teşkil eder (Tunalı, 2011a: 17-18).




      1. Estetik Süje

Estetik fenomenin temel yapı elemanlarından ilki estetik süjedir. Estetik süje alımlayıcı ya da sanat yapıtından haz duyan varlıktır. Ancak bu durum belirli varlıklara özgü bir durumdur. Kant'a göre estetik yaşantının temel öğesi beğeni yargısıdır. Beğeni yargısı ancak ussal düşünen varlıklarda bulunabilir. Varlıkları bir araç olarak görmek yerine başlı başına bir değer diye kabul etmek Kant'a göre, usun önemli yetilerinden biridir. Kant bunu şöyle anlatmaktadır:

Bu yeti yalnızca insanlar arasındaki pratik ilişkilerde yani ahlak alanında değil, insanın doğaya karşı tutumunda da kendini gösterir. İnsanlar hiç bir pratik amaç gözetmeden yalnızca hayranlık duygusuyla doğayı seyrederler. Pratik çıkarlarla birlikte ahlaki yargıları ve kuramsal çözümlemeyi de dışarıda bırakan bu uzaktan seyretme ilişkisi Kant’a göre estetik yaşantının özünü oluşturur. Estetik yargı ahlaki yargıdan da, kuramsal ya da bilimsel düşünceden farklıdır; ama usun kuramsal, pratik (ahlaki), estetik biçimleri arasında bir yakınlık vardır. Bu da nesneleri birer araç olarak değil amaç olarak görmektir. Bu sadece ussal varlıklara özgüdür. Estetik yeti olmadan insanın öteki yetileri güdük kalacaktır (akt.Bozkurt, 2012: 45).

Estetik süje olma durumu bu durumda Kant için ussal varlık olarak insanın diğer us ile ilintili yetilerini yürütebilmesi için bir ön koşul gibi düşünülmüştür. Aslında benzer düşünceler pek çok düşünür tarafından dile getirilir. Bu anlamda estetik süje oluş ile temel de biyolojik insandan kültürel insan oluşa geçiş arasında ciddi bir bağlantı kurulmuştur.

Estetik süjenin sanat eserinden zevk alan varlığı tanımlamaktadır. Estetik süjenin oluşması için estetik yargıda bulunması gerekmektedir ki bu da sadece belirli varlıklara özgü bir yetidir (Albayrak, 2012: 55). Bahsi geçen yargı yetisine sahip estetik özne ile estetik nesne arasında estetik sürecin oluşması için öznenin nesne ile özdeşleşmesi gerekmektedir. Özneyle nesnenin özdeşleşmesi öznenin belirleyici gücüyle özne ve nesnenin tek varlık olmasıdır. Bu anlamda düşünen özne ile düşünülen ve hissedilen nesne ayrılmaz bir bütün olmaktadırlar. Özdeşleşme kendini dışta görme, kendini yansıtma edimidir (Timuçin,2008a:65-66). Diğer bir ifadeyle özne ve nesne ilişkisi yoksa yani özneyi uyaracak nesne ile iletişim söz konusu değil ise estetik özne oluşamamaktadır.

Özdeşleyim, veya özdeşleşme Bahtin’e göre ötekini kendi özünde, içerden görme anlamına gelmektedir. Farklı özdeşleşmelerden bahseden Bahtin’e göre estetik özdeşleşme insanın öteki varlıkta kendini varlığını yitirdiği arı özdeşleşme değildir. Estetik özdeşleşme, özne dışında konumlanmış olan öteki varlığın estetik görülmesini sağlamaktadır. Bu anlamda bir olayın estetik özdeşleyimi o olayı tam olarak kavramak değildir (Bahtin, 2005: 45) ) .

Özdeşleşme ilk olarak sanat üreticisi öznenin bir beden veya o bedenin yaşadıkları ile özdeşleyimi ile gerçekleşmektedir. Bu ilk aşamadan sonra ortaya çıkan sanat eseriyle örneğin bir sinema filmiyle karşılaşan özne aynı beden veya bedenin yaşadıkları ile özdeşleşebiliyor ise estetik süje konumuna yükselmektedir. Bu anlamda özdeşleşleyim sağlayan estetik süje bir bakıma estetik nesneyi oluşturan sanat üreticisinin bakış açısına da girmektedir.

Özdeşleşme veya başka bir ifade ile empati estetiği teorisinin dışında estetik süjenin estetik nesne ile karşılaşmasının, başka biçimlerinden de düşünürlerin söz ettikleri bilinmektedir.. Diğer teorilerden ilki iç taklittir. İç taklitte estetik değer temaşa edenin, temaşa edilen nesne içinde kendini bulduğu anda gerçekleşmektedir. Alımlayıcının sanat eserinde gösterilen nesneyi veya hayatını, nesnenin kendisinin içinde deneyimleme anında, alımlanan ve alımlayan örtüşmektedir. Ancak bu teoride alımlayıcının alımladığı hayatta bir acı çekme durumu veya olumsuzluklar varsa iç taklidin geliştiği, komedi gibi türlerdeki budala kahramanlar ile ilgili taklidin geçersiz olduğu bilinmektedir. İç taklit de dâhil olmak üzere diğer teorilerde, temel eğilim tek bir bilince bütünüyle içkin olacak bir estetik değerin gerçekleşmesine ulaşmak amaçlanırken ben ve öteki karşıtlığı tamamen dışlanmaktadır (Bahtin, 2005b: 92).

Diğer bir teori ise oyun estetiğidir. Oyun yaşama adım atan birey için en yararlı eylemdir. Oyunun en yetkin biçiminin yetişkinler için sanatla ortaya çıktığı ve bir amaca yönelik olduğu ifade edilmektedir. İlk aşamada bu oyunu sanatçı oynamaktadır ve insanlar için çekici olan hazlar barındıran ilginç bir yapı kurar. Bu yapıya ortak dünyaları, görülür ve görülmez yanlarıyla tüm gizleriyle açıklamaya çalışmaktadır. Buna göre estetik süjede düşünsellik ve ussallık kadar düşsellik de belirleyicidir. Düş kurmak oyunun kaynağıdır (Timuçin, 2013:150). Oyun oynarken insan kendini ve öz bilincinin sınırlarını aşmadan, başka bir hayatı deneyimlemektedir. Bu bir yanılsamanın bilincinde olmak ile eşdeğer bir durumdur. Çünkü insan kendisinin var oluşundan vazgeçmeden başka bir hayatı deneyimlemektedir. Bu bir izleme durumu değil doğrudan katılımcı olma durumudur. Bu anlamda ötekilik ve tüm hisleri dışarıda kalmakta ve estetik süje başka bir hayatı deneyimlemektedir (Bahtin, 2005b: 92).

Kantçı bir düşünür olan Schiller, estetik süjenin bilme ve istemenin özgür oyununda yer aldığını belirtmiştir. Bilme doğa ile mücadele halinde olan ve ona zorunlu olarak bağlı olan insanın halidir. Ahlaksal istemsel yaşamda insan doğaya hakim olmakta ve onun egemenliğini kırmaktadır. Estetik süje her ikisini bir oyun içinde yaşar ve bilme ve isteme, bilgi ve ahlak karşıtlıklarını eriterek, onları bir uyum içine sokar. Schiller’e göre “insan oynadığı yerde tüm bir insandır”. Oyun ile süje arasındaki bağlantı estetik tavrın ereğinin kendisinde olması1 durumu ile ilgilidir (Tunalı: 2011a: 25).

Bir çocuğun oyun oynayışı ereği kendinde bir tavırdır. Çocuk eğitimi veya başka şeyler için değil ondan haz aldığı için oynamaktadır. Oyun gerçek olmayan bir düşsel dünya yaratma edimidir. Sanat eseri ile karşılaşan süjede oyuna benzer bir gerçek dışılığın, yukarıda bahsedildiği gibi bir simülakr içine girmektedir. Estetik süjenin sanat eserindeki durumu da bu özelliklerden dolayı oyuna benzetilmektedir.



      1. Estetik Obje

Estetik tarafından araştırılan estetik objenin öz niteliği kendi araştırılış biçimini ve tarzın olduğu kadar, estetiğin diğer bilimlerle olan bağlantısını da belirler. Diğer taraftan, estetiğin metodolojisi, tarihi olarak değişime uğramış ve zenginleşmiştir (Kagan, 2008:18).

Estetik obje olarak sanat eseri büyük bir ihtişamla görünüşe çıkan duyusaldır. Sanat eseri tüm gerçekliği duyusal olmaktan ibaret olan bir örnek nesne olarak, yalnızca duyuya açık kılınan şeyi keşfetmeye süjeyi davet etmektedir (Altuğ, 2012: 212). Tunalı estetik objenin yalnızca süje için var olduğunu, başka bir ifade ile süje olmaksızın estetik objenin var olamayacağını söylemektedir. Sanat yaratması ve algılanması ile kendi başına var olamayan bir nesnenin objeleşmesidir. Sanat eseri veya estetik obje bir var olan olarak bir yapıya bağımlıdır. O yapı heykel olarak tunç, taş, ağaç; resim olarak tuval veya kağıttır. Fiziki yapısı olmayan bir sanat eseri düşünülemez. Bu fiziki yapı duyularımızla kavranan duyusal elemanlardır (2011a:16).

Var olanla ilgili olduğu için sanat eseri bir nesnedir diyen Heidegger; görme, duyma, dokunmanın öğrettiklerinde, renkli, çınlayan, ham veya sert olan duygularda kelime anlamıyla nesneler vücuda akın eder demektedir. Bir sanat eserindeki nesneselliği ise onun malzemesi oluşturmaktadır. Ancak bu bir temel olsa dahi nesneselliği açıklamaya yetmeyecektir. Nesneselliğin üç tarzından söz eden düşünür, nesneyi özelliklerin taşıyıcısı, duygu zenginliğinin birliği ve malzeme olarak görür (2007: 15-24). Bu anlamda estetik obje olarak tanımlayacağımız ve nesne karakteri ile var olmak zorunda olan sanat eseri sadece malzemeden ibaret değildir. Bu malzeme bir anlam ve duyguyu da üzerinde taşımaktadır. Bu bölümde bahsi geçen konu objektivasyon başlığı ile ele alınacaktır.


      1. Estetik Yargı

Estetik yargı, kişinin estetik ilişkide bulunduğu nesneye yönelik, duyumsal, düşünsel ve duygusal bir bağ kurma sonucu ortaya çıkan öznel (sübjektif) ağırlıklı değerlendirmesidir. Bilgisel yargıların nesnel yargılar olmasına karşın estetik yargıların öznel yanlarının güçlü olmasının nedeni, bu yargıların duyularımız sonucu aldığımız hazlara dayalı olmasındandır. Estetik yargılar, daha çok güzel ve çirkin kavramlarına dayalı niteliksel değer yargılarıdır. Örneğin, "Güzel bir şiir" dediğimiz zaman, niteliksel bir değer yargısında bulunuyoruz. Eğer, "Uzun bir şiir" yargısında bulunuyorsak, bu niceliksel bir belirlemedir, değer yargısı değildir (Balcı, 2004: 74)

Bilimsel yargılar niceliklere dayanırken estetik yargılar niteliklere dayanmaktadır. Nitelik ile anlatılmaya çalışılan şey nesne de duyumsal, duygusal ve düşünsel her hangi bir özelliğin saptanması ile ilgilidir. Estetikte geçerli yargıların nitelik belirlemelerine dayalı değer yargıları olması estetiği öznelliğe bağımlı kılar. Çünkü değer yargıları nesnel dayanakları olmakla birlikte nesnellik ölçütü kesin olmayan yargılardır (Timuçin, 2008: 49-50). Duyumsal olan herhangi bir fenomenin değerlendirilmesi durumunun nesnelliği gibi estetik fenomen ile ilgili yargıların da öznel olması durumu aşikardır. Bunu toplumsal düzlemdeki beğeni düzeyleri ve aranan niteliksel özellikler ile anlamak mümkündür. Niteliğin yani nesnedeki duyumsal düşünsel veya duygusal özelliklerin saptanma durumu toplumun çeşitli katmalarında farklı düzeylerdedir. Bu durum estetik yargının kısmi öznelliğini bizlere göstermektedir. Bununla beraber nesnelliği bilimsel düzeyde kanıtlanamasa da birbirlerine benzer toplumsal katmanlarda öznelerin benzer yargılara sahip olduğunu görmek mümkündür.

İnsan, çevresindeki varlıkları tanımlayabilen, olay ve olguları kavrayan ve ilişkiler kurabilen, tasarlayan, bilgi ve bilinç sahibi bir varlıktır. Tüm bunların insan tarafından yapılabilmesi akıl ile ilgilidir. Ancak insanın yukarıda bahsedilen akıl yönünün yanında duygu yönü de olduğu bilinmektedir. Hoşlanan, haz duyan, coşan, neşelenen, üzülen, tiksinen, nefret eden vb. duygusal davranışlarda karmaşık insan doğasının bir parçasıdır. İnsan ayrıca toplumsal bir varlıktır ve toplumun maddî ve manevî kültürel değerleriyle birlikte kişilik özelliklerini geliştirir. Kişilik özellikleri ile değer yargıları arasında bağlantı vardır. Geliştirdiği değerler içinde doğru-yanlış, güzel-çirkin, iyi-kötü gibi değerler bulunmaktadır. Nesneler dünyasında insanın ortaya koyduğu değerler: Bilgi değeri ile Doğru, yanlışı, ahlaksal değer ile İyi, kötüyü, pratik-ekonomik değer ile yararlı, yararsızı, estetik değerle ise güzel, çirkin, hoş, nahoş, yüce, vb. ayırt edebilmektedir (Balcı, 2004: 67)

Wittgenstein estetik yargıyı bir düşünsel faaliyetle, belirli bir obje alanının tanımlanmasıyla ilişkilendirmektedir. Düşünür, estetik yargıların kapsamında, şimdiye kadar hep estetik olanla bağlantılı duyularla algılanabilirlik koşulunu çıkarmaktadır. Duyularla algılamanın yerine düşünce ve bilgiyi koymayı amaçlamıştır. Estetik yargının, bilişsel yargıdan farklı değil ve iki alanda da yalnızca bir ve aynı işleyişin egemen olduğunu söylemektedir (Tunalı,2011b:162).

Algılanabilen şeylerin bilgiden ve kavramdan bağımsız, doğrudan duygu dünyasına hitap ettiği düşüncesini eleştiren ve bu duygulanımın bilgi ve entelektüel düzeyle bağlantılı olarak ortaya çıkan estetik yargıyla gerçekleştirileceği fikri devrim niteliğindedir. Bu anlamda estetik beğenin değişken oluşunun kişisel beğenilerden ziyade dünyayı kavrayışı ile bağlantılı olduğu ortaya konulmuştur. Kavrama ve tanımlama yetisi düşük olan öznelerde estetik yargının aynı oranda olacağını belirtmek gereklidir. Temelde dünyaya gelen bir insanın biyolojik insandan kültürel insana doğru evrimi bilinç düzeyiyle ilgili bir durumdur ve bu da bilme ve bilişsel yargının gelişmesiyle bağlantılıdır. Bahsedilen bilme durumu felsefi veya bilimsel bir bilme olmayıp fenomenleri tanımlamayla ilgilidir. Kavrayamayan ve fenomenleri tanımlayamayan bir kişinin kültürel anlamda geri kalmışlığı onun estetik yargısına da olumsuz etki gösterecektir.

Sanatın kuramsallaştırılmış duygu olduğunu söyleyen Croce estetik süjede oluşan duygunun kendiliğinden ortaya çıkan bir duygu olmadığını bilakis somut bir şekilde süjeye sözcükle ezgiyle figürle vb. ulaşan estetik nesnenin onu yaratan kişi tarafından anlam dünyasına hitaben oluşturulduğunu dolayısıyla da anlaşılamayan şeyin kendisinde bir duyguya sahip olmayacağını söylemektedir (Cömert, 2008: 46).Bu açıdan estetik yargı için gerekli ön koşul kavrama kaba bir ifade ile anlamadır.

Bahtin (2005: 79) grotesk gerçekliği anlattığı "Rebelias ve dünyası" eserinde orta çağ ve Rönesans halk kültürünün sanatsal ürünlerinde ölümle yaşamın içe geçtiği ve ölümün ve ona benzer pek çok ciddi konunun güldürü unsuruna dönüştüğünü söylemektedir. Bu eserlerden bir tanesi olan Holbein'in Ölüm Dansı isimli eserde ölümü tiye alındığı sanat tarihi kitaplarında yazmasına rağmen değişen anlam dünyası ve yitirilen grotesk gerçekçilik2 ve karnavalesk dil3 ile gelişen hayat biçimlerinin sonrasında, modern insanın bu esere baktığında katıksız ölüm korkusu veya benzeri bir duyguyla karşılaşacağı bir gerçektir. Oysaki eserin üretildiği dönem itibariyle eseri ve onun içeriğini anlayan kişilerde oluşacak duygu Grotesk dünyaya ait bir duygudur ve resim onlara karamsar duygulardan ziyade yaşama ait olumlu duygular yaşatacaktır. Bu örnek estetik yargının anlama ve kavrama ile ilişkisi açısından önemlidir.


      1. Estetik Değer veya Güzellik

Estetik nesnenin ontolojik varoluşu için söz edilen diğer unsur değerdir. Sanat nesnesinde veya başka bir şeyde ortaya çıkan değer, insana bağlı olarak oluşur. Ancak insanın olduğu yerde bir "değer" den söz edilebilir. Her şey değerini insandan edinir. Dolayısıyla değerin niteliğinin ne olduğu o değerle ilişkili insanın ne olduğunu açıkladığı gibi, değerle ilişkili olan insanın ne olduğu da değerin ne olduğunu açıklar. İnsan ve çevresi sürekli bir değerler topluluğudur. İnsan yaptığı her işte yalnızca bir şey üretmiş olmaz, aynı zamanda bir değer üretmiş olur. İnsan sürekli olarak çevresine "değer" yansıtan ve değerlerle yaşayan bir varlıktır (Önal, 2007: 34).

Estetik değer veya başka ifade ile güzellik, çok farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Bu iki aşamalı bir değerlendirmeye tabiidir. Birinci aşamada güzellik, evrendeki düzen ve uyumun ile ilgilidir. İkincisi ise, tüm bu düzen ve uyumun anlama ile ilişkilendirilmesi durumudur. Bunun için var olan tüm zıtlıkları içinde barındırması koşulu oluşmalıdır. Genel olarak sanat ve tabiatta güzellik ile ilgili kabul edilen ilke, organik birlik ya da çeşitlilikte birlik ilkesidir. Çeşitlilik hayatın kendisidir, ancak tam olarak yeterli değildir. Güzellik var olacaksa, benzerlik ve farklılık, aynılık ve zıtlık arasında diyalektik bir ilişki olmalıdır. Bir sanat eserini meydana getiren parçalar arasında benzerlikte en küçük bir eksiklik, karışıklık, düzensizlik ve kargaşayla sonuçlanır (Albayrak, 2012: 54).

Bilinen tüm uygarlıklarda insanların kendilerinde ve çevrelerindeki dünyada karşılaşılabilecek düzen ve bakışım görüngüleri tarafından güçlü bir biçimde çekildiklerini belirten Bodei, bu durumun güvenlik veya denge duyumları uyandırmanın ötesinde belirleyici simgesel bir göreve sahip olduklarını söylemektedir. Nitekim düzen veya karşıtı ruhta silinmez izler bırakmaktadır. Diğer taraftan biçimle ilgili olarak ölçü bir bütünün parçaları arasındaki orantı veya düzenli ilişki halinde bulunan sesli veya görüntülü uyum olarak kendini göstermektedir. Geleneksel güzellik anlayışının soy kütüğü incelendiğinde düzen ve ölçü ile karşılaşılmaktadır (2008: 19-21).

Materyalist bulgulardan hareketle güzellik üzerine düşünen Çernişevskiy için güzellik nesneldir, gerçek dünyanın olay ve nesnelerine ilişkindir. Güzellik ona göre soyut bir uyum ya da çeşitlilik içindeki bir birliktelik değil, nesnelerin ve olayların birbirlerinden ayrı bir takım maddi birlikteliklerinin birliğidir. Çernişevskiy “Güzel olanda kalbimiz için sevimli değerli bir şey vardır. Ama bu bir şeyin son derece geniş kapsamlı en değişik biçimleri alma yeteneğinde, çok genel bir şey olması gerekir, çünkü bize güzel görünen objeler son derece çeşitli, birbirlerine hiç benzemeyen varlıklardır.” demektedir. Sonuç olarak yaşamın insan için tatlı en değerli şey olduğu fikrine ulaşıp ve güzellik yaşamdır ifadesini kullanmaktadır. (2012: 11).



Güzelliğin materyalist yorumu uyumu, düzeni ve birliği tam olarak reddetmese de, bu anlayışı biçimsel kabul eder. Güzellikle ilgili Çernişevskiy’in tanımının da ifade ettiği gibi genel güzellik tanımlamaların biçem ile ilgili olduğu görülmektedir. Ancak unutulmaması gerek şey bu biçeme eklemlenen anlam dünyasıdır ve estetik değerin ortaya çıkması için biçemle birlikte mutlaka bahsi geçen anlam dünyasının bulunmasıdır. Bu anlam dünyasının maddi bir yapıya eklemlemesi durumuna estetik objektivasyon denilmektedir. Bu dört temel yapının dışında estetik fenomeni ontolojik olarak reel varlıklardan (objektiondan) ayırmak için kullanılan objektivasyon kavramına da değinmek gerekmektedir.

1 Ereğin kendisinde oluşu “Auto Telos” kavramı ile açıklanmaktadır. Sinemada Çirkinin Estetiği ve ideoloji kısmında ereğin kendinde oluşu ve ideoloji bağlantısı kurulmuştur.

2 Grotesk gerçekçiliğin temel ilkesi itibarsızlaştırmaktır yani yüksek, ruhani ideal soyut olan her şeyi yukarıdan aşağıya indirmektir. Yukarıdakiler maddi düzeye, dünyaya ve bedene aktarılır (Öztürk,2012:53).

3 Karnavalesk dil; teklifsiz, hiyerarşik olmayan veya daha az hiyerarşik, tek yönlü olmayan, diyalojik yani çift yönlü, gramatik bağdan koparılmış, sövgüsel ve küçük düşürücü ama aynı zamanda tazelik ve hayat vadeden bir yapıyı anlatır (Öztürk,2012:53).

Yüklə 37,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə