Fransızca'dan çeviren: Bekir Karaoğlu



Yüklə 421,15 Kb.
səhifə8/9
tarix18.06.2018
ölçüsü421,15 Kb.
#49746
1   2   3   4   5   6   7   8   9


İki tutsağın boş zamanlarını dolduran kitaplar arasında şiirler, Yunan trajedilerinin çevirileri ve birkaç Fransız tiyatro yapıtı vardı. Aşk üzerine okuduğu şiirler Safdil'in yüreğini hem zevk ve hem de acıyla doldurdu. Bu şiirler ona sevgili Saint-Yves'den söz ediyorlardı. İki güvercin şiiri yüreğini parçaladı: güvercinine geri dönebilmekten çok uzaktı.

Moliere okumak onu çok eğlendirdi. Bu oyunlar ona hem Paris göreneklerini ve hem de insan doğasını öğretiyordu. Gordon "Bu oyunlardan hangisini daha çok beğendiniz?" diye sordu. Safdil "Hiç kuşkusuz, Tartuffe," dedi. Gordon "Ben de sizin gibi düşünüyorum. Beni bu hücreye bir tartufe (12) tıktı; eminim sizin dertlerinizin kaynağı da başka tartufeler olmuştur."

Gordon "Yunan trajedilerini nasıl buluyorsunuz?" diye sorunca Safdil "Yunanlılar için iyi," dedi. Fakat bu alanda Racine'in Iphigenie, Phedre, Andromaque, Athalie gibi yapıtlarını okuyunca büyük zevk duydu, gözyaşları döktü ve onları neredeyse ezberledi.

Gordon ona "Siz bir de Rodogune'ü okuyun; beğendiğiniz diğer oyunlar onun yanında sönük kalırlar," dedi. Safdil daha ilk sayfada başını kaldırdı: "Bu aynı yazarın değil?" Gordon "Nereden anladınız?" diye sorunca "Çünkü bu dizeler ne kulağa, ne de yüreğe sesleniyor," dedi. Gordon "Oh! bunlar yalnızca dize," deyince Safdil "O zaman niye yazıyor?" dedi.

Safdil oyunu büyük bir dikkatle ve yalnızca zevk alabilmek için okudu; bitirdiğinde kuru ve şaşkın gözlerle dostuna bakıyor, söyleyecek söz bulamıyordu. Sonunda duygularını şöyle açıkladı: "Oyunun başından bir şey anlamadım; ortası berbat; son sahne beni duygulandırdı, ama pek gerçeğe benzemiyor. Kişilerin hiçbirine yakınlık duymadım ve, belleğim güçlü olduğu halde, yirmi dize bile belleğimde kalmadı."

Gordon "Ama bu oyun en büyük yapıtımız olarak tanınıyor," diye karşı çıktı. Safdil "O zaman bu yapıt, bulundukları konumları hak etmeyen bir çok insan gibi görünüyor. Aslında burada bir beğeni söz konusu: belki de benim beğenim tam gelişmemiş ve yanılıyor olabilirim. Ancak, duyumsadığımı ve düşündüğümü açıkça söylediğimi biliyorsunuz. İnsanların yargılarında çoğu kez düşlem, moda ve kaprislerin etkisi olduğundan kuşkulanıyorum. Ben doğal olanı söylüyorum; belki doğanın bendeki gelişimi tamam değil, belki de insanlar doğayı pek sorgulamıyor." Bunun üzerine Iphigenie'den ezberlediği dizeleri okudu; sesi acemiceydi ama yaşlı Jansenciyi ağlattı. Sonra Cinna'dan dizeler okudu; Gordon bu kez ağlamadı, ama güzelliğine hayran kaldı.

 

13.


GÜZEL SAİNT-YVES VERSAILLES'A GİDİYOR

 

Kahramanımız bir yandan avuntu buluyor, eğitimini tamamlıyor ve yıllarca kullanılmamış aklını geliştiriyorken, Rahip de Kerkabon ve kızkardeşi, güzel Saint-Yves acaba ne yapıyorlardı? Rahip ve kızkardeşi ilk bir ay merakla beklediler, üçüncü aydan sonra üzüntüye kapıldılar: Paris'ten gelen asılsız haberler sonucu onun ölmüş olduğuna inandılar. O sırada Brötanyalı bir saray korumanının ailesine yazdığı mektuptan, Safdil'e benzer bir gencin Versailles'a geldiğini, ancak gece yarısı tutuklanarak tutukevine götürüldüğünü ve bir daha haber alınmadığını öğrendiler.



Matmazel de Kerkabon ağlayarak kardeşine şöyle dedi: "Yazık! Yeğenimizin başına bir iş gelmiş; herhalde saray göreneklerini bilmediği için yanlış bir davranışta bulunmuş olmalı. Sevgili kardeşim, kalk gidelim. Ben Paris'i ve Versailles sarayını hiç görmedim; hem gezmiş oluruz, hem de belki yeğenimizi buluruz. Kardeşimizin oğluna yardım etmek görevimizdir. Belki de gençliğin verdiği heyecanı geçince çömez olmaya razı ederiz. Anımsıyor musunuz, Eski ve Yeni Ahitleri ne güzel yorumluyordu? Onu biz vaftiz ettiğimiz için, ruhunun kurtuluşundan biz sorumluyuz. Sevgilisi Saint-Yves her gün ağlıyor. Eğer Paris'te o sözü edilen eğlence yerlerinde kötü bir evde yaşıyorsa, onu oradan kurtarırız. Paris'e gidelim."

Rahip kızkardeşinin bu sözlerinden çok duygulandı. Safdil'i vaftiz etmiş olan Saint-Malo piskoposuna giderek izin ve yardım istedi. Piskopos izni onayladı ve kralın özel rahibi Peder La Chaise'e, Paris başpiskoposu Harlay'e ve Meaux piskoposu Bossuet'ye yazılmış tavsiye mektupları verdi.

Sonunda iki kardeş Paris'e geldiler; ancak daha ilk günden karmaşık bir labirentte kaybolmuş gibiydiler. Her gün kiraladıkları arabalarla araştırma yapıyor, ama bir sonuç elde edemiyorlardı.

Rahip Peder La Chaise'i görmeye gitti. Kralın özel rahibi o sırada Matmazel du Tron'la özel görüşme yapıyordu ve köy papazlarıyla görüşecek vakti yoktu. Rahip sonra başpikoposa gitti. O da önemli kilise  işlerini görüşmek üzere Madam de Lesdiguieres'le odaya kapanmıştı. Sonunda Paris dışındaki Meaux piskoposuna koştu: o da Matmazel de Mauleon'la gizemli konuları görüşüyordu. Rahip sonunda bu din adamlarına haber ulaştırabildi; üçü de yeğeni çömez olmadığı için bir şey yapamayacaklarını bildirdiler.

Zaman geçiyor ve iki kardeş yeğenleri için bir şey yapamadıklarından ötürü umutsuzlanıyorlardı.

O sıralarda Aşağı Brötanya yargıcı aptal oğlunu evlendirebilmek için manastırdan çıkmış olan Matmazel de Saint-Yves'i sıkıştırıyordu. Genç kız vaftiz oğlunu hâlâ unutamamıştı, bu gelecekteki kocadan nefret ediyordu. Zorla kapatıldığı manastırda Safdil'e sevgisi daha da alevlenmişti. Aşk bir genç kızda, yaşlı bir amca ve haladan daha güçlü duygular uyandırır. Üstelik güzel Saint-Yves manastırda okuduğu romanlardan cesaret almıştı.

Güzel kız kasabada konuşulan Brötanyalı saray korumanının mektubunu duymuştu. Versailles'a gidip kendi elleriyle bilgi toplamaya ve eğer sevgilisi tutukevindeyse bakanların ayaklarına kapanmaya karar verdi. İçinden bir ses ona saraylarda güzel kızların kolayca geri çevrilemiyeceğini söylüyordu. Ama bunun bedelinin ne olduğunu bilemezdi.

Kararını verdikten sonra yatıştı, damat adayını eskisi gibi terslemez oldu, kayınbabasına iyi davrandı ve böylece evine erinçli bir hava geldi. Düğün gününden bir gece önce, sabah dörtte düğün armağanlarını ve değerli ne varsa toplayıp gizlice kaçtı. Planını o kadar iyi yapmıştı ki sabah odasına girdiklerinde o çok uzaklardaydı. Herkes şaşkın ve öfkeliydi. Yargıç o gün ömründe sormadığı kadar soru sordu; koca adayı her zamankinden daha aptal olmuştu. Rahip de Saint-Yves kızkardeşinin peşinden gitmek istedi. Yargıç ve oğlu ona eşlik etmeye karar verdiler. Böylece yazgı tüm Aşağı Brötanya'yı Paris'e taşıyordu.

Güzel Saint-Yves kendisini izleyeceklerini biliyordu; gittiği yollarda arabacılara şişman bir rahip, iri yarı bir yargıç ve aptal bir genç görüp görmediklerini soruyordu. Üçüncü gün onların yaklaştığını öğrenince değişik bir yola saptı ve onlar boş yere Paris'te aranırken Versailles'a ulaşmayı başardı.

Fakat genç ve güzel bir kız Versailles'da yalnız başına ne yapabilirdi? Her türlü tehlikeye karşı savunmasız, bir yardım edeni olmadan kral korumanını nasıl bulabilirdi? Aşağı tabakalardan bir cizvit papazına başvurdu. Bu cizvit papazları her tabakada vardı. Başlarında kralın özel rahibi ve gallik kilisenin şefi denen Peder La Chaise olmak üzere, daha aşağıda prenseslerin özel rahipleri vardı. Bakanların cizvitleri yoktu; onlar o kadar aptal değillerdi. Sonra halkın cizvitleri vardı; örneğin hizmetçi kızların özel rahipleri kızların sayesinde hanımlarının gizlerini öğrenebiliyorlardı. Güzel Saint-Yves'in başvurduğu Peder Tout-à-Tous bunlardan biriydi. Ona derdini anlattı ve kendisine güvenilir bir aile yanında kalacak yer bulmasını istedi.

Peder Tout-à-Tous onu bir saray subayının eşi ve en yakın sırdaşı olan bir kadının yanına yerleştirdi. Saint-Yves eve girer girmez bu kadının dostluğunu ve güvenini kazanmaya çalıştı; Brötanyalı korumanı aratıp eve getirtti. Bu korumandan Safdil'in bir bakanlık yazmanıyla görüştükten sonra tutuklandığını öğrenince bu yazmanın yerine koştu. Bu güzel kızı gören yazmanın huyu hemen değişti, çünkü Tanrı kadınları herhalde erkekleri uysallaştırmak için yaratmış olmalı.

Kızın durumundan duygulanan yazman ona her şeyi açıkladı: "Sevgiliniz bir yıldan beri Bastille Tutukevindedir, ve eğer siz olmasanız, ömür boyu orada kalacaktır." Güzel Saint-Yves bayıldı. Kendine geldiğinde yazman ona "Size yardım edecek yetkim yok; bana yalnızca kötülük etmek için yetki veriyorlar. Bence siz bakan Louvois'nın yeğeni Bay de Saint-Poulange'a gidin, o hem iyilik hem de kötülük yapabilir. Bakan Louvois'nın iki ruhu vardır: biri Bay de Saint-Poulange, diğeri ise Madam du Bellay. Madam şu anda Versailles'da değil, geriye bir tek şansınız kalıyor: Bay de Saint-Poulange'ı yumuşatmak."

Böylece güzel Saint-Yves, bir parça sevinçle üzüntü, biraz umutla derin korkular arasında, bir yandan kardeşi tarafından kovalanıp, bir yandan sevgilisi için gözyaşları dökerek Bay de Saint-Poulange'ın evine koştu.

 

14.



SAFDİL'İN KAFACA GELİŞMESİ

 

Safdil bilimde, özellikle insan bilimlerinde hızlı bir ilerleme gösteriyordu. Kafasındaki bu hızlı gelişmenin nedeni, yabanıl bir ortamda büyümüş olmasının yanı sıra, soylu bir öze sahip olmasıydı. Çocukluğunda hiçbir şey öğrenmediği için önyargılar da kazanmamıştı. Beyni çarpık düşünceye alışmadığından tüm doğruluğunu korumuştu. Olayları olduğu gibi görebiliyor, çocukluğumuzda bize söylendiği biçimde görmesini bilmiyordu. Arkadaşı Gordon'a şöyle diyordu: "Size baskı yapanlar aşağılık insanlardır. Eziyet gördüğünüz için sizin yanınızdayım, fakat jansenci olduğunuz için üzülüyorum. Her mezhep benim için bir yanlışlığın belirtisidir. Söyleyin bana, geometride mezhepler var mı?" Gordon "Hayır, oğlum," dedi, "İnsanlar kanıtlanan her gerçekte uzlaşabilirler, fakat kapalı gerçeklerde farklılıklar doğar." Safdil yanıtladı: "Bana kapalı gerçeklerden söz etmeyin. Yüzyıllardır sakız gibi çiğnenen bu laf yığını arasında en ufak bir gerçek olsaydı, şimdiye kadar kanıtlanırdı ve tüm insanlar aynı düşüncede olurlardı. Bu gerçek dünya için güneş gibi gerekli olsaydı, şimdi onun gibi ışıldardı. 'İnsanda temel bir gerçek var, Tanrı onu gizliyor,' demek, Tanrı'yı ve insanlığı aşağılamaktır."



Doğanın eğittiği bu saf çocuğun her sözü yaşlı bilge üzerinde derin izler bırakıyordu. Kendi kendine "Yoksa, şimdiye kadar düş ürünü şeyler için ömrümü boşa mı harcadım? Tanrısal lütuftan çok kendi mutsuzluğumdan eminim. Yıllarımı Tanrı'nın ve insanın özgür istemini araştırmakla geçirirken, kendi özgürlüğümü yitirdim; ne Aziz Augustin, ne de Aziz Prosper beni bu delikten çıkarabilir."

Safdil bir ara arkadaşına şöyle dedi: "Böyle akademik ve boş konular için kendilerine eziyet ettirenler bana pek bilge kişiler gibi gelmiyor; onlara baskı yapanlarsa canavardan başka bir şey olamazlar."

İki tutuklu bulundukları durumun adaletsizliği üzerinde anlaşıyorlardı. Safdil "Ben sizden yüz kez daha şanssızım," dedi, "Özgür bir ortamda doğdum, sevdiğim biri var; ama nedenini bilmeden ve soramadan ikisinden de ayrı tutuluyorum. Huronlar arasında yirmi yıl yaşadım; onlara barbar diyorlar; ama onlar kimseye baskı yapmıyorlar. Fransa'ya ayak basar basmaz kanımı bu ülke için akıttım; belki de bir kasabayı kurtardım, ödül olarak bu hücrede çürümeye bırakıldım. Siz olmasanız öfkeden ölürdüm. Öyleyse bu ülkede yasalar yok! İnsanları dinlemeden tutukluyorlar. İngiltere'de böyle değil; ah! asıl çarpışmam gereken İngilizler değilmiş." Böylece Safdil'in yeni gelişmekte olan filozof yanı öfkesini dizginleyemiyordu.

Arkadaşı ona karşı çıkmadı. Gözden uzak olana karşı sevgi daha da artar, felsefe de sevgiyi azaltmazmış. Safdil metafizik kadar sevgilisi Saint-Yves'den de söz ediyordu. Duyguları saflaştıkça sevgisi daha da artıyordu. Birkaç roman okudu, ama ruhuna uygun olanı pek azdı; yüreği hep okuduğundan ötelere gidiyordu; "Ah! bu yazarlar yalnızca sanat ve zekâlarını konuşturuyorlar," diyordu.

İyi yürekli yaşlı jansenci giderek ona daha çok bağlanmıştı. Safdil'in etkisiyle, daha önce bedensel bir günah saydığı aşkın, hem ruhu yücelten, hem de erdemli kılan yüce bir duygu olduğuna inanır oldu. Bir Huron'un jansencinin düşüncelerini değiştirebilmesi bir mucize sayılabilir.

 

 



 

15.


GÜZEL SAİNT-YVES UYGUNSUZ ÖNERİLERE

DİRENİYOR

 

Güzel Saint-Yves, yanında kaldığı evin hanımıyla birlikte yüzlerini örterek Bay de Saint-Poulange'ı görmeye gitti. Kapıya vardığında ilk gördüğü kişi, evden ayrılmakta olan kardeşi Rahip de Saint-Yves oldu. Önce ürküye kapıldı ama arkadaşı onu avuttu: "Size karşı olanlar daha önce geldiği için, özellikle siz de konuşmalısınız. Bu ülkede suçlayanlara hemen karşı çıkılmadığı için her zaman haklı oluyorlar. Üstelik, bildiğim kadarıyla, sizin yüzünüz kardeşinizin sözlerinden daha etkili olacaktır."



Bu sözlerden cesaret alan Saint-Yves huzura çıktı. Gençliği, alımı, yaşlı gözleri odadakilerin tüm dikkatini toplamaya yetti. Bakan yardımcısının dalkavukları bir an için efendilerini unutup güzelliği seyretmeye koyuldular. Saint-Poulange onu bir odaya aldı. Genç kız bütün içtenliğiyle ve inceliğiyle sorununu anlattı. Saint-Poulange etkilenmişti. Titreyen genç kadını avuttu: "Akşama yine gelin görüşelim; buradaki kalabalık içinde sorunları aceleye getiriyoruz, oysa sizin sorununuz derin bir inceleme gerektiriyor," dedi. Sonra genç kadının güzelliğine ve soylu duygularına övgüler yağdırıp akşam beşte gelmesini tembih etti.

Genç kız akşam yine oradaydı; ev sahibesi de onunla gelmişti, ama o salonda kalıp Hıristiyan Eğitimi adlı kitabı okudu; Saint-Poulange genç kızı özel odasına aldı. Önce ona "Biliyor musunuz, matmazel," dedi, "Kardeşiniz benden sizi hapse attırmak için bir belge istedi? Doğrusu, onun Aşağı Brötanya'ya postalanması için bir belge hazırlasam daha iyi olurdu." Saint-Yves içini çekti: "Ah! Bayım, ben kardeşim için böyle bir şey isteyemem. Yakındığım yanları var, ama insanların özgürlüklerine saygı duyarım. Sizden kasabamızı kurtaran, kralımıza iyi hizmet edebilecek olan ve görev başında ölen bir subayın oğlunun, iyi bir insanın özgürlüğünü geri vermenizi rica ediyorum. Onu neyle suçladıklarını bilmiyoruz; bir insanı dinlemeden nasıl tutuklayabilirler?"

Bunun üzerine bakan yardımcısı ona cizvit casusun ve iki yüzlü yargıcın mektuplarını gösterdi. Güzel kız haykırdı: "Nasıl? Dünyada böyle alçak insanlar olabilir mi? Bu kötü adam beni oğluyla evlenmeye zorlamak için bunu yaptı. Böyle insanların görüşleri alınarak mı yurttaşların yazgısıyla oynanıyor?" Genç kız bakan yardımcısının ayaklarına kapandı ve hıçkırarak sevdiği adamın özgürlüğünü istedi. O kadar iştah açıcıydı ki bakan yardımcısı ona, sevgilisine sakladığı hazinelerden kendisine de biraz tattırabilirse başarılı olacağını ima etti. Genç kız şaşkınlık içinde duymamış gibi yaptı. Ama bakan yardımcısı önerisini daha açık sözlerle yineledi. Böylece, her defasında genç kızın kabul etmediğini gören adam, yalnızca tutukluluğu kaldırmayı değil, armağanlar, evler, arabalar vermeyi öneriyordu. Genç kız bunları geri çevirdikçe Saint-Poulange'ın iştahı daha da artıyordu.

Güzel Saint-Yves divan üzerinde yarı baygın, şaşkın ve duyduğuna inanamayarak ağlıyordu. Bu kez Saint-Poulange onun ayaklarına sarıldı. Aslında çoğu genç kızın geri çeviremeyeceği yakışıklı bir adamdı. Ancak Saint-Yves Safdil'i seviyordu ve onu kurtarmak için de olsa sevgilisini aldatmanın günah olduğuna inanıyordu. Saint-Poulange'ın yalvarmaları ve ödülleri iki katına çıkmıştı. Sonunda, aklı başından gidip sevdiği adamı kurtarmanın tek yolunun bu olduğunu bildirdi. Bu tuhaf görüşmenin uzadığını gören ev sahibesi Hıristiyan Eğitimi kitabından başını kaldırıp söylendi: "Tanrım! iki saattir içerde ne yapıyorlar? Bay Saint-Poulange'ın hiç bu kadar uzun görüşme yaptığını görmedim. Herhalde genç kızın istediği zor bir şey ki hâlâ yalvarıyor olmalı."

Sonunda arkadaşı özel odadan çıktığında sersem gibiydi, hiçbir şey konuşamadı. İnsanların özgürlüğü ve kadınların namusuyla bu kadar rahatça oynayabilen devlet büyükleri ve yarı büyükleri üzerine derin düşünceler içinde eve döndü.

Arkadaşının evine geldiğinde dayanamayıp her şeyi ona anlattı. Dindar ev sahibesi istavrozlar çıkarıp onu avuttu: "Sevgili arkadaşım, yarın Peder Tout-à-Tous ile görüşelim; o Bay Saint-Poulange'ı yakından tanır; evindeki tüm hizmetçilerin din öğretmenidir. Peder iyi bir insandır ve birçok hanıma yardım etmiştir. Benim gibi siz de onu sırdaş kabul edin; ben hiç pişman olmadım. Biz zavallı kadınlar, hep bir erkeğin yol göstermesine gerek duyarız." Saint-Yves ertesi gün Peder Tout-à-Tous'u görmeyi kabul etti.

 

16.


GÜZEL KIZIN CİZVİTLE GÖRÜŞMESİ

 

Güzel ve mutsuz Saint-Yves, Peder Tout-à-Tous ile görüştüğünde ona, hükümette güçlü bir adamın nişanlısını tutukevinden çıkarmak için yardımcı olmayı kabul ettiğini, ancak bunun için büyük bir bedel istediğini anlattı. Böyle ahlaksız bir öneriyi kabul etmek istemediğini, yalnızca kendi yaşamı söz konusu olsaydı bu öneriyi kabul etmek yerine canına kıyabileceğini, ancak nişanlısı söz konusu olunca ne yapması gerektiğini bilmediğini söyledi.



Peder Tout-à-Tous çok kızdı: "Şu iğrenç dinsizin yaptığına bak! Bana bu görevlinin adını söyleyin; mutlaka jansencinin biridir; onu sayın Peder La Chaise'e şikâyet edeceğim ve nişanlınızın yattığı hücreye onu kapattıracağım."

Genç kız uzun bir kararsızlıktan sonra Saint-Poulange'ın adını verdi.

Rahip duraladı: "Ah! Bay Saint-Poulange mı dedin, kızım? O zaman dur bakalım: kendisi şimdiye kadar gelmiş en değerli, en Hıristiyan bakanımızın yeğeni olur; bu iyi bir adamın böyle kötü bir niyeti olamaz, siz yanlış anlamış olmalısınız." Saint-Yves "Hayır, çok iyi duydum, çünkü defalarca söyledi. Ah! ben ne talihsizim. Ya utanç içinde öleceğim, yahut da sevgilim tutukevlerinde çürüyecek," diye ağladı.

Peder Tout-à-Tous genç kızı tatlı sözlerle yatıştırdıktan sonra şöyle dedi:

"Kızım, bir kere şu sevgilim sözcüğünü kullanmayın, çünkü bu söz Tanrı'nın gücüne gidebilir. Her ne kadar evlenmiş olmasanız da ona kocam deyin; bu daha dürüst olur."

"İkinci olarak, düşünce ve niyetinize göre kocanız olan bu adam gerçekte kocanız değildir. Buna göre, başkasıyla yapacağınız iş zina olmayacaktır; bu günahı işlemek dinimizde çok kötüdür."

"Üçüncü olarak, niyetiniz temizse, görünüşte kötü olan bir eylem Tanrı'nın katında kötü sayılmaz. Siz kocanızın özgürlüğünü düşündüğünüz için niyetiniz gerçekten temizdir."

"Dördüncü olarak, dinimizin tarihinde sizin durumunuza uygun düşen birçok güzel örnek vardır. Aziz Augustin'in yazdığına göre, İ.S. 340 yılında Roma'da Septimus Acindynus egemenken, Sezar'ın hakkını Sezar'a ödeyemediği için ölüme yargılanmış bir adam varmış. Adamın ödemesi gereken miktar yarım kilo altınmış, ama onun hiç parası yokmuş. Bu adamın çok güzel ve akıllı bir karısı varmış; zengin ve yaşlı bir komşusu bu kadına, kendisiyle günaha girerse kocasına gerekli olan yarım kilo altını vereceğini söylemiş. Kadın kocasının yaşamını kurtarabilmek için buna razı olmuş. Aziz Augustin bu kadının özverisini doğru bulmaktadır. Gerçi yaşlı komşu onu aldatıp parayı vermemiş ve kocası asılmış; ama bu kadın kocasını kurtarmak için elinden geleni yapmış oldu."

"Kızım, bir cizvit size Aziz Augustin'i tanık gösteriyorsa, en doğrusunu söylüyor demektir. Siz aklı başında bir kızsınız, size hiçbir öğüt vermeyeceğim. Ama kocanıza yararlı olacağınızdan eminim. Bay de Saint-Poulange dürüst bir adamdır, verdiği sözden dönmez. Sizin için dua edeceğim, umarım her şey Tanrı'nın istediği gibi olur."

Güzel Saint-Yves bakan yardımcısının önerisi kadar ürkütücü olan bu sözlerden sersemlemiş olarak arkadaşının evine döndü. Bir an kendine kıyıp sevdiği adamı o korkunç tutukevinde bırakmayı, en değerli varlığını satmanın vereceği utançtan kurtulmayı düşündü.

 

 

 



17.

GÜZEL KIZIN ERDEMLİ DÜŞÜŞÜ

 

Güzel Saint-Yves ev sahibesinden kendisini öldürmesini istedi; ancak bu kadın da cizvit rahip gibi hoşgörülüydü ve ona uzun uzun öğütler verdi: "Ne yazık! Güzel kızım, bu tanınmış, soylu ve zarif saray çevresinde işler başka türlü görülmüyor. En büyüğünden en küçüğüne tüm konumlar sizden istenen bu tür bedeller karşılığı verilmiştir. Bakın, bana güven ve arkadaşlığınızı verdiğiniz için size şunu itiraf edeyim: ben de sizin kadar zorluk çıkarsaydım, kocam şimdi evini geçindirdiği bu işi bulamayacaktı. O bunu biliyor ve bana kızmak yerine, beni velinimeti olarak görüp saygı duyuyor. Siz sanıyor musunuz ki tüm bu valiler, ordu komutanları bulundukları konumları yalnızca görevlerindeki başarılara borçlular? Bunların büyük çoğunluğunun yükselmesinde eşlerinin payı vardır."



"Siz şimdi çok ilginç bir durumdasınız: sevgilinizi kurtarıp onunla evlenmeniz söz konusu. Bu yüce bir görevdir. Size sözünü ettiğim o güzel bayanları kimse ayıplamadı; sizi de alkışayacaklar ve erdemli bir amaç için ufak bir günah işledi diyeceklerdir." Güzel Saint-Yves "Ah! Ne erdem! Ne ülke! İnsanları tanımayı yeni öğreniyorum. Peder La Chaise ile gülünç bir yargıç sevgilimi tutukevine attırıyorlar; ailem bana baskı yapıyor; bu zor anımda bana elini uzatanlar beni kirletmek istiyorlar. Bir cizvit yiğit bir adamın yaşamını karartırken, başka bir cizvit namusuma el uzatıyor. Her yanım tuzaklarla dolu ve benim dayanma gücüm kalmadı. Ya kendimi öldürmeli ya da kralla konuşmalıyım. Kral kiliseye veya tiyatroya giderken onun geçtiği yola kendimi atmalıyım."

Ev sahibesi "Sizi ona yaklaştırmazlar," dedi, "Hele onunla konuşmayı başarırsanız, Mons de Louvois ve Peder La Chaise sizi ömrünüzün sonuna kadar bir manastıra kapatırlar."

Arkadaşının bu sözleri genç kızın kararsızlığını ve umutsuzluğunu daha da artırıyordu. O sırada bir haberci geldi; Bay de Saint-Poulange'dan bir mektup ve iki pırlanta küpe getirmişti. Saint-Yves bunları almak istemedi, ama arkadaşı onları bir kıyıya koydu.

Haberci gittikten sonra ev sahibesinin okuduğu mektupta Saint-Poulange iki bayanı akşam yemeğine çağırıyordu. Saint-Yves asla gitmeyeceğini söyledi. Arkadaşının ona zorla takmak istediği küpeleri fırlatıp attı. Bütün gün direndikten sonra yenik düştü; arkadaşının getirttiği arabaya nereye gittiğini bilemeden bindi. Yolda ev sahibesi küpeleri yine denediğinde karşı koyacak gücü yoktu. Yemek sırasında onun durgun olduğunu gören Saint-Poulange umutlandı. Yemeğin sonuna doğru bakan yardımcısı ona kocasının salıverme kararını ve bir bölük komutanlığına atanma buyruğunu gösterdi, daha bir çok sözler verdi. Saint-Yves içinden "Ah! Kendinizi sevdirmek için bu kadar uğraşmasanız belki sizi sevebilirdim," diye düşündü.

Daha sonra uzun bir direniş, hıçkırıklar, gözyaşları sonunda yorgun düşen genç kız kendini teslim etti. Bütün bunlar olurken yalnızca Safdil'i düşünmekten başka dayanağı kalmamıştı.

 

18.



GENÇ KIZ SAFDİL'İ VE JANSENCİYİ

KURTARIYOR

 

Gün ağarınca genç kız elindeki belgelerle Paris'e koştu. Bu yolculuk sırasında yüreğinden geçenleri anlatabilmek zordur. Soylu ve erdemli bir yürek düşünün, bir yandan sevgilisine özgürlüğünü verebilme umudu, diğer yandan onu aldatmış olmanın suçluluğu; bu iki duygu arasında parçalanmak üzereydi. O artık, aklı taşra eğitimiyle daraltılmış bir kız değildi. Sevgilisinin akıl yoluyla erdiği olgunluğa o aşk ve yıkımlarla ulaşmıştı. Kadınlar erkeklerin düşünmeyi öğrenmesinden çok daha kolay duyguları öğrenirler. Bu yaşadıkları dört yıllık bir manastır eğitiminden daha öğreticiydi.



Çok sade giysiler içindeydi; bakan yardımcısının karşısına çıktığı o süslü giysilerden nefret ediyordu; elmas küpeleri ev sahibine bırakmıştı. Böylece, hem Safdil'i özlemiş olarak ve hem de kendinden nefret ederek, karmaşık duygularla tutukevinin kapısına geldi.

Arabadan inerken gücü yetmeyip sendeleyince ona yardım ettiler; gözleri yaşlı ve yüreği çarparak içeri girdi. Onu müdürün karşısına çıkardılar; konuşmak istedi ama sesi çıkmadı ve belgeleri gösterdi. Müdür Safdil'i çok sevmişti, onun salıverilmesine sevindi. Başkalarının talihsizliğinden yararlanmak veya onların gözyaşlarından zevk almaktan hoşlanan diğer birçok meslektaşı gibi yüreği taşlaşmamıştı.

Müdür tutukluyu odasına getirtti. İki sevgili birbirini görünce bayıldılar. Güzel Saint-Yves uzun süre kımıltısız ve ölü gibi kaldı. Müdür Safdil'e "Bu hanım eşiniz olmalı," dedi, "Bana evli olduğunuzu söylememiştiniz; duyduğuma göre, özgürlüğünüzü onun çabalarına borçluymuşsunuz." Saint-Yves "Ah! Onun eşi olmaya layık değilim," diyerek yine bayıldı.


Yüklə 421,15 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə