A Ğ U S T O S 2 0 1 5 • 4 7
4 6 • R U H v e M A D D E
o kızgınlıktan ayırmış olursunuz.
Kendinize sorun, “kızgınlığı bedeninde
nerede hissediyorsun?” Genelde
karındadır.
Gözlemlemeden duygulara
hakim olamazsınız. Bazı duyguları
dönüştürmek için de yardım almak
lazım. Bilinçaltındaki geldiği kaynağı
dönüştürmedikçe duygular
dönüşmüyor. Bir makine
düşünün eskiden
mekanik saatler
vardı. Herhangi
bir makine inşa
edildiğinde
parçalar birbiriyle
uyumludur ve
çalıştığı sürece
sorun yoktur.
Makineler kapalı
sistemlerdir,
açık sistem
değildir. Parçalar
birbiriyle uyumluysa
ve entegreyse motor
çalışır. O dişlilerden
biri çalışmazsa veya
her parça ayrı bir
yere gitmek isterse o
zaman entegrasyon
bozulmuş olur. Bunu
insana uyarlarsak
bütünleşmenin yatay
ve dikey düzlemde
pek çok boyutu
vardır. Örneğin,
yatay düzlemde
bütünlük
kimliklerin
birbiriyle entegre olmasıdır. Ciddi
travmalar yaşayıp sonrasında kişilikleri
parçalanan kişiler vardır. Bu tip
durumlara “çoğul kişilik bozukluğu”
deniyor.
Ağır travmalarda kişiler hayatla
baş edebilmek için parçalanma
yaşar ve en uç noktada çoğul kişilik
bozukluğu olur. Kişilikler birbirini
tanımaz, ses değişir, göz numarası
değişir vs. Bu, parçalanmanın en uç
noktasıdır. Çizginin bir ucuna çoğul
kişilik bozukluğu, diğer uca da tam
bütünleşmiş insan dersek
hepimiz bu çizginin
bir yerlerinde
bulunuruz.
Uç noktada
kişilikler
birbirini
tanımıyor
ama normal
durumda da
belli oranda
parçalanma
var. Siz
diyorsunuz ki
“şu gün şu işi
yapacağım” sonra
başka bir kimlik
devreye giriyor ve
“ya boş ver sonra
yaparım” diyor.
Sosyal
çevremizdeki
rolleri güçlü
olan anne baba
da bizim için
bir parçadır.
Bazı parçalar
annenin,
bazı parçalar
babanızın
tarafını
tutabilir. Bütünleşme olduğu zaman
yani bu dönüşüm meydana geldiğinde
o zaman hepsi birbiriyle uyum içinde
hareket edebilir. Her dönüşüm, yani
her öznenin nesne olması o kimliğin
nesneye dönüştükçe
siz dönüşmüşsünüz
demektir. Bu seviyeye
çıktığınızda da özdeşleştiğiniz
başka şeyler var, bu seviyeden
çıktıkça bu seviyenin özneleri de
nesne olacak, ta ki bunun en son
vardığı noktada burada doğmaya
gerek kalmayana kadar.
Bütün özneler nesne olduğunda artık
doğmaya gerek kalmamıştır buraya.
Ama burada şöyle bir şey var, bu doğal
olarak ve yavaş ilerleyen bir süreçtir.
Nasıl olabilir ki diyorsunuz, ben
buyum işte duygularıma nasıl dışarıdan
bakabilirim, nasıl ayrıştırabilirim?
Zihnimizde herkese ait iz düşümler
ve iz düşümlere yüklediğimiz anlamlar
var. Ve bunların mekanizmaları
var. Biz zihnimizdeki her şeyi böyle
algılamak zorundayız çünkü duyulara
bağlıyız mekaniği bu, ya bir görüntü,
ya bir ses olacak. Hissi biz yaratıyoruz.
Dış dünyadan bize sesler ve görüntüler
ulaşır, duygular ve hisler ulaşmaz,
hisleri biz üretiriz. Duyguyu biz
hissediyoruz, anlam yüklemenin en
önemli mekanizması zaten duygular.
Bir şeyin anlamını belirleyen şey
onun duygusudur. Dışarıdan gelen
şey görüntü ve sestir ve duyguları siz
yaratırsınız ama o da bir nesne aslında.
Dolayısıyla anlamlar, duygular doğru
yere oturmadığı zaman hayatın içinde
sıkışıyoruz. Duygular ya pozitiftir ya
negatiftir.
Hayata en büyük anlam katan şey
duygulardır.
Hiçbirimiz Mr. Spock
değiliz. İnsanda bir duygu var.
Duygular ana mekanizma, hayatın
ana metronomu. Dünyada duygular
üzerinde çalışıyoruz. Lucy diye bir
film vardı, en üst beyin kapasitesine
ulaştığında duygular ortadan
kalkıyordu. Her şeyi lojik olarak
yapıyor, ama biz insanlar duygular
üzerinde çalışıyoruz. Duygular
iyi ki var, duygular olmasaydı
motivasyonumuz olmazdı. Duygu yoksa
bu gerçek bir depresyondur.
Bir şeyden rahatsız olduğunuzda
kendinize sorun bakalım “Kim rahatsız
oluyor?” Kim “bunu yapma!” diyor
içinizde. Hepsinin arkasında bir kimlik
var; ya annenizdir, ya babanızdır, ya
öğretmeninizdir. Kendini gözlemlemek
çok eğlenceli bir alan, bunun sonu
yok.
Duygulardan kendinizi ayırıp
izlemeniz lazım: “Ben duygular
değilim.” Bunu kendinize devamlı
hatırlatabilirsiniz. “Ben düşünceler
değilim.” Gerçek meditasyon
budur. Hislerinizi izlersiniz ve “ben
hisler değilim” dersiniz. Gerçek
meditasyonda siz şimdide olursunuz.
“Ben hislerimin farkındayım, ama
ben hisler değilim. Duygularımın
farkındayım ama ve duygularım,
düşüncelerim değilim. Örneğin,
“Şu anda bedenimde kızgınlık
hissediyorum,” derseniz kendinizi
A Ğ U S T O S 2 0 1 5 • 4 9
4 8 • R U H v e M A D D E
Bir de atalarımız var yedi kuşak
atalarımız bizi şu anda etkiliyor.
Onların tecrübelerini de taşıyoruz
içimizde. Bu beden psikogenetik yolla
onlardan gelen anıları da taşıyor.
Kısacası çok neşeli bir sistem yani.
Şimdiki hayattaki kimlikler, parçalar,
sosyal çevre, atalar, geçmiş yaşam
karakterleri ve misafirler. Yüzlerce
parça var. Entegrasyon demek,
bunların birbiriyle uyumlu çalışması
demek. Siz entegre oldukça içinde
bulunduğunuz sisteme ve düzene de
daha çok entegre olursunuz. Kendi
içinizdeki bütünleşmeyi sağladıkça
kendi varlığınızla bütünleştiğiniz için
sistemle bütünleşirsiniz.
Parçalanmış olduğunuzu fark
etmezseniz neyi entegre edeceksiniz?
Hepimiz parçalanmış durumdayız. Bu
entegrasyonu sağlayıp bütünleştikçe
daha huzurlu bir hale geliriz. Gerçek
anlamda huzur, mutluluk değil.
Huzurlu insanların kendi içinde bir
bütünlük vardır. Bütün psikolojik
problemlerdeki ana dinamik budur:
Bir problem varsa içeride bir bölünme,
parçalanma var demektir. Bütün
terapilerin amacı da bütünleşmeye
gitmektir. Dünyada yaşamanın hedefi
de budur.
Entegrasyonu sağlamak için
kimliklerle yüzleşmek mi gerekiyor?
ENTEGRASYON çok geniş, çok
kapsamlı ve hayatlar boyu süren bir
süreçtir. Bu, normal hayat içinde
minik minik oluyor, ama daha büyük
ölçekte de olabilir. İnsanın sadece
dünyadaki var oluşunu, yüzlerce
hayatını tek bir hayat gibi kabul
edebilirsiniz. Aslında öyle çünkü aynı
arşetipler dönüyor, aynı arşetipler
sürekli olarak tekrarlanıyor hayatın
içinde. Kimliklerin bütünleşmesi çok
önemli bir aşama, kimlik düzeyinde
bir bütünleşme meydana getirirseniz
bunun gözle görülür etkisi çok büyük
olur.
Önce parçaları tanımlayıp fark
etmek lazım. Onları tanıdıkça onlarla
arkadaşlık kurup onları birbiriyle
tanıştırırsınız. Hayat bunu yapıyor,
ama farkına varırsak daha bilinçli
hareket edip süreci hızlandırabiliriz.
İnsanın kendiyle barışık olması demek
içerideki parçaların ve her şeyin
birbiriyle barışmasıdır. İstediğimiz
şey bu zaten. “Kendinle mücadele
etmek” diye bir metafor var ki bana
göre yanlış bir metafordur çünkü
mücadele bölünmeyi daha çok artırır.
Her zaman kaybedersiniz çünkü
bilincin bilinçdışına karşı hiçbir gücü
yoktur. Bilinçdışı ve bilinç çatışırsa,
bilinç her zaman kaybeder. Amaç
mücadele değil bütünleşmek olmalıdır.
Bir de gölge taraflarımız var. Onunla
mücadele ederseniz o yok olmaz ki,
onunla barışır, işbirliği yaparsanız
onun potansiyelinden ve gücünden de
yararlanırsınız. Bu da onunla mücadele
ederek değil, barışarak olur.
Gözlemin niteliği ne olmalı. Nasıl
öğreniriz?
4. YOL ekolüne bakın. Hangi
durumda bedeninize ne oluyor
başlangıçta bunu fark etmeye çalışın.
Duyguların bedende karşılığı vardır.
“Hisleriniz nedir?” önce bunun
farkında olun. Duyguları fark
etmeye çalışın yargılamadan. Hangi
durumda ne hissediyorsunuz? Gece
yatağa girince gününüzü gözden
geçirebilirsiniz. Sonra düşünceleri
gözlemleyin, bakın bakalım onları kim
düşünüyor? Tek tek bunu yaptıkça
içinizde olup bitenlere aşinalık
kazanırsınız. r
veya parçanın bir üst sisteme entegre
olması demektir. Yani artık hepsi
birbirini tanıyorlar. Pek çok durumda
içimizdeki bazı kimlikler birbirini
tanımayabilir. Örneğin, sekiz yaşında
bir şey yaşadıysanız o parça şimdiki
yaşınızın kırk olduğunu bilmeyebilir.
Bu anlattıklarım yatay seviyedeki
durumu gösteriyor. Bir de dikey
seviyede geçmiş yaşam kişilikleri var
sisteme entegre olmamış.
Bir durumla karşılaşıyorsunuz o
parça içeriden bağırıyor, korkuyor.
Sisteme entegre olmamış. Bir de
misafirler var, başkalarına ait enerjiler,
onlar da sistemin bir parçası, onlar
da kendi kaynağı ile bütünleşememiş
sizinle rezonansa girmiş parçalar.
O diğer varlığın duyguları sizinle
rezonans halinde ve size bir şey
yaşatıyor. Onu kendi kaynağına
gönderirsek bu da bir bütünleşme.