www.altinicizdiklerim.com
5
Yahudilerin, savaşın genel sıkıntıları dışında sıkıntı çekmediği İngiltere’deki Yahudi
topluluğuyla birlikte Fransa’dakiler Sovyetler Birliği’nin batısındaki Avrupa’da en büyük
iki Yahudi topluluğunu oluşturdular.
Hitler’in düşüşünden sonra, Yahudilere karşı resmi bir nefret kampanyası-her ne
kadar hafifçe maskelenmiş olsa da-başlatan ilk Arap olmayan devlet, Sovyetler Birliğiydi.
Açıkça anti-Semitik rejimlerle yönetilenler hariç, hemen hemen tüm Batılı
ülkelerde Yahudiler, çoğunlukla aynı milliyeti paylaşan dini bir azınlık olarak kabul
edilirdi. Fakat Sovyetler, Yahudileri farklı bir entite olarak tanımış ve bir etnik milliyet
olarak sınıflandırmıştır.
Sovyetlerin Polonya’nın parçalanmasında Almanlarla birlikte hareket ettiği
1939’da savaşın patlak vermesinden sonra, Sovyet yöneticiler ilhak edilen Polonya
topraklarında hemen Siyonist örgütlere ve liderlere karşı harekete geçtiler.
Bu dönem Haziran 1941’de Hitler’in Sovyetler’e saldırmasıyla sona erdi. Nazi
Almanya’sı artık bir düşmandı ve bütün yönleriyle Nazizm tiksindiriciydi. Sovyet
Yahudileri işgalcilere karşı Sovyetler Birliği’ni korumakta büyük çaba sarf ettiler. Stalin
bile Yahudi etkinliğinin sınırlı da olsa canlanmasına izin verdi. Sovyet yetkililer Doğu
Avrupa’dan Yahudi göçüne göz yumdular. Sovyet yönetimi ilk kez ABD ile anlaşarak İsrail
Devleti’nin kurulmasına onay verdi. Hatta Rusya, uydu Çekoslovak yönetiminin, yeni doğan
devleti korumakta yardımcı olacak silahları sağlamasına izin verdi. Milyonlarca kişiyi
kendi toplama kamplarında öldüren Stalin’in, Hitler’in sağ kurtulan kurbanlarının
durumlarını düzeltmek için tutkuyla seferber olması inanılmazdı. Filistin’e Yahudi göçünü
ve bir Yahudi devleti için mücadeleyi, o zamanlar Ortadoğu’da hala birincil rakip olan
Britanya’nın gücünü zayıflatmak, nihayetinde de ortadan kaldırmak için yararlı bir yol
olarak görmesi daha makul bir açıklamadır.
Ocak 1949’da Stalin uzun sürecek Yahudi karşıtı kampanyalarından ilkine başladı.
Stalin’in, son yıllarında Yahudilere karşı takındığı tutumu açıklayan çeşitli
nedenler ileri sürülebilir. Bir tanesi Yahudi devletinin kuruluşu aşamasında verdiği destek
karşılığında elde ettiklerinden duyduğu hayal kırıklığıdır. Bir diğeri, belki de daha
önemlisi, İsrail’in kurulmasının ve elde ettiği erken zaferlerin Sovyet Yahudileri
üzerindeki heyecan verici etkisinden duyduğu endişedir.
SAMİLER
Sami ismi, Nuh’un üç oğlundan en büyüğü olan Shem’den gelir. Kitab-ı Mukaddes’e
göre, yeryüzündeki herkes Nuh ve ailesi haricinde boğulmuş ve tüm insanlık Nuh’un üç
oğlu Shem, Ham ve Yafet’den türemiştir.
Üç ana ırksal ve dilsel grubun, isimlerini ataları olan Nuh’un üç oğlundan aldığı
fikri daha sonraki dönemlerde büyük ölçüde Hıristiyanlar, bir ölçüde de Yahudiler ve
Müslümanlar tarafından benimsendi. Bu yoruma göre,
Ham
Afrika’nın koyu derili halklarının,
Shem
İbranilerin ve,
www.altinicizdiklerim.com
6
Yafet
de Medlerin, Perslerin, Greklerin ve asırlar sonra Ari olarak bilinecek
halkların atasıydı.
Irk ve dil arasındaki çelişki çok gerilere gider. Bu çelişki “ırk” sözcüğünün
içeriğinin Avrupa ve Amerikan kullanımlarındaki hızlı değişimiyle daha da
katmerlenmiştir.
Günümüzde İbranice anadil olarak sadece İsrail Cumhuriyeti’nde konuşulmakta,
fakat dinsel ve kültürel bir dil olarak dünyanın her yerindeki Yahudiler tarafından
öğrenilmekte ve kullanılmaktadır. Eski Ahit’in dili olan İbranice, Batı’nın klasik eserler ve
yazıtlar programlarının müfredatlarında yüzyıllarca önemli bir yer işgal etmiştir.
Arapça, doğuda Türkiye ve İran, kuzeyde ve batıda Akdeniz ile Atlantik
Okyanusu tarafından çevrelenen, Irak’tan Fas’a uzanan, ayrıca hem Asya hem de
Afrika’nın komşu topraklarındaki önemli azınlıkları da kapsayan ve Arap toprakları diye
bilinen geniş bir kuşakta anadil olarak konuşulmaktadır. Ayrıca Arapça, dünyanın her
yerindeki Arap olmayan yüz milyonlarca Müslüman’ın ibadet, hukuk, yazı ve yazın dili
olmuş; bu dilin artan stratejik ve ekonomik önemi, hem Sovyet hem de Batı bloğunda
tarihsel ve kültürel öneminin fark edilmesini sağlamıştır.
Geçmişin yeniden yazılmasında genellikle belli siyasi amaçlara ulaşmak hedeflenir.
Yedinci yüzyıldaki büyük Arap İslami yayılmacılığını fetihten ziyade bir özgürlük savaşı
olarak nitelendirerek, Araplar, uzak geçmişte olsa bile, kendilerini emperyalizm-mevcut
siyasi ortamda en iğrenç suç-suçlamasından kurtarabileceklerini; ülkelerinde yaşayan
eski halklarla doğrudan bağ kurarak ulusal gururlarını, hatta Batı tarzı vatanseverliğin
temeli olan anavatana aidiyet duygusunu güçlendirebileceklerini düşünmüş olabilirler.
İşgal ve sürgün, birbiri ardı sıra gelen yönetim ve kültür değişiklikleri Filistin
nüfusunun yapısını birkaç kez değiştirmiştir. Hiç şüphesiz orijinal halkların kökü
tamamen kazınmamıştır ama zaman geçtikçe bunlar Musevileşmiş, Hıristiyanlaşmış ya da
Müslümanlaşmışlardır. Dilleri önce İbranice’ye, sonra Aramca’ya, sonra da Arapça’ya
çevrilmiştir.
Irk sözcüğünün günümüzdeki kullanımıyla, Samiler kesinlikle bir ırk değildi. Erken
yazılar ve resimler farklı ırksal köken ve türlerden geldiklerini göstermektedir. Fakat
çoğu bilim adamı Samilerin, belli bir ırksal homojenliğe sahip bir etnik grup olduğunu ve
çeşitli yollarla tüm Semitik dillerin atası sayılan tek bir dil konuştuklarını kabul
etmişlerdir. Samilerin “orijinal vatanları”yla ilgili bir fikir birliği de yoktur. Çeşitli bilim
adamlarına göre bu vatan Arabistan, Suriye, Mezopotamya, hatta Ermenistan ve Kuzey
Afrika’dır. Yazılı kanıtların bulunduğu dönemler açısından Samilerin vatanlarının
Arabistan, özellikle de kuzey Arabistan Çölü olduğu konusunda hiç şüphe
bulunmamaktadır. Buradan, birbirini izleyen göç dalgalarıyla Mümbit Hilal ülkelerine,
hatta Kızıldeniz’i geçerek Afrika Boynuzu’na yayılmışlardır.
Elbette Ortadoğu uygarlıklarının hepsi Semitik dillerle yaratılmamıştır.
Mezopotamya’da ilk uygarlığı kuran Sümerler, ne Semitik ne de Hint-Avrupa olan,
tümüyle farklı bir dil ailesine mensup bir dil konuşuyorlardı. Görkemli eski Mısır