E
n t e l e k t ü e l
K
is t ir il m iş l ik
VE SÖZÜN SINIRLARI
Entelektüel faaliyetin, üretimin, çabanın etkinlik imkânları ne
dir? Söz ve “anlam” dolaşımının, üretim ve yeniden-üretiminin
egemen mecrası durumundaki medya, sıfat haliyle entelektüel
liğe ya da aklın/fikrin özgürleşimci potansiyeline ne kadar im
kân bırakır? Başka etkinlik imkânları için nasıl mecralar veya
yordamlar düşünülebilir?
Bu minvalde düşünmeye çalışalım.1
Entelektüelliğin isim ve sıfat halleri
Entelektüelliğin isim haliyle sıfat halini, yani bir iş olarak ente
lektüel faaliyetle, bir tavır, bir duruş, bir bakış açısı olarak en
telektüelliği ayırdetmeye çalışmakta herhalde hâlâ yarar var.
Profesyonel akıl üretme, yazma-söyleme etkinliği, medyanın
ve halkla ilişkiler “branşının” yayılımına bağlı olarak, yaygınla
şıyor; entelektüel emek gücü istihdamı artıyor. Araçsal bir ak
la dayanan teknisyen niteliklerinin baskın olduğunu, hatta (en
azından “işlerini yaparken”) özerk bir kendi a k ılla n ile düşün
1
Şükrü Argın’ın güzel makalesi, “Modern zamanlarda sözün statüsü" (N ostal
ji ile Ütopya arasında,
Birikim Yayınlan, İstanbul 2003, s. 29-75), bu düşünme
çabasında güç kaynağı ve “partner” olmuştur.
mediklerini söyleyebileceğimiz “entelektüel işçi”lerin yanısı-
ra, entelektüellik mesleğini zenaat ölçüleri içinde icra eden ge
leneksel zümrelerin de (başta akademisyenler) şeyleştirici, ya-
bancılaştırıcı bir profesyonel basınca gittikçe daha fazla tâbi ol
dukları ortada.2 Entelektüel emek böyle bir belirlenim altın
dayken, entelektüel/aydın adını tırnak içinde kullanma eğili
minin kuvvetlenmesi, doğaldır. Almanca sol literatürde “en
telektüeller/aydınlar” yerine ironik bir ifadeyle “okuyan-yazan
zümre” terimini kullananlar var örneğin; bu terim, entelektüel/
aydın kimliği taşıyanların, kendilerini herkeslerden farklı gör
me eğilimine karşılık, eninde sonunda başkaları gibi bir iş ya
parak (okuyan-yazan) maişet yürüten bir grup olduğunu imli
yor. Entelektüel faaliyetin içinde bulunduğu bu toplumsal ko
şulu hatırlatmak elbette yanlış değil; fakat aklı, muhakeme
yi, istişareyi, doğal ve çözümsüz görünene seçenek düşünme
yi alaya alan, baskılayan anti-entelektüalizmi daha da fazla şı-
martmamaya dikkat etmek kaydıyla.
Bu durumda, entelektüelliğin sıfat halini ayırdetmek önem
kazanıyor. “Aydın”ı veya “entelektüel”i nesnel bir konumdan
öte öznel-ahlâkî seçişiyle, toplumsal-politik vukuat ve tabii ik
tidar karşısında eleştirel duruşuyla tanımlamak...3 Kaşarlanma
ya, hamlanmaya, rutine gömülmeye yatkın profesyonalizme
karşı amatörizmin taze merakını gözetmek...4 Gramscici orga
2
Ahmet Alpay Dikmen, Birikim'in 142/143. sayısında (“Fildişi kulede para bas
mak”, Şubat/Mart 2001, s. 102-6), akademik hiyerarşiyi piyasa formatına uyar
lamaya da yarayan (ayrıca, o değinmiyordu ama klientalist dinamiğe de yeni
bir işletim getiren) bu basıncın asrı bir cephesine değmiyordu: “Projecilik”.
Burak Onaran’ın “Bir akademisyen niçin yazar?” başlıklı yazısı da (a.g.k., s. 89-
93) “yazı yazma işi”ndeki yabancılaşmanın kinik bir eleştirisini sunuyor. Söz-
konusu dosya, bütünüyle, bu bağlamda göz atılmaya değer. Türkiye’de aka
demik “üretim”in “şeyleşme” ve “yabancılaşma” sorunlarıyla ilgili aynca bkz.
Tanıl Bora, “Dergicilik deneyimi: Sosyal bilimler pratiğinde bir anlam arayı
şı”, Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek/Sempozyum Bildirileri, Metis, İstanbul
1998, s. 247-254.
3
Trajik yükü her zaman ağır olan, entelektüeller-iktidar ilişkisi izleği için, muh
telif seçenekler arasından, Zygmunt Buman’a gönderme yapalım: Yasakoyucu-
lar ile Yorumcular,
çev. Kemal Atakay, Metis, İstanbul 1996.
4
Edward Said, Entelektüel, çev. Tuncay Birkan, Ayrıntı, İstanbul 1995, s. 67-81.
Said’in bu küçük kitabı, entelektüeller “meselesinde” kuşkusuz temel eserler
den biri.
nik aydının, teşkilat dergisi polemikçisi veya konuşma metni
yazarı olarak portresini değil de dünyaya bir dertle, bir davanın
itkisiyle bakan ve gördükleriyle derdini, davasını hep yeniden
düşünen çehresini aramak...
Kabul etmek lâzım, entelektüel emek gücünü soğuran, en
telektüel donanımı bir emek piyasası unsuruna indirgeyen ay
nı sosyo-ekonomik zemin, entelektüelliği sıfat haliyle de teh
dit eder. Şükrü Argın’ın (bkz. 1. dipnot) peşinden gittiği soru,
“söz bitti mi?”, tam da bu tehdide dair bir soru. Onun da de
diği gibi, (post-)modern zamanların “konuşma ifradı” (a.g.m.,
s. 28), ki “konuşma fesadı” da diyebiliriz, entelektüel bakışın,
duruşun paylaşım, erişim, yeniden-üretim imkânlarını daraltı
yor, onu uzlete (yalnızlığa) mahkûm ediyor. Bunları söylüyor
sak, medyayı tartışmaya başlıyoruz demektir.
Medya
Medyanın siyasal ve toplumsal düşüncenin vaaz edilmesi üze
rinde, “kanaat önderliği” icrası üzerinde büyük bir hâkimiyet
kurduğu ortada. Gerçi medya henüz “sadece basın” iken de,
gazetecilik, bir kanaat önderliği gücüne malikti. Ancak, o ev
rede gazeteciliğin özerk (görece özerk) bir düşünce üretim fa
aliyetiyle/düzlemiyle temasım hem daha ciddiyle alıyor, hem
de asıl önemlisi, düşünsel faaliyetin/düzlemin gazete düzeyin
de
tüketilemeyecek özerkliğini tanıyordu. Türkiye örneğinde,
eski “muharrir” profilinin, şüphesiz çoğun “jurnalistik” sayı
lacak bir yüzeysellikte olmakla beraber, daha fazla “okur-ya-
zar” ve özgül bilgi alanlarına, düşünsel faaliyete/düzleme daha
hürmetkâr olduğunu söyleyebiliriz. (Edebiyatçı ya da bilim in
sanı kimliği olanlar da nadirattan değildi.) Bugünün köşe ya
zarı ise, çoğun, entelektüel derinleşmeye -iy i ihtim alle- sinik
bir tavırla bakan, otodidaktizm den (akademik/disipliner eğitim
dışında kendi kendini yetiştirmekten) dahi üşenen bir profil
sunmakta. İdeolojik, politik bir bağlanmadan da arınarak nâ-
mütenâhî (uçsuz bucaksız) hale gelen manipülasyon esnekli
ğinin, eski tabirle “fikir haysiyeti” denen şeyi, aslında çok da
Dostları ilə paylaş: |