Kâse'nin arkasından kör gibi gidebilecek ve her şeyi kaybedebilecek benden başka kim vardı
ki? Kâse ona sahip olan kişiye muazzam bir güç getirecekti.
Leigh Teabing, kimliğini kurnazca korumuştu. Fransız aksanı ve
dindar bir kalbi taklit
ederek ve ihtiyacı olmayan şeyi maaş olarak talep ederek... parayı. Aringarosa
şüphelenmeyecek kadar istekliydi. Yirmi milyon euroluk fiyat etiketi, Kâse'yi elde etme
isteğiyle karşılaştırıldığında önemsizdi ve Vatikan'ın Opus Dei'ye ayırdığı ödemeyle,
finansman sorunsuz işledi.
Körler, görmek istediklerini görürler. Teabing'in son hakareti,
tabii ki, Vatikan bonolarından ödeme talep etmesi olmuştu, böylece eğer bir terslik çıkarsa,
soruşturma Roma'ya kayacaktı.
"Sizi iyi gördüğüme sevindim, efendim."
Aringarosa kapıdaki sert sesi tanıdı ama yüzünü bu şekilde tahmin etmiyordu... sert, güçlü
yüz hatları, arkaya yapıştırılmış briyantinli saçlar ve siyah takım elbisesinden
uzanan geniş bir
boyun. Aringarosa, "Yüzbaşı Fache?" diye sordu. Yüzbaşının, Aringarosa'nın dün geceki kötü
durumuna gösterdiği şefkat ve ilgi, daha narin bir fiziği çağrıştırmıştı.
Yüzbaşı yatağa yaklaştı ve tanıdık, ağır, siyah bir evrak çantasını sandalyenin üzerine
koydu. "Sanırım, bu size ait."
Aringarosa, bonolarla dolu olan evrak çantasına baktı ve utanç, hissederek, hemen
gözlerini kaçırdı. "Evet... teşekkür ederim." Parmaklarını yatak örtüsünün dikişlerinin
üzerinde gezdirirken, duraksadı ve sonra devam etti. "Yüzbaşı, bunu uzun zamandır
düşünüyorum ve sizden bir iyilik isteyeceğim."
'Tabii ki."
"Silas'ın Paris'te öldürdüklerinin aileleri..." Duygularını bastırarak sustu. "Hiçbir tutarın
zararı ödemeye yeterli olamayacağının farkındayım ama bu evrak çantasının
içindekileri
aralarında bölüştürebilirseniz... merhumların aileleri arasında."
Fache'nin koyu renk gözleri bir süre onu inceledi. "Erdemli bir jest efendim. İsteğinizin
yerine getirilmesini sağlayacağım."
Aralarında ağır bir sessizlik oldu.
Televizyonda, zayıf bir Fransız polisi geniş bir alana yayılmış malikânenin önünde basın
toplantısı yapıyordu. Fache, onun kim olduğunu gördü ve dikkatini ekrana verdi.
Suçlayıcı bir ses tonuyla bir BBC muhabiri, "Teğmen Collet," dedi. "Dün gece, yüzbaşınız
alenen iki masum kişiyi cinayetle suçladı. Robert Langdon ve Sophie Neveu şubenizden
şikâyetçi olacak mı? Bu, Yüzbaşı Fache'nin işine mal olacak mı?"
Teğmen Collet'nin gülümseyişi yorgun ama sakindi. "Deneyimlerimden, Yüzbaşı Bezu
Fache'nin nadiren hata yaptığını söyleyebilirim. Bu konu hakkında henüz kendisiyle
görüşmedim ama nasıl çalıştığını bildiğim için, Ajan Neveu ve Bay Langdon'ı halka ilan
edişinin, gerçek katili ortaya çıkarmak için bir hile olduğunu düşünüyorum."
Muhabirler şaşkın bakışlarla birbirlerine baktılar.
Collet devam etti. "Bay Langdon ve Ajan Neveu'nun bu kandırmacaya istekli katılıp,
katılmadıklarını bilmiyorum. Yüzbaşı Fache yaratıcı metotlarını genellikle kendisine saklar.
Bu noktada kesin olarak söyleyebileceğim, yüzbaşının sorumlu kişiyi başarılı bir şekilde
tutukladığı ve Bay Langdon ile Ajan Neveu'nun masum ve güvende olduklarıdır."
Fache, Aringarosa'ya dönerken, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. "Şu
Collet, iyi bir adam."
Birkaç dakika geçti. Sonunda, Fache elini alnında gezdirip, saçını arkaya yapıştırırken,
Aringarosa'ya baktı. "Efendim, Paris'e
dönmeden önce, konuşmak istediğim son bir konu var.
Londra'ya hazırlıksız uçuşunuz. Rotayı değiştirmesi için bir pilota rüşvet verdiniz. Bunu
yaparak, bir dizi uluslararası kanunu ihlal ettiniz."
Aringarosa çöktü. "Umutsuzdum."
"Evet. Adamlarım onu sorguya çektiklerinde pilot da öyleydi." Fache elini cebine götürdü
ve üzerinde el işi bir piskoposluk arması bulunan mor renkli, tanıdık bir ametist yüzük
çıkardı.
Aringarosa yüzüğü alıp, parmağına takarken, gözyaşlarının aktığını hissetti. "Çok
kibarsınız." Elini uzatıp, Fache'nin elini tuttu. "Teşekkür ederim."
Fache yaptığının önemsiz olduğunu el işaretiyle ima ederek, pencereye yürüdü ve şehre
baktı. Düşüncelerinin çok uzaklarda olduğu belliydi. Arkasını döndüğünde
belirsizlik içinde
kıvrandığı hissediliyordu. "Efendim, buradan nereye gideceksiniz?"
Aringarosa'ya aynı soru, bir gece önce Castel Gandolfo'dan ayrılırken de sorulmuştu.
"Sanırım, benim yolum sizinki kadar belirsiz."
"Evet." Fache duraksadı. "Sanırım, ben erken emekliye ayrılacağım."
Aringarosa gülümsedi. "Biraz iman, harikalar yaratabilir, yüzbaşı. Biraz iman."
104
Çoğunlukla Şifre Katedrali denilen Rosslyn Şapeli, İskoçya'da Edinburgh'un on bir
kilometre güneyinde, eski Mitras mabedinin bulunduğu tarafta yer alıyordu. 1446'da Tapınak
Şövalyeleri tarafından inşa edilen şapel, Yahudi, Hıristiyan, Mısır, Mason ve pagan
geleneklerinden gelen çeşitli sembollerle donatılmıştı.
Şapelin coğrafi koordinatları, Glastonbury'den geçen
kuzey-güney meridyenine
düşüyordu. Bu Gül Çizgisi boylamı, Kral Arthur'un Avalon Adası'nın geleneksel işaretiydi ve
İngiltere'nin kutsal geometrisinin merkezi sayılıyordu. Rosslyn -Roslin olarak okunuyor- adını
bu kutsal Gül Çizgisi'nden almıştı.
Langdon ile Sophie kiraladıkları arabayı, şapelin kurulduğu kayalıkların dibindeki çimli
park alanına çekerlerken, Rosslyn'in sivri kulelerinin gölgeleri uzuyordu. Onları bekleyen
şeyin verdiği heyecanla her ikisi de uyuyamamış olsa da, Londra'dan Edinburgh'a rahat bir
uçuş yapmışlardı. Başını kaldırarak bulutlarla dolu gökyüzünün önündeki gösterişsiz büyük
yapıya bakan Langdon kendini tavşan deliğine baş aşağı düşen Alice gibi hissetti. Bu bir
rüya
olmalı. Bununla birlikte Sauniére'in son mesajının daha açık olmayacağını biliyordu.
Kutsal Kâse Roslin'in altında
Langdon, Sauniére'in "Kâse haritasının" bir diyagram hazinenin X işaretiyle gösterildiği
bir çizim olacağını hayal etmişti ama tarikatın son sırrı da Sauniére'in
onlarla baştan beri
konuştuğu şekilde açıklanmıştı.
Basit bir dize. Apaçık dizeler, şüpheye hiç yer bırakmadan aradıkları yerin burası
olduğunu gösteriyordu. Rosslyn'den ismiyle bahsetmenin yanı sıra, dizeler şapelin mimari
çizgilerine de değiniyordu.
Sauniére'in son açıklamasının açıklığına rağmen Langdon aydınlanmış olmaktan çok,
şaşırmıştı. Ona göre Rosslyn Şapeli çok anlaşılır bir yerdi. Bu taş şapel yüzyıllar boyunca
Kutsal Kâse'nin varlığından söz edilen fısıltılarla yankılanmıştı. Yeraltım tarayan radarlar
yakın zaman önce, şapelin altında şaşırtıcı bir yapının büyük bir yeraltı odası var olduğunu
ortaya çıkardığında bu fısıltılar, bağırışlara dönüşmüştü. Bu derin mahzen üstündeki şapeli
gölgede bırakmakla
birlikte, herhangi bir giriş ya da çıkışı yoktu. Arkeologlar gizemli odaya
ulaşmak için kayalıkları delme talebinde bulunmuşlar fakat Rosslyn Vakfı kutsal alanda her
türlü kazıyı açıkça yasaklamıştı. Elbette bu tavır, spekülasyonları arttırmaktan başka bir işe
yaramamıştı. Rosslyn Vakfı neyi saklamaya çalışıyordu?
Rosslyn artık gizem arayıcılarının haccı haline gelmişti. Bir kısmı, bu koordinatlardan
yayılan nedeni açıklanamaz güçlü bir manyetik alanın onları buraya çektiğini iddia ederken,
bazıları kayalıklardan mahzene giden gizli girişi bulmak için geldiklerini söylüyordu ama
çoğu, bu topraklarda yürümek ve Kutsal Kâse ilmini iyice içlerine
sindirmek için geldiklerini
itiraf ediyordu.
Langdon daha önce Rosslyn'e gelmemiş olmasına rağmen, şapelin Kutsal Kâse'nin yeni
yuvası olduğunu her duyduğunda kendi kendine gülerdi. İtiraf etmek gerekirse, Rosslyn bir
zamanlar Kâse'ye ev sahipliği yapmış olabilirdi, uzun zaman önce... ama kesinlikle şimdi
değil. Son yıllarda Rosslyn'e çok fazla dikkat çekilmişti ve birisi er geç mahzene girişin
yolunu bulacaktı.
Kâse uzmanlar! Rosslyn'in bir tuzak yemi olduğu konusunda birlemiyorlardı... tarikatın
ustaca ördüğü dolambaçlı çıkmazlardan biri. Ama bu gece, tarikatın kilit taşı alenen bu