Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə18/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   77

insanların yaşamak istemedikleri bir kültürün var olabileceğini 
düşünemeyiz. Yaşama itkisi her organizmada vardır ve insan 
da, bu konuda ne şekilde düşünmek isterse istesin, yaşama is-
teğinden vazgeçemez.
3
 Hayat ve ölüm arasında yapılan seçme 
gerçek olmaktan çok, görünüştedir; insanın yaptığı gerçek seç-
me, iyi bir hayatla kötü bir hayat arasında yapılan bir seçmedir. 
Bu noktada, çağımızın, yaşama sanatı kavramını niçin 
yitirmiş olduğunu sormak ilgi çekicidir. Çağdaş insan, okuma ve 
yazmanın öğrenilmesi gereken bir sanat olduğuna, mimar, 
mühendis, usta bir işçi olmanın büyük bir çalışma gerektirdiğine, 
ama yaşamanın hiçbir özel öğrenme çabasını gerektirmeyecek 
kadar basit bir iş olduğuna inanır görünmektedir. Herkes şu ya 
da bu şekilde yaşadığı içindir ki, yaşamak herkesin uzman 
olduğu bir konu olarak görülür. Şu var ki, insanın yaşama 
sanatının güçlüklerini gözden kaçırması, bu sanatta adamakıllı 
ustalaşmış olmasından ötürü değildir. Gerçek bir sevincin ve 
mutluluğun bu derece az oluşu, hiç şüphesiz böyle bir açık-
lamayı geçersiz hale getirir. Çağdaş toplum, mutluluk, bireysellik 
ve kişisel menfaat üzerinde bu kadar durduğu halde, insana ha-
yatının amacının mutluluk (ya da teolojik bir deyimle, kurtuluş) 
değil, görevini yerine getirmek ya da başarı kazanmak olduğunu 
öğretmiştir. Para, saygınlık ve güç kazanma isteği, hem insanı 
bir şeyler yapmaya götüren bir kuvvet -bir itici-güç- hem de in-
san hayatının amacı olmuştur. İnsan, yaptığı işlerin kişisel men-
faatine uygun olduğu yanılgısı ile hareket ettiği halde, gerçek 
benliğinin menfaatleri dışında her ne varsa ona hizmet etmekten 
başka bir şey yapmış değildir. Kendi hayatı ve yaşama sanatı 
dışında, her şey onun için önemlidir. Varlığı kendisi için değil, 
kendisinin dışında kalan her şey içindir. 
3
 İntihar, bu genel ilkeyi bozmayan patolojik bir olaydır. 
30 
Ahlâk, yaşama sanatını başarılı bir şekilde yürütmedeki 
kusursuzluğa ulaşmak için gerekli olan bir kurallar sistemiyse, 
böyle bir ahlâkın en genel ilkeleri genellikle hayatın, özellikle 
insan hayatının tabiî niteliğine göre ayarlanmalıdır. En genel 
terimlerle söyleyecek olursak, her türlü hayatın ayırt edici 
niteliği, kendi varlığını korumak ve kendi varlığı karşısında 
olumlu bir tavır takınmaktır. Bütün organizmalarda kendi varlık-
larını korumak için tabiî bir eğilim vardır; psikologlar bu gerçek-
ten hareket ederek bir kendini-koruma "içgüdüsü"nden söz ede-
bilmişlerdir. Bir organizmanın ilk "görevi" yaşamaktır. 
"Yaşamak" statik değil, dinamik bir kavramdır. Var olmak, 
bir organizmanın özel güçlerinin gelişmesi demektir. Bütün or-
ganizmalarda kendi güçlerini ve imkânlarını gerçekleştirmek için 
tabiî bir eğilim vardır. Bu bakımdan, insan hayatının amacı, sa-
hip olduğu güçlerin kendi tabiatının yasalarına göre gelişmesidir. 
Şu var ki, insan varlığından "genel bir kavram olarak" söz 
edilemez. İnsan, temel insanî nitelikleri kendi türünün bütün üye-
leri ile paylaşmakla birlikte, her zaman için bir bireydir, herkes-
ten farklı tek ve biricik bir varlıktır. Parmak izleri nasıl başkaları-
nınkinden farklıysa, karakteri, mizacı, yetenekleri ve eğilimlerin-
den oluşan özel bir karışım olarak da başka insanlardan ayrıl-
maktadır. İnsanî imkânlarını ancak kendi bireyselliğini gelişti-
rerek gerçekleştirebilir. Yaşama görevi, kendisi olma, kendi içe-
risinde imkân halinde var olan bireyi gerçekleştirme görevidir. 
Özetleyecek olursak, hümanist ahlâkta "iyi" dediğimiz şey, 
hayat karşısında olumlu bir tavır takınılması ve insanın güçle-
rinin gelişmesidir. Erdem, insanın kendi varlığına karşı göster-
diği sorumluluktur. "Kötü" dediğimiz şey, insanın güçlerinin ze-
delenmesi ve bozulmasıdır; kötülük ise insanın kendine karşı 
sorumsuz bir tavır takınmış olmasıdır. 
13 


Bunlar objektif temellere dayanan bir hümanist ahlâkın ilk 
ilkeleridir. Burada bu ilkelerin açıklamasına giremeyeceğiz; IV. 
Bölümde hümanist ahlâkın ilkelerine yeniden döneceğiz. 
Bununla birlikte, tartışmamızın bu noktasında, uygulamalı bir 
ahlâk biliminin kuramsal temeli olarak bir "insan bilimi"nin müm-
kün olup olmadığı sorusunu ele almak zorundayız. 
3. İnsan Bilimi

İnsan bilimi kavramı, inceleme konusu olarak ele aldığı in-
sanın var olduğu ve insan türünün ayırt edici niteliği olarak bir in-
san tabiatının bulunduğu öncülüne dayanır. Bu konuda, düşün-
ce tarihinde birtakım tuhaf karşıtlıklar ve çelişmeler göze çarp-
maktadır. 
Otoriter düşünürler, sabit ve değişmez olarak gördükleri bir 
insan tabiatının var olduğunu rahatça kabul ederler. Bu varsa-
yım, onların kendi ahlâk sistemlerinin ve bu sistemlere bağlı 
olan sosyal kurumların, aynı şekilde, zorunlu ve değişmez oldu-
ğunu kanıtlamalarına yaramıştır, çünkü bu sistemler ve bu 
kurumlar böyle bir değişmez insan tabiatı üzerine kurulmuştur. 
Bununla birlikte, onların insan tabiatı olarak gördükleri şey, 
objektif bir araştırmanın sonucu olacak yerde, kendi kurallarının 
-ve menfaatlerinin- bir yansımasıdır. Bu bakımdan, antropoloji 
ve psikolojinin insan tabiatının sonsuz bir esnekliğe sahip 
olduğu fikrini pekiştirir gibi görünen bulgularının, ilerici düşü-
nürler tarafından niçin memnunlukla karşılandığını aniamak 
kolaydır. Çünkü esnekNk -ya da eğilip bükülebilme- yeteneği, in-
san tabiatının sonucu olacak yerde nedeni olarak kabul edilen 
4
 "insan bilimi" deyince, alışılagelmiş "antropoloji" kavramından daha geniş bir 
kavrama işaret etmek istiyorum. Lirıton, insan bilimini buna benzer geniş bir 
anlamda kullanmıştır. Bakınız: The Science of Man in the World Crisis (Hew 
York: Columbia University Press, 1945). 
32 
kuralların ve kurumların da değiştirilip istenilen şekle sokulabi-
leceği anlamına geliyordu. Şu var ki, tarihî ve kültürel şartların 
sonucu olarak ortaya çıkan bazı kalıpların (pattem), sonsuza 
dek aynı kalacak, değişmez bir insan tabiatının ifadesi olduğunu 
öne süren yanlış bir varsayıma karşı koyarlarken, insan tabia-
tının sonsuz bir esnekliğe sahip olduğu kuramına bağlı kalanlar 
da, aynı şekilde, savunulması imkânsız bir duruma düşmüşler-
dir. İlk olarak, insan tabiatının alabildiğine değişebileceğini düşü-
nenler de, tıpkı sabit ve değişmez bir insan tabiatının var 
olduğunu öne sürenler gibi, yeterince inandırıcı olmayan birta-
kım sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Eğer insan-
da sonsuz bir değişme ve istenilen biçime girme yeteneği 
olsaydı, o zaman gerçekten de, insanın rahatı ve mutluluğu için 
elverişli olmayan kuralların ve sosyal kurumların (insan tabiatın-
dan kaynaklanan güçlerin harekete geçmesine ve bu kalıpların 
değiştirilmesine engel olmasına fırsat vermeden) insanı kendi 
kalıplarına uygun gelecek şekilde biçimlendirme şansları olabilir-
di. Bu durumda, insan -tarih boyunca kanıtlanmış olduğu libi-
tabiatı gereğince kendisi için elverişli olmayan sosyal ve kültürel 
kalıpların güçlü baskısına şiddetle karşı koyacak yerde, sosyal 
düzenlemelerin oyuncağı olan bir kukladan başka bir şey ol-
mazdı. Gerçekten de, eğer insan kültürel kalıpların bir yansıma-
sından başka bir şey olmasaydı, hiçbir sosyal düzeni insanın ra-
hatı ve mutluluğu açısından eleştirmek ya
 da
 yargılamak müm-
kün olamazdı, çünkü bu durumda "insan" kavramı diye bir şey 
söz konusu olamazdı. 
insan tabiatının istenilen şekle sokulabileceği görüşünün 
poiitik ve ahlâkî sonuçları kadar, kuramsal sonuçlan da 
önemlidir. (Temel fizyolojik ihtiyaçlarla belirlenmiş olan bir insan 
tabiatının dışında) insan tabiatı diye bir şey olmadığını kabul 
edecek olursak, mümkün olan tek psikoloji, sonsuz sayıda 
davranış kalıplarını ayrıntılı bir biçimde anlatmakla yetinen ya da 
1



Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə