çözüm sunmuştu Kraliyet Şövalyesi olduğunu ispat eden kabartmalı kimliğini göstermişti.
Zavallı adamlar onu içeri buyur etmek için neredeyse birbirlerini eziyorlardı.
Şimdi hayretler içindeki Langdon ile Neveu'ya
bakan Teabing, yakında kilisenin çöküşüne
neden olacak plana Opus Dei'yi ne kadar zekice alet ettiğini açıklama hevesine karşı
koyuyordu. Bu konunun beklemesi gerekiyordu. Şu anda yapılması gereken işler vardı.
Teabing akıcı Fransızcayla, "Mes amis," dedi. "Vous ne trouvez pas le Saint-Graal, c'est le
Saint-Graal qui vous trouve." Gülümsedi. "Birleşen yollarımız daha bariz olamazdı. Kâse bizi
buldu."
Sessizlik.
Şimdi onlarla fısıltıyla konuşuyordu. "Dinleyin. Duyabiliyor musunuz? Kâse bize
yüzyıllar öncesinden sesleniyor. Tarikatın budalalığından kurtulmak için yalvarıyor. Her
ikinizin de bu fırsatı anlamanızı rica ediyorum. Şu anda son şifreyi çözmek ve kripteksi
açmak için bir araya gelmiş daha ehil üç kişi olamazdı." Teabing susarken, gözleri ışıl ışıl
parlıyordu. "Hep birlikte yemin etmemiz gerekiyor. Birbirimize güveneceğimize ant içelim.
Gerçeği ortaya çıkaracağına ve açıklayacağına dair bir şövalye yemini."
Teabing'in gözlerinin
derinliklerine bakan Sophie, sert bir sesle konuştu. "Büyükbabamın
katiliyle asla yemin etmem. Ancak seni hapse göndermek için yemin edebilirim."
Teabing önce bozuldu sonra yeniden kararlılıkla konuştu. "Böyle düşündüğünüz için
üzgünüm mademoiselle." Dönüp silahını Langdon'a çevirdi. "Peki ya sen Robert? Benimle
misin, bana karşı mısın?"
100
Piskopos Aringarosa'nın bedeni pek çok acı çekmişti ama göğüs kafesindeki merminin
yakıcı sıcaklığı ona tamamen yabancıydı. Derin ve ağır. Bu, bedenine değil... ruhuna aldığı bir
yaraydı.
Görmeye çalışarak gözlerini açtı ama yüzündeki yağmur, görüşünü bulanıklaştırıyordu.
Neredeyim? Siyah cüppesi dalgalanırken onun hantal vücudunu bir oyuncak gibi taşıyan
güçlü kollan hissedebiliyordu.
Bitkin kolunu kaldırarak gözlerini sildi ve onu taşıyan adamın Silas olduğunu gördü. Sisli
bir kaldırımda ilerlemeye
çabalayan dev Albino; yürek parçalayıcı bir şekilde feryat ederek,
hastane diye bağırıyordu. Kırmızı gözlerini önündeki yola dikmişti ve kana bulanmış solgun
yüzünden aşağı gözyaşları akıyordu.
Aringarosa, "Oğlum," dedi. "Yaralanmışsın."
Silas ıstırapla buruşturduğu yüzünü eğip ona baktı. "Çok üzgünüm peder."
Konuşamayacak kadar acılı görünüyordu.
Aringarosa, "Hayır Silas," diye yanıt verdi. "Üzgün olan benim. Bu benim hatam."
Öğretmen bana cinayet işlenmeyeceğini söylemişti ve ben de sana, ona itaat etmeni söyledim.
"Çok hırslıydım. Çok korkmuştum. Sen ve ben kandırıldık." Öğretmen Kutsal Kâse'yi asla bize
vermeyecekti.
Yıllar önce himaye ettiği adamın kollarındaki Piskopos Aringarosa,
zamanda geriye
yolculuk yaptığını hissetti. İspanya'ya. Mütevazı başlangıcı, Oviedo'da Silas ile birlikte küçük
bir Katolik Kilisesi inşa etmişti Daha sonra, New York'a gelmiş ve Lexington Caddesi'ndeki
Opus Dei Merkezi'nde Tanrı’nın zaferini ilan etmişti.
Aringarosa beş ay önce yıkıcı bir haber almıştı. Hayatı boyunca verdiği emek
tehlikedeydi. Castel Gandolfo'da hayatını değiştiren toplantıyı tüm ayrıntılarıyla hatırladı...
tüm bu felaketleri harekete geçiren haberi.
Aringarosa, Gandolfo'nun Astronomi Kütüphanesi'nden içeri başı dik girmişti. Amerika'da
Katolikliği temsil ederken çıkardığı üstün işten ötürü sırtını sıvazlamak için sabırsızlanan bir
kalabalık tarafından karşılanacağını ve övüleceğini düşünüyordu.
Ama orada yalnızca üç kişi vardı.
Vatikan sekreteri. Obez. Aksi.
İki yüksek rütbeli İtalyan kardinali. Sahte sofu. Ukala.
Aringarosa şaşkınlıkla, "Sekreter?" demişti.
Resmi işlerden sorumlu şişko denetçi Aringarosa’nın elini sıkmış ve karşısındaki
sandalyeyi göstermişti. "Buyurun oturun lütfen."
Bir şeylerin ters gittiğini sezinleyen Aringarosa oturmuştu.
Sekreter, "Sohbet etmeyi pek iyi beceremem piskopos," demişti. "Bu
yüzden ziyaretinizin
asıl sebebine geleceğim."
"Lütfen. Açık konuşun." Aringarosa, kendilerini üstün görerek onu süzen iki kardinale
bakmıştı.
Sekreter, "Sizin de farkında olduğunuz gibi," demişti. "Papa Hazretleri ve Roma'daki
diğerleri son zamanlarda Opus Dei'nin tartışmalı uygulamalarının getirdiği siyasi sonuçlardan
kaygılanıyor."
Aringarosa o anda tüylerinin ürperdiğini hissetmişti. Kilisede açık
fikirli bir değişikliğe
gidilmesini hararetle isteyen yeni Papa'yla bunu daha önce defalarca görüşmüştü.
Sekreter hemen ardından, "Papa Hazretleri'nin," diye ekledi. "Papazlığınızı yönetim
şeklinizde herhangi bir değişikliğe gitmenizi hoş görmediğine sizi temin etmek isterim."
Umarım öyledir! "O halde neden buradayım?"
İri cüsseli adam içini çekmişti. "Piskopos, bunu daha ince bir şekilde nasıl anlatırım
bilemiyorum o yüzden doğrudan söyleyeceğim. Sekreterlik Konseyi iki gün önce Vatikan'ın
Opus Dei'ye verdiği onayı geri almayı oy birliğiyle kabul etti."
Aringarosa yanlış anladığına emindi, "Affedersiniz anlayamadım?"
"Çok açık bir şekilde ifade edildi, bugünden itibaren altı ay sonra, Opus Dei, Vatikan'ın
piskoposluğu olarak kabul görmeyecek. Özerk ayrı bir kilise olacaksınız. Papalık kendini
sizden ayrı tutacak. Papa Hazretleri onayladı, biz de yasal evrakları hazırlamaya başladık."
"Ama... bu imkânsız."
'Tam tersine, gayet mümkün. Ve gerekli. Papa Hazretleri yeni üye alma politikalarınızdan
ve bedensel çile ibadetlerinizden rahatsızlık duymaya başladı." Durdu. "Ayrıca kadınlara
yönelik uygulamalarınızdan. Samimi olmak gerekirse, Opus Dei yük ve utanç kaynağı oldu."
Piskopos Aringarosa serseme dönmüştü. "Utanç kaynağı mı?"
"Bu noktaya gelmesine şaşırmamanız gerekir."
"Sayısı giderek artan tek Katolik örgütü Opus Dei. Rahiplerimizin sayısı şu
anda bin
yüzün üzerinde!"
"Bu doğru. Hepimiz için can sıkıcı bir durum."
Aringarosa ayağını yere vurmuştu. "Papa Hazretleri'ne 1982'de Vatikan Bankası'na
yardım ettiğimiz zaman da Opus Dei bir utanç kaynağı mıymış sorun bakalım."
Sekreter sakinleştirici bir ses tonuyla, "Vatikan bunun için daima müteşekkir kalacaktır,"
dedi. "Ama 1982'deki mali cömertliğinizin tek sebebinin ilk başta size piskoposluk mertebesi
tanınması olduğunu düşünenler de var."
"Bu doğru değil!" Bu olumsuz ima Aringarosa'yı derinden yaralamıştı.
"Neden her ne olursa olsun, size iyi niyetli davranmayı düşünüyoruz. Yaptığınız bağışı da
dahil ederek, size tazminat ödeyeceğiz. Beş taksitte ödenecek."
Aringarosa, "Beni satın mı alacaksınız?" diye sormuştu. "Sessiz sedasız gitmem için para
mı ödeyeceksiniz? Opus Dei mantığın tek sesiyken öyle mi?"
Kardinallerden biri başını kaldırmıştı. "Affedersiniz, mantık mı dediniz?"
Aringarosa
masaya doğru eğilerek, sesini yükseltmişti. "Katoliklerin kiliseyi neden terk
ettiklerini gerçekten merak ediyor musunuz? Etrafınıza bakın kardinal. İnsanlar saygısını
kaybetti. İmanın getirdiği zorlukla yok oldu. Öğreti açık büfeye dönüştü. Mahrum kalma,
itiraf, komünyon vaftiz, ayin istediğinizi seçin hangi bileşimi isterseniz onu alın ve gerisin boş
verin. Kilise ne çeşit bir kılavuzluk sunuyor?"
İkinci
kardinal, "Üçüncü yüzyıl kuralları," demişti. "İsa'nın çağdaş müritlerine
uygulanamaz. Bu kurallar, bugünün toplumuyla uyuşmaz."
"İyi ama, Opus Dei'dekilere uyuyor!"
Sekreter kararlı sesiyle, "Piskopos Aringarosa," demişti. "Örgütünüzün önceki Papa'yla
olan ilişkisine hürmeten Papa Hazretleri Opus Dei'ye
kendi rızasıyla Vatikan'dan ayrılmak
için altı ay süre tanıdı. Size Papa Hazretleri ile olan görüş ayrılığınızı bir kenara bırakmanızı
ve kendi Hıristiyan örgütünüzü kurmanızı tavsiye ederim."
Aringarosa, "İtiraz ediyorum!" diye karşı çıkmıştı. "Ve bunu kendim söyleyeceğim!"
"Korkarım Papa Hazretleri artık sizinle görüşmek istemiyor."
Aringarosa ayağa kalkmıştı. "Eski Papa tarafından kurulan özel piskoposluğu feshetmeye
cüret edemez!"
"Üzgünüm." Sekreter gözünü bile kırpmamıştı. "Tanrı verir ve yine Tanrı alır."
Aringarosa bu toplantıdan şaşkınlık ve panik içinde ayrılmıştı! New York'a döndüğünde
şehir manzarasını günlerce hayal kırıklığıyla seyretmiş, Hıristiyanlığın
geleceği için
kederlenmişti.
Her şeyi değiştiren o telefonu haftalar sonra almıştı. Arayan kişi Fransız aksanıyla
konuşuyordu ve kendisini
Öğretmen diye tanıtmıştı, bu piskoposlukta kullanılan bir lakaptı.
Vatikan'ın Opus Dei'den desteğini çekmeyi planladığını bildiğini söylüyordu.