Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə11/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   50

Şimdi  yavaş  yavaş  sana  bilmeyi  çok  arzuladığın  içindeki  boşluğu  dolduracak  mânaları
öğretebilirim. Ben sana hoca, sen öğrenci; ben öğrenci, sen bana hoca olacaksın, unutma…
Seni  eski  harabe  halinden  bizarlı  şahane  haline  getirmek  için  sert,  ağır,  kimi  zaman  da
imtihan edici tavırlarıma hazırsın artık. Haldeşliğimiz içinde an be an seninle bütünleşeceğiz
dedim.  Başını  sağa  doğru  eğdi,  elini  sol  göğsüne  dayadı  ve  geri  geri  yürüyerek  odamdan
çıktı.


 
 
Gençliğimde aradığımı yaşlılığımda buldum, neylersin.
Ya ben erken geldim ya sen geç kaldın vuslata, neylersin... kader!
 
Yazgısı yol üzerine yazılmış Mevlâna’ya ruhum işte ilk kez bu benzerlik ile kaynaştı. Onun
ömrü  de  hicret  üzerindeydi.  İki  yolcu,  iki  arayan  günü  gelince  birbirini  bulacaktı.  Buldum.
Buldu.  Yoldaş  olduk  böylece.  İnsanlar  bu  nedenle  ikimizin  ikinci  kez  buluşmasına  “Marece’l
Bahreyn - denizlerin kaynaşması” diyorlar. Taşmadık. Taşırmadık.
O kadar yol aldım, koku sürdüm; ama Mevlâna gibi yol yordam bileni bulamadım. Hangi
dergâha gitsem içim ekşidi. Hocaların birbirinden farkı yoktu. Benim yanımda hepsi çömez,
hepsi benim gözümde çakıl taşıydı. Elması Konya’da buldum. Ben pirim, ben üstadım diye
sözde mürşit geçinenleri önce bir güzel dinliyordum. Bitti mi sohbetin diye soruyordum. Evet
dediklerinde  şimdi  bir  soru  sorayım  diyordum.  Sorduğum  soru  karşısında  terlemeye,
oflamaya,  üflemeye  başlıyorlardı.  Yanındakiler  homurdanıyordu.  Bıraksan  beni  linç
edecekler. Baktım sabır taşacak, terk ediyordum o meclisi. Mürşit olarak sınadığım hocalar
benim  müridim  oluyorlardı.  Ben  kendime  kitle  istemiyordum,  ne  yapayım  müritleri.  Bana
mürşit gerek, diye başka diyarın yolunu tutuyordum. Hanlar hanem oldular. Gittiğim şehirde
handa kalırdım. Eğer köy veya kasaba ise bir ağaca tırmanır dallarda gecelerdim.
Geceyi  severim,  o  nedenle  ömrüm  boyunca  tek  elbisem  siyah  bir  ferace  olmuştur.  Bir
keresinde Mevlâna kendisine gelen bir sandık dolusu kumaşı önüme attı.
— Nedir bunlar?
— Hint kumaşları
— Nereden geldi?
— Sultandan hediye
— …
— Bir elbise diktirsek sana Şems.
Gülerek  dedim  ki  çaputlar  çivi  olur  batar  tenime.  Bunları  fakirlere  dağıt.  Siyah  feracem
yeter bana. Bunu yıllardır sırtımda taşıyorum.
— Niçin siyah?


— Geceyi severim. Garipler gecenin eridir. Bu er de bir gece ölecek, dedim. Sustu.
Benimle  sırdaş  olmak  isteyenleri  sınamadan  hasbıhâl  etmezdim.  Dostlarınızı  sınayın.
Dost mu post mu belli olur. Ödleklerden dost olmaz.


 
 
Önce sevgiyi anlayalım.
Her şeyin başı sevgidir diyenlerin kıblesinde neden sevgi yok?
Gel sevgiden yola koyulalım. Yolun sonunda ne var görelim Mevlâna’m
 
Mevlâna ile minderin üzerine bağdaş kurup hasbıhâle başladık. Geldiğim günden bu yana
istediğim  kıvama  yaklaşıyordu  Celalettin.  Ben  konuştuğum  zamanlarda  öyle  güzel  dinleyişi
vardı  ki,  sürekli  konuşmam,  onun  da  dinlemesi  bazen  hoşuma  gitmiyordu.  O  anlarda  soru
cevap şekline çeviriyordum muhabbetin seyrini.
—  Biliyor  musun  Mevlâna’m,  Allah,  sevgiyi  aylaklara  vermez.  Zira  sevginin,  yalnız
kendisine ait olmasını ister. Çünkü sevgi O’ndadır ve O’nunla oluşur. O hâlde Allah’a sevgi,
sapasağlam  ve  yıkılmaz  bir  sevgidir.  Bu  sevgi, Allah’ı,  kalp  ve  dille  sürekli  anmak, Allah  ile
sağlam bir dostluk kurmak, Allah’tan uzaklaştıran her meşgaleyle ilgiyi kesmek, O’nun nimet
ve  ihsanlarını  düşünmektir.  Böylece Allah,  her  kime  kendisini  cömertlik,  kerem  ve  ihsanı  ile
tanıtmışsa o kişi Allah’ı böylece bilir.
— O hâlde sevgi mi öncelikli, itaat mi?
—  Sevginin  başlangıcı  itaattir.  Fakat  itaat,  Yüce  Mevlâ’ya  duyulan  sevgiden  ayrı  bir
şeydir;  çünkü  sevgi,  itaat  ile  başlar.  Nitekim  Allah,  kendi  azametini  insanlara  tanıtır  ve
böylece onları, kendine itaate götürür. Sonra da -onlara muhtaç olmamakla birlikte- kendini
sevdirir.  Böylece  sevgiyi  kendisine  özgü  kılıp,  sevenlerinin  gönüllerine  yerleştirir.  Sonra
onların  kalplerindeki  sevginin  şiddetli  aydınlığı  yüzünden,  apaçık  nuru,  onların  sözlerine
giydirir.  İşte  Allah  onları  bu  hale  getirince,  onlardan  duyduğu  memnunluk  nedeniyle  onları
meleklerine sunar.
Allah  âlemi  sevgiyle  yarattı;  bu  yüzden  âlemi  dolduran  çokluğu  aşk  üretir.  Allah,
yaratıkları sevmeye asla son vermez; dolayısıyla onları yaratmayı asla sona erdirmez. Her
şey  aşkla  karılmış  ve  aşka  karışmıştır;  çünkü  onları  Allah’ın  sevgi  sıfatı  varlığa  getirir  ve
tüm eylem ve etkinliklerini o harekete geçirir.
“Allah güzeldir ve güzeli sever” hadisini şöyle anlayacağız. O kendisini güzelliği seven biri
olarak  tavsif  etmiştir;  dolayısıyla  O,  âlemi  sever.  O  güzeldir;  güzellik  aslî  olarak  sevilen  bir


şey olunca, bütün âlem de Allah’ı sever. Âlemin bir kısmının başka bir kısmına olan sevgisi
Allah’ın kendisine olan sevgisinin bir esintisidir.
“Allah’tan başka hiçbir âşık ve hiçbir sevgili yoktur.”
 
Dost’u aramak farz olmuştur âşıklara,
Boşanarak yüzüstü sürünen seller gibi O’nun ırmağına.
 
Kaldı ki isteyen bizzat O, bizse gölgeler gibiyiz;
Ey bütün konuşmalarımızda hep O konuşmakta.
 
Kâh çağlarız seller gibi Dost’un ırmağında,
Kâh bir su gibi hapsoluruz O’nun bardağında.
 
“Dost, Dost, nerdesin?” diyoruz Dost’la oturmuşuz da,
“Nerdesin?” diyoruz boyuna sarhoşluktan, O’nun yanında.
 
Aşk da böyledir. Hiç kimse Yaratan’ından başkasını sevmez; ama O Zeynep, Suat, Hint,
Hurşid,  ne  dünya,  para,  makam  ve  dünyada  sevilen  her  şeye  duyulan  sevgi  dolayısıyla
ondan  perdelenir.  Şairler  sözlerini  tüm  bu  varlıklar  üstüne  tüketirler;  ama  onlar  bilmezler.
Arifler,  şekillerin  perdesi  arkasında  gizli Allah  hakkında  olmayan  bir  dize,  bir  muamma,  bir
kaside, bir aşk şiiri asla işitmezler.
İnsanların  -anne,  baba,  dostlar,  gökler,  yer,  bahçeler,  saraylar,  bilgiler,  işleri  yiyecek,
içecek  gibi-  çeşitli  şeylere  karşı  duyduğu  umut,  arzu  ve  tutkularının  hepsi  Allah’a  karşı
duyulan  arzulardır  ve  bütün  bunlar  perdedir.  İnsanlar  bu  dünyadan  göçüp  Ezelî-  Ebedî
Padişahı  bu  perdeler  olmaksızın  görünce,  tüm  bunların  birer  perde  ve  örtüden  ibaret
bulunduğunu  ve  arzularının  nesnesinin  gerçekte  o  “Tek  Şey”  olduğunu  bilirler.  Onların  tüm
güçlükleri  halledilir,  kalplerindeki  tüm  sorular  ve  müşkülâtlar  cevaplandırılır  ve  her  şeyi  yüz
yüze, apaçık görürler.
Bütün aşklar gerçekte Allah için aşktır. Aşk iyidir; çünkü ilahîdir; ama âşıklar onun hakiki
nesnesini tanımayacak olurlarsa o aldatıcı bir perde olarak kalır.
 
Aşk, muhtaç olmayan Allah’ın bir sıfatıdır,
Başka bir şeye duyulan aşk mecazdır.
 
Altın kaplamadır çünkü başkalarının güzelliği;
Dışından pırıl pırıl, ama zifirî dumandır onun içi.
 


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə