Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
15
bir söz vardır. Bizanslıların; “kardinal şapkası görmektense Osmanlı sarığı
görmeyi tercih ederim” dediklerini anlatırız biz gençlere. Peki Osmanlı sa-
rığının ne mânaya geldiğini Bizanslı nereden biliyor? Hoca Ahmet Yesevî’nin
ruhumuza üflediği mânanın neticesinde meydana gelen duyguların tezahürü
olan halimizden biliyor. Idaremizi tanımıyor ama tanıdıklarının halinden bi-
zim iyi insanlar olduğumuzdan emin.
Şimdi nasıl geçmişte bize üflenen bu ruh, meydana gelen bu duygu büyük
bir cihangirlik rüyasını gerçekleştirmemize sebep olmuşsa, bugün de, ondan
ilhamla hâlimizi yeniden yorumlayarak, tekrar medeniyetimizi ihya mümkün
müdür? Önümüzdeki soru budur. Bir kere öncelikle söyleyeyim ki, medeniye-
timizin ihyası insanlık için bir zarurettir. Çünkü hakim Batı medeniyeti esas
itibarıyla sömürge anlayışına istinat etmektedir. Bu sömürge anlayışına isti-
nat eden medeniyetin insanlığı ne hale getirdiği ortadadır. Kendileri zengin
ama, kendileri dışında herkes fakir. Kendiler huzurlu ama, kendileri dışındaki
dünya kan, gözyaşı içinde. O halde tekrar insanlığa kendi medeniyetimizin
imkânlarını, kendi medeniyetimizin esaslarını tebliğ etmekle mükellefiz. Yani
medeniyetimizi tekrar ihyâ ve inşâ etmeliyiz. Işte Ahmet Yesevî’yi, bir ay son-
ra hakkında başka bir toplantı yapacağımız Yusuf Has Hacib ve daha buna
benzer; ilim-fikir hayatımızdaki birçok şahsiyet bizim medeniyetimizin ye-
niden inşâsında müracaat edeceğimiz klâsiklerimizdir. Nasıl Batı medeniyeti
kendi klâsiklerini bizim vasıtamızla öğrenmiş ve onun üzerine medeniyetini
inşa etmişse, biz de kendi klâsiklerimizi önce öğreneceğiz sonra günümüz
dilinde bunu yeniden ifade edeceğiz. Günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek
şekilde bunu geliştireceğiz ve insanlığa hizmet edeceğiz.
Oğuz Kağan diyor ki; Gök Kubbe benim otağımın tavanıdır. ‘Gök kubbe
otağımın tavanı’ demek bütün beşeriyet benim otağımın içindedir demektir.
Yani sadece Oğuzlar, sadece Türkler, sadece Müslümanlar değil gök kubbe-
nin altındaki bütün insanlık benim otağımın içindedir demektir. Demek ki
Türkler Oğuz Han’dan itibaren sadece kendi boyları, kendi soyları, kendi mil-
letleri, kendi coğrafyaları için değil bütün insanlığın saadet ve selametine ça-
lışmayı peşinen kabul etmiş demektir. Nitekim Türk Ocakları da 1912 yılında
kurulduğunda, tüzüğünde Türk milletinin medeniyeti, kültürü vesairesinin
araştırılması, iktisaden Türk milletinin yükseltilmesi falan gibi ifadelerini
kullandıktan sonra son fıkra da şöyle bir ibare var: ‘Türk Ocakları Türklü-
ğün saadet ve selametini beşeriyetin saadet ve selametinde görür’. Işte
16
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
bu ifade Türk Milliyetçiliğini, bütün dünyadaki milliyetçiliklerden ayıran bir
husustur. Ama maalesef Türkiye’de Türk milliyetçiliği üzerine yazanlar çi-
zenler, bazen milliyetçi arkadaşlarımızın bir kısmı da dahil, Türk Ocaklarının
tüzüğündeki bu temel anlayışın farkında değiller. Çünkü bu ifade konulurken
ilhamını, Oğuz Han’ın o otağımın tavanı gök kubbedir anlayışından almıştır.
Nitekim bizim cihan devletimizin bir mânada dayandığı esasları kaleme alan,
ocağımızın uzun müddet Umumi Reisliğini yapan Osman Turan’da yazdığı
“Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi” Kitabına, alt başlık olarak “Millî,
Islâmî ve Insanî esaslar” ibaresini koymuştur. Demek ki bizim düşüncemizde
millilik evet, Islamilik evet ama insanilik de bunlar kadar yer alır. Öyle bir
öncelik sırası yok. Burada hangisi öndedir diye bir şey düşünmek doğru değil.
Hepsini beraber düşünmek lazım. Ve şunu söyleyeyim ki bu hal bizim mil-
letimizin esas itibarıyla fıtratında var. Ve dikkat ederseniz bugün de Türkiye
imkânlar/imkânsızlıklar ne kadardır tartışmayacağım ama, kendini insanlığın
bütün meseleleriyle fıtraten meşgul olmak mecburiyetinde hissediyor ve ola-
bildiği kadar da oluyor.
Bu toplantıdan, bu meselenin, medeniyet meselesinin, daha ilmî, daha fik-
rî esasları ortaya çıkar mı, buradaki tebliğler bu hpususlara ne kadar temas
eder, tam emin değilim. Ama ümit ediyorum ki buradan sonra bu ihtiyaç
hissedilsin ve o ihtiyaç istikametinde gayret gösterilsin. Benim maksadım;
hepinizin içine dert salmaktır. Buradan dertli çıkın istiyorum. Özellikle genç-
lerin dirdu, mieselesi, davası olarak ayrılmasını arzu adiyorum.
Sevgili gençler; buradan dertli çıkın. Önünüzde büyük meseleler var, bü-
yük sorumluluklar var. Buna hazırlıklı çıkın, ona göre davranın. Ona göre
davranmak demek; Türk gençlerinin, Türk milletinin her bir ferdinin ilim ve
fikir adamlarının bir saniye boşa geçirecek zamanı yok demektir. Afaki konu-
şacak zamanı yok demektir. Ümit ederim ki bu toplantı böyle bir şeye vesile
olur. Esas beklediğimiz de budur.
Istanbul Üniversitesinde 2012’de Türk Ocaklarının 100. yılı münasebe-
tiyle ilk sempozyumu yaptığımızda, “Bir Fikir Hareketinin 100. Yılı” sempoz-
yumunu yaptığımızda, orada da söylemiştim. Bu toplantılardaki hedefimiz;
sizin içinize bir ateş düşürmektir. Ümit ederim ki düşer. Tabii ateş kolay da
düşmüyor. Ateş düşürelim demekle de düşmüyor. Müteaddid kereler tekrar
etmek gerekiyor. Her birimizin birbirine nakletmesi gerekiyor. Düşünmeleri
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
17
gerekiyor. O yüzden bu ateşin düşeceği ümidiyle biz bu gayreti gösteriyoruz
ve zannederim ki beklediğimiz de şudur ve o da zaman içinde gerçekleşir.
Bizim Cenab-ı Allah’ın huzuruna vazifesini yapmış insanlar olarak çık-
maktan başka da muradımız yoktur.
Gaspıralı Ismail ölümünden bir gün evvel aile efradını toplamış. Onlar ar-
tık çok üzgünler. Ama onların söylediği şey şu: 63 küsür yıl yaşadım. Yapabi-
leceğimi düşündüğüm her şeyi yaptım. Yani her şeyi yaptım her şeyi hallettim
değil. Ben yapabileceğim her şeyi yaptım ve şimdi artık Allah’ın huzuruna
çıkma zamanıdır diyor. Benim de açıkçası tek arzum ve bunu okuyunca da
gıpta ettiğim şey gerçekten Gaspıralı Ismail’in iç huzuruyla Allah’ın huzuru-
na çıkabilmektir. Bu toplantılardan bir de beklediğimiz, şahsen beklediğimiz
şey, işte bu vazifeyi yapma hususunda bir adım daha atmaktır. Ümit ederim
ki her arkadaşımız şunu düşünebilir, düşünmelidir. Ben de yapabileceğim her
şeyi yapıyor muyum?
Başka halterciler de var ama, biz Naim Süleymanoğlu’nu biliyoruz. Onun
başarılarını ezberledik. Naim Süleymanoğlu 165 kg.’yi kaldırıyordu. Herkesin
165 kg.’yi kaldırması gerekmez. Ama 30 kg.’yi kaldırabilecek kabiliyette olan
birisi 29 kg. kaldırıyorsa işini yapmamış demektir. Işte bu toplantılarda söy-
lemek istediğimiz şeylerden biri de budur.
Ben bütün katılımcılara değerli gençlerimize, hocalarımıza ve destek ve-
ren kurumlarımıza tekrar şükranlarımı sunuyorum. Hepinizi tekrar saygılar
sevgiler selamlıyorum. Sağolun…
Dostları ilə paylaş: |