1960-2000 Döneminde Türkiye’de Elit Zihniyeti (117-134)
129
münistler askerleri kandırarak Bolşevik ihti-
lâlini Yeniçeri usulü bir isyanla sahnelemek
istiyorlardı. O da, kan ve kin kokan köşe ya-
zılarıyla bu hayale alet oldu." … "Bu askeri
darbeden sonra kurulacak Alaturka Bolşevik
Yeniçeri nizamında hariciye vekili ya da Pa-
ris sefiri olacaksın diye verilen söze kandığı
için, evde kendi kendine Fransızca çalışmaya
başlamış. Bu hiç tutmayacak ihtilâl duası,
gençliğinde it kopukla düşüp kalktığı için bir
yabancı dil bile öğrenemeyen oğlumun hiç
olmazsa Fransızcasına yarayacak diye başta
sevinmedim bile değil. Ama işi azıtınca
…(K. s. 41).
Yüz:1981’de aydın tip olarak en belirgin kişi
Tahir Bey’dir. İdealist ve taviz vermez bir
solcu olarak resmedilir. Kitapta eleştirilen,
yozlaşmadan sorumlu olan, aydınlardan ziyade
toplumdur. Toplum 1980’den sonra özüne
yabancılaşmış ve vicdansızlaşmıştır. Bu vic-
dansızlaşmayı temsil eden tip ise ismi geçme-
yen ve Mehmet Eroğlu’nun (2005) “aslında
hepimiz”iz diye tanımladığı “X”dir. Bunun
dışındaki tipler genel olarak yaşam tarzları ile
kendilerini toplumun geri kalanından farklılaş-
tırmaya çalışırlar. Romanda aydın olmak ve
bunu tavizsiz bir biçimde yapmak olumlu bir
biçimde resmedilir. Eleştirilen ise, yaşamı 1980
sonrası ortaya çıkan “yoz” değerler ile yaşa-
yanlardır.
“X”in üzerinde en fazla etkili olan kişiler sev-
gilisi Nazan, arkadaşı Nejat ve bankadan iş
arkadaşı Ayşen, kentli profesyonel tiplerdir.
Topluma olan yabancılaşma aydın yabancılaş-
masından ziyade yaşam tarzı ve değerler üze-
rinden ortaya çıkan bir yabancılaşmadır. Bunun
en önemli iki temsilcisi ise her şeyi meta olarak
değerlendiren ve gören X ve Nazan’dır. Nazan
briç oynar: “Nazan briçi sevdiğinden ya da
yeteneği olduğundan değil, onu benzerlerinden
farklı kıldığına inandığı için oynuyordu (Y. s.
273)”.
4.3. Kent Taşra
4.3.1. 1960-1980
Öğrenci lideri Tuncer, devrimci bir öğrenci
grubu içindedir. Bu çevrede kadın erkek ilişki-
leri olumsuz davranışlar olarak değerlendiril-
mektedir. Dahası, böyle bir ilişki yaşayan öğ-
renci, ideallere ihanet etmiş olarak değerlendi-
rilir. Bu bakış açısının temel nedeni taşra de-
ğerleri ile ilişkili olarak değerlendirilmelidir.
Taşrada kadın ve erkek, hayatı ayrı kompartı-
manlarda yaşar. Tuncer aşık olduğunda, arka-
daş çevresinin kendisine yaklaşımını ve yaşa-
dığı ikilemi şöyle anlatıyor:
Devrimci arkadaşlarımdan biri, o günler bir
kıza benim gibi delice sevdalansa, o kızı her
yere peşinden taşısa ve her yere o kızın pe-
şinden gitseydi, ... bu arkadaşın pestilini çı-
karırdım. Elini yüzünü morartmadan, dişleri-
ni dökmeden koyvermezdim onu. O da ... ba-
şını dimdik tutarak, "Seviyorum. İşte bu ka-
dar!" dese, bunu satılmışlıktan öte bir şey sa-
yardım. Arkadaşlarım bana da öyle bakmaya
kalktılar. Özellikle benden küçükler... Gü-
vendikleri dağlara kar yağmış gibi oldular
(B. s. 158).
Tutunamayanlar’da Oğuz Atay kentlilerin
taşralılara bakışı için:
“Taşradan gelenler, şehirde doğmaktan başka
meziyetleri olmayanlar tarafından hor gö-
rülmeyecektir” demektedir. Ancak bir küçük
burjuva; “Bu iç turizm çok iyi bir şey oldu.
Bir kere köylünün, kasabalının eli para görü-
yor. Sonra, medeniyete alışıyorlar, medeni
insan yüzü görüyorlar. Temizlik nedir öğre-
niyorlar. Elbette. Evini, pansiyon olarak ve-
riyor (T. s.336)” der.
Buna karşılık kasabaları içinde yaşayanlar
farklı, kentli farklı gözle görmektedir:
Yabancılar için kasabalar birbirine benzer.
Kasabada yaşayanlarsa sayılmayacak kadar
değişik özellikler bulurlar kasabalarında. Bir
kasabada günlerce kalırsınız? Belediye parkında
oturmaktan, derenin kenarındaki gazinoda ga-
zoz içmekten-hükümet meydanındaki çok
katlı iki üç binayı görmekten içinize sıkıntı
çöker. Tozlu yollardan geçen şehirlerarası
otobüsler bile bir yenilik getirmeye başlar si-
ze (T. s. 574).
K.B.A.’na göre bu kasabalıların hayal gücü de
sınırlıdır:
Büyük şehirlerde gördüğü hiçbir bina, hiçbir
tabii güzellik, kasabasını unutturamaz ona.
Zaten biraz hayal güçleri olsaydı, bu tek katlı
dükkânlarla dolu sokaklarda bütün gün dola-
şabilirler miydi? (T. s. 574)
Selçuk İletişim, 7, 3, 2012
130
4.3.2. 1980-2000
Bu dönemde küçük burjuva aydınının taşraya
ve taşrada yaşayanlara bakışında herhangi bir
değişiklik söz konusu değildir. Kara Kitap’ta
Galip, bir telefon görüşmesinde; adını unuttuğu
bir kasaba meydanındaki Atatürk heykelinden
söz ederken; “Atatürk'ün bu acıklı kasabada
yapılacak tek şeyin orayı terk etmek olduğunu
işaret eder gibi parmağıyla otobüs garajını
gösteren heykeli... (K. s. 343)” ifadesini kul-
lanmaktadır.
Taşranın yaşanamaz yer olarak nitelenmesinin
ötesinde, orada yaşayanların “taşralı görgüsüz-
lükleri” de dile getirilir. Yine Kara Kitap’ta
babaannesi ve dedesinin taşralı özellikleri için
Galip:
"...yataktan kör karanlıkta kalkmak değil,
kadınların erkeklerden önce yataktan çıkma-
ları da bir köylü alışkanlığıdır. ..."Demek biz
köylüymüşüz!" demişti Babaanne. "Köylü
olmanın ne demek olduğunu anlasın diye sa-
bahları ona mercimek çorbası içirmeliymi-
şiz!" demişti Dede (K. s. 21), demektedir.
4.4. İktidara Bakış
4.4.1. 1960-1980
Bir Düğün Gecesi’nde iktidar ile olan ilişkiler
ve iktidara bakış; toplumdaki güç dengeleri
bağlamında anlatılmaktadır. İktidarın başat
konumundan hoşnut olunmasa da mantığa
büründürülerek kabul edilmektedir. Nitekim
kızın babası:
İlhan, General’in bir omuz başı gerisinde du-
ruyor. Müjgan, General’in karısının bir ayak
boyu gerisinde. Buna nasıl boyun eğiyorlar?
Müjgan nasıl oluyor bu? ... Bir kez için. Bir
kez için. Giriş çok sıkışık. Çok da gelen var,
onun için. Bir kez için bir omuz boyu ve bir
ayak boyu gerileyebiliriz. Kızımın hatırına.
Kızımın mutluluğu için. Bugüne bugün Ge-
neral General’dir, General’in karısı da Gene-
ral’in karısı (B. s. 6).
Benzer şekilde orkestra şefi Ömer, damadın
dayısı Emekli Albayın olası istekleri karşısında
çaresizdir:
Ömer... Düğün marşından önce, “Harp Oku-
lu Marşı”nı ya da “Kore Gazileri”ni çalmala-
rını söylememi isteyebilir... O, kendisi için
hiçbir şey istemedi ki bu hayatta, hep vatan
için istedi ne istediyse. Sen de haddini ve ye-
rini bil Ömer Bey kardeşim. Kore’ye sen
gitmedin bir kez. ... Bu kadarcık zahmete
katlan artık. Herkes haddini ve görevini bil-
sin...(B. s. 10).
Tutunamayanlar’da bürokrasi ve memurlar;
statüleri bağlamında edindikleri ayrıcalıklar
üzerinden ironik bir üslupla şu şekilde anlatılı-
yor:
Daire, o battal kütle, yavaş yavaş geriniyor,
uyanıyordu: şefler daha otobüs duraklarında
vasıta bekliyorlardı. Müdürler, evlerinde
kahvaltı ediyorlardı, umum müdürler uyu-
yorlardı, bir yolunu bulup rapor alabilen kü-
çük memurlar hiç gelmiyorlar, evlerinde öte-
beri tamir ediyorlardı (T. s. 291).
Devlet otoritesinin görünüş biçimleri ve onlara
duyulan nefret; Tutunamayanlar’da kamuda
çalışan müdürler üzerinden şöyle anlatılıyor:
Müdürleri tanımaya imkân yoktur. İş sahiple-
ri için onlar, sonsuz bilinmeyenli bir denk-
lemdir. Hademeleri, sekreterleri aşmanın zor-
luğu, dairede bulundukları ... o eşsiz saatlerin
kısalığı, bu esrar perdesini korumalarını sağ-
lar. Davranışlarındaki, önceden tahmini
mümkün olmayan tutarsızlıklar, bilinmeyene
olan saygıyı korur. Onları neşeli görürseniz
ne yapacağınızı şaşırırsınız; diliniz tutulur.
Devlet otoritesinin korunması bakımından
asık surat gereklidir. Senli benli olmak, bu
otoriteyi zayıflatır…(T. s. 302)
Yıllarca inceleseniz tanıyamazsınız onu. Ka-
rakteri hakkında, tecrübeliler bazı tahminler
yürütürler, bazı öğütler verirler size. O insan
değildir ki devlettir, otoritedir. Soyut bir kav-
ramdır. Kendi de bilir soyut kavramlığını (T.
s. 303).
4.4.2. 1980-2000
Apartman metaforu, Yüz:1981’de Türkiye’yi
sembolize etmektedir. “İnce adam” olarak
isimlendirilen ve apartman yönetiminin kolek-
tif aklını ve iradesini temsil eden kişi:
Yine de onun kellesini istiyorum. "Başka bi-
rinin ağzında gülünç bir böbürlenme, bir teh-
dit… gibi durabilirdi bu sözler. Ama onun
ağzında, güneşin Batıdan Batışı kadar kesin
Dostları ilə paylaş: |