15
Aristoteles’in Tanrısı acaba yaratıcı bir Tanrı mıydı? Halen bazı yanlış kullanımlara
rastlanırsa da artık Aristoteles’in Tanrı’sının, teizmde olduğu gibi yoktan(hiçten)
yaratan bir Tanrı olmadığı bilinen bir husustur. O, açık bir şekilde dünyanın yaratımı
anlayışına karşı çıkmıştır. Çünkü Aristoteles’e göre madde meydana gelmemiştir, ezeli
ve ebedidir. Onun Tanrı’sının yaratıcı vasfı yoktur. O, Antik Yunan’da olduğu gibi
ezeli olan maddeye şekil veren bir yapıcı (sani’), bir mimardır. O, kendisi gibi ezeli olan
bu malzemeye sadece bir form vermiştir. Nitekim Aristoteles’in Tanrısı aynı zamanda
bütün varlıkların gaye sebebi, bir aşk ve sevgi konusu olarak âlemi hareket ettirir
36
.
Zaten Tanrı’nın kendi kendini düşünmesi, kendi kendine bakması O’nun öncesiz
sonrasız mutluluğudur. Tanrı hiçbir şey istemez, hiçbir şey yapmaz; evren üzerinde
hareket ve edimleriyle etkide bulunmaz. Evreni kendisini özlemesiyle etkiler; bu
varlıkta bütün olup bitenler, hep maddenin Tanrıyı özleyişi yüzünden olur ve ancak bu
özleyişin konusu olması dolayısıyla Tanrı her türlü hareketin nedenidir
37
. Kısaca, Tanrı
veya ilk Muharrik her bakımdan varlıkların kendine yöneldiği üstün gaye olarak, âleme
hareketi mekanik bir tarzda değil, bir “sevgi objesi” olarak kendine cezbetmek suretiyle
veriyor
38
. O, âlemin yaratıcısı değil, sadece “ilk Muharrik”idir. Dolayısıyla yaratma
fikri ve vahye dayalı dinlerde olduğu anlamda müdahaleci bir ulûhiyet anlayışı yoktur
39
.
Yine burada son olarak şunu da ifade edelim ki, Aristoteles’in Tanrısını her ne kadar
teist anlamda yorumlayanlar olsa da O, bütün bu vasıfları itibariyle Deist anlayışa
dayanan bir Tanrı olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, Aristoteles’in tanınmış
ş
ârihlerinden Ross, Aristoteles’in Tanrısını teist anlamda yorumlayanların bulunduğunu
fakat bunların görüşlerinin günümüzde artık benimsenmediğini hatta bazı araştırmacılar
tarafından tamamen reddedildiğini belirterek, Aristoteles’te bir yaratılış, kaza-kader ve
ilâhi hikmet görüşü olmadığı için onun Tanrı’sının teistik değil, deistik bir Tanrı kabul
edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir
40
.
ş
te böyle bir Tanrı ve evren anlayışının, sınırlı, aleme müdahale etmeyen, onu yeterince
bilemeyen veya bilme ihtiyacı hissetmeyen, evrenin mekanik bir saat, Tanrı’nın da onu
yapan bir saatçi gibi düşünüldüğü, özellikle Aristoteles’den beslenen Rönesans sonrası
batı toplumunda doğan deizme büyük ölçüde kaynaklık ettiği söylenebilir. Öyle
36
Bolay, a.g.e., s. 108-1 09.
37
Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, 7. Baskı stanbul, 1994. s. 84.
38
Bolay, a.g.e., s.100.
39
Aydın, a.g.e., s.173.
40
Bolay, a.g.e., s. 112.
16
anlaşılıyor ki o dönem düşünürleri önlerinde hazır duran bu modelden çok şey almışlar
ve hem din hem de bilimi tatmin eden orta bir yol bulmaya, dini hurafelerden, toplumu
baskı ve kovuşturmalardan kurtarmaya ve böylece özgürlüklerin ve bilimin önünü
açmaya çalışmışlardır. Aslında deizmin bu yaratma fikri, teizmdeki yaratma fikrine
diğerlerinden daha yakındır. Fakat her ikisi arasında önemli farklar da vardır.
Görüldüğü üzere, birincisi yaratmayı Aristoteles’den gelen bir anlayışla var olan ilk
maddeye şekil vermek şeklinde anlar ve olmuş bitmiş bir fiil gibi düşünürken, ikincisi
yoktan yaratmayı esas alarak yaratmanın sürekliliğine inanır.
Aristoteles’in bütün felsefesi ve bilim anlayışı gibi kozmolojisi de önceleri Hıristiyanlık
ile çatışmış olmasına rağmen, daha sonra aralarındaki buzullar yavaş yavaş erimeye
başlamış ve nihayet Thomas’ta Hıristiyanlık ile Aristotelesçilik barışmış hattâ
Aristoteles felsefesi bir bakıma Hıristiyanlık dininin vazgeçilmez bir şartı haline
gelmiştir. Aslında dünyayı öncesiz ve sonrasız kabul etmesi, Yaratıcı Tanrı anlayışına
karşı çıkması gibi öğretilerinden dolayı Aristotelesçilik, hem Hıristiyanlık hem de
slâmiyet ile bağdaşmaz görünüyordu. Fakat bu öğreti zamanla hem slam hem de
Hıristiyan Batı Dünyasına girmiş ve slâm Dünyasında Felâsife ile belli bir örneği
görülmüş; özellikle Hıristiyan Batı Dünyasında da St.Thomas ile çok parlak bir
biçimde, akıl ile vahyi uzlaştırma çabasının temeline oturmuştur
41
. Bunun neticesi
olarak, temelinde Aristotelesçilik bulunan Batlamyus’un Yer Merkezli Kozmos
Doktrini de Kilisenin resmi kozmolojisi halini almıştır. Hem de öyle bir hal almıştı ki,
Thomas’ın takipçileri onun hipotez olarak kabul ettiği bu görüşü zamanla kas katı
mutlak bir doğru haline dönüştürerek Hıristiyanlıkla özdeşleştirmişlerdir
42
.
Uzun süre bilimin gelişmesini engelleyen bu durumun asıl veya tek sebebi
kanaatimizce, Aristoteles’in sisteminin kendisi değil, daha çok onun skolastik
yorumudur. Nitekim daha sonra özellikle Rönesans ile birlikte Aristoteles farklı şekilde
yorumlanacak ve Aydınlanmaya gidecek yolda zengin fikirlere kaynaklık edecektir.
Burada şunu da ifade edelim ki, Deizmin 17. ve 18. yüzyılda yıldızının parlaması
Aristoteles’in yüzyıllar önce ortaya attığı bu deist sistemin çok beğenilmesi, sorunsuz
olmasından ziyade bir arayış içinde olan Batı toplumunun, o dönemde moda olan
Aristoteles’e dönüp onun fikirleri arasında kolayca ulaşabildiği ve işine yarayacağını
41
Alexandre Koyre, Yeniçağ Biliminin Doğuşu, Çev. Kurtuluş Dinçer, Ara Yay. stanbul, 1989, s.25.
42
Durmuş Hocaoğlu, Laisizmden Milli Sekülerizme, Selçuk Yay. Ankara, 1995, s.61-62.