Makedonya’da 6, 7 ve 8. Sınıf Türkçe Tarih Ders Kitaplarında Osmanlı-Türk Algısı
[799]
Bu yüzden belgelere dayandırılmayan veya geçerli sayılabilecek
kaynaklarla desteklenmeyen geçmiş; tarih biliminin konusu olarak ele alınamaz
(Özlem, 1996: 11). Bu şekilde hazırlanan tarih ders kitaplarıyla ele alınan millet
ya da devletlerin zaman içindeki gelişme yönü, devleti oluşturan insanların
kendi toplumuyla diyalog kurması ve toplum şuurunu canlı tutulması
sağlanabilir (Turan, 2002: 189). Bu sebepledir ki toplumların ya da milletlerin
varlıklarını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeleri, onlar için bir hafıza niteliğinde
olan tarihi öğrenmeleriyle doğru orantılıdır (Köstüklü, 1999: 11). Ayrıca ortaya
konulan bu tarihi anlatım ve sunumlarla öğrenilen tarihi yaşanmışlıklardan da
çıkarımlar sağlayarak yarınları inşa etmenin ise ancak aklı ve bilimi doğru
kullanmayı başarmış toplumlar tarafından ifa edilebileceği aşikârdır.
Bireylere tarih bilincinin kazandırılmasında önemli olan ise tarihsel
geçmişin yeni nesillere aktarılma usulüdür. Tarihi bir süreçle ilk kez tanışmış
olan genç kimliklere sunulan tarih, objektif bir bakış açısıyla aktarılmalı
ve
tartışmalara mahal vermeyecek ölçülerde olmalıdır. Bu manada tarih ders
kitaplarındaki temel amaç; derinlemesine ve özel bilgiler vermekten ziyade, ilk
bakışta tarihi hadiseler üzerinde ilgiyi arttırabilmek olmalıdır. Bu sebeple
verilen tarihi materyaller ile sunumların tutarsız ve bilimsel ilkelerden uzak
olmamasına çok dikkat edilmelidir. Bu konuda titiz davranılmaması ve tarihi
hadiselere saygı gösterilmemesi durumunda, yetişme sürecindeki genç
zihinlerin ileride merakla araştırma yapmak üzere çıkacakları uzun süreçte
büyük bir karmaşayla karşılaşmalarına sebep olunacağı üzücü ve kaçınılmaz bir
son olacaktır.
Bireyler yeni, farklı ve daha objektif bilgi ile tarihi verilere
ulaşamadıkça da, aynı tarihi hadiselerde bile birçok kez ikilem yaşayabilir.
Bunun sonucunda tarihi hadiselere vakıf bir nesil yetiştirerek ülkelerinin
geleceğini teminat altına almaya çalışan zihniyetler, büyük bir çıkmazın içinde
yer almaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Bu durum aynı zamanda tarih
ilmine gösterilen ilgi ve heyecanı ortadan kaldırıp tarihe duyulan saygıyı
körelteceğinden, tarih ders kitaplarında abartılı ve taraflı aktarımlardan
kesinlikle uzak durulmalıdır.
Makedonya’daki toplumun etnik manada yapısal durumunu fark ederek,
bu bağlamda değişik dillerde eğitim kitaplarının hazırlanması konusu ise
bölgede yaşayan tüm etnik kitleleri oldukça memnun ederken, Makedonya
Cumhuriyetinin bu yaklaşımı bölgedeki devletlere de önemli bir örnek teşkil
etmiştir. Ayrıca Makedonya Cumhuriyetinin son yıllarda önemli sayılabilecek
Selçuk Ural
[800]
bir çalışmanın altına imza atarak, tarih ders kitaplarını Türkçe olarak da
hazırlatıp okullarda kullanıma sunması da, Balkanlarda eğitim ve insan hakları
alanlarında önemli bir adım olarak kabul görmüş ve özellikle de
Makedonya’daki Türkleri fazlasıyla memnun etmiştir.
Ancak yukarıda da izah etmeye çalıştığımız doğrultudaki gibi ders
kitaplarında aktarılan bilgiler ve bu verilerin sunum şekli mutlaka uluslararası
normlara uygun, objektif, devletin stratejik menfaatleriyle paralellik
göstermekle birlikte abartılı milliyetçiliklerden uzak ve doğru bir tarihsel
bakışla mümkün olabilecektir. Bu sebeple Makedonya’daki okullarda okutulan
Türkçe tarih ders kitapları üzerinde durulmalı ve mutlaka özel bir incelemeden
geçirilmelidir.
Altıncı Sınıf Tarih Ders Kitaplarında Osmanlı Algısı
Üzerinde duracağımız ilk eser, Makedonya Eğitim ve Bilim
Bakanlığının 2005 yılı izin tarihiyle ve Türkçe olarak hazırlattığı altıncı sınıf
tarih ders kitabıdır. Eserin girişinde yer alan önsözde öğrencilerin orta çağda
Avrupa, Balkanlar ve Makedonya özelinde tarihi bir yolculuğa çıkarılacağı
bilgisi verilerek başlangıç yapılmıştır. Kitapta “Osmanlı” kelimesi ilk kez
önsözde geçmekte olup, Osmanlılar özelinde ise Balkanların Osmanlı
egemenliğine girmesi, kalkınması ve çökmesi üzerinde durulacağından ve sonra
da onlara karşı Balkan yerli halklarının bir karşı koyma mücadelesinden
bahsedileceği belirtilmiştir (Başkoski ve diğerleri, 2005: 3).
Kitabın hemen giriş bölümünde yer alan Kavimler Göçü başlığı altında,
Asya’dan Avrupa’ya gerçekleştirilen göçlerden bahsedilip bunların Hun
kavimleri olduğu belirtilirken, nedense bu kavimlerin Türk olduğu bilgisine yer
verilmemiştir. Geniş yollar ile yarım adaya giren kitleler, Balkanların dağ
sıraları ile bölümlere ayrılması yüzünden dağılmış, birbirinden ayrılmış ve
ufalanarak, bir daha geri dönmemek üzere bölgede kalarak Balkanlardaki daha
eski kavimlere karışmıştır. Bu sebeple yalnız nüfus sayısı itibariyle çok ve gerek
askeri gerekse siyasi manada güçlü olan kavimler bugüne kadar varlıklarını
muhafaza ederek inkişaf edebilmiş, diğerleri ise silinip ortadan kalkmıştır
(Darkot ve Visintin, 1971: 29). 376 yılında İdil (Volga) Nehrini geçen Hun
Türkleri, Doğu Avrupa ve Balkanlarda önemli siyasal ve kültürel etkiler
oluşturarak, Türk varlığının Orta Asya’dan sonra Avrupa’ya da yayılmasını
sağlamıştır (Ahmetbeyoğlu, 2001: 137). Böylelikle IV-VII. asırlarda Avar ve
diğer Türk kavimleri Balkanlarda yaşayan Slavların önderleri ve eğiticileri,