Selçuk İletişim, 7, 3, 2012
208
Örneğin, kadının aile için yetiştirilmesi ve ev
işlerini yürütmesi ve bundan sorumlu tutulması
ile erkeğin çalışma dünyası için yetiştirilmesi
ve evin geçimini sağlaması beklentisi toplumun
kadın ve erkeği işgücü içinde farklı konumla-
ması ve onlara farklı görevler atfetmesi ile
ilgilidir (Rowbotham 1987: 105, Powell ve
Greenhouse 2010:1012, Moya ve ark. 2000:
825).
Toplumsal cinsiyet olgusu, aile, ekonomi, hu-
kuk, politika ve kitle iletişim araçları gibi gün-
lük yaşamı düzenleyen toplumsal örgütlenme-
lerde yapılanır, kadın ve erkeğe atfedilen rolleri
toplumun görmek istediği şekilde ve var olan
ideoloji doğrultusunda tanımlar. Doğu ve Batı
kültürlerinde kadına bakışta benzerlikler kadar
farklılıkların da olması bunun bir sonucudur.
Kadın ve erkeklere ilişkin oluşturulan toplum-
sal beklentilerin toplumdan topluma değişiklik
göstermesinin yanı sıra özünde aynı kalması,
toplumsal cinsiyet olgusunun, aynı zamanda
ideolojik bir yapı olduğunun altını çizer. Her
iki cinse atfedilen rollerin aile, okul, medya
gibi sistemin temel kurumları aracılığıyla içsel-
leştirilip yerleştirilmesi, belli kalıpları tekrar-
laması ve hegemonyaya dayanması gibi özel-
likler bunun bir göstergesidir.
Toplumsal cinsiyet kavramı ‘erkek(si)lik’,
‘kadın(sı)lık’ ve ‘cinsel işbölümü’ gibi kavram-
ları da içermektedir. Erkek(si)liği, erkek cinsi-
ne ait olan ve ona atfedilen özellikler olarak
tanımlamak mümkündür. Parsons ve arkadaşla-
rı, bu tür rollerin küçük çocuklar tarafından
içselleştirildiğini ve yetişkin hayatında arzu
edilen işbölümüne yol açtığını, bu işbölümü ile
erkeklerin ve kadınların toplumsal sisteme
daha iyi entegre olduklarını, dolayısıyla siste-
min sorunsuz bir şekilde işlemeye başladığını
iddia ederler (Marshall 1999: 206-207). Top-
lumsal cinsiyet kavramı çerçevesinde ‘erkek’
olmanın gereklilikleri ailenin geçimini sağla-
ma, baba, eş olma, aktif, saldırgan, kavgacı
olma gibi davranışlar ve roller ile karşılığını
bulur (Segal 1990: 25). Kadın(sı)lık ise kadın-
lara özgü hareket ve duygu biçimlerini karşıla-
yan ve erkek(si)likle karşıt olarak kullanılan bir
terimdir. Hangi özelliklerin kesin olarak kadın-
sı diye görülebileceği duruma göre değişmekle
birlikte; pasiflik, bağımlılık ve zayıflığın ge-
nelde kadınlara özgü olduğu düşünülmektedir
(Segal 1990: 374). Kadınlar güçsüzlük ve öfke,
hayal kırıklığı ve azgelişmişlik, kendilerini
aşağı görme gibi hisleri paylaşmaktadırlar.
Erkeğin temel rolü ailenin ekmeğini kazanmak
iken, kadınlar öncelikli olarak eş ve anne ola-
rak dünyaya gelirler (Eichanbaum ve Orbach
1997: 12-13).
Erkek ve kadın rolleri kendi içlerinde tanım-
lanmalarının yanı sıra birbiri üzerinde etkileri
ile de belirlenirler. Erkek aile babası rolünde
kadını ev mekânı içinde tutmak, ev işlerini,
çocuk bakımını ve iyi annelik yapmasını ondan
beklemek, kadının dış dünya ile ilişkisinin
kendisi aracılığı ile gerçekleşmesini istemek
eğilimindedir. Kadın ise kocasının çalışıp eve
para getirmesini, kültürün ‘erkek’ olmaya yük-
lediği güçlü, aktif olma gibi nitelikleri taşıma-
sını ve çocuklarına babalık yapmasını bekler.
Kendisinden öncelikle iyi bir eş ve anne olması
beklenen, genelde hareket alanı ev mekânı ile
sınırlanan kadın, bir süre sonra kendi kimliğini
kocası dolayımı ile kurmaya başlar. Kimin
karısı olduğu, kadının da toplum içindeki po-
zisyonunu belirler. Kocasının nüfuzu oranında
kadın da kendisini ‘etkin’ bir kişi gibi görme
eğiliminde olur. Bu kalıpların toplumun çeşitli
kurumları ve kitle iletişim araçları aracılığıyla
sürekli olarak yeniden üretilip dolaşımda tu-
tulması, her iki cins tarafından bu rollerin içsel-
leştirilmesini ve var olan rollerin devamıyla
sistemin sürekliliğini sağlar.
2. AİLE VE KADIN
Toplumun en küçük birimini oluşturan aile,
toplumun temel yapıtaşlarından birisi olarak
toplumsal cinsiyetin üretildiği ortamların ba-
şında gelir. Aile kavramı günümüze kadar pek
çok değişim geçirmiştir. Modernliğin temel
parametrelerinden birisi olan endüstri devri-
miyle birlikte toplumsal yapının bütününde
meydana gelen gelişim ve değişimler kaçınıl-
maz olarak aile kurumunu da etkilemiş ve
değişimlerin yaşanmasına neden olmuştur.
Endüstri devrimi ile birlikte ortaya çıkan tekno-
lojik gelişmeler üretim biçimleri üzerinde fark-
lılaşmaya yol açmıştır. ‘Aletten makineye ge-
çiş’ olarak tanımlanan bu devrim sonrasında,
nüfusun büyük bir çoğunluğu tarımsal üretim-
den ve topraktan koparak kentlere akın etmeye
başlamış, bunun sonucunda da kentleşme olgu-
su ortaya çıkmıştır. Geleneksel yapıdan modern
yapıya giden süreç içerisinde yaşanan değişim-
Toplumsal Cinsiyet ve Sinemaya Yansıması… (206-217)
209
ler geniş aileyi kırsal, çekirdek aileyi (2) ise
modern ve kentsel olarak belirlemiştir (Önür
1998: 18-22). Aile yapısında meydana gelen bu
değişim süreci, aynı zamanda kadının toplum-
sal alandaki rol ve statülerinin de farklılaşma-
sına yol açmaktadır.
Günümüzde her toplumda olduğu gibi Japon ve
Amerikan toplumunda da belirgin olarak görü-
len aile yapısı ‘ataerkilliktir’. Ataerkil sınıflı
toplum, aile, özel mülkiyet ve devlet temelleri
üzerine kurulmuştur. Aile ile ondan sonra gelen
özel mülkiyet arasında kenetlenmiş bir ilişki
vardır. Özel mülkiyet, eski toplumsal düzenin
yıkılmasında ve yeni, ataerkil, sınıf temeline
dayanan toplumun gerçekleştirilmesinde önem-
li bir araç olmuştur. Daha sonra ortaya çıkan
devlet ise hem özel mülkiyeti hem erkek tara-
fından soy zinciri, miras hakkı, mal ve unvan-
ların babalardan oğullara geçmesi ile baba-
ailesini sağlamlaştırmış ve yasal hale getirmiş-
tir. Ataerkilliğe geçiş ve özel mülkiyet ile bir-
likte kadının erkeğe bağımlı olması kesinlik
kazanmış ve kadın aşağı bir varlık olarak gö-
rülmüştür (Çetin 1993: 9-10).
Ancak ataerkil aile yapısı içerisinde erkeğin
erkek gibi kadının kadın gibi davranması, her
iki cinsi de tek yönlü, tekdüze standartlara
mahkûm etmektedir. Bu rollerin, türlerin de-
vamı açısından özel bir biyolojik işlevi olma-
masına karşın, düzenin devamı açısından
önemli bir işlevi vardır. Cinsel rollerin korun-
ması toplum düzenini sağlamakta, tekdüzelik
ve standartlaştırma insana bir otoritenin varlı-
ğını hatırlatmaktadır (Vassaf 1992: 98). Diğer
yandan kadınların, kendilerini, erkeklerin arzu-
larının gözüyle görmeleri, bilinçsiz biçimde
erkeksi düşüncenin güdülenişine boyun eğme-
leri de, ‘erkek egemen kültür’ ve ‘üstün erkek’
imajının kadınlar tarafından içselleştirilmesini
gündeme getirmektedir.
Geleneksel veya modern toplumlardaki kadının
günümüzdeki durumunu etkileyen başlıca olgu,
en eski geleneklerin inatla yaşamaya devam
etmesidir. Dolayısıyla geleneksel aile formları-
nın çeşitli şekillerde değiştiği Batılı modern
toplumlarda dahi kadınlar bir yandan yüksek
öğrenim görüp iş hayatına atılırken aynı za-
manda evliliğin ve anneliğin onlar için en onur-
lu uğraşlardan biri olduğuna inanmayı sürdür-
mektedir. Bunda basılı ve görsel-işitsel kitle
iletişim araçlarında sunulan kadın temsillerinin
önemli bir payı bulunmaktadır (Beauvoir 1986:
169, Douglas ve Michael 2004).
Gündelik yaşamdaki ataerkil aile yapısı ve
yaşam biçimi, elbette sinema filmlerindeki
kurmaca dünyanın kurulmasında da etkisini
göstermekte, kadın ve erkek karakterlerin tem-
sil biçimleri izleyicilerin gerçek yaşamdaki
kadın-erkek ilişkilerini, kadın-erkek dünyasını
anlamlandırmalarını ve meşrulaştırmalarını
sağlamaktadır.
3. ABD’DE VE JAPONYA’DA KADIN
Amerikan toplumu, kapitalizmin merkezi ol-
ması dolayısıyla sınıfsal açıdan eşitsizliklerin
de en çok yaşandığı toplumların başında gel-
mektedir. Kozmopolit bir ülke olmasına rağ-
men protestanlık etkisi altındaki Amerikan
geleneği, çalışmaya olan sıkı bağlılık ve ailesel
ödevlere saygı ile karakterize edilebilir. Burada
kadının ödevleri belirlidir ve modern hayatın
getirdiği zorunluluklara rağmen kadının ödev-
lerini yerine getirmesi beklenir.
Japon toplumunun ise daha çok bir uyum top-
lumu olduğu söylenebilir. Dinginliğin, huzurun
esas kabul edilip, sabretmenin tıpkı bonsai
ağacı yetiştirirken olduğu gibi yüceltildiği bu
Doğu toplumunda, Japon insanının kişiliği de
Zen Budizmi, Samuray gelenekleri ve Batı
değerleri üçgeninde temellenmiştir (Dedousis
2004: 23-25). Japon kültüründe de diğer top-
lumlarda olduğu gibi erkekler ve kadınlar farklı
cinsiyet rolleri edinirler ve cinsiyetler arası
eşitsizlik söz konusudur (3). Japon ailesindeki
kesin hiyerarşi, Japonlar için en güçlü güvenlik
kaynağını teşkil ederler. Aynı zamanda Japon
ailesinde çok kuvvetli bir üyelik, aileye ait
olma duygusu görülür. Ailenin diğer üyeleri,
ailenin başı olan babaya saygı ve ona sadakatla
bağlı olmayı meziyet sayarlar, baba da onları
bu saygı ve sadakate göre değerlendirir (Oskay
1992: 296).
Japon toplumundaki kadının mevcut konumu
Konfüçyizm ve Feodalizm’den beslenen Samu-
ray felsefelerine dayanmaktadır. Bu baskılar
hala etkilerini sürdürmektedir. Konfüçyizm,
erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurma-
larına olanak verir. Bu düşünceye göre, bir
kadın bir kız çocuğu olarak öncelikle babasına
Dostları ilə paylaş: |