NIETZSCHE’NİN TANRI ÖLDÜ SÖZÜ
nedir. Özne bunu bilsin bilmesin, onun çözümlemesi her du
rumda öznelik metafiziğinde temellenir.
“Büyük öğle" en parlak parlaklığın çağıdır, açıkçası, koşul
suz olarak her bakımdan, varolanının Varlığı olarak, güç iste
mini bile bile istemekten oluşan bilme olarak kendini bilen bi
lincin çağıdır. Bu bilinç böyle bir isteme olarak dünyanın nes
nelleştirilmesinin her zorunlu evresinde, kendine asice direne
rek, boyun eğdirerek varolanın sabit servetini, olanaklı en
yüksek birömeklik, eşitlik isteği için güvenli kılar. Gelgelelim
insan bu istemeyi isterken, böyle bir istemenin koşullarını,
gereklerini birlikte-istemenin zorunluluğu ile karşılaşır. Bu her
şeye değerlere uygun olarak değer vermek, değerlere uygun
olarak değer yüklemek demektir. Değer bu biçimde bütün va
rolanı Varlığında belirler. Bu bizi bir sorunun önüne getirir:
Güç isteminin koşulsuz egemenliğinin açıkça aydınlanmaya
başladığı, bu açıklığın da açıklığın kamusal niteliğinin de bizzat
bu istemenin işlevine dönüştüğü çağda, şimdi ne vardır? Ne
var? Olgularla olaylar üzerine soru somıuyoruz. Çünkü bunların
her biri için gerektiğinde güç isteminin alanında her zaman
kanıtlar ileri sürülebilir ya da bu kanıtlar bir yana bırakılabilir.
Ne var? Biz şu ya da bu varolan hakkında soru sormuyoruz;
varolanların Varlığını soruyoruz. Daha doğrusu, biz, Varlığın
başına ne geldiğini soruyoruz. Bunu rastgele bir soru olarak
değil, güç istemi metafiziği kılığında dile gelen, varolan olarak
varolanın hakikati bakımından soruyoruz.
Koşulsuz güç isteminin egemenliğinin başladığı çağda, V ar
lık değere dönüştürülmüştür. Servetin değişmezliğini değişmez
kılmak güç isteminin, kendisini korumak için, kendine koy
duğu, zorunlu bir koşuldur. Varlığa, açık açık değer düzeyine
yükseltilmesinden daha fazla saygı gösterilebilir mi? Yalnızca
Varlığı değer olarak değerlendirmekle bile, Varlık zaten güç
isteminin koyduğu bir koşula indirgenir. Eskiden beri Varlığın
kendisine saygı gösterildiğinde, böylece de ona değer verildi
ğinde, Varlığın öz değeri talan edilegelmiştir. Varolanın Varlığı
değer olarak damgalandıysa, böylece onun özü mühürlendiyse,
demek ki bu metafizikte- yani bu çağ boyunca sürekli varolan
olarak varolanın hakikati içinde- varolanın Varlığını anlamaya
53
giden her yol yok edilmiştir. Böylece biz, böyle bir konuşmada,
belki de hiç varsaymamamız gereken bir şeyi, her durumda
Varlığa giden böyle bir yolun arada bir bulunduğunu, Varlık
üzerine düşünmenin zaten Varlığı Varlık olarak düşündüğünü
varsayıyoruz.
Varlığı da Varlığın hakikatini de düşünmeyen Batı düşün
mesi, varolanı, başlangıcından beri hep varolan olarak düşündü.
Bu süre içinde bu düşünme Varlığı ancak bu hakikatinde dü
şündü. Böylece de Varlığın adını olsa olsa epeyce belirsiz an
lamında, anlam çokluğunda dile getirdi. Bu anlam deneylenme-
diği için karmakarışık kaldı. Varlığı düşünmeyen düşünme, bu
süre içinde dünya tarihine genişlemeye başlamak üzere olan
Batı tarihinin, basit, her şeyi taşıyan, dolayısıyla bilmecemsi,
anlaşılmamış olagelmesidir. Son olarak Varlık, metafizik içinde,
bir değer olma noktasına düşürülmüştür. Burada Varlığın Varlık
olarak içeri alınmadığı, tanınmadığı açıkça görülür. Bu ne
demektir?
Varlığın başına ne geliyor? Varlıklığın başına Hiç geliyor.
Ama ya Hiççiliğin şimdiye dek örtük kalan özü kendini burada
bildiriyorsa, ya da daha doğrusu o kendini açığa vurduğu için
böyle oluyorsa, o zaman değerler aracılığı ile düşünmek ken
dinde saf bir Hiççilik mi olur? Oysa Nietzsche güç istemi meta
fiziğini, özellikle, Hiççiliğin aşılması olarak anlar. İşin aslı,
Hiççilik, yalnızca, en yüce değerlerin değerden düşürülmesi
olarak anlaşıldığı, güç istemi bütün değerlerin değerlendirilme
sinin ilkesi olarak, en yüksek değerlerin yeni bir koymasından
çıkarak düşünüldüğü sürece, güç istemi metafiziği, Hiççiliğin
yenilgiye uğratılmasıdır. Ancak Hiççiliğin yenilgiye uğratılma-
smda değeri-düşünme, ilke düzeyine yükselmiştir.
Buna karşılık değer Varlığı Varlığın kendisi olmaya bırak
mıyorsa; Varlığın kendisini neyse o olmaya bırakmıyorsa var
sayılan bu alt etme, en başta Hiççiliğin bütünlen mesidir. çünkü
şimdi metafizik yalnızca Varlığın kendisini düşünmemekle
kalmaz, Varlığı en yüceltilmiş tarzda düşünüyormuş gibi bir
kılığa bürünür; öyle ki bu düşünmede Varlık üzerine somlan
bütün sorular yüzeyselleşir, yüzeysel kalır. Buna karşın, her
şeyi değerlere göre düşünmek Hiççilik ise, Varlığın kendisiyle
NIETZSCHE’NİN TANRI ÖLDÜ SÖZÜ ve DÜNYA RESİMLERİ ÇAĞI
54
NIETZSCHE’NİN TANRI ÖLDÜ SÖZÜ
ilişkisinde düşünüldüğünde, Nietzsche'nin en yüksek değerlerin
değerden düşürülmesi olarak düşündüğü tarzdaki Hiççilik anla
yışı bile, Hiççiliğe ilişkin bir anlayıştır. Duyuüstü dünyayı dü
şünme de en yüksek değer olarak Tanrıyı düşünme de Varlığın
kendisinden çıkarak düşünülmez. Tanrı ile duyuüstüne vurulan
en son darbe, varolanların en varolanı Tanrının, en yüce değer
olmaya layık görülmesidir. Tanrıya vurulan en ağır darbe, Tan
rının bilinemez sayılması, onun varoluşunun kanıtlanamayaca-
ğının gösterilmesi değildir, Tanrıya vurulan asıl darbe, gerçek
sayılan Tanrının en yüksek değer yerine konmasıdır, çünkü bu
darbe, ayaktakımından, ona inanmayanlardan değil, düpedüz
inananlardan, onun tanrıbilimcilerinden, Varlığın kendisini
düşünmeyi usundan geçinmeden bütün varolanların en varola
nından söz edenlerden gelir. Böylece anlaşılır ki, bu konuşma
larla sözler, inancın tanrıbilimine el attıklarında, inançtan çıkıla
rak bakıldığında, doğrudan doğruya kutsala küfretmektedirler.
Şimdi ilk olarak daha kaçık adam adlı parçayı okurken
Nietzsche'ye sormak istediğimiz soruyu kuşatan karanlıkta so
luk bir ışık belirir. Başına ne geldi ki insan Tanrıyı öldürebildi?
Besbelli Nietzsche bu soruyu dikkatle düşünmektedir. Çünkü
parçanın tümünde iki tümce italikle yazılmıştır. Birincisinde
"onu biz öldürdük" yani Tanrıyı, denir. İkinci tümcede "bunu da
bizzat onlar yaptı" dendiğini duyarız, yani, Tanrının öldürülme
eylemini insan yapmıştır. Gelgelelim onlar bugün bu konuda
hiçbir şey duymamışlardır.
İtalikle yazılan iki tümce de "Tanrı öldü" sözünün yorumunu
verir. Bu tümce yadsımadan, sıradan bir kinden kaynaklanarak
söylenen: "Tanrı yoktur!" anlamına gelmez. Bu söz daha kötü
bir anlama gelir, Tanrının öldürüldüğünü söyler. Böylece belir
leyici düşünce ilk kez görünür. Ama bunu anlamak daha da
zordur, çünkü "Tanrı öldü" sözü, Tanrının kendiliğinden kendi
diri bulunuşundan (anwesenheit) uzaklaştığını bildirseydi çok
daha kolay anlaşılırdı. Tanrının başkaları tarafından, dahası
insan tarafından öldürülmüş olması ise düşünülemez. Bu dü
şünceye Nietzsce de şaştı. Yalnızca bundan dolayı, kaçık adama
önce şu kesin, belirleyici sözleri: “ Onu biz öldürdük, sizlerle
ben! Hepimiz onun katiliyiz!" söylettikten sonra, onun şu so
55
Dostları ilə paylaş: |