noktadan bahsettiği için Langdon artık fazla ukalalık taslayamayacağını düşünüyordu. Gün
boyunca aklından şaşırtıcı bir
soru geçmişti;
Sauniére bizi bu kadar aleni bilinen bir yere getirmek için neden bunca zahmete girdi?
Tek bir mantıklı cevabı olabilirdi.
Rosslyn hakkında henüz anlayamadığımız bir şey var.
"Robert?" Sophie arabanın dışında durmuş, ona bakıyordu. "Geliyor musun?" Yüzbaşı
Fache'nin onlara iade ettiği gül ağacı kutuyu taşıyordu. Her iki kripteks de içinde, ilk
bulduklarındaki gibi yatıyorlardı. Papirüsteki şiir ise ortasına yerleştirilerek kilitlenmişti...
kırılan sirke şişesi artık yoktu.
Çakıllı uzun patikadan yürüyen Langdon ile Sophie, şapelin ünlü batı duvarını geçtiler.
Sıradan ziyaretçiler çıkıntı yapan bu tuhaf duvarın, şapelin tamamlanamayan bir bölümü
olduğunu sanırlardı. Langdon ise gerçeğin, daha ilgi çekici olduğunu hatırlıyordu.
Süleyman Mabedi'nin batı duvarı.
Tapınak Şövalyeleri, Rosslyn Şapeli'ni, Kudüs'teki Süleyman Mabedi'nin mimari bir
kopyası gibi
inşa etmişlerdi; dar dörtgen bir ibadethane, ilk dokuz şövalyenin paha biçilmez
hazinelerini sakladığı Kudsülakdas gibi bir yeraltı mahzeni ve tüm bunları tamamlayan bir
batı duvarı. Langdon, Tapınakçılar'ın modern Kâse bankasını, Kâse'nin ilk saklandığı yeri
çağrıştıracak şekilde inşa etmeleri fikrinin ilginç olduğunu itiraf etmek zorundaydı.
Rosslyn Şapeli'nin girişi, Langdon'ın tahmin ettiğinden daha gösterişsizdi. Küçük ahşap
kapının iki demir menteşesi ve meşeden basit bir tabelası vardı.
Langdon, Sophie'ye, bu eski adın, şapelin üzerinde bulunduğu Gül Çizgisi meridyeninden
geldiğini anlattı... ya da Kâse alimlerinin inanmayı tercih ettiği gibi, Magdalalı Meryem'den
gelen soya ithafen "Gül Boyu" kelimesinden.
Şapel kısa süre sonra kapanacaktı. Langdon kapıyı açınca, eski büyük yapı, uzun bir
günün sonunda yorgunlukla içini çekiyormuşçasına içeriden dışarıya sıcak bir hav^ akıntısı
oluştu. Şapelin giriş kemerleri oymalı beşparmak otlarıyla süslenmişti.
Güller. Tanrıçanın göbeği.
Sophie ile
birlikte içeri giren Langdon, gözleriyle tüm ibadethaneyi inceleyerek, her şeyi
hafızasına kazımaya çalıştı. Daha önce Rosslyn'in ayrıntılı taş işlemelerini kitaplarda okumuş
olmasına rağmen, kendi gözleriyle görmek büyüleyici bir tecrübeydi.
Langdon'ın meslektaşlarından biri buna, semboller cenneti, demişti.
Şapeldeki her bir yüzeye semboller kazınmıştı; Hıristiyan haçları, Yahudi yıldızlan,
Mason mühürleri, Tapınakçı haçları, boynuzlar, piramitler,
astrolojik işaretler, bitkiler,
sebzeler, beş köşeli yıldızlar ve güller. Tapmak Şövalyeleri, Avrupa'nın her bir yanına tapınak
kiliseleri diken, usta birer taş duvarcısıydı, ama Rosslyn onların sevgi ve saygı ile harcadıkları
emeğin en yüce ürünüydü. Duvar ustaları işlenmemiş tek bir taş bırakmamışlardı. Rosslyn
Şapeli tüm inançların... tüm geleneklerin... ve her şeyden önemlisi, doğa ile tanrıçanın
mabediydi.
Kilise, günün son turunu yaptıran genç bir adamı dinleyen birkaç ziyaretçi dışında boştu.
Adam, onları, yerdeki çok iyi bilinen bir hattın üzerinden yürütüyordu... mabetteki altı anahtar
mimari noktayı birbirine bağlayan görünmeyen bir patika. Ziyaretçiler yüzyıllar boyunca,
noktaları birbirine bağlayan bu düz çizgiler üzerinden yürümüşlerdi ve onların ayak izleri yeri
aşındırarak, kocaman bir sembol oluşturmuştu.
ROSLIN
Davut'un yıldızı, diye düşündü Langdon. Kesinlikle tesadüf değil. Aynı zamanda
Süleyman'ın mührü olarak bilinen bu altıgen, bir zamanlar yıldızları gözetleyen rahiplerin
gizli sembolü olmuş ve daha sonradan İsrail kralları Davut ve Süleyman tarafından
benimsenmişti.
Langdon ile Sophie'nin içeri girdiğini gören gözetmen kapanış vakti olmasına rağmen,
tebessüm ederek etrafı diledikleri gibi gezebileceklerini işaret etti.
Langdon başını sallayarak
teşekkür ettikten sonra, mabedin içinde ilerlemeye başladı.
Bununla birlikte Sophie, yüzündeki şaşkın ifadeyle girişte kalakalmıştı.
Langdon, "Ne oldu?" diye sordu.
Sophie gözlerini dikmiş şapele bakıyordu. "Sanırım... buraya daha önce gelmiştim."
Langdon şaşırmıştı. "Ama Rosslyn'in adını bile duymadığını söylemiştin."
"Duymamıştım..." Emin olamayan bir ifadeyle, gözleriyle mabedi taradı. "Büyükbabam
çok küçükken beni buraya getirmiş olmalı. Bilmiyorum. Tanıdık geliyor." İçeriyi incelerken,
daha emin bir ifadeyle başını sallamaya başlamıştı. "Evet." Mabedin ön kısmım gösterdi. "İki
sütun... bunları görmüştüm."
Langdon mabedin diğer tarafında titizlikle oyulmuş iki sütuna baktı. Günün son ışıkları
batı tarafındaki pencereden kırmızımsı bir renkle süzülürken, sütunların işlemeleri alev almış
gibi görünüyordu. Aslında sunağın olması gereken yerde duran
iki sütun,
uyumsuz garip bir
çiftti. Sol taraftaki sütun çok basit, dik çizgilerle bezenmişken, sağ taraftaki sütunun süslü,
devamlı dönen spiral hatları vardı.
Sophie onlara doğru yürümeye başlamıştı. Langdon, onun peşinden gitti. Sütunların
yanına geldiklerinde Sophie hayretle başını sallıyordu. "Evet, bunları gördüğüme eminim."
Langdon, "Gördüğünden şüphe etmiyorum," dedi. "Ama burada olmaları gerekmez."
Sophie, ona döndü. "Ne demek istiyorsun?"
"Bu iki sütun, tarihte en çok kopyalanan mimari yapılardır. Tüm dünyada kopyaları var."
"Rosslyn'in kopyalan mı?" Sophie kuşkulu görünüyordu.
"Hayır. Sütunların kopyalan. Daha önce sana Rosslyn'in kendisinin, Süleyman Mabedi'nin
bir kopyası olduğunu söylediğimi hatırlıyor musun? Bu iki sütun, Süleyman Mabedi'nin ön
tarafında duran iki sütunun tıpatıp kopyalan." Langdon sol taraftaki sütunu işaret etti. "Buna
Boğaz denir... ya da Duvarcı Sütunu. Diğerinin ismi Jachin'dir ...ya da Çırak Sütunu." Durdu.
"Aslına bakarsan dünyadaki tüm Mason tapınaklarında bunun gibi iki sütun vardır."
Langdon, ona daha önce, Tapınakçılar'ın modern Mason cemiyetleriyle olan güçlü tarihi
bağlarını anlatmıştı. En önemli dereceleri olan Çırak Farmasonlar, Kalfa Farmasonlar ve Usta
Farmasonlar, Tapınakçılar'dan kalma deyişlerdi. Sophie'nin büyükbabasının son şiiri,
Rosslyn'i artistik becerileriyle donatan Usta Mason'lardan bahsediyordu. Ayrıca Rosslyn'in
yıldız ve gezegen süslemeleriyle dolu tavanına da değinmişti.
Hâlâ
sütunlara bakmakta olan Sophie, "Daha önce hiçbir Mason tapınağı görmemiştim,"
dedi. "Bunları burada gördüğüme memnunum." Yeniden gözlerini şapele çevirerek, hafızasını
canlandıracak bir şey arıyormuş gibi etrafına baktı.
Şimdi son kalan ziyaretçiler de ayrılıyorlardı ve genç gözetmen şapelin karşı tarafından
hoş bir tebessümle onlara doğru yürüyordu. Yirmili yaşlarının sonunda, İskoçya şivesiyle
konuşan, açık san saçlı yakışıklı bir erkekti. "Kapatmak üzereyim. Aradığınızı bulmanıza
yardımcı olabilir miyim?"
Kutsal Kâse'ye ne dersin, demek istedi Langdon.
Sophie ani bir ilhamla, "Şifre," diye atıldı. "Burada bir şifre var!"
Gözetmen onun duyduğu heyecandan memnun olmuşa benziyordu. "Evet efendim, var."
Sophie sağ taraftaki duvara dönerek, 'Tavanda yazıyor," dedi. "Şuralarda... bir yerlerde."
Adam gülümsedi. "Gördüğüm kadarıyla Rosslyn'e ilk gelişiniz değil."
Şifre, diye düşündü Langdon. Bu bilgiyi unutmuştu. Rosslyn'in sayısız gizemleri arasında,
yüzlerce taş blokun çıkıntı yaptığı, çok fasetalı bir yüzeyden aşağı uzanan kemerli bir geçit de