*Kadril: Dört kişi ile oynanan bir iskambil oyunu.
"Fakirhanemin bulunduğu bahçeyi, leydi hazretlerinin
oturdukları Rosings Köşkü'nden sadece bir patika ayırır."
"Sanırım dul olduğunu söylemiştiniz. Çoluğu çocuğu var
mı?" "Sadece bir kızı var. Rosings Köşkü'nün ve büyük bir
mülkün mirasçısı." Bayan Bennet başınr iki yana sallayarak:
"Ah! Öyleyse birçok kızdan daha iyi bir durumda," dedi.
"Acaba nasıl bir kız? Güzel mi?" "Gerçekten çok alımlı genç
bir bayan. Leydi Catherine'in kendisi de böyle söylüyor.
Doğrusu, gerçek güzellik bakımından Bayan de Bourgh genç
kızların en güzellerinden bile üstündür. Çünkü yüz hatları
soylu bir aileden geldiğini göstermektedir. Ama ne yazık ki
hastalıklı bir bünyesi var. Eğitimiyle görevlendirilen ve hâlâ
onlarla birlikte yaşayan bayandan öğrendiğime göre, bu
durumu, birçok alanda kendisini bekleyen kesin basanlar elde
etmesine engel olmuş. Ama çok naziktir ve küçük faytonu ve
midillisiyle
fakirhanemin
yanından
sık
geçme
alçakgönüllülüğünü gösterir."
"Kraliçe'ye takdim edilmiş mi? Adına, saraylı hanımların
adları arasında rastladığımı hatırlamıyorum."
"Sağlık durumu ne yazık şehirde yaşamasına elverişli
değil. Bir gün Leydi Catherine'e de söylediğim gibi, bu
yüzden İngiliz sarayı en parlak süsünden yoksun kalmıştır. Bu
sözler leydinin hoşuna gitti sanıyorum ve sizin de tahmin
edebileceğiniz gibi daima bayanların gönlünü alacak böyle
küçük, ince iltifatlar yapabiliyor olmaktan çok memnunum.
Sayın leydiye güzel kızlarının düşes olmak için doğduklarının
yüzlerinden okunduğunu birkaç defa söyledim. En yüksek
makamlar
bile
kendilerinin
yüksek
saygınlığını
artırabilmekten çok uzaktır. Sevimli kızlarına bir şey
kazandırmaktan âciz olan bu makamlar, kızlarından cazibe
kazanacaklardır. Bu gibi küçük şeylerden memnun olan sayın
leydiye karşı böyle sözlerle ilgimi göstermeyi bir ödev
sayarım."
Bayan Bennet, "Çok iyi yapıyorsunuz," dedi, "böyle ince
iltifatlar yapabilme becerisine sahip olmak sizin için mutluluk
olsa gerek. Bu hoş iltifatlarınızı içinizden gelerek mi
söylüyorsunuz, yoksa bunlar önceden yapılan çalışmaların
ürünü mü?"
"Aslında olaylar, o an yaşananlardan ortaya çıkarlar.
Sıradan durumlarda söylenmesi uygun güzel iltifatlar
hazırlayarak eğlendirsem de, bunlara yeni bulmuşum gibi bir
hava vermek isterim."
Bay Bennet'ın beklentileri doğru çıkmıştı. Kuzeni tahmin
ettiği kadar gülünç bir adamdı. Onu çok büyük bir zevkle
dinliyor, yüzündeki ciddi ifadeyi, arada tesadüfen Elizabeth'e
bakması sayılmazsa, hiç bozmuyor, keyfine ortak aramıyordu.
Ama çay vaktine kadar tam kıvamını buldu, misafirini
tekrar misafir odasına götürmekten memnuniyet duydu. Çay
bittikten sonra da onu, bayanlara bir şey okuması için davet
etti. Hemen razı olan Bay Collins'e bir kitap getirildi. Collins,
kitabı görünce irkildi; hiç roman okumadığını söyleyerek
mazur görülmesini diledi. Kitty bakakalmış, Lydia da hafif bir
çığlık koparmaktan kendini alamamıştı.
Bu kez başka kitaplar getirildi ve genç adam bir hayli
düşündükten sonra Fordyce'nin Vaazlarını seçti. O daha kitabı
açarken Lydia esnedi ve çok ciddi ve hiç değişmeyen bir
ahenkle daha uç sayfa okumamıştı ki genç kız şu sözlerle
araya girdi: "Philips eniştemin Richard'ı kovacağından
bahsettiğini biliyor musunuz anne? Eğer böyle bir şey yaparsa
onu Albay Fors ter alacakmış. Cumartesi günü bizzat teyzem
söyledi. Yarın daha fazla haber almak için Meryton'a kadar
yürüyeceğim; hem Bay Denny'nin Londra'dan ne zaman
döneceğini de öğrenirim."
İki büyük ablası Lydia'ya çenesini kapatmasını
söyledilerse de çok alınmış olan Collins kitabı bir yana
bıraktı: "Genç bayanların, tamamen onların iyiliği için yazılsa
da, ciddi kitaplarla ilgilenmediklerini çok gördüm. İtiraf
edeyim ki bu davranışlarına şaşıyorum. Çünkü genç bayanlar
için eğitimden daha yararlı ne olabilir? Fakat genç kuzenimi
daha fazla sıkmayacağım."
Bu sözleri söyledikten sonra Bay Bennet'a dönerek tavla
oynamayı önerdi. Bay Bennet misafirinin, kızları eğlenceleri
ile baş başa bırakmakla akıllılık ettiğini görerek bu öneriyi
kabul etti. Bayan Bennet ile diğer kızlar, Lydia'nın kabalığı
için özür dilediler ve kitabı tekrar okumaya başlarsa, böyle bir
şeyin bir daha olmayacağına söz verdiler. Ama Bay Collins
genç kuzenine hiç alınmadığına, onun kusuruna bakmadığına
kadınları ikna ettikten sonra Bay Bennet ile başka bir masaya
geçerek tavla oynamaya hazırlandı.
XV
Bay Collins ince düşünceli ve duyarlı bir adam değildi;
eğitim ve yetiştirilme biçimi, yaradılışındaki kusurların pek
azını giderebilmişti. Ömrünün büyük bir kısmı cahil, cimri bir
adam olan babasının yanında geçmişti. Gerçi üniversiteye
yazılmıştı, ama yalnızca derslere düzenli girip çıkmakla
kalmış, ne işe yarar bir bilgi edinmiş, ne de yararlı olabilecek
arkadaşlıklar kurmuştu. Babasının söz hakkı tanımayan sıkı
denetiminde yetişmek, onun köle gibi tavırlar edinmesine
neden olmuş, ama şimdi kalabalıktan uzakta yaşayan zayıf bir
insanın kendini beğenmişliği ve ummadık bir zamanda paraya
konmanın
yarattığı
baş
döndürücülük
bu
aşın
alçakgönüllülüğü biraz olsun gidermişti. Hunsford papazlığı
boşalınca şansı, onu Leydi Catherine de Bourgh'un karşısına
çıkarmıştı. Bu leydinin unvanı başını döndürmüş, koruyucusu
sıfatıyla ona karşı derin bir saygı duymuş, papazlık otoritesine
ve din adamı yetkilerine kavuşması kendini beğenmesine
neden olmuş ve bütün bunlar onu, gururla boyun eğmenin,
kibirle alçakgönüllülüğün karışımı tuhaf bir hale getirmişti.
Artık güzel bir evi ve epeyce geliri olduğu için evlenmeye
niyetlenmişti; Longbourn ailesiyle barışmaya kalkışmasının
nedenlerinden biri de buydu. Ailenin kızları herkesin
söylediği gibi güzel ve cana yakın ise onlardan birini kendine
eş olarak seçmeye karar vermişti. Babalarının mülkünün
mirasçısı olmasına karşılık kızlara bu şekilde bir yardımda
bulunmayı, zararlarını böylece gidermeyi tasarlamıştı. Bu
planını çok yerinde ve uygun, hatta tam anlamıyla mükemmel
buluyor; büyüklük ve özveri gösterdiğine inanıyordu. Genç
kızları gördükten sonra planı değişmedi. Büyük kızın sevimli
yüzü, tersine bu düşüncelerini pekiştirdi. Kendince ablalığa
yakışan her şeyi onda bulmuş ve geldiğinin ilk gecesi kendine
eş olarak Jane'i seçmişti. Ama ertesi sabah Bayan Bennet ile
kahvaltıdan önce baş başa yaptığı konuşmadan sonra niyeti
değişti. Collins kendine verilen evden söz açmış ve doğal
olarak konuyu Longbourn'da bir eş bulma ümidine getirmişti.
Bayan Bennet pek iltifatlı gülümsemeler ve teşvikler arasında
ona Jane konusunda ümitlenmemesini ima etmişti. Öbür
kızlar için bir şey diyemez, kesin olarak bir şey söyleyemezdi,
çünkü verilmiş bir sözleri olduğundan haberi yoktu. Ancak
büyük kızının Çok yakında nişanlanma olasılığının çok
kuvvetli olduğunu anlatmayı kendine borç biliyordu.
Bay Collins'e, Jane'i bırakıp Elizabeth'e dönmek
düşüyordu. Çok geçmeden, Bayan Bennet şömineyi
karıştırırken bu da oldu. Yaşta ve güzellikte Jane'den sonra o
geliyordu; sıranın onda olması doğaldı.
Bayan Bennet bunu sezince hemfikir olduğunu hissettirdi.
Yakında belki de iki kızını birden evlendireceğini hayal
ediyordu. Adının anılmasına bile dayanamadığı adam şimdi
gözüne girmişti.
Lydia,
Meryton'a
kadar
yürüme
kararından
vazgeçmemişti. Mary'den başka bütün kardeşleri onunla
birlikte gitmeyi kabul ettiler. Bay Bennet misafirinden
kurtulmak
ve
kitaplığında
yalnız
kalmak
için
sabırsızlandığından, Collins'den kızlarına yoldaşlık etmesini
rica etti. Haksız da sayılmazdı; Bay Collins kahvaltıdan sonra
kendisinin peşi sıra kütüphaneye gelmiş ve kütüphanedeki en
büyük kitaplardan birine sözde dalmış, ama aslında hiç
durmadan Bay Bennet'a Hunsford'daki evinden ve
bahçesinden söz etmişti. Bay Bennet ise her zaman
kütüphanesinde başını dinler ve huzura kavuşurdu. Şimdiye
kadar da bu hep böyle olmuştu. Elizabeth'e söylediği gibi evin
öbür odalarında saçmalıklara ve kibire dayanabilirdi, ama
kütüphanesinde bunlardan kurtulmaya alışıktı. Bu nedenle
Bay Collins'i, kızlarına arkadaşlık etmesi için gerçekten
içtenlikli bir nezaketle davet etmişti. Aslında kendisi de
okumaktan çok, yürümeyi sevdiğinden Collins, kocaman
kitabı büyük bir sevinçle kapayıp gitti.
Bay Collins kendini beğenmişlikle palavralar sıkarak,
kuzenleri de nezaketle onu onaylayarak Meryton'a vardılar.
Küçük kızlar hemen onu unutmuş; gözleri caddede, subayları
aramaya başlamışlardı. Vitrinlerde gerçekten çok şık bir şapka
veya yepyeni bir muslin* kumaş bile dikkatlerini sadece bir
an çekebiliyordu.
Ama çok geçmeden hepsinin gözleri yolun karşı tarafında
bir subayla yürüyen, daha önce hiç görmedikleri, çok kibar
bir gence takıldı. Subay, Lydia'nın Londra'dan dönüp
dönmediğini merak ettiği ve bunu öğrenmek için buraya
kadar geldiği Denny'den başkası değildi. Karşıdan eğilerek
kızları selamladı.
Hepsi birden bu yabancı erkeğin görünüşüne ve duruşuna
hayran kaldılar, kim olabileceğini merak ettiler. Kitty ile
Lydia mümkünse bunu öğrenmeye karar vererek, karşı
dükkândan bir şey almak istiyormuş gibi yolun öbür
kaldırımına geçtiler. Ablaları ile Collins de arkalarından
geliyordu. Güzel bir rastlantı sonucu, onlar tam kaldırıma
çıktıklarında köşeyi dönen iki genç de aynı noktaya
gelmişlerdi.
Bay Denny hemen kızları selamladı, arkadaşı Bay
Wickham'ı tanıştırmak için izin istedi. Bay Wickham'ın bir
gün önce kendisi ile birlikte Londra'dan geldiğini ve alaya
katılarak subay olmak istediğini söyledi. Bunu söylemekten
mutluluk duyuyordu. Kızlar, çok uygun olduğunu düşündüler.
Çünkü bu genç adamın çekiciliğinin tamamlanması için tek
ince ve seyrek pamuklu bez eksik üniformaydı. Kendisi pek
alımlıydı. Bütün güzellikler onda toplanmıştı: Hoş bir yüzü,
güzel bir endamı ve çok tatlı bir sesi vardı. Tanışmalarından
az sonra bu genç hemen neşeyle konuşmaya başladı. Ama
bunda ne bir aykırılık, ne de kendini beğenmişlik vardı. Böyle
bir arada durmuş konuşurlarken at sesleri duyarak döndüler.
Darcy ile Bingley atla geliyorlardı. Beyler kızları fark
ederek hemen yanlarına geldiler ve her zamanki gibi nezaket
gösterdiler. Hep Bingley konuşuyor, konu da Jane'in etrafında
dönüyordu. Meğer genç adam da Longbourn'a Jane'in hatırını
sormaya gidiyormuş. Bir reveransla bu sözleri doğrulayan
Bay Darcy bakışlarını Elizabeth'e çevirmemeye karar vermek
üzereydi ki; ansızın yabancıyı gördü. Rastlantı eseri iki genci
birbirlerine bakarken gören Elizabeth, bu karşılaşmanın
yarattığı etkiye şaşırıp kaldı. Her ikisinin de rengi değişmiş;
birisi bembeyaz, öbürü kıpkırmızı olmuştu. Bay Wickham
birkaç dakika sonra şapkasına elinin ucu ile dokundu. Bu
selama Bay Darcy de alçakgönüllülükle karşılık verdi. Bunun
anlamı ne olabilirdi? Tahmin etmek güçtü ve öğrenmek için
sabırsızlanmamak imkânsızdı. Biraz sonra, olup bitenlerin
farkına varmamışa benzeyen Bay Bingley izin isteyip
arkadaşıyla birlikte ata binip gitti.
Bay Denny ile Bay Wickham, Bay Philips'in kapısına
kadar genç kızlarla birlikte yürüdüler. Lydia içeri
girmelerinde ısrar ettiği ve Bayan Philips salonun penceresini
açarak yüksek sesle bu daveti desteklediği halde selam verip
ayrıldılar. Bayan Philips yeğenlerini görmekten her zaman
memnun olurdu. Hele son günlerde göremediği iki büyük kızı
daha büyük bir sevinçle karşıladı. Jane, Bay Collins'i
tanıştırıp da iltifatlar ona yağmaya başlayıncaya kadar,
teyzeleri Jane ile Elizabeth'in ansızın eve dönmelerine nasıl
şaştığını, kendi arabalarıyla da gitmedikleri için Bayan
Philips'in bundan hiç haberi olmadığını, Bay Jones'un
çırağına yolda rastlayıp da artık Netherfield'e ilaç
yollamadıklannı,
çünkü
genç
Bennet'lann
evlerine
döndüklerini öğrenmese gene de haberi olmayacağını
hararetle anlaüp durdu. Kendini çok büyük bir nezaketle
karşılayan ev sahibinin kibarlığına Collins fazlasıyla karşılık
verdi. Önceden tanışmadıkları halde böyle rahatsız edişinin
mazur görülmesini, kendisini tanıştıran genç bayanların
akrabası olması dolayısıyla bu hareketinin bağışlanacağını
umduğunu söyledi. Bayan Philips bu kadar büyük nezaket
karşısında şaşırmıştı; ama öbür yabancı genç hakkındaki
heyecanlı sözler ve sorular karşısında, bu yabancıyı daha çok
düşünmesine fırsat bırakmadı. Bununla birlikte, bahsi geçen
yabancı hakkında yeğenlerine, onların bildiklerinden fazla bir
şey söyleyemiyordu. Bay Denny onu beraberinde Londra'dan
getirmişti, yakında ... ilinde teğmen olacaktı. Bir saatten beri
caddede aşağı yukarı dolaştığını pencereden seyretmişti. Bay
Wickham tekrar göründüğü takdirde Kitty ile Lydia'nın da
pencereden onlan gözleyecekleri kuşkusuzdu, ama ne yazık
ki, pencerenin önünden bu yakışıklı yabancıyla kıyaslanınca
"aptal, soğuk" diye nitelenebilecek birkaç subaydan başka
kimse geçmiyordu. Bunlardan kimileri ertesi akşam
Philips'lerde yemek yiyeceklerdi ve teyzeleri, Longbournlu
bayanlar gelecek olurlarsa kocasını Bay Wickham'ın
ziyaretine göndereceğine ve onu da yemeğe davet edeceğine
söz veriyordu. Kızlar razı oldular; Bayan Philips güzel,
gürültülü bir piyango oyunu oynayacaklarını; ardından da
sıcak bir akşam yemeği yiyeceklerini söylüyordu. Bu güzel
şeyleri düşünmek bile onları keyiflendirdi ve neşeyle
ayrıldılar. Bay Collins çıkarken tekrar özür diledi, fakat
nezakette ondan geri kalmayan ev sahibi bağışlanacak bir şey
olmadığını ısrarla belirtti.
Eve dönerlerken Elizabeth iki beyefendi arasında geçtiğini
gördüğü şeyi Jane'e anlattı; ama haksız gibi görünseler de
ikisini birden veya her birini ayrı savunacağı kuşkusuz olan,
Jane de bu harekete kardeşinden fazla bir anlam veremedi.
Eve döndüklerinde Bay Collins, Bayan Philips'in davranışını
ve nezaketini Bayan Bennet'a uzun övdü. Leydi Catherine ile
kızı dışında, hayatında Bayan Philips'den daha kibar bir kadın
görmediğini; çünkü bu bayanın kendisini yalnız büyük bir
nezaket göstererek kabul etmekle kalmadığını, önceden hiç
tanışmadıkları halde ertesi akşamki davete de ısrarla
çağırdığını söyledi. Belki de onlarla akrabalığı olduğu için
ona böyle davranmıştı, ama ne olursa olsun ömründe kimse
ona bu kadar özenli davranmamıştı.
XVI
Genç
kızların
ertesi
akşam
için
teyzeleriyle
sözleşmelerine karşı çıkılmadığı ve Bay Collins'in misafirliği
sırasında Bay ve Bayan Bennet'ı tek bir gece olsun yalnız
bırakmamakta gösterdiği inceliğin de yeri olmadığı kuvvetle
belirtildiğinden, araba hazırlandı ve misafir ile beş kuzeni tam
zamanında Meryton'a vardılar. Kızlar salona girdiklerinde
Bay Wickham'ın eniştelerinin davetini kabul ettiğini ve
erkenden geldiğini öğrenerek sevindiler. Bu bilgiyi alıp
yerlerine oturduktan sonra Bay Collins çevresine bakıp
eşyaları beğenecek zaman buldu. Salonun büyüklüğü ve
eşyalar onu öylesine etkiledi ki, kendini sanki Rosings'in
kahvaltı salonunda zannettiğini söyledi. Bu benzetme önce
büyük bir anlam ifade etmedi. Ama Bayan Philips, Rosings'in
neresi ve sahibinin kim olduğunu anladıktan, Leydi
Catherine'in salonlarından birinin tarifini dinledikten ve
yalnızca bir şöminenin sekiz yüz sterline mal olduğunu
öğrendikten sonra bu iltifatın büyüklüğünü kavradı. Bundan
böyle kendi salonunun Rosings'deki kâhya kadının odası ile
bile kıyaslansa gücüne gitmeyecekti. Bay Collins, Leydi
Catherine'in köşkünün görkemini Bayan Philips'e anlatırken,
arada bir de konudan biraz uzaklaşarak kendi fakirhanesini
övüp, şu günlerde evinde yapılan yeniliklerden bahsederek,
baylar salona girinceye kadar hoş vakit geçirdi. Bayan Philips
söylediklerini büyük bir ilgiyle dinliyordu. Duyduğu şeyler
onun gözünde Bay Collins'in önemini gitgide artırmıştı ve
öğrendiklerini en kısa zamanda bütün komşularına ayrıntılı
olarak anlatmaya can atıyordu.
Kuzenlerini dinlemeye dayanamayan ve çalgı olmadığı
için sızlanarak şöminenin üstündeki porselen heykellerin
pozlarını taklit etmekten başka yapacak bir iş bulamayan genç
kızlara bu bekleme süresi çok uzun geldi. Ama sonunda
bekleyiş sona erdi; baylar göründüler. Bay Wickham odaya
girdiğinde Elizabeth bu genci ilk gördüğü andan beri onu
düşünmekte hiç de haksız olmadığını hissetti. Hemen hepsi de
çok ağırbaşlı ve kibar olan ... Alayının subaylarının en
seçmeleri buradaydı; ama bu subaylar, nefesi şarap kokarak
arkalarından odaya giren ablak yüzlü, şişman Philips
eniştelerinden ne kadar üstünseler, Bay Wickham da kişiliği,
yüzü, tavırları ve yürüyüşüyle bu subayların hepsini o kadar
geride bırakıyordu. Salonun en şanslı adamı bütün kızların
gözlerini üzerine çeken Bay Wickham'dı. Salonun en şanslı
kızı da Bay Wickham'ın yanına oturmayı tercih ettiği
Elizabeth oldu. Hemen onunla konuşmaya başladı; her ne
kadar sadece gecenin rutubetli olduğundan ve yağmurlu bir
mevsim olasılığından söz etse de bu konuşma Elizabeth'de en
bayağı, en sıkıcı ve en gereksiz bir konunun bile güzel
konuşan bir kişinin ağzında ilgi çekici olabildiği kanısını
uyandırdı. Bay Wickham ve diğer subaylar gibi kızların
dikkatini çeken rakipler karşısında Bay Collins unutulmuş
gibiydi ve genç kızlar için bir hiç olduğu şüphesizdi; fakat
arada sırada onun sözlerini büyük bir nezaketle dinleyen
Bayan Philips'in ikramları sayesinde en çok kahve içen ve en
çok çörek yiyen de o oldu. Oyun masaları kurulduğunda
Collins de oyuna katılarak onun ikramlarına karşılık verme
fırsatını buldu.
"Bu oyunu çok az biliyorum," dedi, "ama biraz
ilerletirsem çok sevineceğim. Çünkü benim durumumda..."
Bayan Philips misafirinin iltifatından pek memnun olmasına
rağmen ileri süreceği nedenleri dinleyecek vakti yoktu.
Bay Wickham iskambil oynamıyordu. Böylece Lydia ile
Elizabeth sevinçle onu aralarına aldılar. Israrla konuşma huyu
olduğundan, başlangıçta Lydia'nın onu tamamıyla kendi tekeli
altına alma tehlikesi baş göstermişti; ama piyango oyununa da
aynı derecede düşkün olduğu için kısa zamanda kendini
oyuna kaptırdı. Heyecanla bahis tutmaktan, ödüller çıktıkça
bağırmaktan, kimseye özel ilgi gösterecek hali kalmamıştı.
Bu nedenle Wickham sırası gelinceye kadar Elizabeth ile
konuşmaya zaman buluyordu. Elizabeth, Wickham'ın, asıl
öğrenmek istediği şeyden, Darcy ile olan ilişkisinden söz
edeceğini hiç ummasa da onu dinlemeye hazırdı. Kendisi
Darcy'nin adını bile anmaya cesaret edemiyordu. Ama hiç
beklemediği bir anda merakı gideriliverdi. Bay Wickham
konuya kendisi değindi. Netherfield'in Meryton'dan ne kadar
uzakta olduğunu sordu ve genç kızın cevabının ardından
çekingen bir tavırla Bay Darcy'nin ne kadar zamandan beri
orada bulunduğunu sordu. Elizabeth, "Bir ay kadar," diye
cevap verdi ve sonra sözün kapanmasını istemediği için,
"Anladığıma göre Bay Darcy, Derbyshire'da büyük bir mülk
sahibiymiş," diye ekledi. "Evet," diye karşılık verdi Wickham,
"orada gerçekten baş döndürücü bir malikânesi var. Yılda net
on bin sterlin geliri vardır. Bu adam hakkında size bazı
konularda benden daha iyi bilgi verebilecek birini
bulamazsınız. Çünkü çocukluğumdan beri onun ailesiyle
yakın bir ilişkim vardır."
Elizabeth şaşırıp kaldı.
Wickham sözlerine devam etti: "Dünkü karşılaşmamızda
birbirimize ne kadar soğuk davrandığımıza tanık olduktan
sonra bu sözlerime şaşmakta haklısınız Bayan Elizabeth. Bay
Darcy ile uzun bir süredir mi tanışıyorsunuz?"
Elizabeth sıcak bir tavırla cevap verdi: "Tanıdığımdan
daha fazla tanımak istemem. Onunla aynı evde dört gün
geçirdim ve son derece sevimsiz buldum." "Darcy'nin sevimli
mi, sevimsiz mi olduğu konusunda fikir söylemek bana
düşmez. Onu çok uzun zamandır tanıdığım için hakkında
tarafsız bir hüküm veremem. Benim için tarafsız olmak
mümkün değil; ama bu fikrinizin duyanları şaşırtacağını
sanıyorum. Belki de başka yerlerde bu fikrinizi bu kadar açığa
vurmazsınız. Ne de olsa burada kendi ailenizin arasındasmız."
"İnanın, burada söylediklerimi, Netherfield'den başka her
evde,
hiç
eksiksiz
tekrarlayabilirim.
Bay
Darcy,
Hertfordshire'da hiç sevilmiyor. Gururu herkesi iğrendiriyor.
Buralarda onun hakkında kimsenin benden daha olumlu söz
ettiğini duyamazsınız."
Bir ara çevredekiler konuşmalarını kesti. Ama bu kısa
sürdü, Wickham tekrar söze başladı: "Ne ona ne de başka bir
kimseye," dedi Wickham kısa bir aradan sonra, "genellikle
hak ettiğinden fazla değer verilmediğini gördüğüm zaman
üzülürüm dersem yalan olur, ama Darcy söz konusu
olduğunda her zaman böyle olmuyor. İsterseniz zenginliği ve
önemli konumu gözleri boyamış,' isterseniz ağır ve otoriter
tavırları dünyayı korkutmuş deyin, fakat gerçek olan bir şey
varsa o da herkesin Darcy'yi, onun istediği gibi gördüğüdür."
"Çok az tanımama rağmen ona huysuz bir adam diyebilirim."
Wickham başını salladı. Tekrar konuşmaya fırsat bulunca,
"Acaba burada daha kalacak mı?" dedi.
"Hiç bilmiyorum. Netherfield'da kaldığım sürece
gideceğine dair bir şey duymadım. Umarım, onun burada
bulunması ... Alayı ile ilgili düşüncelerinizi etkilemeyecektir."
"Hayır, asla! Bay Darcy'den kaçacak olan ben değilim. Eğer
beni görmekten sıkılırsa o gitsin. Aramız iyi değildir ve
kendisi ile karşılaşmak bana her zaman üzüntü verir. Ondan
Çekinmem için bir neden yok, ancak uğradığım büyük
haksızlığı ve Darcy'nin böyle olmasından duyduğum derin
üzüntüyü herkese yaymakta bir sakınca yok. Rahmetli babası
Doktor Darcy insanlann en iyisi ve benim de gerçek
dostumdu. Darcy'yi her görüşümde babasına ait binbir ince
anı da ruhumda canlanarak bana keder verir. Darcy bana karşı
çok rezilce davranmıştır; ama gene her şeyini, her yaptığını
bağışlamaya hazırım. Ancak babasının umutlarını boşa
çıkarmış ve onun anısına leke sürmüş olmasını dünyada
bağışlamıyorum."
Elizabeth konunun gittikçe daha ilgi çekici bir hal aldığını
görüyor, can kulağı ile dinliyor, ama konunun hassaslığı soru
sormasına engel oluyordu.
Bay Wickham daha genel konulardan, Meryton'dan,
Meryton'un civarından, aile çevresinden söz etti. Şimdiye
kadar gördüklerinden hoşnut olduğu anlaşılıyordu. Özellikle
Meryton'un aile çevresinden büyük bir övgüyle söz etti:
"Bu alaya girmeye beni heveslendiren başlıca neden
hareketli ve iyi bir çevre edinme isteğim oldu. Alayın çok
sayıldığını ve sevildiğini biliyordum. Dostum Denny de
şimdiki karargâhlarını ve Meryton'lulann onlara gösterdiği
konukseverliği anlatarak büsbütün aklımı çeldi. Ne yalan
söyleyeyim, ben hareketli bir yaşantı olmayan yerde
yapamam. Hayatta büyük silleler yemiş bir adam olduğum
için yalnızlığa tahammülüm yok. Hiç durmadan bir şeyle
uğraşmalı ve bir toplulukta bulunmalıyım. Gerçi askerliğe hiç
niyetlenmemiştim; ama koşullar öyle gerektirdi. Ben asıl
kiliseye girecektim. Papaz olmak üzere eğitim gördüm. Az
önce sözünü ettiğimiz beyefendinin canlan isteseydi şimdi
çok gözde bir kiliseye yerleşmiş bulunacaktım."
"Yapmayın!"
"Evet, Darcy'nin babası bana kendi yönetimi atındaki köy
kiliselerinden en iyisini söz vermişti. Kendisi hem vaftiz
babamdı, hem de beni çok severdi. İyiliklerini hiç unutamam.
Bana büyük bir gelir sağlamayı istemiş, bunu yaptığını
sanmıştı. Üstelik bu konuda vasiyeti de vardı. Ama
beklediğim kilise boşalınca oğlu oraya başkasını getirdi."
Elizabeth hayretle bağırdı: "Aman Tanrım! Bu nasıl olur?
Baba vasiyeti nasıl hiçe sayılabilir? Niye hakkınızı yasal
yollardan aramadınız?"
"Vasiyetnamenin hükümlerinde yasalara baş vurmamı
engelleyen yasal olmayan bir madde vardı. Şerefli bir insan
babasının isteğini kuşkuyla karşılamazdı: Gelgeldim bu
vasiyeti kuşkuyla karşılamak Bay Darcy'nin daha işine geldi.
Bunun vasiyet değil bir öğüt olduğunu söyledi. Benim de çok
para harcamakla, ölçüsüz davranışımla hakkımı yitirdiğimi
ileri sürdü. İki yıl önce, tam bu konumu dolduracak yaşa
geldiğim zaman papazlık bir başkasına verildi. Bunu
kaybetmeyi hak edecek herhangi bir şey de yapmadım. Biraz
çabuk parlayan, pervasız bir yapım var. Belki de Darcy
hakkındaki düşüncelerimi, ona, hem de yüzüne karşı pek açık
söyledim.
Bundan
öte
bir
kötülük
yaptığımı
hatırlayamıyorum. Ama gerçek şu ki; birbirimize hiç
benzemiyoruz ve o benden nefret ediyor."
"Çok korkunç bir şey! Bu adam, herkesin gözü önünde
ayıbının yüzüne vurulmasını hak ediyor."
"Er geç olacak bu, ama onu kepaze eden ben
olmayacağım. Babasını unutmadığım sürece, ona ne meydan
okuyabilirim, ne de ipliğini pazara çıkarabilirim." Elizabeth
bu duygularından ötürü ona çok daha saygı duydu. Bu sözleri
söylerken genç adam gözünde bir kat daha güzelleşti.
Kısa bir sessizlikten sonra sordu: "Peki, ama neden böyle
davrandı? Onu bu kadar zalim davranmaya yönelten nedir?"
"Bana karşı derin ve kökleşmiş bir nefret. Bu nefrette
kıskançlığın da bir parça rolü olduğunu düşünmekten kendimi
alamıyorum. Rahmetli babası beni biraz daha az sevseydi,
oğlu da belki bana biraz olsun tahammül edebilirdi. Fakat
babasının bana beslediği büyük sevgi, onu, sanıyorum
çocukluğunda çok incitmişti. Aramızdaki rekabeti ve her
zaman benim üstün tutulmamı sindirebilecek yapıda değildi."
"Bay Darcy'nin bu kadar kötü olabileceğini aklımdan
geçirmezdim. Gerçi ondan hiç hoşlanmamıştım, bu kadar
alçak biri olduğunu da bilmiyordum. Başkalarını genellikle
küçük gördüğünü tahmin etmiştim, ama bu kadar kötü
intikam alabileceğini, bu kadar haksızlık yapabileceğini, bu
kadar taş yürekli olabileceğini doğrusu düşünmemiştim."
Genç kız bir dakika düşündükten sonra devam etti: "Ama bir
gün Netherfield'de söz etmişti: Bir defa gücendi mi hiç
barışmadığından, hiç bağışlamayan bir yapısı olduğundan
övünüyordu; çok huysuz ve ters bir adam olmalı. Bu konuda
tarafsız olacağıma güvenemiyorum. Ona hak veren bir
davranış içinde olmayacakmışım gibime geliyor."
Elizabeth tekrar derin düşüncelere daldı. Bir süre
geçtikten sonra adeta bağırarak, "Babasının vaftiz babalık
yaptığı bir kişiye, bir dosta, babasının gözbebeği bir insana
böyle davranmak!" dedi.
İçinden, "Hem de yüzünden iyilik akan sizin gibi bir genç
adama!" demek geldi, ama yalnız şunları söylemekle yetindi:
"Hem de belki çocukluğundan beri kendisine arkadaşlık
etmiş, anlattığınıza göre, kendisine en sıkı bağlarla bağlı olan
birine!" "Biz aynı yerde, aynı bahçenin içinde doğduk,
çocukluğumuzun büyük bir kısmı bir arada geçti. Aynı evde,
aynı oyunları oynayarak, aynı ebeveyn şefkatini paylaşarak
büyüdük. Babam, enişteniz Philips'in katılarak şeref verdiği
meslekle hayata atıldı, ama rahmetli Bay Darcy'ye yararlı
olabilmek için her şeyi bırakarak bütün zamanını Pemberley
mülküne bakmaya harcadı. Bay Darcy babama karşı büyük
bir saygı besliyordu. Birbirlerinden hiçbir gizli saklısı
olmayan iki yakın dosttular. Bay Darcy babama, bütün işlere
fiilen baktığı için çok şey borçlu olduğunu tekrar belirtmişti
ve babamın ölümünden kısa bir süre önce, Bay Darcy'nin
benim geleceğimi sağlama bağlayacağına dair kendi isteği ile
söz vermesi, eminim, bana karşı beslediği sevgiden
çok, babama karşı duyduğu gönül borcunun etkisiyle
olmuştur." "Ne tuhaf şey!" dedi Elizabeth. "Ne ayıp bir şey!
Darcy'nin hiç olmazsa gururu yüzünden size karşı daha adil
davranması gerekirdi gibime geliyor. Hiçbir iyi yanı olmasa
bile onu namussuzluk edemeyecek kadar gururlu sanıyordum.
Evet, bu davranışına namussuzluktan başka bir ad
bulamıyorum."
Wickham, "Çok güzel bir sıfat," cevabını verdi. "Hemen
hemen bütün yaptıklarının altından gurur çıkar. Gurur onun
en iyi dostu olmuştur. Onu erdeme her şeyden fazla
yaklaştıran duygu budur. Ama hepimizin yaradılışında
çelişkili yönler vardır. Darcy de benimle olan ilişkilerinde,
gururundan daha güçlü olan, içgüdülerinin etkisine kapılmış
olsa gerek." "Bu kadar iğrenç bir gururun acaba ona yararı
olmuş mudur?" "Kuşkusuz. Çok defa gururu, onu eli açık ve
cömert
davranmaya,
parasını
özgürce
harcamaya,
konukseverlik göstermeye, kiracılarına ve yoksullara yardım
etmeye yöneltmiştir. Bunları yapmasında aile ve evlatlık
gururunun payı da vardır çünkü babasının oğlu olmaktan çok
gurur duyar. Ailesinin şerefini alçaltmış görünmemek, genel
ölçülerden ayrılmamak, Pemberley Köşkü'nün nüfuzunun
kaybolmaması düşüncesi hareketlerinde her zaman etkisini
göstermektedir. Darcy'de ağabeylik gururu da vardır ki, buna
biraz da kardeşlik sevgisi karıştığı için kız kardeşinin çok iyi,
çok titiz bir koruyucusudur. Kız kardeşinin üstüne ağabeylerin
en iyisinden bile daha fazla titreyen bir ağabey olarak tanınır."
"Bayan Darcy nasıl bir kız?"
Bay Wickham başını salladı: "Ona sevimli bir kız
diyebilmeyi çok isterdim. Darcy'lerden herhangi birini
yermek bana acı veriyor. Ama ne yazık ki gururlu, tıpkı
ağabeyine çekmiş. O da onun gibi pek gururlu. Çocukken
sevgi doluydu ve hoştu, bana da çok düşkündü. Onunla
saatlerce oynardım. Ama şimdi benim için varlığı ile yokluğu
bir. On beş on altı yaşlarında, güzel ve anladığıma göre çok
yetenekli bir kız. Babası öldüğünden beri Londra'da oturuyor,
bir leydi de onun eğitimiyle ilgileniyor."
Arada susmayı ve başka konulardan söz açmayı denediler;
ama sonunda Elizabeth kendini tutamayarak sözü gene o
konuya getirdi: "Bay Bingley ile yakınlığına şaşıyorum! İyi
niyet timsali diye gösterilebilecek, gerçekten cana yakın bir
adam olduğuna inandığım Bay Bingley ile böyle bir adam
arasında nasıl bir dostluk olabilir? Birbirleriyle nasıl
uyuşurlar? Bay Bingley'yi tanır mısınız?"
"Hiç tanımıyorum."
"Bingley uysal, sokulgan, şeker gibi bir adam. Herhalde
Bay Darcy'nin içyüzünü tanımıyor!" "Olabilir. Ama Bay
Darcy istediği zaman karşısındakinin gönlünü kazanmasını
bilir. Becerikli olmaya ihtiyacı yoktur. Etrafındakileri
beğenirse konuşkan bir arkadaş olabilir. Kendi düzeyindekiler
ve aynı derecede mevki sahibi olanlar arasında, daha az
zenginler arasında olduğundan çok farklı bir adamdır. Gururu
onu hiç bırakmaz; ama yüksek tabakadakilerle beraberken
hoşgörülü,
adil,
samimi,
anlayışlı,
dürüst,
hatta
karşısındakinin zenginliği ve parası oranında hoştur."
İskambil partisi çok geçmeden dağıldığı için oyuncular
öbür masanın çevresine toplandılar ve Bay Collins kuzeni
Elizabeth ile Bayan Phüips'in arasına yerleşti. Ev sahibi,
misafirinin oyunda şansının nasıl gittiğini sordu. Collins'in
pek de şanslı olmadığı anlaşılıyordu; her oyunu kaybetmişti.
Bayan Philips üzüldüğünü söyleyince Collins bunun hiç de
önemi olmadığını, kendisinin paraya hiç değer vermediğini
ciddiyetle
ve
telaşla
belirterek
Bayan
Philips'ten
üzülmemesini rica etti.
"Çok iyi biliyorum ki sayın bayan, insan oyun masasına
oturduğu zaman yenilmeyi de göze almak zorundadır. Sonra,
çok şükür, beş şilini dert edecek bir durumda değilim. Aynı
şeyi söyleyemeyecek birçok kimse olduğuna şüphe yok. Fakat
Leydi Catherine de Bourgh sayesinde önemsiz konulara önem
verme zorunluluğundan çoktan kurtulmuş bulunuyorum." Bu
sözler Bay Wickham'ın dikkatini çekti ve Bay Collins'i bir
dakika süzdükten sonra alçak bir sesle Elizabeth'e
Bourgh'lerle samimiyetlerinin olup olmadığını sordu?
Elizabeth, "Leydi Catherine de Bourgh geçenlerde Bay
Collins'i şimdiki görevine atadı. Bay Collins'i ona kim önerdi
bilmiyorum, ama herhalde tanışıklıkları çok eski değil," diye
cevap verdi.
"Leydi Catherine de Bourgh ile Leydi Anne Darcy'nin
kardeş olduklarını biliyorsunuzdur herhalde. Yani Leydi
Catherine de Bourgh şimdi sözünü ettiğimiz Bay Darcy'nin
teyzesi olur." "Ya öyle mi? Bilmiyordum. Leydi Catherine'in
akrabaları hakkında hiçbir bilgim yok. Önceki güne kadar
Leydi Catherine diye birinin varlığından bile habersizdim."
"Leydi Catherine'in kızı Bayan de Bourgh büyük bir servete
konacak ve bu iki kardeş çocuklarının sonunda mülklerini
birleştirmelerine herkes kuvvetli bir olasılık gözüyle bakıyor."
Bu sözler üzerine Elizabeth'in aklına zavallı Caroline
Bingley gelince hafifçe gülümsedi. Eğer Bay Darcy bir
başkasıyla sözlü ise Caroline Bingley'nin bütün ikramları, kız
kardeşine karşı gösterdiği sevgi, genç adamı pohpohlamaları
hep boşa gidecekti. Elizabeth, Wickham'a dönerek, "Bay
Collins hem Leydi Catherine'den hem de kızından övgüyle
söz ediyor. Ama bu sayın leydi hakkında anlattıklarından
edindiğim kanıya göre, kuzenimin minnet duygulan doğru
hüküm verebilmesine engel olmakta. Bence, Bay Collins'in
koruyucusu olmakla beraber bu leydi kendini beğenmişin
biri," dedi. "Evet bence de öyle. Kendisini yıllardır
görmedim, ama ondan hiç hoşlanmadığımı, tavırlarının
diktatörce ve kaba olduğunu hatırlıyorum. Dikkati çekecek
kadar becerikli ve zeki olmakla ün kazanmıştır. Fakat bence
yeteneklerinin çoğunu biraz konumuna ve zenginliğine; biraz
da emir vermeye alışık tavırlarına; geri kalanını ise yeğeninin
kendisi ile ilgisi olan herkesin birinci sınıf bir anlayış
yeteneğine sahip olmasında ısrar eden gururuna borçludur."
Elizabeth, Bay Wickham'ın sözlerini akla yakın buldu. Kâğıt
oyunlarına akşam yemeği için son verilinceye kadar büyük bir
hoşnutlukla karşılıklı konuşmaya devam ettiler, ama oyun
bittikten sonra öbür kızlar da Bay Wickham'ın
arkadaşlığından paylarını almaya başladılar. Gerçi Bayan
Philips'in
bu
akşamki
Dostları ilə paylaş: |