ATATÜRK' te Bilimsel anlayış tutkusu
Prof. Dr. Fikri A KDENİZ
Çukurova Üniversitesi
Önce Atatürkçülük ilkelerini hatırlatmak istiyorum:
1. Cumhuriyetçilik
2. Milliyetçilik
3. Halkçılık
4. Devletçilik
5. Laiklik
6. Devrimcilik (İnkılapçılık)
Bütünleyici İlkeler:
1. Milli Egemenlik
2. Milli Bağımsızlık
3. Milli Birlik ve Beraberlik
4. Yurtta Sulh Cihanda Sulh
5. Çağdaşlaşma
6. Bilimsellik ve A kılcılık
7. İnsanlık ve insan Sevgisi
Genellikle "büyük devlet adamı, büyük asker, eşsiz kahraman" gibi yerinde tanımlamalarla
anlattığımız ATATÜRK'ün bütün bunlara kaynak ve dayanak oluşturan düşünce adamı yönüne
pek dokunulmaz. Eylem adamı denilir. Fakat bu eylemlerin ne gibi düşünsel hazırlıklarla
gerçekleştirildiğine yeterince önem verilmez.
Atatürk'ü sizlere bilimsel düşüncesi ve araştırmacı kafa yapısı ile öncelikle bir düşünür olarak
tanıtmak istiyorum. Atatürk'ün en büyük özelliklerinden biri de bilimsel, akılcı ve gerçekçi bir
düşünceyi Türk toplumunun bütün alanlarına egemen kılmak çabasıdır. Atatürk insan aklına çok
değer verirdi. Atatürk'ün kendi ifadesine göre " Akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele
yoktur". Bu ifade Atatürk'ün tüm yaşamı boyunca temel hayat felsefesi olmuştur. Akılcılığı
sonucu batı felsefesini araştırıp incelemiştir. (Mumcu, (1986)). Akılcılığın zorunlu sonucu
bilimselliktir. Bilimler, akıl yolu ile yapılan zihinsel çalışmalardan çıkar. Akıl ve bilim her türlü
gelişmenin kaynağıdır.
Avrupa’ da gerçekleştirilen Rönesans sadece bir “sanat dirilişi” değildi. Rönesans, bilim alanında
diriliş, hızlı atılım getirmişti. Dogmatizmden sıyrılan Avrupa’da akla ve deneye dayanan çağdaş
bilim yolunda kısa zamanda büyük ilerlemeler oldu. Türk toplumu 18. yüzyıldan itibaren batı
uygarlığını alma ve ona katılma çabaları içindedir. Yüzyılların getirdiği alışkanlıklar, tutku ve
saplantılar, çeşitli maddi ve manevi güçler öyle kolayca değiştirilemezdi. Osmanlı devlet
adamları arasında çok iyi yetişmiş, üstün nitelikte kimseler görülmüştür. Fakat hiç biri teokratik
bir monarşinin (din erkine dayanan yönetim) zorunlu olarak ortaya çıkardığı engelleri
aşamamıştır.
Medreseye laboratuar, Batı dilleri, Kız öğrenci, bayan öğretmen girememiştir. Türkiye'nin çağdaş
bir devlet haline gelmesini önleyen engelleri tam bir cesaretle yıkıp atabilen akıl ve bilim çağına
geçmenin tek kurtuluş yolu olduğunu tam bir berraklıkla görüp bu gerçeği tam bir açıklıkla
gözler önüne seren lider Mustafa Kemal Atatürk'tür.
Gerçekten Osmanlı toplumunda bir başka dünya görüşü ve devlet anlayışına yönelme o günlerde
"Kopemikvari" bir kavram ve yaşam değişmesidir. (Önen, 1994). Bu kimi zaman sanıldığı gibi
rastlantılar veya günün koşulları içinde yalnızca Anadolu'daki direniş ve mücadelenin başına
geçmiş yüksek rütbeli bir komutanın yapabileceği işler, düşüneceği hedef ve devrimler olamaz.
Atatürk sadece askeri başarılarının sonuçlarını gözlemekle ve onları değerlendirmekle
yetinmemiştir. O'nu, zaferden sonra askerlik yönünden yetenekli ve yurtsever arkadaşlarından
ayıran özellik düşünce adamı olarak üzerinde durduğu ve kendisini yıllardan beri hazırladığı
politik, sosyal ve bilimsel ideallerdir. İşte burada Atatürk karşımıza bir düşünür olarak ortaya
çıkar. Düşünürlük ise incelemeci, gözlemci ve araştırmacı bir kafa yapısına sahip bulunmayı
gerekli kılar. Sosyal yapıyı kavrayabilme; inceleme, gözlem ve çözümleme gücü çok gelişmiş bir
düşünce adamının işidir. Bütün bunlar Atatürk'te rasyonalist (usçu), pozitivist (olgucu) ve
aydınlanma felsefesi ile şekillenmiş, bilimsel düşünceye inanmış bir kafa yapısının ve düşünme
sisteminin kaçınılmaz dayanaklar olarak bulunmasını gerektirir.
Kuşkusuz Atatürk ne belirli bir sistem kurmuş bir filozof, ne de alışılmış anlamda bir bilim
adamıdır. Ama bilime tutkuludur.
Jorge Blanco Villalta’ya göre “Atatürk, yalnızca tüm zamanların en iyi komutanlarından biri
değil, aynı zamanda siyaset kuramının büyük filozoflarından biridir.”
Jorge Blanco Villalta “Atatürk” adlı kitabın Arjantin’li, yazarıdır. Kitap İspayolcadan Türkçeye
1982 de çevrilmiş ve Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında basılmıştır.
ATATÜRK’ÜN BİLİM VE EĞİTİME YÖNELİK TUTKUSU
Askerlik yaşamından gelen Atatürk'ü siyaset olayları büyük devlet adamı yapmış olduğu gibi,
ülkemizin kültür sorunları da O'nu büyük eğitimci durumuna getirmiştir. Atatürk, Cumhuriyet’in
yönünü ve geleceğini belirleme de, bilimi temel kılavuz olarak almıştır. Atatürk'ün 27 Ekim 1922
günü (Cumhuriyetin ilanından bir yıl önce, laik devlet yolunda henüz herhangi bir adım
atmamışken) Bursa'da öğretmenlere hitaben yaptığı özlü ve önemli konuşmasında, "Hanımlar,
beyler, memleketimizin en bayındır, en hoş, en güzel yerlerini üç buçuk sene kirli
ayaklarıyla çiğneyen düşmana karşı kazanılan zaferin sırrı nerededir, bilir misiniz?
Orduların sevk ve yönetiminde bilim ve fen kurallarını kılavuz almamızdandır.
Milletimizin siyasi ve toplumsal yaşamında, düşünce eğitiminde de kılavuzumuz bilim ve
fen olacaktır.” özdeyişiyle aklı ve bilimi önder yaparak büyük bir değişikliği gerçekleştirmek
yolundaki kararlılığını açıkça görmekteyiz.
Atatürk ulusal eğitimin yaygınlaşması için, eğitime ve öğretmenlere çok iş düştüğünü belirterek
24 Mart 1923 günü Kütahya’da öğretmenlere hitabında : “Milletimizi gerçek hedefine, saadet
(mutluluk) hedefine ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını
kurtaran asker ordusu, diğeri milletin geleceğini yoğuran irfan ordusu… Bu iki ordunun
ikisi de hayatidir… . Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse
etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla kaimdir… .”
Cumhuriyet dönemi başlarken Türkiye nüfusunun ancak %10 u ve kadın nüfusun %3 ü okur
yazardı. Atatürk 22 Eylül 1924 te Samsun’da İstiklal Ticaret Okulundaki konuşmasında eğitimin
önemini şu sözlerle anlatıyordu: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek
toplum halinde yaşatır; ya da bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.”
Atatürk’ün, Türk eğitim modelinin geliştirilmesinde yol gösterici ilkeleri şöyledir:
Eğitimimiz:
1. Ulusal olmalıdır.
2. Bilimsel olmalıdır.
3. Uygulamalı olmalıdır.
4. Karma olmalıdır.
5. Laik olmalıdır.
Atatürk'ün bilim ve araştırmaya ilgisini, şimdi vereceğim örnek açık olarak göstermektedir:
Atatürk, 1925 yılında Ankara'da I. Ulusal Türk Tıp Kongresinin onursal başkanlığını üstlenip
bazı oturumlara da katılıyor. O zamana kadar Osmanlı toplumunda "Milli" adıyla toplanan hiçbir
kongre bulunmuyor ve Sultanlar da bilimsel toplantılarla ilgilenmiyorlar. O, İstiklal harbinin
barut ve duman kokusu ve ülkedeki yıkıntısı devam ederken bu yaklaşımı ile bilime ve bilim
insanına olan saygı ve sevgisini sembolize etmiştir.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesinde öğrenciler arasında ders dinlerken (15 Aralık 1930)
ATATÜRK’ÜN ÇAĞDAŞLAŞMA SÜRECİNE YAPTIĞI KATKILAR
Cumhuriyetin ilanından sonra geçen ilk 5 yıl içindeki gelişmeler:
a) Siyasi alanda, b) Toplumsal yaşayışın düzenlenmesinde, c) Hukuk alanında, d) Eğitim
ve kültür alanında yapılan devrimleri görürüz.
1. Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923)
2. Tevhidi Tedrisat Kanunu (Eğitim ve öğretimin birleştirilmesi kanunu) (3 Mart 1924)
1924, eğitim ve öğretimin pozitivist ve akılcı bir temele oturtulmasının büyük girişim yılıdır.
Laik öğretim kavramı Türk toplumunda ilk defa okul sistemimiz içine alınmıştır. Tanzimatçılar
okul medrese ikiliğini sona erdiremediler. Halbuki dogmatizmden bilime, din adına hurafeden
temiz inanca, genellikle doğudan batıya yönelmek ve Atatürk'ün asıl hedef olarak gösterdiği
"medeni ve müreffeh millet" olmak için bu ikiliğin kaldırılması şarttı. Bu karar ve gerçekten
büyük reform, ancak pozitivist, bilim düşüncesi ve akılcılığı rehber edinmiş mütefekkir bir
kişinin kararı olabilir.
3. Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)
4. Şapka Kanunu (25 Kasım 1925)
5.Tekkelerin kapatılması (Kasım 1925)
6. Takvimde değişiklik (26 Aralık 1925)
7.Medeni kanunun kabulü (1926)
8. Harf İnkılabı (Yeni Türk harflerinin kabulü) (1 Kasım 1928)
Ondan sonra bütün iş yeni düzeni bütün toplumun sindirmesini sağlamaktı. Bu da Türkiye
halkını, yüzde yüz pozitif bilime dayalı ilköğretim eğitiminden geçirmeye bağlıydı. Yapılan
devrimler ilerlemenin önüne dikilen engelleri kaldırma eylemidir. Söylev ve demeçleriyle, yalnız
Türk ulusunun değil, gelişme ve kalkınma yolundaki başka ulusların sorunlarına da ışık tutan
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, yeni Türk harflerini
halka bizzat öğretirken (20 Eylül 1928)
düşünce adamı Ulu Önder Atatürk'ün 22 Eylül 1924 te Samsun'da İstiklal Ticaret Okulunda
öğretmenlere hitaben yaptığı konuşmadaki ünlü özdeyişine kulak verelim: Atatürk, "Dünya da
her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için, en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir.
(
HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR; FENDİR)
İlim ve fennin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, sapkınlıktır (dalalettir).
Yalnız bilimin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişimini algılamak ve
ilerlemelerini zamanla izlemek zorunludur .... ". sözleriyle bilimin önemini en güzel şekilde
vurgulamıştır.
Atatürk'ün insan aklına, çağdaş bilime ve teknolojiye verdiği büyük değer; asker olarak, devlet
kurucusu ve devlet yöneticisi olarak, devrimci ve düşünce adamı olarak bütün davranışlarının
temel taşı, bütün konuşma ve yazılarının değişmeyen temel ilkesidir. Ayrıca bir başka
konuşmasında "Ordunun ve devletin doğru yönetilmesi ile ilgili emirler verebilirim. Ama
bilim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir veremem, bilim adamları beni
aydınlatsınlar." diyerek bilime, bilimdeki gelişme ve yeniliklere ve bilimle uğraşanlara
verdiği önem ve değeri açıklamıştır.
ATATÜRK’ÜN ULUSAL KÜLTÜRE VERDİĞİ ÖNEM
1922 yılında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi fahrî profesörlüğüne seçilmesi nedeniyle,
ilgili fakültenin Profesörler Kurulu'na gönderdiği teşekkür telgrafı: “Türk kültürünün odağı
olan fakültenizin fahrî profesörlüğüne seçilmemden dolayı meclisinize teşekkür ederim.
Eminim ki, millî bağımsızlığımızı bilim alanınızda fakülteniz tamamlayacaktır. Bu şerefli
gelişmenin oluşmasını üstlenen kurulunuz arasında bulunmak bence övünç nedenidir.”
1922 (Atatürk'ün S.D.V, s.139)
1923 yılında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi tarafından kendisine profesörlük rütbesi
verilmesi nedeniyle ilgili fakültenin Profesörler Kurulu Başkanlığı'na gönderdiği teşekkür
telgrafından: “Millî bağımsızlık, millî kültür ile eş olması nedeniyle bulunmakta olduğunuz
öğretim kürsülerinde memleketin siz bilim adamları da hiç şüphesiz aynı çaba ve savaşın
kahramanlarısınız. Bu nedenle değerli hizmetlerinizin daima artıcı ve verimli başarılarla
devamını ve yükselmesini temenni eder ve bana verdiğiniz fahrî profesörlüğü içten övünç
nedeni ve bir yüksek rütbe olarak kabul ettiğimi tekrar teşekkürlerimle beraber saygı ile
bildiririm efendim.”1923 (Atatürk'ün S.D.V, s.146-147)
Yıl 1933, Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden sadece 10 yıl geçmiştir. Atatürk, bilim alanına
yönelik yeni bir atılıma girişiyor. Darülfünun'un Üniversiteye dönüştürülmesi veya Üniversite
reformu. 1933 Üniversite reformunda alınan kararlardaki önemli noktalar şunlardır: Üniversitenin
yeni öğretim kadrosu üç kaynaktan oluşacaktır.
1. Eski Darülfünundan kadroya alınanlar
2. Avrupa üniversitelerinde öğrenim ve ihtisaslarını başarı ile tamamlayıp yurda dönenler.
3.Yurt dışından getirilecek yabancı profesörler.
Düşünür Atatürk'e göre tartışmaya açık bulunma, araştırma ve inceleme kaçınılmaz hareket
noktalarıdır. "Fikirlerin başka başka olmasından, yakınmamak gerekir. Çünkü bütün fikirler
ve inanışlar bir noktada birleştiğinde bu hareketsizlik belirtisidir, ölüm işaretidir." Ayrıca
bir başka yerde " İlim tercüme ile olmaz inceleme ile olur" demektedir.
TÜRK DİLİ VE TÜRK TARİHİNE VERDİĞİ ÖNEM
Atatürk kendi deyimi ile “ Dil ve tarihte ilmin verilerine uymak” gerektiğini 1924 te işaret
etmiştir. Türk Tarih Kurumu: Türk tarihi araştırmaları için; Türk Dil Kurumu: Türk dili
araştırmaları için kurulduğu gibi bu amaçla, geniş kapsamlı ve akademik bir kurum olarak “Dil
Tarih Coğrafya Fakültesi”ni Ankara’da kurduran Atatürk’tür.
Bilimsel etkinlik konusu olarak Atatürk üzerinde durulurken, O’nun kültür erdemi, özellikle 1931
de Tarih ve 1932 de Dil alanlarının ulusal bilinçlenmedeki konumunu gözeterek oluşumuna
önayak olduğu kurumlarla, bilime saygısını kanıtladığını belirtmek gerekiyor.
1933-34 lerde Türk Tarihi ve Türk Dili üzerindeki araştırmalar ve buna ilişkin kurumların, eğitim
öğretim ve araştırma ünitelerinin kurulması başlı başına, araştırmaya, bilime ve bilimselliğe
yönelik çabalar olup gerek anlamı ve hedefi, gerekse sonuçları bakımından 150 yıllık iyileştirme
ve kuruluş çabalarımızın içinde ayrı bir yeri olan ve ilk defa ciddi şekilde girişilen çalışmalardır.
ATATÜRK VE MATEMATİK
Tarih boyunca yabancı ülkelerde "büyük" unvanını kazanan asker devlet başkanları, uluslarına
eğitim alanında da önderlik yapmışlar, kendi kalemleriyle eğitici yapıtlar bırakmışlardır.
Atatürk'ün dehasında, dil ve matematik gibi disiplinler birbirini karşılıklı olarak olumlu yönde
etkilemiştir.
Atatürk ,"Fen terimleri o suretle yapılmalı ki anlamları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin"
diyerek Osmanlıca çok sayıda terimin yerine öz Türkçe karşılıklarını türetirken üstün başarı
göstermiştir. III. Türk Dil Kurultayından (24-31Ağustos 1936) hemen sonra 1936 Sonbaharında
Atatürk, Beyoğlu’daki Haşet Kitabevinden uygun görülen Fransızca geometri kitaplarından birer
tane aldırıyor. Dolmabahçe sarayında kendi el yazısı ile çok sayıda terim ve sözcüğe Türkçe
karşılık vererek (boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesit, yay , çember, teğet, açı, açıortay,
yatay, dikey, yöndeº, üçgen, eºkenar, oran, orantı, artı, eksi, bolü, çarpı, pay, payda, ondalık,
türev, varsayı, v.s., ) 44 sayfalık bir geometri kitabı yazmıştır. Yeni sözcüklere deneme hakkı
tanıyarak daha uygun olanın önerilmesinden mutluluk duymuştur. Bu kitap 1937 yılında Kültür
Bakanlığı tarafından bastırılmıştır. Atatürk, bugün askerlikte olsun, matematikte olsun
kullandığımız birçok terimi Türkçenin derinliklerinden çıkarıp bize armağan etmiştir. Atatürk,
matematiği iyi bildiği ve sevdiği için, terim devrimine matematikten başlamıştır denilebilir.
Atatürk Sivas Lisesi'nde Geometri dersi verirken - 13 Kasım 1937
9/A sınıfında bir kız öğrenci ile birlikte
Atatürk’ün matematiğe ne kazandırdığını bir örnekle görelim:
Osmanlıca, Farsça ve Arapça karışımı bir cümlenin eşdeğeri olan cümleyi vereceğiz.
“Müsellesin, zaviyetan-ı dahiletan mecmu’ü 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla,
zaviyeleri biribirine müsavi müselles demektir.”
Bu cümlenin anlamı şudur:
:
“Üçgenin iç
açıları toplamı 180 derecedir ve eşkenar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir.”
ATATÜRK’ÜN ÇAĞDAŞ UYGARLIK ANLAYIŞI
Çağdaşlaşma yolunda, aklı ve bilimi kendine öncü yapan Atatürk çok gerçekçi idi.
Mademki Türk ulusu modernleşecekti, o halde, yapılması gereken şey, yaşanılan çağda en
gelişmiş kurumları hiç çekinmeden benimsemekti. Çağdaş kurumlar batıdaydı. Öyleyse batı’ya
yönelmeliydi.
Atatürk biliyordu ki akla, bilime, insan haklarına dayalı uygarlık, bütün insanlığın malı olan
evrensel bir uygarlıktır. Modernleşme ya da çağdaşlaşma, ATATÜRK tarafından, çağın
yeniliklerini benimseme, çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşma veya batılılaşma terimleriyle ifade
edilmiştir. Bu konuda “Uygarlığa gitmeyi arzu edipte ulaşmamış devlet hangisidir? ” diyerek
“batı”dan kastedilen ifadenin “çağdaş düşünceye ve bilime, insan aklına ve kişiliğe değer veren,
insana objektif gözle bakan anlayış” olduğunu her fırsatta açıklamaya çalışmıştır.
Çağdaşlaşma yolunda atılacak adımların ancak eğitim ve bilimle mümkün olabileceğine inanan
Atatürk Milli mücadele sonunda 25 Ocak 1923 te Alaşehir'de halka hitaben yaptığı konuşmada
bilim ve eğitime verdiği önemi vurgulamıştır: " Arkadaşlar! Bundan sonra çok önemli
zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zaferler süngü zaferleri değil, ekonomi, bilim ve eğitim
zaferleri olacaktır. Askeri zaferlerimizle mağrur olmayalım, yeni bilim ve ekonomi
zaferlerine hazırlanalım."
Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın yolunun düşünce ve fikirlere açık, çağdaş ülkelerle ilişkileri
özellikle bilim ve teknik konularda sürdürmek olduğunu savunan Atatürk, bu konudaki
düşüncelerini şöyle ifade etmiştir. (Kocatürk (1985): “Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı
varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. Aksine, ileri,
uygar bir ulus olarak uygarlık sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat, ancak bilim ve
teknoloji ile olur. Bilim ve teknik neredeyse oradan alacağız ve ulusun her bireyinin
kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için kayıt ve koşul yoktur.”
Atatürk’ün çağdaş uygarlıktan anladığı, yalnız onun taşıdığı değerleri kabullenmek ve
kullanmaktır. Atatürk, bu doğrultuda 30 Ağustos 1925 te Kastamonu'da halka yaptığı
konuşmada: "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti
halkını bütünüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna
vardırmaktır. Devrimlerimizin temel ilkesi budur" demiştir.
Görüldüğü gibi, bir ülkenin ve toplumun ayakta durabilmesi, çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşabilmesi için sadece askeri gücün yeterli olamayacağına, mutlaka bu gücün yanında bilim ve
ekonomik güçlerin de yer alması gerektiğine işaret etmektedir.
Atatürk 1933 te "...Türk milletinin yürümekte olduğu gelişme ve uygarlık yolunda, elinde ve
kafasında tuttuğu meşale müspet bilimdir...... " Geçmişte sayısız uygarlık kurmuş bir
ulusun çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız gereken şeylerin hepsini
yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz
vardır. Bilimsel araştırmalar bunlar arasındadır..." biçiminde görüşünü açıklamıştır.
Atatürk bize, ele aldığımız her işte geleneğe, göreneğe, saplanmadan aklımızı kullanmayı, her
şeyi pozitif bilimlerin ışığında, aklın ve bilimin süzgecinden geçirmeyi önermiştir. Büyük önder
bu durumu şu sözleriyle ifade etmiştir: "Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma,
hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında,
belki amaçlara tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi
rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman süratle ilerliyor, ulusların, toplumların,
bireyleri mutluluk ve mutsuzluk anlayışları değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek
hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişmesini yadsımak olur. Benim Türk
ulusu için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni
benimsemek isteyenler, bu temel mihver (doğrultu) üzerinde, akıl ve bilimin rehberliğini
kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."
DİN ANLAYIŞI
Atatürk, batıl inançlarla ve hurafelerle mücadele etme zorunluluğu üzerinde de durarak akla,
mantığa, toplumun yararına uygun olmayan yorumların İslam dininin özüne ve aslına aykırı
olduğunu şu sözleriyle belirtmiştir: " Bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu
ölçü ile hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki
akla, mantığa, amme menfaatine, İslamın menfaatine uygunsa, kimseye sormayın. O şey
dindir." "...Mimberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve ilmi ve fenni
gerçeklere uygun olması lazımdır." " Eğer bizim dinimiz akla, mantığa uygun bir din
olmasaydı, mükemmel olmazdı, son din olmazdı."
(
1923 Balıkesir, Zağnos Paşa
Camiinde mimberden seslenişi)
Atatürk, dini kuralların, tarihi koşulları göz önünde tutan
akılcı bir yorumla ele alınması gerektiğini savunuyor. Hoşgörülü ve bilime açık dine karşı değil
ve tam tersine onun yanındadır ve saygılıdır.
SONUÇ OLARA K:
Atatürk yalnız yakın geçmişte büyük hizmetler yapmış bir lider değildir. Eserleriyle ve
düşünceleriyle, Türk ulusunun ve başka ulusların geleceğine de ışık tutmaya devam eden
bir liderdir. O’nun ilke ve devrimleri, evrenselleşen düşünceleri, ülkü ve öngörüleri her
zaman yol gösterici olacak ve yolumuzu aydınlatacaktır.
Atatürk'ü anlamak, sevmek, değerlendirmek ve tanımak bir bilgi aktarım işi değildir. Akıl
yoluyla algılama, inceleme, özümseme, düşünme, bilinçlenme ve yaptıklarının derinlerine
inme sorunudur.
KAYNAKLAR
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III (1989) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Atatürk Araştırma Merkezi
Feyzioğlu, Turhan (1987) "Atatürk yolu: Akılcı, bilimci, gerçekçi yol" Atatürk yolu, 365.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi.
Kılınç, Selman (2005). Atatürk'ten insanlığa yol gösteren sözler. Truva Yayınları, İstanbul.
Kocatürk, Utkan (1985). Türk toplumunda çağdaşlaşma gereği. Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, C.l, Sayı 2, Sayfa: 328.
Mumcu, Ahmet (1986). Türkiye'nin akıl çağına geçmesi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
CM, Sayı 6, Sayfa: 680.
Önen, Kemal (1987) "Atatürk'te düşünürlük ve bilimsel anlayış tutkusu" 391-403. I. Uluslar arası
Atatürk Sempozyumu 21-23 Eylül, Ankara Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Atatürk Araştırma Merkezi.
Sayılı, Aydın (1989) Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir, Gündoğan Yayınları, Ankara.
Yavuz, Celalettin Atatürkçü çağdaşlaşma modelinde akıl, bilim, eğitim ve Yüksek Öğretim
(İnternetten alındı)
“Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.”
Mustafa
Dostları ilə paylaş: |