Selçuk İletişim, 7, 3, 2012
222
yönetmenleri, oldukça küçük bütçeli filmlerin-
de amatör oyuncular, doğal mekânlar kullandı-
lar; konularını çok sade ve günlük yaşamdan
seçtiler; yaşarken gözden kolaylıkla kaçabile-
cek sıradan görünen olayları, durumları, insan-
ları, yalın bir dille yansıttılar. Bir başka deyişle
bu sinema, tüketim toplumu içinde yabancıla-
şan insanın unutmaya yüz tuttuğu hayata dair
küçük ayrıntıları vererek, insanları kendi doğa-
larını hatırlamaya çağırmaktadır. Bunu tam da
biçim ve içerik örtüşmesi bağlamında yaparak
‘minamilist’ anlatılarla gerçekleştirmektedir.
New York Columbia Üniversitesi’nde Orta
Doğu ve Asya Dilleri ve Kültürleri uzmanı
olarak çalışan İran asıllı Profesör Hamid
Dabaşi’nin (2007: 150) Batı dışındaki kültürler
için işaret ettiği estetik yapılanma; genelde Batı
dışı, özelde de İran kültürü için önemli bir
saptamadır: “Biz post/kolonyal çeperdekiler,
sanatı estetik bir haz eylemi olarak değil biza-
tihi nefes alıp vermek kadar hayati bir şey
olarak görmüşüzdür. Merkezdekilerin durumu-
nu ise sanatın kendisine yüklediği vazifeyi
yerine getirebilmekteki sorununu estetik kura-
mına gereğinden fazla boğulmuş olmasında-
dır”. Bu perspektiften bakıldığında, İran sine-
ma anlatılarının ‘minimal hikâyeyi çok kat-
manlı anlatırken yaşam deneyimi sunmak’
niteliği çok daha anlaşılabilir olmaktadır.
2. ÖRNEK FİLMLER VE
ÇÖZÜMLEMELER
İnsanın varoluşuna dair tartışmalar her zaman
için felsefenin, dinin, ontolojinin ve psikanali-
zin alanı içinde ele alınıp değerlendirilir. Yeni
İran Sineması’nda varoluşsal yönelimlerin nasıl
bir praksisle belirlendiklerini yansıtan ve ör-
neklem olarak ele alınan bu üç film, ayrı yö-
netmenlerin ayrı tarihlere ait çalışmalarıdır.
Filmlerin ilki ölüm, ikincisi kader, üçüncüsü
tercih yapmanın gerilimi üzerinedir.
2.1.Kirazın Tadı/Ta’m- e Guilass
Yönetmen/Senarist: Abbas Kiyarüstemi; Gö-
rüntü Yönetmeni: Homayun Payvar; Oyuncu-
lar: Homayoun Ershadi, Abdolrahman Bagheri;
Yıl: 1997; Yapım: İran-Fransa.
2.1.1.Filmin Konusu
Film, hayatına son vermek isteyen Bedii adlı
orta yaşlardaki bir erkeğin intihar etme girişi-
mi, bir insanın bilerek ve isteyerek hayattan
vazgeçmesi ve kaçınılmaz sonu beklemeden o
sona ulaşmak isteme hikâyesi üzerine kurul-
muştur. Bedii ölümüne karar verip intihar te-
şebbüsünü gerçekleştirdiğinde kendisini gömüp
üzerine toprak atacak bir kişi aramakta; bunu
da gündelik hayatın sıradanlığı ve kayıtsızlığı
içinde olduğu insanlar arasından bulmaya ça-
lışmaktadır.
2.1.2. Hayat ve Varoluş
İnsan yaşamının ayrılmaz bir parçası ve en
büyük ikilemi olan ölüm, insanoğlunun her
zaman ilgi duyduğu bir konu olmuştur. Çağlar
boyu insanoğlu ölüm üzerine düşünmüş ve onu
tanımaya çalışmıştır. İnsan isterse ölümü seçe-
bilmekte, fakat istemese de ölümü yaşamakta-
dır.
Varoluşçu anlayışa göre bireyin kendi varlığı
ve ‘burada oluşu’ onun hayata bakışının ve
eylemlerinin
temel
hareket
noktasıdır
(existence). Birey bütün değerlerin dışında
kendi varlığını ve varoluşunu ancak kendisinin
anlamlandırabileceği gerekçelerle açıklamalı;
eylemlerini de yerleşik değerleri göz önüne
almadan biçimlendirmelidir.
Kierkegaard’a göre, insanın varoluşu, onun yok
olma düşüncesini de beraberinde getirir. Eğer
varoluş diye bir şey varsa, bu, her şeyden önce
yok oluş karşısında ortaya çıkmaktadır. Bu
nedenle ölüm teması varoluşçu filozoflarda
önemli bir yer tutmaktadır (Taşdelen 2004:
122). İslami anlayışta da insanın nasıl yaşaya-
cağı sorunsalı en çok ele alınan problemlerden
birisidir. Buna verilen yanıtlardan başta geleni,
nasıllığın bir olgu ifade etmekten daha çok,
değerler sistematiğini ifade eden bir terim olu-
şuyla açıklanır: Buna göre insanın yapıp etme-
lerinde bir ölçünün olması bu ölçünün de ken-
disinin belirlediği değerlerin dışında daha üst
belirleyişin ve biçimleyişin olmasıyla mümkün
ve doğru olabilmesidir.
Film, tüm dinlerin ama özellikle varoluşçu
felsefenin bir problematik olarak gördüğü ‘in-
tihar’ı odağına alan bir öykülemeye sahiptir.
Ölümün ve yaşamın anlamları üzerine belir-
gin/saptanmış tezler ileri sürmemesine karşın,
anlatımda varoluşsal yönelimin izleri oldukça
baskındır.
İran Yeni Dalga Sinemasında Varoluşsal Temalar… (218-233)
223
Öykü, Bedii’nin hem arabasıyla fiziksel yolcu-
luğuna hem de kendi içsel yolculuğuna başla-
masıyla kurulur. İzleyici karakterin fiziksel
yolculuğuna yoldaşlık ederken, kendi iç dünya-
sında da belirli belirsiz bir yolculuğun sorgu-
lamasını yapmaya başlar. Anlatının düşünce
gerilimleri, Bedii’nin aradığı ve arabasına aldı-
ğı kişilerle yaptığı konuşmalarda gerçekleşir.
Bedii’nin kişilerden istediği şudur: Bir tepenin
üzerinde kendisi için kazdığı mezarın içine
girecek, önceden uyku hapları da alacak ve onu
gömmeyi kabul eden insan gelip ona seslendi-
ğinde o cevap vermezse onu oraya gömecektir.
İzleyici, Bedii’yi yaşamını sonlandırmaya iten
nedenleri ilk anlarda merak etse de öykünün
ilerleyişiyle bunun yerine ölenle ölümü gerçek-
leştirecek olanın arasındaki hayata dair düşün-
celerin varoluşsal anlamına yoğunlaşmaya
başlamaktadır.
Bedii’nin intihar etmek için böyle bir ölüm
biçimini tercih etmesi, içinde bulunduğu ruhsal
salınımdan kendisini kurtaracak birini ya da
hayatın anlam ya da anlamsızlığını gösterecek
bir şeyi bulma beklentisidir. Bulduğu/öğrendiği
şey ise ‘kirazın tadı’dır; artık karar bundan
sonra kendisinindir ve bir başkasının kendisi
adına veremeyeceği bir kararın eşiğine gelmiş-
tir.
Mimesisin eksikliği bu filmde somut biçimde
görülür. İzleyici neredeyse ilk göründüğü sah-
neden itibaren Bediî ile özdeşleşemez. Bunu
sağlamak için de, doğa, toplum ve insan topla-
mını vermek amacıyla kullanılan genel çekim-
lerde, karakterin ve insanların görüntüleri uzak,
sesleri ise daha yakın perspektiften yansıtıl-
maktadır. Birçok sahnede, Bedii, uzakta bir
arabanın içinde, küçücük olarak gösterilmekte
ve izleyicinin onun nasıl bir ruhsal salınım
içinde olduğuna dair empati kurma duygusun-
dan yoksun olmasına çalışılmaktadır.
Bedii, yaşamını sonlandırma kararının çelişki-
leri, ruhsal salınımları içindedir ve aslında
hayatına dair yeşerecek ümitler, ruhunu ısıta-
cak güneşler aramakta; hayatın getirdiklerine
dair bir aldanış için hala yeri var mıdır sorusu
da aklını kurcalayıp durmaktadır. Bu salınım,
alegorik bir anlatımla verilir: İnsan, öldüğünde
üzerine toprak attırmak için yola çıkmışsa,
yaşamayı mı istiyordur, ölmeyi mi? İstenilen
yardım hangisidir: Üzerine atılacak toprak mı,
yoksa uzanacak bir el mi sorusuna izleyici
yanıt vermek zorundadır (Zaman 2011).
2.1.3.Ölüm ve İntihar
İntihar konusunu ele alan Batı sinemasının
anlatılarında, birey, dünyanın/insanların kendi-
sine yüklediği sorumluluğu taşıyamamış ve
sonunda bu sorumluluk duygusunun altında
ezilerek intihara yönelmiş olarak verilir. Ken-
dini öldürmek bir anlamda hayata karşı bir
başkaldırının da ifadesidir. Albert Camus’a
göre başkaldırı yasal yetkeye karşı çıkıştan çok
insanın kendisini engelleyen şeyler, kendisine
boğuntu veren şeyler karşısında kararlı bir
direniş durumu ya da dirençli tutum alması
anlamına gelmektedir (Timuçin 2001: 414).
İslami düşüncede ise intihar kabul edilemez;
çünkü ister istemez, şu ya da bu şekilde Tanrı
karşısında ve O'na göre bir varoluş bir bulunuş
durumunda olunmalıdır. Birey, Tanrı 'ya göre
bir durum alış içerisinde olmaktan önce, Tanrı
anlayışına bağlı olarak kendi konumunu oluş-
turmakla yükümlüdür. Bu nedenle, intihar
edenin cenaze namazının kılınmayacağı yö-
nünde toplumda bir inanış bile vardır.
Bedii’nin kendisini gömecek adamı bulması o
kadar da kolay olmaz; çünkü İslam’da, intihar
etmek en büyük günahlardan biri olduğu gibi,
intihara yardım etmek de bir o kadar günah ve
yasaktır. Bedii, bazen insanın devam edemeye-
ceği an’lar geldiğini; kendisinin de şimdi böyle
bir an’da olduğunu, artık hayata dair tükendi-
ğini ve bu yüzden de, Allah’ı bekleyemeyece-
ğini, kendisinin harekete geçtiğini söyler.
“Kendimi bu hayattan kurtarmaya karar ver-
dim” der. Varoluşçulara göre kendi olmak ve
kendi varoluşunu hissetmek ancak özgür ol-
makla ilgilidir. Birey var olanı (kendi hayatını),
kendi fenomenolojik anlayışıyla anlamlandır-
makla yükümlüdür. Özgürlük ancak sorumlu
varlık için istenen bir değerdir. Öyleyse insan,
sorumlu olduğu için özgür olmalı, özgür oldu-
ğu için de sorumluluk duymalıdır. Doğaldır ki
İslami düşünce; bir anlamda tanrıyı reddeden,
kendini tanrısallaştıran bu anlayışı hiçbir suret-
te kabul etmemekte ve bunu en büyük günah
saymaktadır. Bunu bilen Bedii, kendince haya-
ta ve ölüme dair yeni anlamlar bulmaya çalışır.
Söyledikleri onun iç dünyasındaki inanç, duy-
gu, bilgi salınımlarını yansıtır. “İntiharın en
büyük günahlardan olduğunu biliyorum, fakat
Dostları ilə paylaş: |