Bu sebeple Diyalektik Maddecilik, her alanda olduğu gibi, düşünce
ve bilgi alanında dahi şöyle bir çelişki bulur:
a) Bilgimiz izafidir. Gerçek dünyanın tekmil zincirlenişini tamamıy-
la kavrayamayız.
b) Objektif gerçeğin mutlak bilgisini ele geçirmeye meylederiz.
İlkin: Bilgimiz hem izafidir, hem mutlak peşindedir, demek, bir çe-
lişkidir. Fakat bu çelişki saçma değildir. Yani anlamlıdır ve vardır. Yani
gerçektir. İnsanın dünya tarihi içindeki yeri bunu gerektirmiştir. Aksini
kabul etsek; bütün objektif gerçeğin, yani bilincimiz dışında olmuş ve
olacak her şeyin ve bizzat bilincimizin mutlak bilgisini ele geçirivermiş
bulunsak, bu ne demektir? Artık bütün evren durdu, düşüncemiz de
evrenle birlikte işleyen bir saat gibi hareketten kaldı, demektir. Yeni
bir şey yoktur ve olamaz, her şey gibi hayat da olduğu yerde stop etti,
demektir. Böyle fenâfillâh fikirler, Tarihin karanlık, durgun devirlerin-
de, sosyal çöküşler, hatta gerileyişler karşısında, birtakım Derviş Za-
viyelerinde yahut Ortaçağ Medreselerinde görüldü. O zamanlar Aris-
toteles "Muallim-i Evvel" [İlk Öğretmen]di. Onun kitaplarından ayrı ve
üstün bilgi ve gerçek yok sayıldı. Niçin? Çünkü o zaman Aristoteles'i
ele alanlar, Aristo'nun yaşadığı toplumdan daha az gelişimli bir top-
lulukta yaşıyorlardı. Avrupa, Asya ve Afrika; en parlak Yunan Me-
deniyetinden geri olduğu müddetçe, Yunan Medeniyetinin en dâhice
ansiklopedisini derlemiş olan Aristo'dan üstün ve geniş bir bilgi iddi-
asına kalkışamazdı. İnsan, ancak içinde yaşadığı toplum ölçüsünde
bilgi taşıyabilir. Yani Dogmatizm Ortaçağ toplumunun ilk çağları için
zorunlu, hatta Rönesans'ı hazırlayan lüzumlu bir "Hafızlık" veya "Re-
petion: Müzakere" (Akla dayanarak yalnızca tartışma yoluyla, deneye
gerek olmaksızın gerçeğe ulaşabileceğimizi ileri süren skolâstik man-
tık yöntemi. (kısır tartışmacılık)) sayılabilirdi. Daha canlı, daha parlak
gerçeklere ulaşamamış bir toplumda geçmiş ileri medeniyetlerin ku-
rallaştırdığı gerçeklerin Skolâstiği doğal idi. Fakat, biliyoruz: Ortaçağ
Skolâstiği bile, çarçabuk (Barut, Pusula, Matbaa vb. keşifleri ile bera-
ber) kendi zıtlarını yaratmakta gecikmedi. Hele bugünkü Elektrik ve
Atom çekirdeği çağında, Aristo hafızlığı, Antika Mantık müzakereciliği,
yani ezbere tefelsüf (Feylozoflaşma, felsefe sözleri söyleme) bitmiştir.
Hayat en amelmanda [iş yapamaz durumda olan] felsefe idealistini
bile paçasından yakalayıp sürüklemeye başlar. Her gün bulunan ve
"Akıllara hayret veren" yeni gerçekler önünde eski gevelemelerden
sakınmaya mecburdur.
İkinci olarak: Bilgimizin hem izafi olması, hem de mutlak'a özen-
mesi bir çelişkidir. Ama, ortada her zaman ve mekânda tutunabilece-
ğimiz objektif bir gerçeğin bulunmasına engel olamaz. Biz "Cihan sis-
temini tekmil bağ zincirlenişleri içinde tamam olarak" kavramamakla,
beraber, o sisteme dair mutlak denilebilecek bazı gerçekler bilmekten
geri kalamayız. Benim dışımda başka insanlar var. İnsanların belirli
devirlerde ortak bilgi ve kanaatler besledikleri birçok şeyler var. O
zaman insanlık ve düşünce tarihi, büyük hayat tarihi içinde incelenir-
se, düşüncenin hayatla, hayatın organizma, organizmanın maddeyle
bağlılığı ve en sonunda her şeyin madde içinde birleştiği anlaşılabilir.
O zaman Düşünce ile Varlığın birliği en yüksek gerçek haline gelir. Ve
"Dünyanın gerçek birliği, maddeliğinden ibarettir." (F. Engels, age)
diyebiliriz. Bu kanaatle Materyalist oluruz.
Materyalist olmak ne demektir? Her şeyin, en son duruşmada
Maddeye indirgenebileceğine, her şeyin Madde aslına geri döneceğine
mutlak surette inanmaktır
-
.
"Materyalist olmak için, duyu organlarımızın bize bildirdiği objektif
gerçeği kabul etmek lâzımdır. Objektif, yani insandan bağımsız olan
gerçeği kabul etmek ise, şu veya bu suretle mutlak gerçeği kabul et-
mek demektir." (Lenin, Materyalizm ve Ampiriokritisizm, s. 105)
Mesela Zaman, Mekân kavramları, realitenin kafamızda yarattığı
birer yansıma olarak anlaşılır. Bu kavramlar mutlak birer gerçektirler.
Dün var idiler. Yarın olacaklar. Madde hareketsiz olmaz, Evren süreç
halindedir, Zıtlar bir araya gelince mutlak mücadele ederler vb. diyo-
ruz. Bunlar mutlak ve ezeli [eski] birer gerçek seviyesine ermiş kana-
atlerdir. Napolyon 15 Mayıs 1821'de öldü; bu ezeli bir gerçektir.
Niçin? Çünkü, aksini iddia edecek hiçbir delil, şimdiye kadar insan-
lığın geçirdiği tecrübe ve faaliyetlerin ispat ettiği sonuçları çürüteme-
miştir. Yürümeye başlayan her insan Mekân diye mutlak ve şaşmaz
bir şeyin bulunduğunu bilir. Yaşadığını biraz düşünen her insan Za-
manın geçtiğini hisseder. Artı elektrik kutbunu eksiye yaklaştıran her
insan arada bir küçük yıldırımcık patladığını görür. Yazılı Tarihte atıl-
mış rakamların insan medeniyeti durdukça unutulamayacağını ve ba-
kıldıkça hep aynı kalacaklarını, şu halde ifade ettikleri şeylerin mutlak
o rakamlara uyduğunu herkes anlar. Sonuçta: Gerçeğin objektifliği ve
mutlakl ı ğ ı ; denenmesiyle sabittir.
"Materyalist bilgi kuramının şaşmazlığını insan pratiği ispat eder."
(Lenin, age, s. 111)
Bir sözle Gerçeğin kriteryumu Pratik'tir. Bir yerde Gerçek var mı,
yok mu? O Gerçek sürekli, ezeli, mutlak mı, değil mi?.. Onu bize gös-
terecek şey denememiz, yapmamız, toplumsal ölçüde Pratiğimizdir.
Toplumsal ölçüde diyoruz; çünkü her şeyi, her insan deneyemez. Fa-
kat yalan söylemeyen bir insanın denediği ve potansiyel olarak her
insanın deneyebileceği bir şey doğru, Gerçektir.
İşte, Diyalektik Maddecilik Gerçek telâkkisini [anlayışını] bütün
öteki felsefe kavrayışlarından ayırt eden şey Pratiğin Gerçeğe uygu-
lanmasıdır.
Dostları ilə paylaş: |