laştırmıştır. Hümanist ahlâk, mutluluğu ve sevinci en başta gelen
erdemler olarak koyabilir; ama bunu yapmakla insanın en kolay
değil, en güç görevini yerine getirmesini, yaratıcılığını tam olarak
geliştirmesini ister.
C. Araçlar ve Amaçlar Problemi
Araçlardan duyulan zevke karşı amaçlardan duyulan zevk
problemi, hiç durmadan araçlarla uğraşmak yüzünden amaç-
ların çoğu zaman unutulduğu çağdaş toplum için özel bir anlam
taşımaktadır.
Amaçlar ve araçlar problemi Spencer tarafından çok açık
bir şekilde belirtilmiştir. Belli bir amaca yönelmiş olan zevkin, bu
amaca götüren araçları da ister istemez zevkli kılacağını öne
sürmüştür. Spencer, insanlığın sosyal duruma tam olarak ayak
uydurduğu bir düzeye ulaşıldığında "yalnızca gelecekte özel ya
da genel bir mutluluğa götürmekle kalmayıp, o an için de insana
zevk veren hareketlerin tam anlamıyla doğru olacağını; yalnızca
gelecekte acı vermekle kalmayıp, o an için de insana acı veren
hareketlerin ise yanlış olacağını"
59
kabul etmektedir.
Spencer'in varsayımı ilk bakışta akla uygunmuş gibi gel-
mektedir. Sözgelişi, bir insan zevkli bir gezi yapmayı düşündüğü
zamarı, bu gezi için yapılan hazırlıklar da insana zevk verecek-
tir; ama bunun her zaman doğru olmadığı ve istenilen bir amaca
ulaşmak için yapılan birçok hazırlığın hiç de insana zevk ver-
mediği açıktır. Hasta bir insan, sağlığına kavuşmak amacıyla acı
veren bir tedaviye katlanmak zorunda kaldığı zaman, tedaviyi
zevkli bulmaz; doğum sancıları da zevk vermez insana. İste-
diğimiz amaca ulaşabilmek için hoşumuza gitmeyen birçok şey
yaparız, çünkü aklımız bize bunları yapmak zorunda oldu-
59
Principles of Ethics, Cilt I, s. 49.
222
ğumuzu söyler. Olsa olsa şu söylenebilir: Sonuçta ulaşacağımız
zevki beklerken, hoşumuza gitmeyen şeyler az çok etkisini
yitirebilecektir; hattâ amacımızın sağlayacağı zevkin beklentisi,
araçların verdiği sıkıntıdan daha ağır basabilecektir.
Şu var ki, amaçlar ve araçlar probleminin önemi bununla
sınırlı kalmaz. Problemin daha önemli görünüşleri, ancak bilinç
dışı itkiler gözönünde tutularak anlaşılabilir.
Araçlarla amaçlar arasındaki ilişki konusunda Spencer'in
vermiş olduğu bir örnekten yararlanabiliriz. Zaman zaman
hesaplarını denetleyen bir iş adamının sonuçların kuruşu kuru-
şuna denk gelmesinden duyduğu zevki anlatmaktadır bize.
Spencer şöyle diyor: "Gerçekte para kazanma işinden bu kadar
uzak olan, hayatın zevklerinden daha da uzak olan bu karmaşık
işi niçin yaptığını ona soracak olursanız, kuruşu kuruşuna hesap
tutmanın para kazanma amacının bir şartı olduğunu ve kendi
başına bir amaç -hemen yerine getirilmesi gereken bir görev-
halini aldığını, servet sahibi olma ve kendisinin, karısının,
çocuklarının geçimini sağlama görevini yerine getirmek demek
olduğunu söyleyecektir size."
60
Spencer'e göre, hesap tutma gibi
bir aracın verdiği zevk, amacın verdiği zevkten ileri gelmektedir:
Hayattan tat almak ya da "görev"ini yerine getirmek... Spencer,
iki problemi gözden kaçırmıştır. Bunlardan en belirgin olanı,
bilinçli olarak göz önünde tutulan amacın, bilinçdışı olarak
algılanan amaçtan farklı olabileceğidir. Bir insan, amacının (ya
da kendisini harekete geçiren itkinin) hayattan tat almak ya da
ailesine karşı görevini yerine getirmek olduğunu düşünebilir,
oysa bilinçdışı ama gerçek amacı paranın ona sağlamış olduğu
güç ya da para biriktirmekten duyduğu zevk olabilir.
60
Aynı eser, s. 161.
107
ikinci ve daha önemli bir problem, araçlarla ilgili zevkin,
zorunlu olarak, amaçla ilgili zevkten ileri geldiği varsayımından
çıkmaktadır. Spencer'in öne sürmüş olduğu gibi, hiç şüphesiz,
amaçtan duyulan zevkin, yani paranın gelecekteki kullanımının
bu amaca götüren aracı (yani hesap tutmayı) da zevkli bir hale
getirmesi mümkünse de, hesap tutma zevki büsbütün farklı bir
kaynaktan gelmiş olabilir ve amaçla ilişkisi sanıldığı gibi gerçek
olmayabilir. Hesap tutma işleminden son derece hoşlanan ve
hesapları kuruşu kuruşuna denk geldiği zaman büyük bir zevk
duyan saplantılı bir iş adamı bunu kanıtlayacak bir örnek
olabilir.
Bu
adamın duyduğu
zevki inceleyecek olursak, onun endişe
ve
şüphelerle
dolu bir
kimse
olduğunu
göreceğiz; hesap tutmaktan
hoşlanmaktadır,
çünkü bu sayede karar vermek ya da tehlikeye
atılmak zorunda kalmaksızın "etkinlik" gösterebilmektedir. He-
sapları denk gelince sevinmektedir, çünkü rakamların doğru
çıkması, kendisi ve hayat hakkında duyduğu şüphelere karşı
simgesel
bir
cevaptır. Yalnız başına kağıt oynamak ya da bir
evin
pencerelerini
saymak herhangi bir kimse için nasıl belli bir
fonksiyon
görüyorsa,
hesap tutmak da onun için aynı fonksiyonu
görmektedir. Araçlar,
amaçtan bağımsız bir hale gelmişlerdir;
amacın
rolünü gasp
etmişlerdir; var olduğu sanılan amaç bîr
hayalden başka bir şey değildir.
Spencer'in vermiş olduğu örnekte olduğu gibi, bağımsız bir
duruma gelen ve amacın sağladığı zevkten ötürü değil de,
amaçtan tam olarak kopmuş etkenlerden ötürü zevk veren bir
aracın en belirgin örneği, Reformdan sonraki yüzyıllarda özellik-
le Calvin'ciliğin etkisiyle, iş'in kazanmış olduğu anlamdır.
Tartışmakta olduğumuz problem, çağdaş toplumun en de-
rin yaralarından birine dokunmaktadır. Çağdaş hayatın en belir-
gin psikolojik özelliklerinden biri,belli amaçlara götüren araç-
lardan başka bir şey olmayan etkinliklerin gitgide kendi başına
224
bir amaç haline gelmeleri; kendi başına amaç olan şeylerin ise
gerçek olmayan, silik bir anlam kazanmalarıdır. İnsanlar para
kazanmak için çalışırlar; ve hoşlarına giden şeyleri yapmak için
para kazanırlar. Çalışma araçtır, hoşa giden şeyler ise amaçtır.
Oysa gerçekte olup bitenler nedir? İnsanlar daha fazla para
kazanmak için çalışıyorlar ve bu parayı yine daha fazla para
kazanmak için kullanıyorlar; amaç -yani hayattan tat almak- ise,
gözden kaçırılıyor. İnsanlar telâş içerisindeler ve daha fazla
zamanları olsun diye yeni yeni buluşlar koyuyorlar ortaya. Sonra
da kazandıkları zamanı yine yeni zaman kazanmak için koşuş-
makla geçiriyorlar ve sonunda o derece tükeniyorlar ki, kazan-
mış oldukları zamanı kullanamaz hale geliyorlar. Bir araçlar ağı-
na düşmüş bulunuyoruz ve amaçlarımızı gözden kaçırmışız.
Müzik ve edebiyat alanındaki en iyi eserleri herkesin ayağına
götürebilen radyolarımız olduğu halde, dinlediklerimiz genellikle,
ucuz resimli dergilerin düzeyini aşamayan saçma sapan şeyler,
ya da zekâyı ve incelmiş bir zevki rencide edecek reklamlar...
İnsanın şimdiye kadar hiçbir zaman sahip olmadığı olağanüstü
araçlarımız ve gereçlerimiz var, ama şöyle bir durup da bunların
neye yaradığını sormuyoruz.
61
Amaçlar üzerinde gerektiğinden çok durmak, araçlarla
amaçlar arasındaki uyumlu dengeyi çeşitli şekillerde bozmuştur:
Bunlardan biri, araçların rolüne yeterince önem vermeden bütün
ağırlığı amaçlara vermektir. Bunun sonucu olarak amaçlar so-
yut, gerçek-dışı bir anlam kazanmış ve boş hayallerden öteye
gidememiştir. Dewey, böyle bir tehlike üzerinde uzun uzun dur-
muştur. Amaçların araçlardan ayrılması ters bir etkide bulu-
nabilir: İdeolojik bakımdan amaç gözden kaçırılmamış olsa bile,
bütün ağırlığı bu amaca götürebilecek araçlar olarak rol oyna-
yan etkinliklere kaydırmak için amacın kullanılması bir perdele-
c
'
A. de Saint-Exupery, Küçük Prens adlı
eserinde bu noktayı çok güzel bir
şekilde dile getirmiştir. (New York: Reynal and
Hitchcock,
1943).
ı
1
2
7
Dostları ilə paylaş: |