24
olan ve yeni bağımsızlıklarını kazanan bu devletler ile soy birliği bulunan Türkiye
batının doğuya açılan bir kapısı olarak yeni bir önem arz etmiştir.
11 Eylül sonrası gündeme gelen doğu-batı çatışması ya da diğer bir ifade ile
Müslüman-Hıristiyan çatışması riskine binaen, batıya yakın olan aynı zamanda İslam
dünyası içinde de yer alan ve laik bir yapıda bulunan Türkiye’nin “medeniyetler
çatışması” riskinin bertaraf edilebilmesi açısından ayrı bir öneme sahip olduğu da
görülmektedir. Türkiye bu bakımdan doğu-batı arasında coğrafi, tarihsel ve kültürel
bir köprü olabilecek konuma sahip önemli bir ülke durumundadır.
Coğrafi, tarihsel ve kültürel açıdan doğu-batı etkileşiminin ortak bir ürünü
olarak nitelendirebileceğimiz Türkiye, coğrafi konumda Balkanlar, Kafkasya ve
Ortadoğu üçgeni içerisinde yer almaktadır. Halen sıcak çatışmaların yaşanmakta
olduğu ve dünyanın en riskli bölgeleri arasında yer alan bu çevre içerisinde
Türkiye’yi bölgenin en istikrarlı ülkesi olarak nitelendirilebilinir. Ancak Türkiye de
bu istikrarsız ortama çekilmek istenmekte ve bu doğrultuda özellikle son yıllarda
yenidünya düzeni kapsamında oluşturulmak istenen politikalara alet edilmek
istenmektedir. Küreselleşmenin etkilerinin her yanda açıkça görüldüğü bir dünya
ortamında uluslararası ilişkilerden soyutlanarak sade ülke içine odaklanma ile ülkesel
çıkarların korunması ve devamı pek olası değildir. Bu bakımdan Türkiye istikrarının
ve bağımsızlığının devamı için sadece bulunduğu bölge içerisinde değil küresel
anlamda bir güç unsuru olabilmesi gerekmektedir. XXI. yy’da bir ülkenin ulusal bir
güç olarak mevcudiyetinin devamı için gerekli şartları ekonomik güç, askeri güç,
teknolojik güç ve kültürel güç olarak nitelendirmek oldukça doğru olacaktır. Bu
faktörleri destekleyen unsurlar ise yönetim, eğitim ve hukuk sistemleridir. Bu
şartların sağlanabilmesi için muhakkak ki çok sağlam iç ve dış politikalara ihtiyaç
vardır.
Politika insanların belli amaçlara ulaşmak ve sahip oldukları değerleri hayata
geçirmek için giriştikleri ve zaman zaman işbirliği ve uzlaşma, zaman zaman çatışma
biçiminde ortaya çıkabilen bir stratejik etkileşim süreci olarak tanımlanmaktadır
(www.suai2005.ws.tc). Burada geçen sahip olunan değerleri hayata geçirmek
kavramı bu tezin ana konusunu oluşturmaktadır. Bu doğrultuda üçüncü kesimde
uluslararası ilişkilerde güç unsurları konusu işlenerek bağımsız Türk devletleriyle
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilişkilerinin geliştirilmesinin Türkiye açısından önemi
25
belirtilmekte ve bu konuda Türklük unsurunun önemi vurgulanmaktadır. Takiben
azınlık konumunda bulunan Türklerin örgütlenmelerinin önemine değinilerek sivil
toplum örgütleri hakkında bilgi verilmektedir. Son olarak diaspora Türklerinin
örgütlü çalışmalarının önemi ve sivil toplum kuruluşları hakkındaki verilmiş olan
bilgiler ışığında lobicilik konusu işlenmektedir. Bu kesimde ise üçüncü kesime alt
yapı oluşturması açısından üç alt bölüm olarak dış Türkler hakkında genel bilgiler
sunulmaktadır.
2.1. Bağımsız Türk Devletleri Olarak Dış Türkler
1980’li yılların ortalarında başlayan SSCB’nin çöküş süreci 1990’lı yılların
başında gerçekleşmiş ve beraberinde bağımsız 6 Türk cumhuriyetini ortaya
çıkarmıştır. SSCB’nin yeniden yapılanmasını öngören “perestroyka” ilkesi ilk olarak
2 Kasım 1987 günü, Mihael Gorbaçov tarafından Yüksek Sovyet Toplantısı’nda
ortaya atılmıştır. Gorbaçov’un burada ki hedefi ülke ekonomisine dinamizm
getirmek ve ekonomiyi yeniden yapılandırmaktır. 1 Ocak 1988’de SSCB
perestroykası, “Sosyalist Teşebbüs Yasası” ile yeniden yapılanma ilkelerini ekonomi
alanında yürürlüğe koymuştur. Aşamalı bir şekilde pazar ekonomisine geçiş
planlanmış
ancak
gelişmeler,
düşünülenden
çok
daha
süratli
olmuştur
(www.mustafatasar.gen.tr).
İlk olarak SSCB’nin batısındaki Estonya, Letonya ve Litvanya, ardından
Ukrayna ve Beyaz Rusya, daha sonra da doğusundaki Azerbaycan, Gürcistan,
Ermenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan birer
birer bağımsızlığını ilan etmiştir.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne bir
güç boşluğu ve istikrarsızlık bölgesi oluşmuştur. Bu yeni oluşum Türkiye’nin önüne
yeni oluşumlar ve yeni şans kapıları açmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının
ardından bölgede güç ve nüfuz elde etme mücadelesi başlamıştır. Bir yanda İran,
Almanya, İngiltere gibi bölgesel güçler siyasi ve ekonomik çıkar yarışına girmiş, bir
yanda da Rusya bölgesel nüfuzunu kaybetmeme mücadelesi verirken ABD de
bölgeye egemen olma çalışmaları başlatmıştır. Diğer aktörlerin gücü, etkisi ve
bölgedeki rolü ne olursa olsun Türkiye’nin bu bölgede çok büyük bir üstünlüğü
bulunmaktadır. Tarihi, kültürel, coğrafi, jeopolitik ve stratejik etmenler Türkiye’yi
26
bölge ülkeleri açısından ayrıcalıklı kılmaktadır. Çünkü Sovyetler Birliği’nin
dağılmasının ardından Kafkasya ve Orta Asya’da bağımsızlığını ilan eden sekiz
ülkenin altısı Türk Devletidir. Bu bölümde bu çağdaş Türk devletleri ve bunlara ilave
olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tanıtılacaktır.
2.1.1. Azerbaycan
Azerbaycan (Azeri Türkçesi: Azərbaycan), Resmi adı Azerbaycan
Cumhuriyeti (Azeri Türkçesi: Azərbaycan Respublikası)’dir. Avrupa ve Asya kıtaları
arasında, güney Kafkasya’da yer alır. Komşuları olarak kuzeyde Rusya ve Gürcistan,
batıda Ermenistan, güneyde İran, güney batıda Türkiye yer alır. Ayrıca doğuda Hazar
Denizi’ne kıyısı vardır.
Resmi dili Azeri Türkçesi’dir. Başkenti Bakü, yönetim şekli cumhuriyettir.
Yüzölçümü 86.600 km² olup, nüfusu 8.870.000’dir. Bu ülkede bağımsızlık günü
olarak 28 Mayıs 1918 tarihi kabul edilir. Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını
kazandığı 18 Ekim 1991 tarihi ise ulusal gün olarak kutlanır. Milli geliri kişi başına
4.600 US $ olup para birimi Yeni Manat’tır (www.tr.wikipedia.org).
Tarih
Azerbaycan’ın adı konusunda değişik görüşler bulunmaktadır. Adın burayı
yöneten komutanlarından Atropates’ten (Milattan önce (M.Ö.) 323) geldiği
söylendiği gibi “Od” anlamındaki azer sözcüklerinden geldiği de belirtilmektedir.
Ancak, bu yer adının etimolojisi yapılırken, bu bölgede egemenlik süren Kasar
(Hazar) Türklerinin ismi de göz önüne alınmalıdır ve kaynaklara göre gerçek payı da
büyüktür (www.tr.wikipedia.org).
Türklerin Azerbaycan’a gelişlerinin Saka-İskit döneminde başladığı
savunulmaktadır. Milattan sonra (M.S.) 395’te Hun Türkleri Balkanlar’a inerken bir
kısmının Kafkaslar yoluyla Anadolu’ya ve Azerbaycan’a sarktıkları bilinmektedir.
Selçuklu Türklerinin Azerbaycan’da görülmeleri ise 1015-1021 yılları arasındadır.
Sultan Alparslan zamanında Azerbaycan’da ki Türkmenler sayesinde Azerbaycan’ın
Türkleşmesi kolay gerçekleşmiştir. Azerbaycan daha sonra İlhanlıların egemenliğine
girmiş ve bir süre Altınordu Devleti’nin hakimiyetinde kalmış; Akkoyunlu ve
Karakoyunlular döneminde Türk nüfusu bakımından en yoğun dönemini yaşamıştır.
Dostları ilə paylaş: |