vardı. Üzerine
sembol işlenmiş her bir blok, anlaşılmaz bir düzende bir şifre oluşturacak
şekilde, rast gele yerleştirilmişti. Kimileri, bu şifrenin, şapelin altındaki mahzene giriş yolunu
açıkladığına inanıyordu. Bazıları ise gerçek Kâse efsanesini anlattığına. Önemi yoktu...
kriptograflar, yüzyıllardır anlamını deşifre etmeye çalışıyorlardı. Rosslyn Vakfı, gizli anlamı
çözen kişiye cömert bir ödül vereceğini açıklamıştı ama şifre günümüze kadar çözülememişti.
"Size göstermekten memnuniyet..."
Gözetmenin sesi geride kaldı.
Transa
geçmiş bir halde, kemerli geçide doğru tek başına ilerleyen Sophie,
ilk şifrem, diye
düşündü. Gül ağacı kutuyu Langdon'a verdikten sonra Kutsal Kâse, Sion Tarikatı ve önceki
günün esrarını unutmuş gibiydi. Şifreli tavanın altına gelip, başının üstündeki sembolleri
gördüğünde hatıralar canlanmaya başlamıştı. Buraya yaptığı ilk ziyareti hatırlıyordu ve
hatıralar onda beklenmedik bir üzüntü yaratmıştı.
Küçük bir kızdı... ailesinin ölümünün üstünden bir yıl kadar geçmişti. Büyükbabası kısa
bir tatil için onu İskoçya'ya getirmişti. Paris'e dönmeden önce Rosslyn Şapeli'ni görmeye
gelmişlerdi. Akşamın geç saatleriydi ve şapel kapanmak üzereydi. Ama onlar hâlâ içerideydi.
Kendini
yorgun hisseden Sophie, "Eve dönebilir miyiz,
Grand-pére?" diye yalvarmıştı.
"Yakında hayatım, çok yakında." Melankolik bir sesi vardı. "Burada yapmam gereken son
bir şey var. Arabada beklemeye ne dersin?" "Yine sadece büyüklere özgü bir şey mi
yapacaksın?" Başını sallamıştı. "Çabuk olacağım. Söz veriyorum." "Kemerli geçit şifresini
yeniden deneyebilir miyim? Çok eğlenceliydi.
"Bilmiyorum. Ben dışarda olacağım. Burada tek başına korkmaz mısın."
"Elbette hayır!" diyerek öfkelenmişti. "Hava henüz kararmadı bile!"
Büyükbabası gülümsemişti. "Peki o zaman." Sophie'yi daha öne
gösterdiği kemerli geçide
kadar götürmüştü.
Sophie hemen taş zemine sırtüstü yatarak, başının üstündeki cam parçalarına bakmaya
başlamıştı. "Bu şifreyi sen dönmeden çözeceğim!"
"Yarış yapalım o zaman." Eğilip, onu alnından öpmüş ve yan tarafta ki kapıya doğru
yürümüştü. "Ben dışarda olacağım. Kapıyı açık bırakıyorum. Bana ihtiyacın olursa seslen."
Kapıdan çıkıp, akşamın zayıf ışıklarına yürümüştü.
Sophie bakışlarını şifreye dikerek orada yatmıştı. Gözleri uykuluydu. Semboller birkaç
dakika sonra birbirine karışmıştı. Sonra da yok olmuşlardı.
Sophie uyandığında, yer ona çok soğuk gelmişti.
"
Grand-pére?"
Cevap veren yoktu. Ayağa kalkarak, üstünü silkeledi. Yan taraftaki kapı açıktı. Akşam
karanlığı bastırıyordu. Dışarıya çıktığında, büyükbabasını kilisenin tam arkasındaki taş bir
evin verandasında durduğunu gördü. Büyükbabası, tel kapının ardından belli belirsiz
seçilebilen biriyle konuşuyordu.
"
Grand-pére??" diye seslenmişti.
Büyükbabası arkasını dönerek ona el sallamış ve biraz daha beklemesini işaret etmişti.
Ardından, içerideki kişiye
son sözlerini söyleyerek, kapıya doğru bir öpücük göndermişti.
Sophie'nin yanına vardığında gözleri yaşlarla dolmuştu.
"Neden ağlıyorsun
Grand-pére??"
Sophie'yi kaldırıp, sıkıca kucaklamıştı. "Oh Sophie, sen ve ben bu yıl pek çok kişiye veda
ettik. Bu çok zor."
Sophie kazayı, annesine, babasına, büyükannesine ve bebek yaştaki erkek kardeşine veda
edişini düşünmüştü. "
Başka birine mi veda ediyordun?"
Sesi duygularla titrerken, "Çok
sevdiğim bir dostuma," diye cevap vermişti, "Ve korkarım
o kadını uzun süre bir daha göremeyeceğim."
Gözetmen ile yan yana duran Langdon şapel duvarlarını incelerken, bir çıkmaza
gireceklerinden endişeleniyordu. Sophie şifreye bakmak üzere gitmiş ve görünüşe göre artık
hiç yardımı olmayacak Kâse haritasını içeren gül ağacı kutuyla Langdon'ı baş başa bırakmıştı.
Sauniére'in şiiri Rosslyn'inden açıkça bahsettiği halde, Langdon geldiklerinden beri ne
yapacaklarını bilemiyordu. Şiir, "bıçak ve kadehten" söz ediyordu ama Langdon onları hiçbir
yerde göremiyordu.
Kutsal Kâse Roslin'in altında
Bıçak ve kadeh bekçidir ona
Langdon bir kez daha bu gizemin henüz açıklanmamış bir yanı olduğunu hissediyordu.
Gözetmen, Langdon’ın elindeki gül ağacı kutuya bakarak, "İnsanların özeline girmekten
nefret
ederim ama," dedi. "Bunu nereden aldığınızı... sorabilir miyim?"
Langdon yorgun bir kahkaha attı. "Bu gerçekten çok uzun bir hikaye."
Gözlerini bir kez daha kutuya çeviren genç adam tereddüt etti. "Bu çok garip
büyükannemde de bunun tıpatıp eşi bir kutu var, bir mücevher kutusu. Aynı şekilde cilalanmış
gül ağacı, aynı gül kabartması hatta menteşeleri bile aynı."
Langdon, genç adamın yanıldığına emindi. Eğer dünyada eşi benzeri olmayan bir kutu
varsa, o da
buydu... tarikatın kilit taşı için özel imal edilmiş bu kutu. "İki kutu birbirine
benzeyebilir ama..."
Yan taraftaki kapının çarpmasıyla, her ikisi de bakışlarını o yöne çevirdi.
Sophie tek
kelime etmeden dışarı çıkmıştı ve yakınlardaki taş eve doğru kayalıklarda yürüyordu.
Langdon, onun arkasından bakakaldı.
Nereye gidiyor? Binaya girdiklerinden beri garip
davranıyordu. Gözetmene döndü. "Bu evin ne olduğunu biliyor musunuz?"
Sophie'nin oraya gitmesine şaşırmış olan genç adam başını salladı. "Orası şapelin
rektörlüğüdür. Şapel müdürü orada yaşar. Aynı zamanda Rosslyn Vakfı'nın başkanıdır."
Durdu. "Ve benim büyükannemdir."
"Büyükanneniz Rosslyn Vakfı'nın başkanı mı?"
Genç adam başını salladı. "Onunla birlikte rektörlükte yaşıyorum. Şapeli idare etmesine
yardım edip, tur rehberliği yapıyorum." Omuzlarını silkti. "Hayatım boyunca burada yaşadım.
Büyükannem beni o evde büyüttü."
Sophie için endişelenen Langdon, seslenmek için şapelin kapısına doğru yürüdü. Yan yola
geldiğinde durdu. Genç adamın söylediği bir şeyin yeni farkına varmıştı.
Beni büyükannem büyüttü.
Langdon önce kayalıklarda yürüyen Sophie'ye, sonra elindeki gül ağacı kutuya baktı.
"
İmkânsız." Langdon yavaşça yeniden genç adama döndü. "Büyükannenizde
bunun gibi bir
kutu olduğunu söylediniz değil mi?"
'Tıpatıp aynı."
"Onu nereden almış?"
"Büyükbabam onun için yapmış. Ben henüz bir bebekken ölmüş ama büyükannem hâlâ
ondan bahseder. Elleriyle harikalar yarattığını söyler. Her şeyi yapabilirmiş."
Langdon hayal edilmesi imkânsız bağlantıların ortaya çıktığım hissediyordu. "Sizi
büyükannenizin büyüttüğünü söylüyorsunuz. Ailenize ne olduğunu sormamın sakıncası var
mı?"
Genç adam şaşırmış gibi görünüyordu. "Ben küçükken ölmüşler." Durdu. "Büyükbabamla
aynı gün."
Langdon'ın kalbi teklemişti. "Bir araba kazasında mı?"
Gözetmen, zeytin yeşili gözlerindeki hayret ifadesiyle geri çekildi. "Evet, bir araba kazası.
Bütün ailem o gün öldü. Büyükbabamı, ailemi ve..." Gözlerini kapıya çevirerek durdu.
Langdon, "Ve kız kardeşinizi," dedi.