Gizli sırlar Öğretisi



Yüklə 4,8 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə18/64
tarix29.05.2018
ölçüsü4,8 Kb.
#46588
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   64

DEMİR ÇAĞ’IN KARANLIĞI
Tevrat’ta  ve  Altay  Yaradılış  Efsanesi’nde  sözü  edilen  cennete  tekrar  geri
dönelim  ve  bu  sembolün  içinde  saklanan  gerçekleri  biraz  daha  anlaşılır  bir
şekilde görmeye çalışalım…
Cennet sembolünü Ezoterizm’deki anlamıyla iki açıdan ele almamız mümkün
olmaktadır.
Birincisi,  dünyaya  doğacak  olan  varlıkların  bedenlerinin  oluşturulduğu
kozmik laboratuarın geleneksel adı olarak…
İkincisi  ise,  ruh  varlığının  şuur  kapasitesi  ve  şuur  açıklığının  genişliği
bakımından çok daha serbest bir halde bulunduğu yer olarak…
Tevrat’ta sözü edilen “İyilik ve Kötülük Bilgisi Ağacı” sembolüyle bu husus
mecazi  bir  şekilde  dile  getirilmiştir.  “İyilik  ve  Kötülük  Bilgisi  Ağacı”,  İyilik
ve  kötülüğü  birbirinden  ayırdedebilecek  bir  şuur  hali  demektir.  Yani  bilgiyle
yaşamaya  dayanan  bir  şuur  halidir.  Buna  karşılık  Tevrat’ta  bu  ağacın
meyvelerinden  yemeyeceksin  emrinin  bulunduğu  söyleniyor.  Yani  iyiliği  ve
kötülüğü  birbirine  karıştıracak  bir  insanlık  çağının  başlamak  üzere  olduğu
anlatılmaya çalışılıyor. Bu sembol ve anlatımda çizilen motif, başlayacak olan
yeni  devrin  insanlığının  içinde  bulunacağı  şuur  halinin  bir  ifadesi  olarak
karşımıza  çıkıyor.  Yani  şu  anda  bizim  içinde  yaşamakta  olduğumuz  devrin
başlangıcını  anlatıyor.  İkilemler  içinde  bocalayacak  olan  ve  şu  anda  halen
bizim  içinde  yaşamakta  olduğumuz  bu  devrin  temel  özelliği  bu  şekilde  dile
getirilmeye  çalışılırken;  Altay  Yaradılış  Efsanesi  de  bu  durumu  son  derece
benzer  bir  dille  anlatmıştır.  Hatırlayacağınız  gibi,  efsanede  yasaklanan
meyvenin  yenilişiyle  Törüngey  ile  karısının  tüylerinin  dökülmesinden  söz
ediliyordu.
Türk  Mitolojisi’nde  çok  sık  karşımıza  çıkan,  eski  devirlerde  yaşayan
insanların  vücutlarının  tüylerle  kaplı  olması,  atalarımızın  maymun  olduğu
anlamına  gelmemektedir.  İnisiyatik  öğretileri  ve  ezoterizmi  inceleyenlerin
hemen hatırlayacağı gibi, “tüy” bütün geleneklerde “gerçeğin” sembolü olarak
ele  alınmıştır.  Örneğin  Mısır  Mitolojisi’nde,  ölen  bir  kimsenin  ruhu  cennete
gidebilmesi  için,  Anubis  tarafından  bir  sınavdan  geçirilir.  Ölen  kişinin  kalbi
terazinin  bir  kefesine,  bir  tüy  parçası  ise  diğer  kefesine  konarak  Anubis
tarafından  tartılır.  İşte  bu  mitlojik  anlatımda  da  tüy  sembolünün  gerçekle  eş


değer anlamda kullanıldığı görülmektedir. Vicdanı sembolize eden kalbin tüyle
tartılması, o kişinin yaşamı boyunca gerçeklerle karşılaştırıldığında, ne kadar
vicdani bir şekilde hareket edip etmediğinin sembolik bir anlatımıdır.
Tüyün  gerçeğin  sembolü  olarak  ele  alındığını  dikkate  alırsak,  Altay
efsanesindeki  yasaklanan  meyveyi  yedikten  sonra  Törüngey  ile  karısının
tüylerinin  dökülmesi  de,  artık  gerçekleri  kolaylıkla  anlayamayacak  bir  şuur
haliyle yaşamaya başlayacak olan bizim devremiz insanının sembolü olduğunu
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Görüldüğü  gibi  yeni  başlayacak  devrin  özelliği  bile,  insanlığa  açık  bir
şekilde ifade edilmemiştir. Bunun bile üzeri örtülmüştür.
Birçok  dinsel  metinlerde  ve  efsanelerde  anlatılan  bu  sembolik  bilgilerle
adına  “Demir  Çağ”  dedikleri,  kalplerimizin  mühürlü  olduğu  bizim  karanlık
devremiz böylelikle başlamış oluyordu… Bundan tam 7000 yıl önce…
Bireyselliğin ve maddenin gelişmesi ile alakalı bir sürecin başlangıcıydı bu.
Bu  sürecin  en  önemli  özelliği,  son  derece  kaba  ve  diğer  dönemlerle
karşılaştırıldığında  oldukça  geri  seviyeli,  bilgiden  uzak  bir  yaşam  biçiminin
başlayacak olmasıydı.
Ve  nitekim  öyle  de  olmuştur.  Kozmik  bilgiler  unutulmuş,  insan  yaşamın
gayesini bile hatırlayamadan bu dünyada yaşamaya başlamıştır. Bu aşağı inişin
zaruri bir sonucundan ibaretti.
Gerek  mükemmelliyetin  başlangıçta  olması,  gerekse  insanlığın  ilahi  kökeni
ve  aynı  zamanda  günümüzün  özelliğini  gözler  önüne  sermesi  bakımından,
insanlığın  aşağı  iniş  sürecinin  çok  iyi  tahlil  edilmesi  şarttır.  Bu  husus,
Ezoterizm’de Tanrı’dan insana doğru bir iniş ve daha sonra insandan Tanrı’ya
doğru  tırmanış  olarak  ifade  edilir.  Buradaki  Tanrı’yı  ruh  varlığının
başlangıçtaki mükemmelliyeti yani fizik aleme süzülmediği - inmediği zamanki
serbest hali olarak ele almamız icabetmektedir.
Tanrı’dan  insana  doğru  iniş,  özellikle  bizim  devremizde  şeriata,
şartlandırmaya  ve  inanca  dayalıdır.  İnanç  bir  ön  kabuldür.  İçinde  bilgiden
ziyade  ön  kabul  vardır.  Araştırma  unsuru  yok  denecek  kadar  azdır.  Belki
bilgiye  götürücü  ilk  adımdır  ama  içinde  açık  bilgi  yoktur.  Üstü  kapalı
sembollerle dolu şifreli bilgiler vardır. İşte bizim devremizin gözden kaçırılan
en  önemli  özelliği  tüm  hakikatlerin  üstünün  ağır  bir  sembolizmle  örtülmüş
olmasıdır.
İnsanlık  gerçeğin  apaçık  yüzüyle  değil,  üstü  örtülen,  kapatılan  dış  kabukla


meşguldür. Ve bu kabuğu, gerçeğin kendisiyle karıştırmaktadır. Yaşamın gerçek
anlamının ve gayesinin unutulması; içgüdüsel - otomatik ve ön yargılarla örülü
bir  yaşamın  tercih  edilmesini  doğurmuştur.  İçle  temasa  geçemeyip  sadece  dış
kabukla haşır neşir olan büyük kitlelerin de, görünenin ardındaki görünmeyen
prensipleri  arama  arzusu  silinip  yok  olup  gitmiştir.  Aşağıya  inişin  kaçınılmaz
bir  sonucu  olarak,  duygu  ve  düşüncelerin  denetimi  çok  zor  bir  mesele  haline
gelmiştir.
Kendinizi  karşınıza  koyup,  ona  hiç  dışarıdan  baktınız  mı?  Taşlara
geçirdiğiniz 
sözünüzü 
ne 
kadar 
kendinize 
geçirebiliyorsunuz?
Alışkanlıklarınıza ne kadar hükmedebiliyorsunuz? Kendinize söz geçirebiliyor
musunuz?
Eğer  dikkatli  bir  gözlem  yapacak  olursak  ömrümüzün  %  90’ının  hissi
faaliyet  içinde  geçtiğini  görürüz.  Tüm  yaşantımız  boyunca  hislerimize  -
duygularımıza  hakim  olarak  verdiğimiz  kararların  oranı  %  10’u  geçmez.
Daima  bir  rekabet  duygusu,  diğer  insanlar  karşısında  acze  düşmemek,  üstün
olmak,  daha  çok  para  kazanma  arzusu  ve  buna  bağlı  bir  sürü  korkular  içinde
yaşamımızı sürdürürüz.
Günümüzde insanların yaşamını düzenleyen asıl faktör onların ne zekası, ne
felsefesi,  ne  de  şu  veya  bu  kanaldan  öğrendikleri  bilgileri  değil,  içgüdüsel
hayatlarıdır.  İnsanlık  içinde  insanlığın  pek  kalmadığı  bir  insanlık  tablosunu
çizme gayreti içindedir. Ne doğum… Ne ölüm… Ne de yaşamın bizzat kendisi;
gerçek  değeriyle  ele  alınamamaktadır.  Tüm  bunların  sonucu  olarak,  insan
çevresindeki  olup  bitenlere  karşı  yabancılaşmıştır.  Tabii  en  önemlisi  de
kendisine yabancılaşmıştır.
Neden mi?
Görünürdeki neden çok basit… Çünkü:
* Dış tesirlerin yönlendirmesi altındadır. Medya ve reklamların adeta kölesi
olmuştur.
* Duygularıyla karar vermektedir.
* Araştırıcılığını yitirmiştir.
* Mevcut bilgilerini yeterli görmektedir.
* Herhangi bir olay, nesne veya kişilerle eş koşma içine girmektedir. Ortada
kendisi kalmamıştır. Rüzgara kapılıp savrulan yapraklara dönmüştür.
* Egoizması vicdanını örtmüştür.


Yüklə 4,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   64




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə