Selçuk İletişim, 7, 3, 2012
158
Göktürk ise (2007) Mersin iline yönelik sapta-
malarında; Mersin’in ekonomik olarak güçlü,
mekânsal açıdan büyük ölçekli, toplumsal
açıdan değişken ve birden çok kültürü bir arada
barındırdığını vurgulamaktadır. 2003, 2004 ve
2006 yıllarında yaptığı karşılaştırmalı saha
araştırmasında Mersin'de yaşayan yüzde 50-55
dolayında bir kesimin kendisini Türk, yüzde
30'luk bir kesimin Kürt ve yüzde 10'unun da
Arap olarak tanımladığını belirtmektedir. Aynı
verilere göre kent nüfusunda yüzde 32,4 ora-
nında yer alan Kürtlerin üçte ikisinin kente
yerleşmesi son 15 yıl içinde, "zorunlu göç" ile
gerçekleşmiştir (Göktürk 2007). Mersin Valili-
ğinin 1997 yılında yaptığı çalışmada ise, Mer-
sin’e göç edenlerin yüzde 45.3’ünü Doğu ve
Güneydoğu’dan gelenlerin oluşturduğu belirti-
lirken (İçel Valiliği 1997: 217) Çakır ve Sarı
(2008: 1571) tarafından yapılan ve 2008’de
sunulan araştırmaya göre, bu oran yüzde 53
olarak verilmiştir. Bu oransal farklılık da göçün
devam ettiğinin bir göstergesi olarak sunulmuş-
tur.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin sos-
yal yapı özelliklerinden biri yarı göçebe aşiret-
lerin varlığının devam etmesidir. Göçebe aşi-
retler köylere nazaran daha çok içine kapalı
topluluklar olup, göçebe aşiretlerde akrabalık
ve kan hısımlılığı önemli bir özelliktir. Göç
edenler genellikle bir arada yaşamaya gayret
göstermektedirler ve birbirleri ile sıkı temasları
vardır. Bölgede yaygın olan aşiret reisliği,
ağalık, şeyhlik, seyyidlik gibi statüler koruyucu
ama dışa açılmayı engelleyici olmuştur.
(Türkyılmaz 1998: 59) Söz konusu içe kapalı
toplum yapısı beraberinde çevre ile uyum ve
iletişim sorununu doğurmuştur. Geçmişten
günümüze göç olgusu ile gelişen ve değişen
kültürel yapılanmaya sahip Mersin ilinde bir
arada yaşadıkları halde, farklı etnik gruplar
arasında tahammülsüzlüklerin giderek artış
gösterdiği gözlenmektedir.
Göktürk (2007) Mersin ilinin farklı etnik grup-
lara sahip olmasının geçmişte ve bugünkü
durumu arasında farklılıklara dikkat çekmiştir:
“Mersin tek bir cümle ile özetlemek gere-
kirse hoşgörülü bir kent. Bu gelen göçler
hep dokuyu değiştirmiş, dönüştürmüş ve
ciddi bir hoşgörü üretmiştir. Yani göç, eko-
nomik koşulların müsaade etmesi ve sosyal
yapının da buna uygun motifler taşıması
nedeniyle sorun olarak algılanmamıştır.
Tabii bu geçmiş ile ilgili bir şey ama bu zo-
runlu göç süreci farklı bir görüntü arz etti.
Mersin'de bu güzel hoşgörünün giderek bit-
tiği ile karşılaştık. Ama bu toplum bazından
çok etnik bağlamda bir gerilimle yapılı-
yor.”
Günümüzde temelini etnik çatışmaların oluş-
turduğu pek çok olay Mersin ili’nde yaşanmaya
devam etmektedir. Bu araştırmaya konu olan,
etnik çatışmada taraflardan birisini Kürt Kö-
kenli vatandaşlar, diğerini ise Cono aşiretine
mensup vatandaşlar oluşturmaktadır. Cono
aşiretinin 1918 yılında Bulgaristan’dan Erzu-
rum’un Horasan ilçesine yerleştiği ve daha
sonra Adana’ya göç ettikleri elde edilen bilgiler
arasındadır. Ayrıca, 1992 yılında evlerinin
istimlak edilmesiyle birlikte aşiret üyeleri Mer-
sin, Tarsus ve Osmaniye’ye göç ederek yaşam-
larını sürdürmüşlerdir. Conolar Roman kökenli
olup farklı özellikleri olan bir aşiret mensubu-
dur. Kendilerine özgü Bulgarca’nın yansıra
İngilizce ve Türkçe karışımı olan farklı bir dil
konuşmaktadırlar
(http://www.turkiyegazetesi.com).
Sosyo-
kültürel değerleri bakımından çok farklılık
gösteren bu iki etnik kökene mensup vatandaş-
ların aynı mahallede oturması ve birbirlerine
anlayış göstermemesi aralarındaki çatışmanın
temel kaynağını oluşturduğu söylenebilir.
Kentleşme olgusu sonucunda hızla nüfusları
artan kentlerin en temel özelliği, artan nüfusun
ihtiyaçlarına yanıt vermemesi (Erjem 2009: 29)
veya göç eden nüfusun ne geleneksel hayat
tarzından tam kopabilmesi ne de kent hayat
tarzını tam anlamıyla yaşayabilmesidir. Eko-
nomik olanakların yetersizliği göz önünde
bulundurulduğunda farklı yerleşim alanları ve
farklı kültürel yapılar oluşmasıyla kentle bü-
tünleşme sorunları ve sosyal problemlerin
ortaya çıktığı görülmektedir. Erjem (2009: 21),
bu sosyal problemlere örnek olarak; yoksulluk,
suç, şiddet, işsizlik, yabancılaşma, sosyal çö-
zünme, gelir dağılımının bozukluğu, eşitsizlik,
konut ve barınma sorunu, eğitim ve sağlık
alanlarındaki sorunların yanı sıra etnik ve din-
sel çatışmaları da eklemiştir.
Günümüzde kentlileşme ve kentsel aidiyet
bilincinin oluşumunda kuşkusuz en önemli
Yerel Basında Etnik Çatışma Söylemi: Mersin İli Örneği (155-172)
159
örgüt yapıları ve bireyleri; o kentin siyasi yapı-
sındaki politik aktörleri, sanatçıları, bilim in-
sanları, meslek sahipleri ve yerel basın men-
suplarıdır. Bu bireyler kurumsal anlamda siyasi
partiler, üniversite, sivil toplum kuruluşları ve
medya olarak bir arada birlik ve dayanışma
içinde kentte yaşanan sosyal problemleri sürek-
li gündemine alarak tartışmalı ve çözüm yolla-
rını da kentte yaşayan geniş kitlelere iletmeli-
dirler. İşte tam da bu noktada yerel kamuoyu-
nun oluşumunda önemli bir işleve sahip olan
basın, kentin sorunlarının ve çözüm önerileri-
nin paylaşıldığı bir tartışma alanı yaratarak tüm
kent insanını bu alan içine dâhil ederek, sorun-
ları yaşayanlar ve sorunlara çözüm üretenlerin
bir arada olduğu bir demokratik katılımcı bir
ortam yaratmakla yükümlüdür. Bu bağlamda
barış gazeteciliği ilkeleri doğrultusunda haber
üretmeyi kendisine hedef olarak belirlemesi
gereken Mersin yerel basınının, farklı etnik,
kültürel ve sosyal yapıya sahip olan bireylerin
bir arada yaşadığı Mersin ilinin, bir uzlaşı or-
tamı ve geçmişte anıldığı gibi “bir hoşgörü”
kenti olarak yeniden yapılanması sürecinde
etkin bir rol oynaması gerektiği yadsınamaz bir
gerçektir.
3. BARIŞ GAZETECİLİĞİ
Profesyonel gazetecilik pratikleri içinde “nes-
nellik” ve tarafsızlık” ilkeleri önemli bir yere
sahip olan ve haberin gerçeği tam olarak yan-
sıttığını ifade eden kavramlardır. Oysa bugün
medya, günümüz oligopolistik yapı içinde,
egemen güçlerin temsilciliğine yönelik yaptığı
haberlerle, ekonomik ve siyasi erki elinde bu-
lunduranların söylemlerini destekleyen ve
yeniden inşa ederek meşrulaştıran ve tüm bun-
ları haberin “gerçeklik” ilkesine dayandırarak
yeniden kurgulamasıyla birlikte değerlendiril-
mektedir. Medyanın ticari kaygılarla hareket
eden bir basın işletmesi olması, “toplumsal
sorumluluk” gibi çok önemli bir işlevin gölge-
de kalmasına yol açmaktadır. Toplumsal so-
rumluluk, içinde; barışı, demokrasiyi, insan
haklarını, ayrımcılık yapmadan tüm insanların
eşit olduğunu, nefret ve düşmanlık duyguların-
dan uzak, barış için çaba gösteren bir habercilik
anlayışını barındırmaktadır.
Tüm bu değerleri özünde barındıran barış gaze-
teciliği, 1970’lerde ilk defa telaffuz edilmekle
birlikte, 1990’lardan sonra, özellikle medyanın
20. yüzyılın son çeyreğine damgasını vuran
savaş ve iç savaşlardaki olumsuz rolüne tanık-
lık arttıkça dillendirilmiş ve bir gazetecilik
pratiği olarak denenir hale gelmiştir. Barış
gazeteciliği esas olarak, Avrupalı ve Barış
Araştırmaları alanından gelen Johan Galtung,
Wilhelm Kempf gibi araştırmacılarla, savaş
alanında bulunmuş Jake Lynch, Anabel
McGoldrick gibi gazeteciler tarafından gelişti-
rilen modellere dayanan bir gazeteciliktir
(Alankuş 2009: 111). Jake Lynch ve Annabel
McGoldrick barış gazeteciliğine ilişkin şu
ilkelerin altını çizmektedir: Bir çatışmayı sa-
dece iki tarafın çatışması gibi göstermekten
kaçınılmalı, çatışmanın sonuçlarının ve bağlan-
tıların izleri sürülmelidir. Şiddetin yalnız görü-
nen değil, aynı zamanda görünmeyen etkileri
hakkında da haber yapma yolları aranmalıdır.
Sürekli olarak tarafların farklılıklarını değil,
ortak zeminde buluşma olasılıklarını gösteren
haberler yapılmalıdır. Yalnızca şiddeti haber-
leştirip "korkunç olanı" tarif etmekten kaçın-
malı, şiddetin açıklaması olarak insanların
gündelik yaşamlarında nasıl engellenmiş, hüs-
rana uğramış ve yoksun bırakılmış olduğu
gösterilmelidir (Korkut 2007).
Jake Lynch; barış gazeteciliğini, çatışmaların
tüm taraflarını ve tüm sorunları tartışma masa-
sına getiren ve sadece dolayımcı değil, aynı
zamanda aktif katılımcı olan bir gazetecilik
anlayışı olarak tanımlamaktadır (İrvan 2006).
İrvan, bu tanımlamadan yola çıkarak, gelenek-
sel gazetecilik değerlerinin en önemlilerinden
birisi olarak kabul edilen “tarafsızlık” ilkesinin
tam aksine barış gazeteciliğinin “evrensel gaze-
tecilik etiği ilkeleri” uyarınca taraf olması ge-
reken, tarafsızlığı reddeden bir gazetecilik
anlayışı olduğuna yönelik gazetecilik ilkelerin-
den iki örnek vererek konuya vurgu yapmakta-
dır.
Bu örneklerin ilki; Türkiye Gazeteciler Cemi-
yeti’nin hazırladığı 1997 tarihli “Türkiye Ga-
zetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin
gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri bölümü-
nün üçüncü maddesidir (1) Diğeri ise,
UNESCO’nun 1983 yılında Paris toplantısında
kabul edilen “Profesyonel Gazetecilik Etiği
Uluslararası İlkeleri” adını taşıyan belgenin
gazetecinin evrensel değerler yanında taraf
olması gerektiğini belirten evrensel değerlere
ve kültürel çeşitliliğe saygı başlıklı 8. ve 9.
Dostları ilə paylaş: |