182
kuşkucu bakış fotoğraf içindeki herhangi bir imgenin stüdyovari konumlandırılışıyla birlikte
otobiyografik ilişkilendirmeyi de başarabilmektedir. (Kuşkucu). Benjamin’in Franz Kafka’nın
çocukluk fotoğrafı üzerine hissettikleri, kendi çocukluk fotoğraflarıyla ilişkilendirildiği
taktirde hem melankolik bir nitelik taşımakta, hem de fotoğrafın tiyatralliği üzerine bir kaygı
barındırmaktadır. Bu kaygının oluşmasındaki metinlerin etkisi, mesajın bir kod
barındırmadan direkt “ne ise o” olan içeriğine sadece bir zaman/mekan bükücü olarak hizmet
etmekten çok öteye gitmektedir. Artık metnin etkisinde “ne ise o” olan imge paranormal diğer
nesnenin hükmünde bambaşka bir anlam oluşturmakta, fotoğrafa metnin de ötesinde yeni bir
hikaye katmaktadır.
1. AİLE FOTOĞRAFLARI; TİYATRAL AİLE: HİKAYENİN İRONİK YAPISI
Ele alacağımız ilk hikaye
(Resim
1)
fotoğrafın
neden
çekildiğinin ironik yapısıdır. Bir
aile fotoğrafının hem modern hem
de geleneksel yapısı içinde ailenin
ortaya konumlandırıldığı tipik bir
enstantane fotoğrafıdır esasen.
Paranormal imgeyi fark
etmeden (ve bu bir metin
yardımıyla
yapılmadan)
zaman/mekan
tipik
bir
geçmiş/şimdiki zaman arasındaki
iletişimdir. Bu bir anı fotoğrafı gibi
gözükse de metnin kendisi bu anı
fotoğrafının içine neden kamera
önüne
geçildiğine
dair
bir
tiyatrallik oturtur. Metin bakan
özne ile imge arasındaki duygusal
bağı somutlaştırmada etkilidir. İlk
göze çarpan; tıpkı Benjamin’in Kafka çocukluk portresiyle kurulan bağı gibi çocukluk
imgesinin tekilliği ve mummerehlen ile ortaya koyduğu üzere çocukluk imgesinin yetişkin
kişide oluşturduğu öznel çocukluğu çağrıştırma ve dönüştürmedir.
Ağlayan çocuk imgesi otobiyografik de olarak özenin imgeye yüklediği aura ve tekillik
ile ilişkilendirilebilir. Yazılı metin ise öznelleşme sürecinin bükülmesidir çünkü diz boyuna
bakıldığı zaman paranormal imgenin çocuk ile bağlantısını gündeme getirmekte ve aile
fotoğrafı enstantanesinin tekilliğini ve de aura’sını daha da sabitlemektedir. Ağlayan çocuk
imgesi, artık aile içinde konumlandırılışından uzaktadır ve hem fotoğrafın çekim ve varolma
motivasyonuna hem de hikayeye ekstra bir hikaye daha ekler: Ağlayan kız diz boyundaki
paranormal imgenin onu korkutmasından ötürü ağlamaktadır. Benjamin’e göre, nesne bir
“fixiertes Bild" (sabitlenmiş imge) olur ve “saklı bilgelik diyarının” keşfine yol açar. (…) Öte
183
yandan mazide kalmış saklı bir hikayenin hatırlatıcısıdır. Aslında, hayal gücünün imge
tarafından tetiklenmesini sağlayan belki de zamanın bir şekilde dondurulması, bir “sahte
bütünlük” çağrışımı yapılmasıdır. (YACAVONE, 93)
Saklı bilgelik diyarının keşfi için başvurulan paranormal imge, nesnelerin her birine
ekstra bir hikaye oluşturur. Paranormal imge ile diğer spontane konumlanmış nesneler
arasındaki iletişim, metnin vurguladığı paranormal deşifre karşılığında fotoğrafın tıpkı bu
paranormal esans fark edilmişçesine anlam kayması ve kargaşası oluşturur. Metni okuduktan
sonra artık özdeşleşmenin ne ağlayan çocukla ne de fotoğrafın diğer nesneleriyle olduğunu
düşünürüz. Bu fark etme sürecinden önce fotoğraf (belki de) hiçbir tekillik çağrışımı
yapmamaktaydı. Paranormal imge fark edildikten sonra metin tarafından zorla dayatılan kod
ya da ilişki içinde olduğu üçüncü anlam, fotoğrafın tekilliğini ve aura’sını genişletir ve imgeyi
tam da Benjamin’in söylediği üzere sabitler. Varsayımlar gereği hayalet bir kereye mahsus
imgeleşmiştir ve tekrarı mümkün olmayacaktır.
Buna rağmen, imgenin hikayeleşmesi, beraberinde otobiyografik olarak bir çelişki
meydana getirmektedir; bu da yabancılaşmadır. (Brechtyen tabirle verfremdung; Barthes da
bu tabiri 1957 yılında sergilenen Mutter Courage und ihre Kinder performansının Roger Pic
tarafından çekilmiş fotoğrafları hakkında yazarken kullanır.) Paranormal imgenin nesneler
arası iletişimi, bakan öznenin nesnelerle olan iletişiminde metnin de etkisinden ötürü bir
yabancılaşma hissi doğurur ve bu his paranormal imge ile özdeşleşmenin zorluğundan ve de
korkusundan ötürü diğer nesnelerin kurgulanmış nesneler gibi algılanmasına sebep olur.
Fotoğraf dijitale aktarıldıktan sonra imgeye bakıldığında, paranormal nesnenin imgenin
içinde orijinal tarihçede yer edinmeyişinden ötürü, aile enstantanesine de yabancılaşılır.
Bakan-özne fotoğraftaki nesne olduğunda, kendi otobiyografik hikayesini imgenin alanlarında
dile getirmekte oldukça zorlanmakta, paranormal imgeyi fark ettiği andan itibaren bu imgenin
gerçekliği ile kendi gerçekliği arasına bir mesafe çekmektedir; paranormal imge somutlaştığı
kadar bakan-öznenin kendini nesne olarak atfettiği düzlem de soyutlaşır ve kendine
yabancılaşır. Burada ilk etapta aile anısının resmedilmek istenişi yatar, ikinci etapta (dijitale
aktarışla birlikte) paranormal imgenin ortaya çıkışı belirginleşir. Üçüncü etapta ise aile
fertlerinin paranormal imgeyle olan hem nesnel hem de öznesel ilişkisi meydana gelir. Bu
etapta hem nesnel hem de öznel olarak yazılı metin verilmeden ne aile fertlerinin paranormal
imgeyle ilişkisi, ne de bu senaryonun doğuşu belirgindir. Paranormal imgenin somutlaşması,
aile fotoğrafının kalıcı bir anı olmasından ziyade, ailenin imge içindeki sentagmatik ilişkisini
soyutlaştırıp yabancılaştırır. Fotoğrafın tekilliği paradigmatik olarak ailenin yerine
geçebilecek herhangi bir aileyle ilgili değil, paranormal imgenin belirişiyle beraber bir kereye
mahsus sentagmatik dizilişle ilgilidir. Paranormal imgenin kendini kolayca görünür kılmadığı
düzlemde bu imgeyi fark etmek için otobiyografik ve ekstra metinsel ifadelerin de
hikayeleşmesi gerekir; bu da aileyi tiyatralleştirir.
Resim 1’de paranormal imgenin diz boyunda olduğunu görmekteyiz. Ağlayan küçük
kızın da diz boyunda olmasından yola çıkarak bakan-öznenin kendi resmine baktığında
ağlayan kız ile punctum ve duygusal bağ düzeyinde diz boyuna hararetli bir bakışı
gerçekleşmiş, otobiyografik olarak da küçük kızın ilişki halinde olduğu düzleme odaklanılmış
Dostları ilə paylaş: |