GöNÜlden esiNTİler: (6) peygamber (3) Hz. İBRÂHÎm-halîlûllah


(İnne heze lehüvelbelâülmübînü)



Yüklə 0,72 Mb.
səhifə6/8
tarix25.06.2018
ölçüsü0,72 Mb.
#51156
1   2   3   4   5   6   7   8

(İnne heze lehüvelbelâülmübînü)
37/106. “Şüphe yok ki, bu, elbette apaçık bir imti handır.”

Yukarılarda da bahsedildiği gibi büyük “belâ” imtihanlarından birisi de bu olay idi ancak neticede bu olay ile kendisine Zât-i ihsânın yolu açılmış oldu. İşte bu tür hadiseler başlarda imtihan gibi gözüküyor ise de netice de büyük bir ihsân’a dönüşmüştür.


129




(Ve fedeynâhu bi zibhin azîmin)
37/107. “Ve O'na bir büyük kûrb’ânlık bedel verdik.”

Tefsirlerde bu husus hakkında da bir çok bilgiler vardır dileyenler araştırabilirler. Oğulun fidyesi ve zuhurât’ın yorumu bir koç olarak Esmâ-i İlâhiyyenin kaynağı olan rahmâniyyet mertebesinden gelmektedir. O halde, Eğer İbrâhîm (a.s.) rû’yâ-sını azîmet tarafına gitmeyip ruhsat tarafına giderek yorum yapsa idi, rû’yâ-sında oğul sûretinde gördüğünün koçtan başka bir şey olmadığını bildiğinden bir koç kesmek sûretiyle zuhurâtını yorumlar ve öylece tatbik eder idi. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi o zaman bu yorumdan nefis kayırması gibi de bir ihtimal ve ihtilâf ortaya çıkabilir idi. İşte bu ihtilâf ve zannı ortadan kaldırmak için, zuhurât İbrâhîm (a.s.) tarfından “rû’ya-yı sadıka-keşfi mücerret” olarak yorumlandı ve görüldüğü gibi tasdik edilip, tatbikata konmuş oldu.


İşte seyr-u sülûk yolunda olan bir sâlik, içinde bulunduğu nefs mertebesinde, nefsinin çocuğu olan “gulâm”ı ortadan-gönlünden kaldırmak zorundadır. Bu ise gönlünde olduğundan beşer evlândından daha yakın ve daha sevimlidir. İşte bu hikâyenin seyr yolunda olan bir kimsenin hâlini çok açık bildirmesinden büyük bir irfan dönüşümü sahasıdır, ve bize lâzım olanda budur. İbrâhim (a.s.) ve o günler zaman olarak geride
130

kalmıştır, şimdi yaşayan bizleriz ve bu mertebeleri işte

bu gibi haberlerden öğrenerek, hem insânlık tarihinin seyrini ve hem de birey olarak kendi hayatımızın seyrini takib etmiş oluyoruz.
İşte bu gerçekten, “azîm bir kûrb’ânlık” tır, bu yolla (Halîl) olarak tahallül edip Hakk’a yaklaşmaktır. Rûhun cesetle olan tahallülü gibi, cesetmi, Rûh-u taşımakta, yoksa Rûhmu, cesedi taşımaktadır.? Ancak bu birlikteliğin kendini “cesed” zanneden sûrî bir varlık olarak yaşayan insânın haberi olmadığından kendisi için bu husus yok hükmündedir. İşte kimki bu mertebesi itibariyle kendi varlığında bulunan Hakk’ın varlığını idrâk eder işte o mertebeden tahallül ederek nasibini “halîl” ismiyle almış olur ki; o mertebesi itibariyle, (zibhin azîm) dir. Yani çok azametli bir eskiyi kesiş, ve yeniye gökyüzü ve gönül âlemi semâlarında himmet kanatlarını açarak beşeriyet ve tabiatından kurtulup yükselmektir.




(Ve tereknâ aleyhi fil âhirîne)
37/108. “Ve sonrakilerin arasında O'na karşı - iyi bir nam" bıraktık.”
Böylece kıyamete kadar hatırlanacaklar ve getirdikleri mertebelerden genelde, İmân eden herkes, özelde ise, “hıllet” “halillik” tâlib-i olan kimseler fayda lanabilecektir.
131




(Selâmün alâ İbrâhîme)
37/109. “İbrâhîm üzerine selâm olsun.”
Buraya kadar gelen hâdiseler hakkında büyük bir metânet gösteren ve esmâ-i İlâhiyyeden olan hullet dostluk elbisesini giyip (Halîlürrahmân) lâkabıyla anılmaya başladığından ve bu sebeble kendisinden “selâm” isminin zuhuru ile, yukarıda da belirtilmiş idi, bu sıfatı hakkıyle hak etmiş olmaktadır.

(Kezâlike neczil muhsinîne)
37/110. “İşte iyileri böylece mükâfatlandırırız.”




(İnnehü min ibâdinel mü’minîne)
37/111. “Şüphe yok ki, o mü’min olan kullarımız dan’dır.”
Böylece yorum yapmadan bunları da belirttikten sonra biz yine yolumuza devam edelim.

132






(İnne evvele beytin vudia linnâsi lellezî bi bekke te mübâreken ve hüden lil âlemîne)
3/96. “Şüphe yok ki, insânlar için ilk tesis edilmiş olan ev, Mekke'deki o çok mübârek ve âlemler için hidâyet olan beyt-i Muazzamadır.”
Yukarıdaki Âyet-i Kerîme’ye zâhir-î yönden bakıl- dığında, söylenecek daha başka hiçbir şey yoktur. Aynen olduğu gibidir. Ancak, bâtın-î yönden bakıldığın da söylenecek çok şeyler vardır. Şimdi özetle bunları incelemaye çalışalım.
(1) Yer yüzünde ilk “ev” in olduğu:

(2) İnsân’lar için kurulduğu:

(3) yerinin “Bekke” olduğu:

(4) Mübarek olduğu:

(5) “Âlemlere” hidâyet “Hâdî” olduğu:
Açık olarak ifâde edilmektedir. Şimdi bunları, bir noktayı hatırlatarak teker, teker incelemeye çalışalım. O nokta da şudur. İnsânlar için kurulduğu halde, bütün âlemlere hidâyet olması nasıldır.? Yeri geldikçe incele meye çalışacağız.

133


  1. Yer yüzünde ilk “ev” in olduğu:

Yer yüzünde İnsânlar için kurulan, ilk evin ismi aynı zaman da (Beytullah,) “Allah’ın evi” dir. Sâhibi Allah (c.c.) kullanıcısı ise İnsândır. O halde İnsân Allah’ın kiracısı ve misâfiridir. Bu yönden aynı zamanda Allah ehli-Ehlullah’tır.


Zât-ı mutlak â’mâ’iyyetinden Vâhidiyyet’ine tenez zül ettiğinde, kendisinde iki husus’u meydana çıkardı o da “inniyyet’i ve hüvviyyet’i” idi. İnniyyet’ inden, İnsân ve Kûr’ân, zuhur etti işte bu yüzden (ikiz kardeştir,) hüvviyyet’inden ise âlemler ve nokta zuhur mahalli “beytullah-Beyt’ül atik” ortaya çıktı. Daha sonra zât-ı mutlak, Ahadiyyet-inden vahidiyyet-i ne tenezzül ettiğinde, Ulûhiyyet-i ve Rahmâniyyet-i meydana çıktı. Ulûhiyyet’inde bulunan ilm-i ilâhiyyesi, sıfat bölgesi olarak Rahmâniyyet’i ne aktararak, yaygınlaşmasını sağlamış oldu. İşte Ulûhiyyet’in ilmî, mânâ da ilk evi-zuhuru, budur. Buranın diğer ismi de Hakikat-i Muhammed-î dir. Öyle ise bu hâlin diğer ismi, bâtın-î mânâ da, hakikat-i Muhammed-î, İlmi İlâhiyye’nin “beyt-i-zuhur” mahallidir.”
Rahmâniyyet-in, nefes-i Rahmân-î si ile ilmi İlâhiyye’de bulunan Esmâi ilâhiye ye lâtif sûretler vererek esmâ âlemine tenezzül etmesi de rahmâniyyet-in zuhur mahalli, Esmâ mertebeside âlem-i melekût olarak rahmaniyyet-in evi (Beyt’ürrahmân) olmuştur. Esmâ âlemi olan mertebe-i ervah’da ki mânâlar da birer elbise giyerek, âlem-i ecsam-cisimler âlemi-âlemi şehadette zuhura çıktıklarında bütün âlemi şehadet bu
134

mânâların “beyt-evi” olmuş bu yüzden buranın diğer

ismi “beyt’ül esmâ” dır, diyebiliriz. Bütün bu mertebeler

Ulûhiyyet’in zuhur mahalleri olduklarından ve âlemlerin en kemâlli olan zuhur mahalli de bu âlemler, âlem-i şehâdet’in tamamının ismi “beytullah’ tır. İşte bu yüzden “bu âlem-beyt-ül atik-eski ev-beytullah” tır. Bu hakikatin nokta zuhur mahalli ise zâhir âlemin de ki, “Beytullah-beyt’ül atik” ismi verilen İmân ehlini çok cezbeden zâhirde ki “Beytullahtır.” Farkında olmadan câzibesi buradan gelmektedir.


İşte bu yüzden içinde bulunduğumuz şehâdet âleminin tamamı “Beytullah” bunun nokta zuhur mahalli de “yeryüzünde ilk ev” diye bahsedilen bu hakikatin belirtilmesidir, diyebiliriz. İşte bu hususlar Zât-ı mutlak’ın, hüvviyyet-i yönünden “Beyt-ül atik-beytullah” ismiyle zuhuru’dur, diyebiliriz.


  1. İnsân’lar için kurulduğu:

Bilindiği gibi “ev-beyt” insânlar için olmazsa, olmaz larındandır, ve her insân için de, içinde barınabileceği bir mekâna ihtiyacı vardır. İşte bu yüzden beyt aslî bir değerdir. Yukarıda, geniş ve birey olarak belirtilen, beyt’in, diğer bir mânâ ve temsilcisi ise içinde yaşadığımız evlerimizdir. Bu yönü ile de beytler İnsânlar içindir. Zat-ı mutlak Ahadiyyetinden Vahidiyyet’i ne tenezzül ettiğide, Rahmâniyyet-i yönünden (Errahmân allemel kûr’ân halâkal insân) (Rahmân 1/2/3) te belirtildiği gibi, İnsân-ın halkiyyet zuhuru Rahmâniyyet mertebsine kadar gitmektedir. Hadîs-i kûdsî de de belirtildiği gibi. (Allah Âdem-i


135

Rahmân sûret-i üzere) halketti, (Allah Âdem-i kendi sûret-i üzere) halketti, hükmü ile, Âdem’in halkıyyet-i Rahmâniyyet üzere olmuştur, yâni rahmâniyyet hakikatleri kendinde mevcuttur, demektir. Füsûs-ül Hikem de, ( Allah İnsân-ı zâhir ve bâtın Hakikat-i İlâhiyye üzere “mahlûk” olarak halketmiştir.) Diye ifade edilmiştir. Bu hususta bir çok haberler vardır yeri olmadığı için bu kadarla yetinelim istiyorum. İşte bu beyt, Zâhiren insân bedenidir, çünkü (ve nefahtü) nün (38/72) zuhur mahalli ve mekânıdır. “Şerefi mekân bil mekîn-mekânın şerefi içindeki iledir,” denmiştir. İşte muhteşem İnsân bedeni olan mekân, İlâh-î tecelli olan “ve nefahtü” ise o mekânın “mekîn-“i olmuştur, işte bu husus ilk def’a Âdem ismi ile belirtilen “nefs” ismi, de verilen bu mekânda zuhura çıkmıştır. Böylece iki türlü beyt ortaya çıkmış olmakta idi, biri Zât-î mânâ da, sûret-i İlâhiyye üzere, mekân-ı İlâh-î, olan İnsân, diğeri ise mekân-ı sûrî olan beytullah idi.


İşte bunların ikisi de İnsân içindi. İnsân-ı kâmil ismini de alan bu sûret-i İlâhiyye yi bulamayanlara bunun yerine, sûrî olan beytullah’a Hacc ve Umre hükümleri ile bu hakikatleri yaşama yolu açılmıştır. Bizce hacc’ın tarifi. “Hakikat-i İlâhiyye de cemâlûllah-ı seyr,” dir. Umre ise, “Hakikat-i Muhammediyye de Cemâl-i Muhammediyye yi seyr,” dir diyebiliriz. İşte bu hususların ikisi de İnsân’ın Hakk’ın indinde nasıl bir değeri olduğunu açık olarak anlatmaktadır, ve bir insân’ın kendi değerlerini bilebilmesinin yolunun bu hakikatleri idrak etmesinden geçmektedir. Bu bakımdan, iki beytullah’ın da İnsânlar için kurulduğu açık olarak belirtilmektedir.
136

  1. yerinin “Bekke” olduğu: Bildirilmektedir.

Osmanlıca Türkçe lügat’ta (Bekke)


(1) Mekke’i Mükerreme’ nin eski adıdır. (2) Bir yerde toplanmak, bir yere cem olmak. (3) İzdiham kalabalık. Diye ifade edilmektedir.
”” (Bekke) kelimesini özetle incelemeye çalışalım. Ebced hesâbı ile toplu olarak (11) sayı değerinde’dir.”” (B) harfi bilindiği gibi “ile-birliktelik” mânâsında’ dır. İki “” (kef) harfinden biri (kün) diğeri ise, (feyekünü) dür. () (He) ise (Hüvviyyet-i mutlaka) “Hakk’ın Hüvvüyyet-i” zât-î zuhur mahalli’dir. Yukarıda belirtilen hakikatlerin bir sistem içinde zuhura çıkması için Zât-ı mutlak, kudret sıfatı ile (kün) “ol” dedi, bu mânâ, madde’den bir elbise giyerek, önü iki köşeli-makamlı, arkası oval bir yapı olarak (feyekünü) hükmü ile de Zât-ı mutlağı temsilen dünya da ki, yerine ilk hâli ile binâ edilmiş oldu. Sayısal değeri (11) olan bu binânın, gelecekte o mahalde zuhur edecek Hakikat-i Muhammediyyenin de temelleri atılmış oluyordu. (Bekke) yukarıda da ifade edildiği gibi, bütün ilâh-î mânâların bir zuhur yerinde cem olarak, hattâ izdiham şekliyle akıp gelerek ortaya çıkan Zât-î mahallin ismidir, diyebiliriz. İşte bu hakikat ayrıca “Besmele”nin başında ki, ”” (B) harfinin diğer bir hususiyetidir. Allah’ın Zât-ı’nın “kün” (kudret sıfatı ile) teşbih mertebesinden zuhurudur diyebiliriz.

137


O binânın ilk yapılışı hakkında muhtelif rivayetler vardır. Bu rivayetler genelde bir nokta da toplanmak tadır, o ise Âdem (a.s.) ile birlikte yer yüzünde görülmesidir. Genel kabul gören rivayet-i ise yeryüzünde temellerinin melekler tarafından yapıldığı üzerine de cennetten indirilen çadır şeklinde cam fanus gibi bir örtü ile kaplandığıdır. Gayemiz (Beyt-ül atik) in tarihini yazmak olmadığından bu kadar bilgi ile yetinerek daha fazlasını araştırmacılara bırakarak yolumuza devam edelim.
Bu beyt-in temelleri ile oturduğu yerin ismi, ”” (Bekke) “Bekke” nin oturduğu mahallin ismi ise bilindiği gibi, “” (Mekke) dir. Ebced hesâbı ile toplu olarak (13) sayı değerinde’dir. Görüldüğü ve bilindiği üzere bu sayısal değer Hakikat-i Muhamme diyyenin kemâlidir. (Bekke) Hakikat-i İlâhiyyenin zuhur mahalli, (Mekke) ise, hakikat-i muhammediy yenin zuhur mahallidir, diyebiliriz ki; Ora da doğmuştur.
(4) Mübarek olduğu: Bildirilmektedir.

(1) Mübarek, lügat’ta İlâhi hayrın bulunduğu şey. Bereketlenmiş, çoğalmış. Bereketli, uğurlu. Hayırlı. Mes'ud.

(2) Beğenilen, kendisine kızılan ve şaşılan kimse veya şey. Olarak bildirilmektedir.
O mahalde (1) ci izahta olanların hepsi vardır. Mübarektir çünkü bütün İlâh-î lûtufların kaynağıdır.
138

(2) ci anlatımda ise, Hakk’a düşman olanların halleri belirtilmektedir.

(5) “Âlemlere” hidâyet “Hâdî” olduğu, bildirilmek tedir.

Görüldüğü gibi “Beyt’ül atik” Mekke’de olmakla birlikte “Âlemlere” hidayet olduğu bildirilmektedir.Bu ifade ile orada ki mahallin bir simge ve bir hakikatin sembolik ifadesidir, diyebiliriz. Şu günkü haliyle üst kata, terasa çıkıp baktığımızda aşağıda görülen muhteşem şekil ve manzara her ne kadar belirli bir sınırlar içinde görünüyor ise de, aslında sonsuz ucu bucağı bilinmeyen bütün âlemleri kendi bünyesinde misâlen ve mânen, bulundurmaktadır. Şöyleki:


Zeminde tavaf edilen mahal “Ef’âl âlemi” (8-10) merdiven ile çıkılan birinci kat “Esmâ âlemi” onun üst katı “Sıfat âlemi” en üst kat teras-ı ise sonsuz “Zât âlemi” ortada duran sevgili ise bir bakıma, “İnsân-ı Kâmil” diğer yönüyle ise, Zât-i zuhur mahalli” dir. Diyebiliriz. Bütün İlâh-î tecelliler orada zuhurda olduğundan ve bütün âlemleri temsil ettiğinden bu yönüyle de “Âlemlere” hidayet olmaktadır. Yâni göremediğimiz Âlemleri orada bir maket olarak bulduğumuzda ve oradan da tefekkürümüzde o Âlemleri hayal eder olduğumuzda ve hayal yönüyle de olsa o Âlemlerin varlığını kabul etmemizden dolayı onlara da hidayet edilmiş olunmaktadır.
Diğer taraftan “Hidâyet ve Hâdî” lügatta şöyle izâh edilmektedir.
139

(Hidâyete ermiş. Mürşid. Rehber, delil. Hidâyet yolunu gösteren. Hidâyete, doğruluğa eriştiren. Önde giden.) Diye belirtilmektedir.


İşte gerçekten o mahal İlâh-î hakikatlerin tümünü bünyesinde cem etmiş durumdadır. Aslında cazibesi de bu yönden gelmektedir. Her nazar eden orada idrak etse de etmese de kendinden ve özünden bir şeyler bulmaktadır. İşte genel de orada tarif edilemeyen muhabbet ve duygusallık bu yöndendir. Bu da kişilere özlerinden gelen bir Hidâyet’tir. Diyerek yolumuza devam edelim. Gayemiz İbrâhîm (a.s.) tarih-î mânâ da hayat hikâyesini yazmak değil, belki mertebe-i İbrâhî miyye’nin bazı özelliklerine dikkat çekmeye çalışmaktır.
Âdem (a.s.) dan sonra dünya üzerinden epey zaman geçmiş, nihayet (Nûh) (a.s.) ın zamanı gelmiş ve kavmi tarafından kendine muhalefet edilmiş, nihayet Cenâb-ı Hakk (Nûh) tufanını oluşturmuş, o tufan ile birlikte o mahalde ki, hayat’ta sona ermiştir. Bu arada (beyt-ül atik) in temel üstü gövdesi aynı istikametinde göğe kaldırılmış, ve ismine de (beyt-ül ma’mur) denmiştir. Bu hadiseden sonra yer yüzü İbrâhîm (a.s.) zamanına kadar beytsiz kalmıştır. Bilindiği gibi İbrâhîm (a.s.) ailesi ve beraberindekiler ile bir hayli seyehat yaptıktan sonra (Şam) taraflarında mekân tutup oraya yerleştiler. Aradan bir muddet geçtikten sonra, Hacer vâlide’den (İsmâil) (a.s.) dünya ya geldi, bunu kabul lenemeyen Sera vâlide onların yanından uzaklaştırıl masını istedi, bunun üzerine, İbrâhîm (a.s.) Hacer ve İsmâil-i alıp yola çıktı. İşte bu yolculuğa çıkış dünya tefekkür tarihinin büyük dönemeçlerinden biridir.
140

Bu yolculuk hakkında değişik rivayetler vardır. Ancak bu yolculuk gerçekten hayret edilecek bir yolculuktur, Hiçbir niyet ve hedefleri olmadan yola çıkan ikisi büyük biri küçük üç yolcuyu kim yönlerdirmişti ki, uzun vadilerden çöllerden dağlardan geçerek nihayet bir yere geldiklerinde orada kaldılar, ancak burada ne bir kimse ne de sığınacak bir yer vardı. Bu yerin neresi olduğu daha sonra anlaşılacaktı. İşte bunu tespit edip ora da karar kılmak bizce İbrâhîm (a.s.) ın kendisine Hakk tarafından bildirilen mucizesidir diyebiliriz. Bu hadise Kûr’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade edilmektedir.












(Rabbenâ innî eskentü min zürriyyetî bi vâdin gayri zî zer’in inde beytikelmuharrami Rabbenâ li yükımüsselâte fec’al ef’ideten minennâsi tehvî ileyhi verzukhüm minessemerâti leallehüm yeşkürun)
14/37. “Ey Rabbimiz!. Ben neslimden bazısını senin Beyti Haremin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz!. Namazı dosdoğru kılsınlar diye. Artık insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyleder kıl ve onlara meyvelerden rızık ver. Umulur ki, onlar şükr ederler.”
141

yukarıda ki Âyet-i Kerîme’nin delâletiyle, tefsir ve tarih kitaplarında da belirtildiği üzere İbrâhîm (a.s.) karar kıldığı o vâdide, eşi Hacer-i ve oğlu İsmâil-i Hakk’a teslim ederek geri döner. Bulundukları yerde kısa bir süre sonra su zuhur eder, (Zemzem) bunun üzerine kervanlar su vesilesiyle oraya uğramaya başlarlar ve orada yavaş yavaş sosyal hayat gelişmeye başlar ve orası meskûn bir yer halini almış olur. İbrâhîm (a.s.) zaman zaman onları dolaşmaya gelir, yine böyle dolaşmaya geldiği bir seferde, hemen belirtilen Âyet-i Kerîmenin de delâletiyle, tekrar Beytullah-ın inşâsına başlanır.


Beytullah-ın yerinin tespiti hakkında da değişik rivayetler vardır, bir tanesi şudur. Daha sonra o civarın ismine (Mekke) denilecek olan o yerde büyük bir fırtına olmuştur ve bu fırtına ile, o yerlerde sonradan meydana gelen dolgu kum ve taş yığınları sağa sola savrulup dip alan açılınca Beyt-ül Atik-in temelleri ve oturduğu yer (Bekke) ortaya çıkmıştır. İşte İbrâhîm (a.s.) ve oğlu İsmâil (a.s.) ile birlikte bu temeller üzerine eski kadîm haliyle Beyt-ül Atiği tekrardan yeryüzüne ve İnsânlık âlemine ve bütün âlemlere kazandırmışlardır.





(Ve iz yerfeu İbrâhîmülkavâide minelbeyti ve İsmâil Rabbenâ tekabbel minnâ inneke entessemî ul alîm)
142

2/127. “Hatırla ki. İbrâhîm Beytullah'ın temellerini İsmâil ile beraber yükseltiyor, ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur, şüphe yok ki sen işitensin ve bilensin, diyordu.”


Bilindiği gibi “Kûr’ân-ı kerîm, Âyetlerinin” bir çok mertebeleri ve bu mertebelerin mânâları vardır. Bu mertebeler bilinmez ise gerçek mânâ da, faydalanmak oldukça zordur, mânâlarının sadece dışında-zâhirinde kalma ihtimâli çok yüksektir. En azından (âfak ve enfüs) yâni “bir dışımızda ki genel hâli, bir de, içimizi ilgilendiren özel hâlini bilmemiz gerekmektedir. Ancak bu yönden iç dış itibariyle daha geniş bir anlayış içerisinde dıştan içe doğru, daha sonra içten dışa doğru “K.Kerîm” de bir yolculuk yapabilmek için ufkumuzu genişletmiş olabilmemiz gerekmektedir.
Yukarıda ki Âyet-i Kerîme’ye verilen “meâl” yerli yerincedir ancak “zâhirî” bir ifadedir. Ayni Âyet-i Kerîme’nin yine aynı ifadeleri içinde “bâtın-iç” mânâsı da vardır. Zâhiri-dışı, dışarıda ki, genel halidir, “bâtını-içi” ise birey olarak her birerlerimizin o hali içimizde kendi dünyamızda yaşamamız gereken hususlar olarak idrak etmemiz gerekmektedir. Tabii bu hususu her kesin mutlak mânâda tatbik etme mecburiyeti yoktur, sadece zâhiri itibariyle kabullenmek yeterlidir, ancak o zaman biz sadece orada belirtilen kimselerin bizim dışımızda olduklarından, bizde onların ve onlara ait bilgilerin toplayıcısı hükmüne girmiş oluruz. Oysa Kûr’ân-ı Kerîm bu ifadelerle, bize bizi, anlatmak için gelmiştir. Böyle özet bir girişten sonra Âyet-i Kerîme’yi incelemeye çalışalım.
143

Hatırla ki. İbrâhîm Beytullah'ın temellerini İsmâil ile beraber yükseltiyor,” (idi)


(İrfan mektebi) isimli kitabımızda (6) tür Hakk yolculuğundan bahsedilmektedir. Bunların birincisi, Âdem (a.s.) dan kıyamet gününe kadar gelip geçecek olan bütün insânların bir tek bütün seyr-i dir. İkincisi, ise bir insân-ın kendi hayat süresi içinde, bir ömürlük seyr-i dir. İşte her birerlerimize bu seyr-in bilincinde olmak lâzım gelmektedir. Yukarıda ki Âyet-i Kerîme bu seyr-in çok mühim geçitlerinden birini bizlere açık olarak göstermektedir. O devir dünya da İbrâhîm (a.s.) devridir. Bu zamana kadar yer yüzünden belirli Allah anlayışları geçmiştir. Bu anlayış ise bilindiği gibi yer yüzünde ilk def’a oluşan “Tevhîd-i Ef’âl” anlayışıdır.
Yer yüzünde, Âdem (a.s.) ile birlikte bir (Allah) anlayışı ortaya gelmiştir. Esasen daha evvelce yer yüzünde İnsân olmadığı için böyle bir (Allah) anlayışına ihtiyaç yoktu zâten âlem kendi hususi-fıtr-î yapıları içinde (tesbih) lerini yapıyorlar idi. İşte Cenâb-ı Hakk kendinin şuurlu varlıklar tarafından bilinmesini arzu etti ve bunun için Âdem-i kendi sûreti-Ulûhiyyet hakikatleri üzere halketti. İşte bu özellikler ile donatılan Âdem (a.s.) ve nesli yeryüzünde yaşamağa başladılar. Onlarla beraber (Beyt-ül atik) te ayakta duruyor idi. Böylece Allah’ın iki zuhur mahalli yer yüzünde faaliyette idi. Aradan geçen uzunca bir zaman sonra, o yöre ve o devirde, insânların çoğunluğunun aslî hallerinin bozulmuş olduğundan, zâhir-î olan ilâh-î tecelli mahalli o devrede (Nûh tufânı) oluşumuyla yer yüzünden kaldırıldı sadece “Nûhîyyet” mertebesi itibariyle diğer bir ilâh-î zuhur mahalli olan o zamânın o

144
mertebesi itibari ile İnsân-ı kâmilleri kaldı. O günden İbrâhîm (a.s.) lâm devrine kadar gelen süre içinde yer yüzünde zâhir-î mânâ da nokta zuhur tecellî mahalli yok idi. İşte bu devrede yer yüzünde İbrâhîm (a.s.) devri başlamış idi. Yukarıda ki bazı Âyet-i Kerîmeler ile bu devrin başlangıcı belirtilmiş idi. Bu Âyet-i Kerîme ile de, yer yüzünde tekrar (Beytullah)lı, günler geri gelip yaşanmaya başlanacaklardır.


İşte bir sâlik-yolcu-lar da bu hususları özel olarak kendi ömür, seyr süreleri içinde yaşayacaklardır.
Zamânının peygamberi, insân-ı Kâmil-i, ve tevhîd-i Ef’âl-in zuhur mahalli olan İbrâhîm (a.s.) ın o mahalde birde oğlu vardır.
İşte bu oğlun adı (İsmâil) dir. Mânâsı!

(Allah işitir, Allah’a yükselen) demektir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, İbrâhîm Sûresi (39) uncu Âyetinde. İbrâhîm (a.s.) bir oğul vermesi için Cenâb-ı Hakk’a dua ederken, “Allah duaları işitir” buyurmuştur. Oğluna bundan dolayı şukran nişanesi olarak bu ismi koymuştur, denmektedir. Yine bu mânâ da yukarıdaki Âyet-i Kerîmenin sonunda da aynı ifade görülmektedir. “şüphe yok ki sen işitensin ve bilensin, diyordu.”
Diğer lügat mânâları ise. (Çok bol) ve (şarkı söyleyen) imiş.
145

Yukarıda belirtildiği gibi, tekrardan, Ebced hesabıyla “İbrâhîm” kelimesinin sayısal değerine bir göz atalım.


( ) “İbrâhîm” () “elif” (1-13) () “be” (2) () “rı” (200) () “he” (5) () “ye” (10) () “mim” (40) toplarsak, (1+2+200+5+10+40=258) (2-5-8) sayıları oluşmaktadır. Bu tablodan muhtelif uygulamalar çıkabilir, ancak fazla uzatmamak için ana hatlarıyla belirtmeğe çalışacağım.
Baştaki (2) bu mertebenin zâhir ve bâtın oluşumunu ifade etmektedir. (5) hazârat-ı hamse-beş hazret mertebesini, (8) ise, sekiz cennet mertebesini ifade etmektedir diyebiliriz. Ayrıca (5+8=13) olmaktadır ayrıca “elif” te (13) tür. Böylece netice olarak “İbrâhîm” kelime ve manâsının içinde iki adet te zâhir bâtın (13) bulunmaktadır. Görüldüğü gibi sayısal değer olarak bu mertebe de Hakikat-i Muhammediyye ye bağlıdır.
Şimdi birde “İsmâil” kelimesinin sayısal değerine bir göz atalım.

() “İsmâil” () “elif” (1-13) () “sin” (60)

() “mim” (40) () “elif” (1-13) () “ayn” (70) () “ye” (10) () (30) toplarsak, (1+60+40+1+70+10+ 30=212) (2,12) sayıları oluşmaktadır. Bu tablodan da muhtelif uygulamalar çıkabilir, ancak fazla uzatmamak için ana hatlarıyla belirtmeğe çalışacağım.
146

Görüldüğü gibi (2) ve (12) sayısal değerleri ortaya çıkmaktadır. Ayrıca içinde mavcud iki adet () “elif” (1-13) olduğundan netice olarak, zâhir ve bâtın (12) ve (13) ler bulunmaktadır. Görüldüğü gibi sayısal değer olarak bu mertebe de Hakikat-i Muhammediyye ye bağlıdır.

Şimdi bir toparlama yapalım, (Ebrahem-İbrâhîm) “halkın babası” ünvanı ile, “tevhid-i ef’al” “fiillerin birliği” hakikatinin ilk def’a temsilcisi olmakla, bu mertebeden zata seslenilmektedir. İnsânlık tarihinde ilk def’a bu mertebe anlayışı ile Hakk’a seslenilmiştir. İşte gerçek mânâ da (Esmâ) mertebesinden ilk def’a İbrâhîm (a.s.) ın Hakk’a sesini duyurması mümkün olmuştur. Bilindiği gibi mertebe-i İbrâhîmiyyet aynı zamanda “hullet” (Esmâ-i İlâhiyye) nin giyildiği mertebedir, esmâ-i İlâhiyye de (Sem-i ve alîm) isimleri de bulunduğundan o mertebe de bu isimler fiilen yaşanarak İbrâhîm (a.s.) ın lisânından ortaya çıkmakta, kabul edilmekte ve faaliyyet’e geçmektedirler.
İşte bu halin şükrânesi ve bu mertebenin zuhur mahalli tecelli yeri olarak İbrâhîm (a.s.) oğlunun ismini (Allah işitir - bilir - Allah’a yükselen - çok bol) mânâlarında, “İsmâîl” olarak isimlendirmiştir. Bu isim sadece diğer bedenlerden ayırd edici bir isim değil hakikat-i İlâhiyyenin o mertebesi itibarı ile yaşayan bir zuhuru veya zuhur mahallidir. Bu mertebe “halk’tan Hakk’a) olan, sesleniş ve zât-î seyr’in Ef’âl merebesinden başlangıcıdır. Diyebiliriz. Daha evvelki seslenişler ise dua mahiyetinde olan seslenişlerdir.
147

Hatırla ki. İbrâhîm Beytullah'ın temellerini İsmâil ile beraber yükseltiyor,” (idi)


() “ve-iz” bu kelime bilindiği gibi, ifade ettiği mânâda ki, “o zamanı hatırlamaktır”. Bu hatırlama hatırlatma’nın üç hâli vardır.
Yüklə 0,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə