1
www.ozetkitap.com
BROCA’NIN BEYNİ- Carl SAGAN
G R Ş
Hem sınır bilim hem de din, kısmen doğanın ve bizim onun içindeki rolümüzün ciddi
bir sorgulamasıyla motive oldukları için üzerinde kafa yormayı hak eden konular. Ancak sınır
bilim ve organize dinlerin her ikisi de sahte ve tehlikeli bir sürü olgu da içeriyor. Bu tip
doktrinlerin uygulayıcıları ekseriyetle, keşke cevaplamak zorunda olduğumuz eleştiriler
olmasaydı diye arzu ederler. Ancak bilimde ve dinde, derin bilgileri derin saçmalıklardan
ayıklamanın yolu kuşkucu incelemedir. Bana göre, bütün fikirler eşit oranda değerlendirmeye
layıktır gibi iyi niyetli bir savın, hiçbir fikrin değeri yoktur gibi felaket bir savdan çok az farkı
var.
Ş
u halde bu kitap evreni ve kendimizi keşfetmek üzerinedir, yani diğer bir deyişle bilim
hakkındadır. Bir tuz kristalinden başlayıp kozmosun yapısına, mitler ve efsanelere, doğum ve
ölüme, robotlara ve iklime, gezegenlerin keşfine, zekanın doğasına, Dünya’nın ötesinde hayat
araştırmalarına kadar uzanan konuların kapsamı çok farklı gözükebilir. Ancak giderek ortaya
çıkacağı üzere bu konular birleşiktir, çünkü dünya birleşiktir ve insanlar dünyayı, muhtemelen
kendi dışındaki gerçekleri doğrulukla yansıtmayan benzer duyu organları, beyinler ve
deneyimlerle algılarlar.
Elli sene önce doğmuş olsaydık bu meseleleri merak edecek, düşünebilecek, üzerine
fikirler yürütebilecek ama hiçbir şey yapamıyor olacaktır. Elli sene sonra doğmuş olsaydık
herhalde cevapları çoktan bulmuş olacaktık. Çocuklarımızın çoğu, daha sorular formüle
edilmeden cevapları öğrenmiş olacaktı.
Carl SAGAN - thaca, New York
I-B L M VE NSAN
BROCA’NIN BEYN
Arkadaşım Ann Druyan’ın söylediklerini duyabiliyordum. “Aç bıraktığımız ve işkence
ettiğ
imiz insanların çalmaya ve öldürmeye sosyal bir eğ
ilimleri vardır. Biz ise bunu
alınlarının çıkık olmasına bağ
larız.”
Oysa katillerin ve bilginlerin beynini birbirinden ayırt
etmek mümkün değildir. Suçluyu yaratan, çok büyük bir olasılıkla soyaçekim değil,
toplumdur.
Bu düşüncelerle koleksiyonu incelerken, gözüme daha altta duran birçok şişeden
birisinin etiketi takıldı. Şişeyi raftan alarak daha yakından inceledim. Etiketin üzerinde
P. Broca yazıyordu. Elimdeki Broca’nın beyniydi.
PAUL BROCA 19. yüzyılın ortalarında hem tıp hem de antropolojinin ilerlemesinde
büyük rol oynamış bir cerrah, nörolog ve antropologdu.
Broca modern beyin cerrahisinin kurucusuydu. Çocuk ölümleri üzerine incelemeler
yaptı. Hayatın sonlarına doğru senatörlük payesi aldı. Darwin’in doğal ayıklanmasıyla evrim
fikrine sıcak bakan neredeyse tek kişiydi. Broca’nın da, “Alem’in yozlaşmış bir oğlu
olmaktansa değişim geçirmiş bir maymun olmayı tercih ederim,”
dediği söyleniyordu. Bu ve
buna benzer fikirleri yüzünden kamuoyunda materyalistlikle ve Sokrates gibi, gençlerin
ahlakını bozmakla suçlandı. Ama bütün bunlara rağmen Senatörlükle onurlandırıldı.
Fransa’da antropolojinin gelişmesine sadece polis değil kilise de karşıydı ve Roma
Katolik Siyasal Partisi, Broca’nın kurduğu Paris Antropoloji Enstitüsü’nde konunun
öğretilmesine karşı 1876’da büyük bir kampanya başlattı.
Paul Broca 1880’de hayatını kaybetti. Ölüm sebebi muhtemelen üzerinde çok parlak
çalışmalar yaptığı bir çeşit anevrizmaydı.
ncelemekte olduğum meşum koleksiyonu bir araya getiren, elimde tuttuğum beynin
sahibi Broca’nın bizzat kendisiydi. Broca günümüzde belki de en çok serebral korteksin sol
ön lobunun üçüncü kıvrımındaki küçük bir bölgeyi keşfetmesiyle ünlüdür, ki bu bölge şimdi
Broca bölgesi adıyla biliniyor.
2
www.ozetkitap.com
Ama en önemlisi bu, beynin belirli fonksiyonlarının ona özel bölgelerde var
olduğunun, kimi zaman
“zihin” olarak adlandırılan aktivitenin, yani beyin anatomisiyle
beynin ne yaptığı arasında bir bağ olduğunun ilk göstergelerinden birisiydi.
Broca 19. yüzyılda bir hümanistti ama yaşadığı devrin insanı telef eden
önyargılarından, toplumsal hastalıklarından kendini kurtaramamıştı. Erkeklerin kadınlardan
ve beyazların siyahlardan üstün olduğuna inanıyordu. Toplum en iyilerimizi dahi
yozlaştırabilir. Bence bir kimseyi ileri ki bir çağın aydınlığını paylaşmadığı için eleştirmek
biraz haksızlıktır, ama bu tip önyargıların bu derece yaygın olması da bir o kadar üzücüdür.
Eğer bilim ortalama bir insan için çok zor, gizemli, dış dünyaya kapalı bir mezhep gibi
algılanırsa suistimal tehlikesi daha da büyüktür. Buna karşın bilim eğer bir genel ilgili ve
düşünce konusu olursa dünyanın gerçekte nasıl olduğunu öğrenme ihtimalimiz de o derece
yükselir ve hem onu hem de kendimizi geliştirmiş oluruz.
EVREN B LEB L R M Y Z?
B R TUZ TANEC Ğ ÜZER NE DÜŞÜNCELER
B L M, bir bilgi bütünlüğünden çok bir düşünme biçimidir. Eğitim ve önyargılar ya
da dünyadaki oluşumlara zaten kısmen açık olan duyu organlarımızın yetersizliği algılarımızı
çarpıtabilir. Öyle ki, sürtünmesiz ortamda yarım kilo kurşunun bir gram tüyden daha hızlı
düşüp düşmeyeceği gibi açık bir soru bile, Aristo hem de Galileo’nun zamanında önceki
hemen herkes tarafından yanlış cevaplandırılmıştı. Bilim deneye dayanır, köhne sabit fikirlere
istekte meydan okuyabilmeye, evreni gerçekte olduğu gibi görebilme şeffaflığına yaslar
sırtını. Bu yüzden de bazen cüretkarlık, en azından basmakalıp bilgeliği sorgulayabilecek
cesaret gerektirir.
Bunun ötesinde bilimin püf noktası gerçekten bir şey düşünmektir: Bulutların şekli;
bir yaprağın üzerindeki bir çiğ damlasının oluşumu; bir isim veya sözcüğün kökeni –örneğin
“Shakespeare” ismi veya “sevecen” sözcüğü-; insanın sosyal yaşamındaki adetlerin –mesela
ensest tabusunun- sebebi; güneş ışığına tutulan bir merceğin kağıdı nasıl yakabileceği; bir
bastonun nasıl olup da gitgide daha çok bir dal parçasına benzediği; yürüdükçe neden Ay’ın
da peşimizden geliyormuş gibi olduğu; Dünya’nın merkezine inen bir delik açmamızı neyin
engellediği; küre biçimindeki bir dünya üzerinde “aşağı” sözcüğünün nasıl bir anlam
kazandığı; dün yenen öğle yemeğinin bugün vücut tarafından nasıl kas ve iskelete
dönüştürüldüğü; veya evren sonsuz mudur ve sonsuz değilse öteki ucunda ne vardır
sorusunun bir anlamı olup olmadığı, sorularının bazısının yanıtlanması oldukça kolaydır.
Diğerlerinin, özellikle de sonuncusunun yanıtı bugün bile bulunamamıştır.
O zaman şöyle bir soru sormak kaçınılmaz olur: Niçin var olan sadece gördüklerimiz
de baş
ka ş
eyler değ
il? Güneş
, Ay ve gezegenler neden küre ş
eklinde? Neden düzensiz,
karmaş
ık ş
ekillerde değ
il? Böylesi bir simetrinin var olmasının sebebi ne?
Bütünüyle ve tam anlamıyla bir tuz taneciğ
ini bilebilir miyiz?
Mikroskop yardımı
olmadan, keskin bir gözün bile zorlukla ayırt edebileceği bir noktadan ibaret, bir mikrogram
ağırlığındaki bir tuz taneciğini düşünün. Bu tuz taneciğinde yaklaşık olarak 10
16
sodyum ve
klor atomu bulunur. Yani 1’in ardına sıralanmış 16 adet sıfırdan oluşan bir rakam, 10 milyon
kere milyar tane atom
Beynin bilme sınırı nedir?
Beyinde yaklaşık 10
11
nöron vardır. Bu nöronlar elektrik ve
kimyasal faaliyetleriyle zihnimizin çalışmasını sağlayan devre ve anahtar elemanlarıdır. Tipik
bir nöronun üzerinde, diğer nöronlarla bağlantısını sağlayan dendrit adlı belki bin tane küçük
iplikçik bulunur. Eğer beyindeki her bir bilgi bu bağlantılardan birine denk gelirse ki
görünüşte öyledir, beynin bilebileceği şeylerin tümü 10
14
yani yüz trilyon rakamıyla sınırlıdır.
Ancak bu rakam bizim tuz taneciğimizdeki atom sayısının sadece yüzde biridir.
En azından önemli bir bölümünü bilebildiğimiz bir evren de yaşadığımız için
ş
anslıyız. Günlük yaşam sürecini anlayabilmemizi sağlayan sağduyu deneyimimiz ve bizi bu