H firat küçük-Burjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə2/10
tarix06.02.2018
ölçüsü0,87 Mb.
#26154
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

Birinci iddia: H. Fırat ulaştığı “mutlak ve kesin gerçeklerin kabul edilmesini istiyor”, “sınıf mücadelesinin acımasız pratiğinden çıkardığı mutlak ve kesin doğrularına, en ufak itiraz karşısında öfkeleniyor.”

Z. Ekrem “uyduruyor”. Daha önce de belirtildiği gibi, her iki yazı da ne bir şeyi kanıtlamak iddiasında ve ne de kanıtlanmış “mutlak ve kesin doğruları” birilerine dayatmak amacında. Birinci yazı, konferansa bir gündem öneriyor ve “hangi gündemle, nasıl(22)bir konferans sorusuna doğru bir cevap” (Belgeler-2, s.21) sorunu üzerine “birkaç kısa şey söylemek”ten öteye bir iddia taşımıyor. Alıntı hastası Z. Ekrem’e bol alıntıyla göstermek gerekiyor.

“Konferans gündemi önerisi, yukarıdaki gerçekler gözetilerek hazırlanmıştır. Ana hareket noktası, bir bakıma özü, şudur: Genel çizgileriyle de olsa, Türkiye Devrimci Hareketi ve TDKP gerçeği üzerine bir değerlendirme yapılmadan ve bu değerlendirme esas alınmadan, yeni dönemde hiçbir ciddi siyasal ve örgütsel adım atılamaz. Bu yapılmadan alınacak kararlar, tespit edilecek görevler ve atılacak adımlar kısa zamanda yeni sorunlar, yeni çıkmazlar yaratır. Ve yine bu yapılmadan, TDKP değil kendi dışında, kendi tabanında bile ciddi ve inandırıcı görülemez”. (Gündem Önerisi, Belgeler-2, s.22-23)

“Bugünün, dolayısıyla konferansın görevi, partinin bugünkü gerçeğini, bütün bir geçmiş sürecini, hiç olmazsa genel çizgileriyle değerlendirerek, hem partide bir iç tartışma platformu oluşturmak, hem de yeni dönemin siyasal ve örgütsel görevlerini bu değerlendirmenin ışığında tespit etmektir.” (agy., s.23)

“Konferans bu sorunu tartışıp, kendi düzeyi ve birikimi ölçüsünde ortaya bir değerlendirme koyup, bunu yeni dönemde partideki tartışmaların zemini haline getirmeden, TDKP, ileriye doğru tek bir ciddi adım bile atamaz.” (agy., s.24)

“Gündemin ikinci maddesinde ‘Leninist Partinin Teorik ve Taktik Temeli’ olarak ifade edilmiş bir ara madde var. Konferans bugünkü hazırlık düzeyi ile bu sorunu kapsamlı biçimde tartışmada yetersiz kalabilir. Fakat en azından yeni dönemde, üzerinde özellikle inceleme ve tartışma yapılması gereken ana noktaları tespit edebilir ki, bu bile çok önemlidir”, (agy., s.24)

“TDKP’nin geçmişi 1971 'in küçük-burjuva devrimciliğine dayanıyor. Bu geçmişi ve hatta onun öncesini, 1960'ları, genel çizgileriyle değerlendirmeden, TDKP’nin doğuşunu bu sürecin içine oturtmadan, TDKP’nin sonraki evrimini anlayıp değerlendirmek mümkün değildir. Konferans, soruna bu perspektifle yaklaşmalı, tartışma ve değerlendirmelerinde açık, cesur ve sorumlu davranmalıdır.” (agy., s.24)(23)

Koca bir yıkıntının ve manevi-siyasi çözülüşün nedenlerini, yedi yıl önce yapılmış bir kongreden sonra, ilk kez olarak toplanan bir parti konferansında tartışmayı önermek, nasıl oluyor da “mutlak ve kesin gerçeklerin” dayatılması olarak anlaşılabiliyor? Bu soruya cevap aramadan önce, bir de Ciddiyet Bunalımı yazısına bakmak gerekiyor. Belki de H. Fırat Z. Ekrem’in iddia ettiği günahı orada işlemiştir.

“Devrimci bir siyasal hareket, devrimci bir parti, ağır bir bunalım yaşıyorsa, bu siyasal hareketin, bu partinin vazgeçilmez ve ertelenmez görevi, yaşadığı bunalımın gerçek nedenlerini incelemek, kavramak ve bunalımı bu temel üzerinde aşma sürecine girmektir. Siyasal yaşamını sürdürmenin ve ileriye gitmenin vazgeçilmez koşuludur bu. Dahası, siyasal ciddiyetin, ‘en önemli ve en güvenilir ölçütlerinden biridir’ bu”. (Ciddiyet Bunalımı, Belgeler-2, s.33-34)

“Sorunun özü şudur: Bu konferans partinin sorunlarını tartışacak mı, tartışmayacak mı? Eğer tartışacaksa, bunun bütün bir geçmişi ve ideolojik siyasi ve örgütsel tüm boyutları kapsamasından daha doğal ne olabilir? Ve zaten düne kadar bu konuda herkes hemfikir değil miydi?

“Eğer ilgili yoldaşların tepkisi, bizim ulaştığımız sonuçlara karşıysa, bu başka bir şeydir. Ve bu durumda yapılması gereken, ‘bu konferans sorunları bu düzeyde tartışamaz’ demek değil, oturup kendi yaklaşımını, kendi görüşlerini ortaya koymaktır (Bizi dayatmacılıkla suçlayan teorisyenlerimizin kulakları çınlasın!). Ötesi acizliktir, yeteneksizliktir, siyasal cesaret ve ciddiyetten yoksunluktur.” (agy., s.37)

Ciddiyet Bunalımı yazısı, Gündem Önerisi’nden yapılan bazı aktarmaların ardından şunları söylüyor. “Bugünün sorunu ve ihtiyacı başka türlü nasıl ifade edilir, bilemiyorum. Sorunu böyle görmeyenler, nasıl görüyorlarsa bir an önce, kendi gündem önerileriyle birlikte ortaya koysunlar. (Teorisyenimizin kulakları bir kere daha çınlasın!) Bu, ortalıkta gezinip, sağlıksız ve umutsuz girişimlerle kendini boş yere yormaktan çok daha iyi ve yararlıdır.” (agy., s.38)(24)

Ulaştığımız “mutlak ve kesin gerçekleri” zorla dayattığımızı iddia eden teorisyen Z. Ekrem’e aynı yazıdan bir başka bölüm: “Değişen, eğer parti sorunlarının tartışılmasında ulaşılan düzey ise, bunun gerisinde kalanların yakınmaya hakları yok. Yapacakları şey, yalnızca bu tartışma düzeyine, parti çizgisini savunarak veya eleştirerek -ki bu, kişilerin kendi görüş ve yaklaşımlarıyla ilgili bir sorundur- (Bu açık sözler teorisyenimizin dikkatine sunulur!), intibak etmeye çalışmak, bunun için yoğun bir çalışma içine girmektir. 7 yıl önce yapılmış bir kongrenin ardından, ağır ideolojik-siyasi ve örgütsel bunalım koşullarında, gerçek bir otorite boşluğunda, ve en önemlisi de, Türkiye işçi sınıfının iktisadi nedenlerle giriştiği eylemlerin bile hızla siyasal bir nitelik kazandığı ve tüm toplumda yankılandığı bir zamanda toplanan bir parti konferansının delegelerine yakışan da, bu delegelerden beklenen de budur.” (agy., s.38)



Ciddiyet Bunalımı yazısında baştan başa işlenen fikir budur; partinin yıllardır üstü örtülen, ama yok sayılması mümkün olmayan ve yaşanan dönemde kendini ağır bir bunalım olarak ortaya koyan gerçek sorunlarını tartışmak isteği ve çağrısıdır. Sorunların tartışılmasına bir itirazı varsa eğer, teorisyen Z. Ekrem bunu ortaya koymalıdır. Örneğin Z. Ekrem şu konuda ne düşünmektedir? “Politik mücadelede ileriye bakılır, geriye değil. Bazılarının hazırlığı yetersiz diye, şu veya bu sorunun tartışılmasından geri durulamaz. Doğaldır ki, tartışmanın düzeyini hazırlıksız olanlar belirleyemez. Aynı şekilde, politik bir hareketin tartışma gündemini, kişilerin sübjektif hazırlık düzeyi değil, sınıflar mücadelesinin ve bu temel üzerinde söz konusu politik hareketin nesnel ihtiyaçtarı belirler. Dolayısıyla gerçek bir yol ayrımında toplanan TDKP Konferansının gündemini TDKP’nin nesnel ihtiyaçları belirler, bazı delegelerin hazırlıksızlığı değil.” (agy., s.38)

Ya şu konuda? “... Bu ciddiyetsizliğe ve sorumsuzluğa bir son verilmelidir. Uzun yıllar süren bir yıkım ve dağılmanın ardından toplanan TDKP Konferansı, devrimci hareket, sınıf hareketi ve TDKP konusunda, genel çizgileriyle de olsa bir değerlendirme yapmadan dağılırsa, değil NETAŞ’ın, DERBY’nin yiğit işçileri(25)tarafından, eski taraftar tabanı tarafından bile ciddiye alınamaz. Ve bu, bir anlamda TDKP’nin sonu demektir.” (agy., s.42)

Bu aktarmaları uzatıp durmanın bir gereği yok herhalde Bu kadarı bile, Gündem Önerisi ve Ciddiyet Bunalımı yazılarının amacını ve ana fikrini anlatmaya fazlasıyla yeter.

Kişinin bir parti üyesi olarak, 7 yıllık bir aradan sonra toplanan bir parti konferansı delegesi olarak, partinin gerçek sorunlarının ideolojik-siyasi ve örgütsel tüm boyutlarıyla tartışılmasını talep etmesi ve bu konuda kendi ulaştığı sonuçlar hakkında güvenli olması başka şeydir; kendi ulaştığı sonuçları başkalarına zorla dayatması ise başka bir şey. Z. Ekrem bu ikisi arasındaki farkı anlayamayacak ölçüde zihni yetenek kaybına mı uğradı, yoksa bu farkı anlamamazlıktan gelecek ölçüde siyasal dürüstlükten mi uzaklaştı?

Teorisyen Z. Ekrem’in iddialarını incelemeyi sürdürüyoruz.

İkinci iddia: “H. Fırat yoldaş Gündem Önerisi ve Ciddiyet Bunalımı yazılarında, ‘Dühringvari’ bir tutumla, kanıtlanmamış düşünceleri, kanıtlanmış ya da kanıtlanması gerekmeyecek kadar doğruluğu açık ve kesin ‘mutlak doğrularmış’ gibi durmadan tekrarlayıp duruyor.”

Z. Ekrem’in bize karşı kullanarak, aslında bizlere aydınlatıcı bir kıyaslama olanağı sağladığı, “Dühringvari bir tutumla” benzetmesi ve iddiası üzerinde ayrıca duracağız.

“Kanıtlanmamış düşünceleri, kanıtlanmış ya da kanıtlanması gerekmeyecek kadar doğruluğu açık ve kesin ‘mutlak doğrularmış’ gibi ele aldığımız” iddiasına gelince; Z. Ekrem, bir kez daha “uyduruyor”. Yukarıda birinci iddiayı incelerken her iki yazıdan yaptığımız uzun alıntılar aslında Z. Ekrem’in bu ikinci iddiasını fazlasıyla yanıtlıyor. Eğer ortada kanıtlanacak bir şey yoktuysa partiyi geçmişin köklü ve kapsamlı bir değerlendirmesini yapmaya çağırmanın, parti sorunlarının parti Konferansında tartışılmasını istemenin ne anlamı kalırdı? Oysa her iki yazının da ana fikri ve kaleme alınış nedeni bu.

Biz yine de, iddiayı daha yakından inceleyelim. Z. Ekrem’in teori-pratik ilişkisi üzerine birer bilgiçlik örneği düşünceleri üzerin(26)de yer yer ayrıca durulacak. Fakat şu kadarı şimdiden belirtilmelidir ki, TDKP’nin teorisi ile pratiği arasında ilk elden bir özdeşlik kurduğumuz iddiası yalnızca Z. Ekrem’in bir “uydurması”dır. Z. Ekrem her ne kadar yanılmaz ve aşılamaz bir teorisyen olduğu saplantısıyla teori alanını kendi tekelinde görüyorsa da, bu durum, teori-pratik ilişkisini doğru kavramamıza hiç de engel değildi. Bu doğru kavrandığı içindir ki, ne Gündem Önerisi'nde, ve ne de Ciddiyet Bunalımı'nda ikisi arasında ilk elden bir özdeşlik kurulmamıştır. Partinin on iki yıllık siyasal-sınıf pratiği vurgulanarak, teorik temelinin mutlaka tartışılması gerektiği savunulmuş ve önerilmişür. Teori ile pratik ilk elden özdeş değildir ama, birbirinden, kopuk da değildir. Diyalektik birliği vurgulama başka neyi anlatır ki?



Gündem Önerisi’nden aktarıyoruz: “Bugüne kadar, bazı zayıf noktaları belirtilse de, partimizin teorisi genel olarak kabul edildi, partideki sorunlar yalnızca oportünist uzlaşmanın kötü sonuçları sayıldı. Ne var ki, oportünist uzlaşma yalnızca bir sonuçtur; her sorunda olduğu gibi, bu uzlaşma sorununda da asıl önemli olan, bu sonucu yaratan nedenleri araştırıp tartışmaktır. Bu doğrultudaki çabalar partimizin teorik temelinin sanıldığı sağlamlıkta olmadığını gösteriyor. Sorun bu yönüyle mutlaka tartışılmalıdır. (Teorisyeni- mizin dikkatine!) Sorunu böyle tartışmamak oportünizm olacaktır.”

“Bu tartışmada şu olgulardan hareket edilebilinir. TDKP’nin uzun yılları bulan siyasal ve örgütsel yaşamı küçük burjuva bir siyasal ve örgütsel pratiğin ifadesidir. Teori ve pratik arasındaki kopmaz diyalektik ilişki göz önüne alındığında, on yıllık bir süreçte, teorisi doğru, yalnızca pratiği yanlış bir siyasal hareket tasavvur bile edilemez. (Gündem Önerisi, Belgeler-2, s.24)



Gündem Önerisi yazısında, siyasal ve örgütsel pratiğimizin ortaya çıkardığı maddi gerçekler veri gösterilerek teorinin tartışılması önerilmiştir. Ciddiyet Bunalımı yazısındaki tutum da aynıdır. Bu yazının Z. Ekrem tarafından bile bile çarpıtılan bölümünde (bunu daha sonra ele alacağız) Ağustos Belgeleri, partinin siyasal-sınıf pratiğini doğru teşhis ettiği halde, bunu bir veri kabul edip teorik temele eleştirici bir gözle yaklaşmak yerine, “partinin teorik(27)temelini peşin peşin marksist-leninist ilan ettiği” için eleştiriliyor. Orada aynen şöyle deniyor: “... Bütün bunlar, bu partinin ideolojik, siyasal-örgütsel ve sınıfsal her anlamda leninist bir parti olup olmadığını tartışmalı kılar. Zira bütün bunlar sıradan olgular değil, bir siyasal partinin siyasal sınıf konumunu ve niteliğini tespit etmede can alıcı göstergelerdir ve dönülüp bu partinin teorik temeline bakmayı gerektirir. Bu çarpıcı durumun ideolojik-teorik kaynaklarını araştırmayı, bulup tespit etmeyi gerektirir.” (Ciddiyet Bunalımı, Belgeler-2, s.34, vurgular orijinaline ait)

Demek ki, her iki yazı da, “sınıf mücadelesinin acımasız pratiğinden” söz ederken yalnızca TDKP’nin siyasal-sınıf pratiğini söz konusu ediyor, bunu doğrudan teoriyle özdeşleştirmiyor; buna işaret ederek teorik temelin tartışılmasını öneriyor. Teorik alanın tartışmalı, dolayısıyla da, doğruluğunun ya da yanlışlığının kanıtlanmaya muhtaç olduğunu dile getiriyor. Teorik temelle ilgili, elbette ki yazıların yazarının ulaştığı sonuçları var. Fakat o bunları hiç de tartışılması ve kanıtlanması gerekmeyecek kadar doğruluğu açık ve kesin olan “mutlak doğrular”mış gibi ele almıyor. Bu yalnızca teorisyen Z. Ekrem’in “uydurma”sıdır. Tersine, bütün çabası, tam da böyle bir tartışma ortamını yaratmak içindir. Bu ona düşüncelerini ortaya koyma ve elbette ki kanıtlama olanağı verecektir. Bu konuda kendine güvenli olmasından daha doğal ne olabilir? Bir şeyi kanıtlamaya ihtiyaç duymayan biri şunları söyleyebilir mi?

“Eğer parti çizgisini savunanlar hazırlıksızken, gündeme bu çizginin tartışılması getiriliyor diye düşünülüyorsa, bu hem gülünçtür, hem de anlamsız bir kaygıdır.

Gülünçtür; zira parti çizgisinin on yıllık bir geçmişi var ve delegelerin her biri de en az on yıllık parti üyesidir. Bu durumda parti çizgisini savunmada hazırlıksızlık gülünç olmaz da ne olur? Anlamsız bir kaygıdır; zira partinin çizgisi binlerce sayfalık kitap, dergi ve gazetede işlenmiştir. Allaha şükür ki, bu çizgiyi inşa eden yoldaşlardan biri bizzat konferans delegesidir. Dolayısıyla, bu çizginin her bakımdan savunulmasının koşulları vardır.” (agy., s.38)(28)

“Partimizin teorisi ve pratiğiyle, küçük-burjuva sınıf konumunda olduğunu gösterdiğini sanan” (Z. Ekrem’in broşürü, s.7) birisi, şunları söyleyebilir mi: “Konferans her şeyin sonu olarak görülüyor ve konferansın gerçekleşmesinden duyulan tedirginlik biraz da bundan kaynaklanıyor.”

“Böyle düşünenler, koca bir siyasal geçmişin değerlendirilmesini ve leninist bir sınıf partisini yaratmanın sorunlarını pek hafife alıyor olmalılar.

Kendi geçmişimizi, devrimci hareketin genel geçmişi, özellikle son yirmi yıllık dönem içinde ele alarak doğru ve sağlıklı bir şekilde değerlendirebiliriz. Zira bir siyasal hareket tarihsel, sınıfsal ve ideolojik koşulların diyalektik birliği içinde ele alınıp kavranabilir ancak. Bunun ise, konferansta sonuçlandırılacağını, bizim bunu hedeflediğimizi sananlar fena yanılıyorlar. Konferans olsa olsa, bunun ancak bir ilk adımını atabilir.” (Ciddiyet Bunalımı, Belgeler-2, s.42)

Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış yazısında ise şunlar söyleniyor: “Geçmişin kapsamlı bir değerlendirilmesi, özellikle de geçmişle köklü bir ideolojik hesaplaşma hayli ağır bir görevdir; ortak katkıyla gelişmek ve bir süreç olarak yaşanmak durumundadır.” (s.5) Ne Gündem Önerisi, ne de Ciddiyet Bunalımı yazısı partinin teorisinin küçük-burjuva olduğunun ispatlandığı iddiasını taşımıyor. “Sınıf mücadelesinin acımasız pratiği”nden partimizin siyasal-sınıfsal pratiğine dönük söz ediliyor. Zaten sorun da buradan çıkıyor gerçekte. Teorisyen Z. Ekrem bu konuda da bizden farklı düşünüyor. Sadece bizden değil, Yıldırım’ın 1982 tarihli “Küçük Broşür”ünden de farklı düşünüyor; o çok geri broşürün bile gerisine düşüyor. Z. Ekrem’i bu duruma düşüren, partide kendisini aşan marksist proleter bir eğilimin doğmuş olmasıdır. Zira o böyle bir eğilimden henüz yeterince haberdar değilken daha gerçekçiydi, Yıldırım’dan bir hayli ilerideydi. Daha bir kaç ay önce (Aralık 1986 tarihi taşıyan, ama konferansa ancak Mart 1987 sonunda sunulan ve bu kitaba ek olarak yayınlanan yazısında), aynen şunları söylüyordu: “Parti oluşum sürecinin başlamasından bu yana ilk ciddi sınavla 12 Eylül darbesinden sonra karşı karşıya kaldı.(29)Yönetimi, örgütleri, kadroları ve faaliyetiyle parti bir bütün olarak iyi bir sınav veremedi. Parti 12 Eylül darbesiyle başlayan faşist saldırıları ağır kayıplar vermeden göğüsleyemediği, yeni koşullara hızla uyum sağlayamadığı gibi, son 5-6 yılda işlevine uygun bir faaliyet ve atılım da gösteremedi.” (vurgular bizim)

Z. Ekrem, daha bir kaç ay önce “TDKP gerçeği”ni bu kadar açık ve yalın tespit ediyordu. Bizimle sözde alay ederken kullandığı ifadeyle, “sınıf mücadelesinin acımasız pratiği” bunları Z. Ekrem’e söyletiyordu. Ama sadece “12 Eylül şok”u değil, partideki son gelişmelerin aşılamazlık saplantısı içindeki teorisyenimizde yarattığı “şok” da, demek ki bazı şeyleri çabuk unutturuyor. Aralık 1986 tarihli yazıyı bu kitaba ek olarak yayınlayıp, hatırlatmak gerekiyor.

Bir parti, “ilk ciddi sınavla 12 Eylül darbesinden sonra karşı karşıya kalıyorsa” ve bu “ilk ciddi sınav”da bu parti, “yönetimi, örgütleri, kadroları ve faaliyetiyle” “bir bütün olarak” (evet, aynen böyle! “bir bütün olarak”) “iyi bir sınav veremiyorsa”, bundan ne sonuç çıkar acaba? Büyük tespitlerden küçük sonuçlar çıkarmak ya da hiçbir sonuç çıkarmamak teorisyenimizin şanına doğrusu hiç yakışmıyor. Partinin teorisini, aynı yazısında en can alıcı iki noktadan, iktisadi yapı tahlili ve devrim teorisini ele alış açısından tartışma konusu eden ve ileriye açık şeyler söyleyen teorisyenimiz, bundan çıkara çıkara, “sorunun kitle örgütleri açısından” hangi sonuçlara yol açtığı sonucunu “irdelemeyi” çıkarıyor. Büyük tespitlerden küçük sonuçlar, işte Z. Ekrem gerçeği!

Evet, TDKP “oluşum sürecinden bu yana ilk ciddi sınavla 12 Eylül darbesinden sonra karşı karşıya kaldı.” Ve “yönetimi, örgütleri, kadroları ve faaliyetiyle TDKP bir bütün olarak iyi bir sınav veremedi”. Buraya kadar söylenenler kelimesi kelimesine Z. Ekrem’e aittir. Derinlemesine bir kavrayışın ürünü olmaktan çok, “sınıf mücadelesinin acımasız pratiği”nin zoruyla itiraf edilmiştir. Böyle olduğu, daha aradan bir kaç ay geçmeden parti içi gelişmelerin “şok”uyla unutulmasından bellidir. Teorisyenimizin yukardaki tespitten çıkaramadığı sonucu biz çıkaralım. “Yönetimi, örgütleri, kadroları ve faaliyetiyle TDKP’nin bir bütün olarak iyi bir sınav verememesi” küçük-burjuva siyasal-sınıf pratiğinin ifadesiydi.(30)Bu “çıplak gerçek” dönüp bu partinin teorik temelini tartışmayı gerektirirdi. Gündem Önerisi ve Ciddiyet Bunalımı yazılarının söyleyip savunduğu da yalnızca budur. Ne eksik, ne fazla! O yazıları birazcık sükunetle okuyup bunu anlamamak mümkün müdür? Hayır, değil. Fakat Z. Ekrem’in sorunu saptırmaya ve laf cambazlığına ihtiyacı var. Bu yalnızca Z. Ekrem’in acizliğini ve TDKP’de “teorisyen” sıfatıyla dayanaksız bir üne sahip olduğunu gösterir. Sayfalar boyu yaptığımız aktarmalar, sorun alabildiğine açıkken, Z. Ekrem in onu bile bile çarpıtıp saptırdığını ortaya koyuyor.



İçüncü iddia: “H. Fırat yoldaşa göre, ‘bir siyasal partinin siyasaı konumunu ve niteliğini tespit etmede can alıcı göstergeler’ bir siyasal partinin kadrolarının sınıf kökeni ve kitle bağları açısından, işçi sınıfının bir parçası olup olmadığıdır.” (Broşür, s.9) Büyük teorisyen Z. Ekrem, üçüncü kez “uyduruyor”. Üstelik bu seferki uydurma, kelimenin en geniş anlamıyla bir bayağılaşma örneği. Zira burada sorunu bütünüyle bile bile çarpıtma, söylenmek isteneni bile bile anlamamazlıktan gelme var. Bunu satır satır göstermek, Z. Ekrem’in bayağılaşmasını bütün çıplaklığıyla sergilemek gerekiyor.

Bilindiği gibi, Ciddiyet Bunalımı yazısının girişinde, Ağustos Belgeleri'nin TDKP’de yaşanan derin bunalıma yaklaşımının eleştirisi var. Bu, aslında bir özeleştiri.

Uzun olmasına rağmen, iddiaya konu edilen bölümü olduğu gibi aktarmak gerekiyor.

Ağustos Belgeleri, yaşadığımız derin bunalımın çözümü sorununda bu leninist proleter tutuma uygun davranmış, geçmişin kapsamlı bir muhasebesini parti gündeminin odağına koymuştur. Bu yönüyle devrimci bir konumdadır ve ileriye bakmaktadır.” “Fakat aynı Ağustos Belgeleri, yaşadığımız bunalımın gerçek nedenleri konusundaki değerlendirmelerinde aceleci, tutucu bir konumdadır ve geriye bakmaktadır.”

“Bu durum, Ağustos Belgeleri'nin eklektizmi ve dolayısıyla zayıflığıdır.”

Ağustos Belgeleri, partinin küçük-burjuva siyasal-sınıf yapısını tespit etmekte ve saldırmaktadır: ‘Parti, işçi sınıfı hareketiyle birle(31)şememenin; sınıfın içinde ve sınıfın ileri unsurlarını kazanarak örgütlenememiş olmanın; faaliyetinde ve örgütlenmesinde küçük-burjuva sosyal temeli aşamamış olmanın bunalımını yaşıyor.’ ”

“Bir parti, ‘işçi sınıfı hareketiyle birleşememiş’ ise (bunun yerine, küçük-burjuva devrimci-demokrat hareketle birleşmişse); bir parti, ‘sınıfın içinde ve sınıfın ileri unsurlarını kazanarak örgütlenmemiş’ ise (bunun yerine, küçük-burjuvazinin içinde ve küçük- burjuvazinin ileri unsurlarını kazanarak örgütlenmişse); bir parti, ‘faaliyetinde ve örgütlenmesinde (buna dikkat edilsin!) küçük- burjuva sosyal temeli aşamamış’ ise (yani faaliyeti ve örgütlenmesi ile küçük-burjuva bir sosyal zeminde kalmışsa); bütün bunlar, bu partinin ideolojik-siyasal-örgütsel ve sınıfsal her anlamda, leninist bir parti olup olmadığını tartışmalı kılar. Zira bütün bunlar sıradan olgular değil, bir siyasal partinin siyasal sınıf konumunu ve niteliğini tespit etmede can alıcı göstergelerdir ve dönülüp bu partinin teorik temeline bakmayı gerektirir. Bu çarpıcı durumun ideolojik-teorik kaynaklarını araştırmayı, bulup tespit etmeyi gerektirir. Leninist tutum bunu şart koşar ve gerçekte Ağustos Belgeleri buna açıktır da; ve bu gereklilik, bir çok tartışmada hep söylendi, hep vurgulandı.”

“Ne ki, aynı Ağustos Belgeleri, yukarıda aktarılan değerlendirmenin hemen sonrasındaki paragrafta tutarsızlığa, eklektizme düşüyor, partinin teorik temelini peşin peşin marksist-leninist ilan ediyor.” (Ciddiyet Bunalımı, Belgeler-2, s.34)

Teorisyen Z. Ekrem’in yukarıya aktarılan bölümlerden çıkardığı sonuç ve iddiaları bir bir sıralayıp cevaplayalım.

1) H. Fırat, “Leninizm adına ‘bir siyasal partinin siyasal sınıf konumunu tespit etmede can alıcı göstergeleri' yukarıdaki alıntılarda belirtilenlerle” sınırlıyor! (Broşür, s.8)

Alakası yok! H. Fırat’ın bütün yaptığı, bu “can alıcı göstergeleri” tespit etme başarısı gösteren Ağustos Belgeleri'ni, dönüp diğer “can alıcı göstergelere” bakmamak noktasında eleştirmektir. “Zira bütün bunlar sıradan olgular değil, bir siyasal partinin siyasal sınıf konumunu ve niteliğini tespit etmede can alıcı göstergelerdir ve dönülüp bu partinin teorik temeline bakmayı gerektirir.(32)Bu çarpıcı durumun ideolojik-teorik kaynaklarını araştırmayı, bulup tespit etmeyi gerektirir.” Ayaklarıyla yürümek, gözleriyle görmek, kulaklarıyla duymak, fiziki bakımdan normal bir insan olmanın “can alıcı göstergeleridir” dersem, bu, başka “can alıcı göstergeleri” dışladığımı mı gösterir? Z. Ekrem’de söz konusu olan anlayış kıtlığı değil, anlamamazlıktan gelme isteğidir.

2) “Leninist parti öğretisi, bu öğretinin öngördüğü proletaryanın devrimci siyasal partisinin temel göstergeleri, temel özellikleri bir bütündür. Bu göstergeler ya da özelliklerle isteyen istediği gibi oynayamaz.” (s.8-9)

Elbette! Ama bütün sorun da bu ya! Ağustos Belgeleri, leninist bir partinin bazı temel göstergelerinin TDKP’de olmadığını açıklıkla tespit etmesine rağmen, bunu uyarıcı bir veri sayarak “dönüp” diğer temel göstergelere bakmak ihtiyacı duymuyor. “Partinin teorik temelini peşin peşin marksist-leninist ilan ediyor.” Ciddiyet Bunalımı yazısının bütün yaptığı, bu tutarsızlığı eleştirmektir. Zira, Z. Ekrem’in de dediği gibi, “leninist parti öğretisinde” “temel özellikler bir bütündür. Bu göstergeler ya da özelliklerle isteyen istediği gibi oynayamaz.” Hem bir partinin siyasal sınıf pratiği küçük-burjuva diyeceksin, hem de hiçbir eleştirici yaklaşım göstermeden, teorisini peşin peşin marksist-leninist ilan edeceksin. İşte bu olmaz! Ciddiyet Bunalımı yazısında Ağustos Belgeleri'ne yöneltilen eleştiri tam da budur. Anlatabildik mi bay teorisyen!

3) “H. Fırat yoldaşa göre, ‘bir siyasal partinin siyasal ve sınıf konumunu ve niteliğini tespit etmede can alıcı göstergeler’ bir siyasal partinin kadrolarının sınıf kökeni ve kitle bağları açısından, işçi sınıfının bir parçası olup olmadığıdır... ‘can alıcı göstergeler arasında partinin teorik temeli, program ve tüzüğü, demirden disipline ve demokratik merkeziyetçi işleyişe sahip, hiziplerden arınmış örgütlü bir birlik, irade ve eylem birliği olması, proletaryanın en üst örgüt biçimi ve bir öncü müfreze’ olması yoktur.”(s.9)

Bu iddianın ilk bölümü daha önce yanıtlanmış oldu. Burada yalnızca şunu eklemek gerekiyor: Ağustos Belgeleri’nden yapılan aktarmada ifade edilen düşünceyi “kadroların sınıf kökenine ve kitle bağları açısından, işçi sınıfının bir parçası olup olmadığı”na(33)indirgemek, teorisyen Z. Ekrem'in şanına yakışmayan bir el marifetidir. Adeta böyle bir el marifeti bekliyormuşçasına, Ciddiyet Bunalımı yazısında, “bir parti faaliyetinde ve örgütlenmesinde küçük-burjuva sosyal temeli aşamamışsa” ifadesinin hemen önünde “buna dikkat edilsin” vurgulu uyarısı yer alıyor.

Z. Ekrem'in dikkate almadığımızı iddia ettiği diğer temel göstergelere gelince. “Teorik temeli” ve “programı” dikkate aldığımız, “dönülüp bu partinin teorik temeline bakmayı gerektirir” cümlesinde yeterince açık değil midir? “Demirden disiplin ve demokratik merkeziyetçi işleyiş” elbette leninist bir partinin temel göstergeleri arasındadır. Ama biz Maocu ya da küçük-burjuva sosyalisti değil, marksist-leninistiz. Bu nedenle örgüt sorununu, bu arada “demir disiplin” ve “demokratik merkeziyetçilik” sorunlarını sınıf muhtevasından kopuk ele almıyoruz. Leninist demirden disiplin kavramı proleter bir sınıfsal içerik taşır. Küçük-burjuvazinin bağrında şekillenen, sınıf bileşimiyle küçük-burjuva olan, siyasal ve örgütsel faaliyetini büyük ölçüde küçük-burjuvaziyle sınırlayan bir partide, “demirden disiplin” ve “demokratik merkeziyetçi işleyiş” kavramlarının içi boşalır. Disiplin değil, gevşeklik, dağınıklık, liberalizm egemen olur. Demokratik-merkeziyetçi işleyiş değil, bürokratik-merkeziyetçi işleyiş ya da demokratizm hakim olur. TDKP'nin geçmiş örgüt pratiği bu konuda yeterince öğretici değil midir? Leninist demir disiplin ilkesi, proletaryanın devrimci sınıf disiplinini ifade eder. Ezici çoğunluğuyla küçük-burjuvaziden oluşan bir örgüte gitmez. Z. Ekrem'in de kitap özeti mahiyeti taşıyan bazı eski yazılarında belirttiği gibi, leninist demir disiplin salt bir bilinç sorunu değildir; disiplin kavramı sınıfsal bir içerik taşır. Leninist proleter disiplinin maddi zemini, proleter sınıf konumudur.

Z. Ekrem başka hangi “can alıcı göstergelerden söz ediyordu? “İrade ve eylem birliği”! Kuşkusuz “demirden disiplin” ve “demokratik merkeziyetçi işleyiş” üzerine söylenenler bu sorun için de geçerlidir. TDKP'nin programı ve tüzüğü Kuruluş Kongresi delegelerince onaylandı. Bu delegelerin büyük bir çoğunluğu ne programda dile gelen amaç ve ideallere ve ne de tüzükte öngörülen ilke ve kurallara sadık kaldılar. Yani ne irade ve ne de eylem(34)birliği söz konusuydu. Z. Ekrem, broşürünün diğer bölümlerinde (özellikle 1905 yenilgisi sonrasını örnek göstererek) sık sık yaptığı gibi, kalkıp bize diyebilir ki, “evet ama, yenilgi dönemlerinde olur böyle şeyler”. Elbette! Ama şu farkla: Sınıf bilincine kavuşmuş parti üyesi işçilerden değil, devrimci yükselişin coşkusuyla saflara katılmış küçük-burjuvalardan dolayı. Bu tür unsurlar bizim partimizde istisna değil, esastı. Bizim partimiz, içine aldığı az sayıda işçi kökenli yoldaşı da kendine benzeten bir küçük-burjuvalar partisiydi. “İlk ciddi sınavla 12 Eylül darbesinden sonra karşı karşıya kalıp”, “yönetimi, örgütleri, kadroları ve faaliyetiyle bir bütün olarak iyi bir sınav verememesi”nin ve “son 5-6 yılda işlevine uygun bir faaliyet ve atılım gösterememesi”nin sınıfsal nedeni tam da budur. Siyasal olguların sınıfsal köklerinden uzak durmak Z. Ekrem’in teorisyen şanına ne de yakışıyor!

Z. Ekrem’in sözünü ettiği son “gösterge” ise, partinin “Proletaryanın en üst örgüt biçimi ve öncü müfrezesi olması” sorunudur. İlk ideolojik gıdasını Maoculuk’tan alan ve devrimci küçük-burjuva popülizminin teorisyeni olan Z.Ekrem’e sormak gerekiyor: “Proletaryanın en üst örgüt biçimi olarak parti” sözünden ne anlıyorsunuz? Bu boş bir söz müdür? Sınıfın ileri unsurlarını komünizme kazanmak perspektifi ve buna uygun bir faaliyet olmadan “proletaryanın en üst örgüt biçimi” nasıl yaratılır? Bu durumda biz; “Örgütsel gelişimin proletaryanın öncüsünü komünizme kazanmayı ifade ettiği, parti örgütünün yaratılmasının proletaryanın bilinçli kesimini örgütlemek demek olduğu, ‘proletaryanın en üst örgütlenme biçimi olarak parti’ sözünün boş ve rastgele bir söz olmadığı vb. hep unutulmuştur” derken ve popülist teorisyenlerimizi eleştirirken bütünüyle haklı değil miyiz? (Bkz. Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış, Eksen Yayıncılık, s.47-48)

Faaliyetiyle ve örgütlenmesiyle esas olarak proletaryanın dışında (ve tabii küçük-burjuvazinin bağrında) olan bir örgütten söz ediliyorsa eğer, “proletaryanın en üst örgüt biçimi” göstergesine dönüp ayrıca bakmak, abes ve gülünç değilse nedir? Ve “bir parti, sınıfın içinde ve sınıfın ileri unsurlarını kazanarak örgütlenmemiş ise (bunun yerine, küçük-burjuvazinin içinde ve küçük-burjuvazi(35)nin ileri unsurlarını kazanarak örgütlenmiş ise)”, işte böyle bir parti, “küçük-burjuvazinin en üst örgüt biçimi ve öncü müfreze- si”dir. (Ciddiyet Bunalımı) Teorisyen Z. Ekrem’in görmemezlikten ve anlamamazlıktan geldiği tam da budur.

“H. Fırat yoldaş sorunu nasıl ele alıyor” bölümünde, Gündem Önerisi ve Ciddiyet Bunalımı yazılarının amaç ve içeriğinin saptırılmasına dayalı bir sürü demagojik söz var. Bunca açıklamadan sonra, bu bayağılıklarla daha fazla uğraşmanın, sıkıntı vermekten öteye bir yararı yok. Ne var ki, Z. Ekrem’in hiçbiri yerine oturmayan “ince espri” merakına değinmeden geçmek olmuyor. “Leninist siyasal ciddiyet” sözümüzü anarken, uygun bir fırsat bulduğunu düşünüyor ve “ince espri”yi oturtuyor: “Leninist olmayan siyasal ciddiyet ne ola ki?” (s.7) Koca teorisyen ciddi ciddi sorduğuna göre, bizim de ciddiye alıp cevaplamamız gerekiyor. Ciddiyet komünistlere has bir davranış biçimi değildir. Bütün ülkelerin sınıf mücadeleleri deneyleri ve genel olarak siyasal tarih göstermiştir ki, burjuva ideologları ve politikacıları da, temsil ettikleri sınıfların çıkarlarını savunmada alabildiğine titiz ve ciddi davranabilmişlerdir. Bu titizlik ve ciddiyet kendini emekçi sınıflara karşı, devrim ve komünizm tehlikesine karşı özellikle ortaya koyar. Winston Churchill ciddi bir politikacı ve devlet adamıydı; İngiliz tekellerinin çıkarlarını titizlikle ve kıskançlıkla savunup korudu. Woodrow Wilson ve Franklin Roosevelt gibileri Amerikan, Charles de Gaulle gibileri Fransız örnekleridir bu aynı davranışın. Mihail Gorbaçov revizyonist kampın yeni patronu; siyasal ciddiyetinden hiç kuşku duyulamaz. Ve elbette ki, bu ciddiyet bürokratik burjuvazinin gerçek çıkarları içindir. Bizim kendi toplumumuzda ise İsmet İnönü bunun tipik bir örneğidir. Bu nedenledir ki, onun ciddiyeti her vesileyle anılır. Demirel, Özal gibilerinin ciddiyetsizliği çok söz konusu edilirse de, buna fazla inanılmamalıdır. Onlar sermayenin çıkarlarını savunup korumada ve Türkiye işçi sınıfını ve emekçilerini baskı ve sömürü altında tutmada, buna karşı mücadele edenlere kan kusturmada alabildiğine ciddidirler. TKP lideri Şefik Hüsnü sağ oportünizmin ideologu oldu ve reformist bir politik çizgi izledi. Ama politik çabalarını bütün bir ömür boyu sürdürmesi onun ciddi(36)bir şahsiyet olduğunu gösterir. Burjuvazinin değirmenine su taşıyan türden olsa da. (Oysa bizim keskin ve çapsız şeflerimizin önemli bir kısmı daha şimdiden dökülüp bir kenara çekildiler.)

Leninist siyasal ciddiyetin de kendi sınıfsal anlamı, proletaryanın devrimci çıkarlarında ifadesini bulan bir içeriği vardır. Leninist siyasal ciddiyet leninist tutuma bağlılığı, işçi sınıfı ve emekçi sınıfların çıkarları karşısında titizliği ifade eder. Bu titizlik kendini kendi hatalarına ve yanılgılarına karşı tutumda da ortaya koyar. Bundan dolayıdır ki Lenin, “bir siyasal partinin kendi yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddi olup olmadığını, kendi sınıfına ve emekçi yığınlara karşı görevlerini yerine gerçekten getirip getirmediğini saptayabilmemiz için en önemli ve en güvenilir ölçütlerden biridir. Yanılgısını içtenlikle kabul etmek, nedenlerini araştırıp bulmak, bu yanılgıya yol açan koşulları tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma yollarını dikkatle incelemek; işte ciddi bir partinin belirtileri bunlardır” demektedir.

TDKP, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen, bu leninist tutuma uygun davranmadı. Orta yerde koca bir yıkıntı olduğu halde, “dimdik ayaktayız”, “şanlı TDKP’miz” edebiyatıyla ciddiyetsizliğin en kaba bir örneğini verdi. Kuşkusuz bunun esas sorumluluğu üçlü oportünist MK’ya aittir. Ne var ki, son broşürüyle üçlü MK'nın hepten hamisi kesilen Z. Ekrem, üçlü MK’nın sorumsuzluğu ve ciddiyetsizliği eleştirilirken kullanılan “Leninist siyasal ciddiyet” ifadesine takılıyor ve ukalaca soruyor: “Leninist olmayan siyasal ciddiyet ne ola ki?”

Yukarıda söylenenler ne olduğunu anlamasına yeterli olmalıdır.

Z. Ekrem, “ince espri” merakının ürünü olan üslubuyla devam ediyor: “(H. Fırat) partimizin on yıllık pratiğinin hesabını görür. Yanlış, başarısız ve küçük-burjuva ilan eder. Sıra teorisine gelmiştir. H. Fırat yoldaş için, teorimizin hesabını görmekten kolay ne var ki... Önce partimizdeki sorunların oportünist uzlaşma ile açıklanamayacağını yazar. Ardından ‘teori ve pratiğin diyalektik birliği’ni devreye sokar. ‘10 yıllık süreçte teorisi doğru, yalnızca pratiği yanlış bir örgüt tasavvur bile edilemez’ diye yazar ve teorimizin(37)de hesabını görür.” (s. 10)



Gündem Önerisi ve Ciddiyet Bunalımı yazılarına atfen yapılan bu yorumların, teorisyen Z. Ekrem’in büyük şanına yakışmayan küçüklük örneği uydurmalar olduğu daha önce gösterildi. Bizi burada ilgilendiren, bu sözlere devamla söylenenler: “Partimizden geriye ne mi kalır? H. Fırat yoldaş kalır, sözde ‘proleter eğilimi’ kalır. H. Fırat yoldaşın ülkemizde, komünizmin tarihini, kendisi ve ‘proleter eğilimi’ ile başlatması için önünde hiçbir engel kalmamıştır. ‘Dühring’i anımsamamak mümkün mü?” (s. 10)

“Dühring’i anımsamamak” gerçekten mümkün değil. Fakat nasıl ve kime atfen anımsamak gerektiği bir hayli önemli. Bu nedenle, sorunun önemine uygun davranmalı, kısaca da olsa bir ayrı ara başlık altında tartışmak üzere daha sonraya bırakmalıyız.

TDKP'den geriye yalnızca H. Fırat’ın kalışı ve H. Fırat’ın “ülkemizde, komünizmin tarihini kendisi ve ‘proleter eğilimi’ ile başlatması” iddiası ise, Z. Ekrem’in “ince espri” merakından kaynaklanan bir başka uydurması. “THKO militanlarının halka, devrime ve Marksizm-Leninizm’e bağlılıkları” ile Türkiye Devriminin Yolu broşürünün ünlü “bir cümlesi” dışında hiçbir şeyi olmayan Z. Ekrem ve diğer “THKO militanlarının” ülkemizde komünizmin tarihini nasıl kendileriyle başlattıklarını görmeden önce, H. Fırat’ın sorunu nasıl ele aldığını görelim. H. Fırat’ın da sorumluluğunu taşıdığı Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış yazısından aktarıyoruz: “Her şeyden önce ve abartmaksızın denilebilir ki, 12 Eylül dönemi, devrimci küçük-burjuva popülizminin ufuksuzluğunun ve soluksuzluğunun, dolayısıyla da iflasının görülüp yaşandığı bir dönemdir. 1960’ların ikinci yarısından kök alan küçük-burjuva popülizmi ilk yenilgiyi 12 Mart’ta almıştı. Bu onu 12 Mart sonrasında belirli bir evrime ve değişime uğratmıştı. Ancak değişimin yaşandığı dönemin daha önce üzerinde durulan ulusal ve uluslararası koşulları, özellikle de küçük-burjuvazinin öne çıkan siyasal etkinliği ve baskısı ile maoculuğun ideolojik etkinliği, devrimci küçük-burjuva hareketin içinden marksist dünya görüşünün esaslarını kavrayan, proleter sosyalist bir platform yaratan ve' işçi sınıfına yönelen bir hareketin doğumunu olanaklı kılamadı.(38)Maoculuğun eleştirisi, teoride Marksizm’e, pratikte işçi sınıfına belirli bir yönelişi yaratmakla birlikte, sorunun özüne inilemedi ve gösterilen çaba, hareketi küçük-burjuva demokrasisinin en tutarlı ifadesi olmaktan öteye götüremedi. Fakat her şeye rağmen, küçük-burjuva devrimciliğinin ileriye doğru evriminin sınırlarını ortaya koyması anlamında, olumlu bir gelişmeydi. Ve bu, proleter sosyalist bir yönelişin potansiyel olanaklarının birikmesi anlamını taşıyordu.” (s.56, vurgular bizim)

Biz boşluktan bir şey doğacağına inananlardan değiliz. O mahareti; “bütünlüklü dönüşüm” teorisini kılıf ve “THKO militanlarının halka, devrime ve Marksizm-Leninizm’e bağlılıkları”nı dayanak yaparak Z. Ekrem gibileri göstermişti. Bize göre ise, 1975-80 döneminin evrimi ve birikimi olmasaydı, bugünkü marksist proleter yönelişin sübjektif koşulları da olmazdı.

Daha doğrusu, böyle bir yöneliş belki yine olurdu ama, bu şekliyle olmazdı. Bugünkü yönelişin geçmiş birikiminin zemini üzerinde yükseldiği bir gerçektir. Bundan dolayıdır ki, yukarıdaki değerlendirmenin devamında, sorunun kişilerden öteye olduğunun açık bilinciyle şöyle deniliyor: “Devrimci küçük-burjuva popülizminin Marksizm’e ve işçi sınıfına en yakın kesimini oluşturan ve TDKP, THKP-C/ML (şimdiki TKİH), TKP-ML Hareketi ve TİKB'den oluşan hareketin saflarında yer alan tüm komünistlerin acil ve can alıcı görevi, devrimci popülist ufku her açıdan aşmak; teoride, taktikte, örgütte ve pratik mücadelede Türkiye işçi sınıfının proleter sosyalist siyasal hareketini yaratmaktır.”

“Bunun birikimi ve olanakları fazlasıyla vardır; ve bu, hareketin 12 Eylül sonrası evriminin öteki yüzü, öteki yönüdür.” (Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış, s.57)

Bunca açık sözlerden sonra H. Fırat’ın her şeyi kendisiyle başlatmak hevesinde olduğu iddiası (daha doğrusu uydurması) üzerinde daha fazla durmanın bir gereği var mı?(39)

******************************************



İKİ “DÜHRİNG’İ ANIMSAMAMAK” MÜMKÜN DEĞİL!

Teorisyen Z. Ekrem bizlere “Dühring’i anımsamamak mümkün mü?” diye sormuştu. Biz de onu, hayır, mümkün değil! diye cevaplamıştık.

Şimdi başlıyoruz anımsamaya. Bakalım “Dühringvari” olan kimdir?

1- Dühring’in yöntemi metafizik idealisttir. Dühring yalnızca ölümsüz, kesin ve mutlak kavramlarla ilgilenir, onlarla iş görür. “Ona göre, ilkeler denilince, kaynağını dış alemden değil de düşünceden alan, tabiata ve insanlar alemine uygulanan, böylece tabiat ve insanların uyacakları açık ve kesin ilkeler anlaşılmaktadır” (Engels). Nesnel gerçek Dühring’i ilgilendirmez. O nesnel gerçeği inceleme zahmetine katlanmaz. “Kafa aracılığıyla gerçek dünya”yı inceleyeceğine, “kafadan” uydurur ve gerçek dünyaya uygulamaya kalkar. Engels, Dühring’in bu bilimdışı yöntemini eleştirirken şun(40)ları söyler: “Dünya şemasını kafadan değil de sadece kafa aracılığıyla gerçek dünyadan, varlığın temel ilkelerini bizzat varlığın kendisinden çıkaracak olursak bunun için felsefeye değil, dünya ve orada olup bitenler hakkında olumlu bilgilere ihtiyacımız olur; buradan da felsefe değil olumlu bilgi çıkar.”

Z. Ekrem’in de içinde yer aldığı “partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar”la Dühring’i direkt aynı kefeye koymak bizim aklımızdan geçmez. En nihayet Dühring’in yöntemi en kaba ve en bayağısından metafizik idealist bir yöntemdir. Fakat illa da bir benzerlik kurmak gerekiyorsa (ki Z. Ekrem bunu çok zorluyor) bu ancak Dühring ile “partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar” arasında kurulabilir. Zira onlar, Marksizm’i bir bilim olarak değil, fakat bir dogmalar yığını olarak ele aldılar. Türkiye toplumunun nesnel gerçeği ile fazlaca ilgilenmediler. Marksist dünya görüşünü, temel ilke ve tezlerini yaratıcı bir tarzda Türkiye toplumunun nesnel gerçeğine ve sınıflar mücadelesine uygulamak yerine, geri ülke devrimlerinin teorisi olarak benimsedikleri maocu formülasyonları Türkiye toplumuna uygulamaya kalktılar. Bu formülleri öylesine benimsediler ki, “halk savaşı teorisi” hariç, hemen tümünü maoculuğun eleştirisinden sonra bile korudular. Nesnel gerçekten bu kopukluk kendini sınıflar mücadelesinin sorunlarına yaklaşımda da ortaya koydu. İzlenen taktikler aşırı bir subjektivizmin ifadesi oldu. Bunu Z. Ekrem’in taktik sorunlarla ilgili düşüncelerini cevaplarken ayrıca göreceğiz.

Z. Ekrem’in birinci sırasında yer aldığı “partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar”ın Türkiye toplumunun nesnel gerçeğine nasıl uzak kaldıklarını, demek oluyor ki Dühringvari bir yöntemle iş gördüklerini göstermek için kendimizi aşırı zorlamayacağız. Yalnızca Z. Ekrem’i kendimize tanık tutacağız. Z. Ekrem bugün Yıldırım grubunun özenle sakladığı, fakat bizim burada ek olarak yayımladığımız nispeten açık yürekli yazısında, iktisadi yapı tahlillerinden söz ederken kendi yöntemlerini şöyle tanımlıyordu.

“Somut gerçeği, bilimsel bir yaklaşımla ve yöntemlerle tahlil etmek yerine, gerçek (nesnel gerçek!) önyargılara (maocu önyargılara!), leninist tezlerin hatalı yorumuna (siz maocu yorumuna diye(41)anlayın) uydurulmaya çalışılıyordu.”

Bir başka yerde: “Marksist-leninist tezleri yaratıcı bir biçimde uygulama ve somut tahlil yerine, klasiklerden yapılan aktarmalar ya da özetlemelerle durum açıklanmaya çalışılıyordu.”

Z. Ekrem'in bu itirafları, özellikle birincisi, “Dühringvari”likten başka nedir ki?

2- Engels, Dühring’in bir “büyüklük budalası” olduğunu söyler. Onun bu “büyüklük budalalığının, “bir büyüklük kudurganlığı ya da hatta büyüklük çılgınlığı haline kadar ileri gittiği”ni belirtir. (Anti-Dühring, 1.Kitap, s.24-25, Sol Yayınları, 1966 basımı) Dühring’in eserlerinden kendi kendine övgü örneği cümlelerden oluşan uzun bir aktarma yaptıktan sonra şunları söyler Engels: “Bay Dühring’in yaptığı bu ‘bay Dühring övgüsü’ antolojisinin sayısı kolayca on misline çıkarılabilir. Fakat okuyucuda, acaba gerçekten bir filozofla mı, yoksa bir başka şeyle mi karşı karşıya bulunduğu kuşkusu daha şimdiden uyanabilir... Yukardaki övgü antolojisini biz sadece, karşımızda düşüncelerini düpedüz söyleyen ve değeri hakkında hüküm vermeyi başkalarına bırakan alelade bir filozof ve sosyalist değil de, kendisini en az papa kadar yanılmaz sayan... tamamıyla olağanüstü bir varlık bulunduğunu göstermiş olmak için kaydetmiş bulunuyoruz.” (age., s.71)

Dühring yöntemiyle, “partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar”ın yöntemi arasında doğrudan bir paralellik kurmaktan kaçınmıştık. Fakat bu ikinci sorunda, “büyüklük budalalığı” ve “kendi kendine övgü” konusunda benzerlik ve paralellik, denilebilir ki, yüzde yüzdür, TDKP teorisyenleri de, “düşüncelerini düpedüz söyleyen ve değeri hakkında hüküm vermeyi başkalarına bırakan alelade filozof ve sosyalist”ler gibi değil de, Dühring gibi davranıyorlar. Onların yazılarında da, kendi kendine övgüden ve kendi düşünceleri hakkında bizzat kendilerinin verdiği hükümden geçilmez.

İki temel belgeden, küçük bir “kendi kendini övgü” antolojisi de biz çıkaralım ki, bu benzerlik somut olarak görülebilsin.



1. Belge: 1971 Sol Hareketi, THKO ve Gelişmesi, Ekim 1978 (Mao Zedung'un henüz bir klasik olarak görüldüğü dönem), Yoldaş,-sayı: 12 ve Parti Bayrağı-sayı-8: “THKO gelişme süreci(42)içinde revizyonizmi, Troçkizmi, maceracılığı ve her türden oportünizmi alt etti, emperyalistlerin, burjuvazinin ve gericiliğin baskı ve her türden yozlaştırıcı etkisine karşı sağlam durdu ve büyük atılımlar gerçekleştirdi. İçerden ve dışardan birçok saldırıya hedef olduk, sayısız badireler atlattık. Ama hepsinden yüz akıyla çıktık. Sonunda günümüze geldik. ‘70 sonlarında ve uzun bir dönem bir programa bile sahip olmayan 40-50 kişilik bir gerilla örgütü, bugün marksist-leninist bir programa ve derinlemesine teorik temellerine sahip (ama Mao hala bir klasik!) bir komünist örgüt durumundadır. O, artık parıldayan bir güneş gibidir. Türkiye'de şimdiye kadar hiçbir zaman, hiçbir akım ve kişi tarafından ortaya konulmamış -Mustafa Suphi yoldaşın bu yoldaki girişimlerini anmalıyız (lütfen artık!)- yepyeni ve çürütülemez bir çizgiye, lekelenemez ve her geçen gün geçerliliği daha doğrulanan Marksizm-Leninizm silahına sahiptir. Ve bu silahı kullanmakta oldukça yeterli durumdadır.” (Parti Bayrağı, sayı:8, s.8)

“Hakim sınıfların vurduğu sayısız darbelere, onlarca militanın katledilmesine ve birçoğunun zindanlara doldurulmasına rağmen, 1971 'de bir avuç gerillacıdan oluşan şekilsiz bir örgüt bugün, doğru bir ideolojik-siyasi çizgiye ve örgütlenme anlayışına sahip, ülke çapında on binlerce insana kumanda eden ve sınıfıyla kaynaşma yolunda her geçen gün yeni adımlar atan proleter devrimci bir örgüt haline dönüştü. (Şimdi dikkat!) Kuşkusuz, bunda en büyük etken, THKO militanlarının Marksizm-Leninizm’e sarılmakta sebat etmeleri, güçlüklerden yılmamaları, halka ve devrime karşı sorumluluklarını bir an bile unutmamaları ve hatalarına karşı amansız ve acımasız olmalarıdır.” (age., s.20)

“THKO militanları”nın kaleminden çıkan “THKO militanlarına (bu) övgü”, değerlendirme boyunca usanç ve tiksinti verecek ölçülere vararak sürüyor. “Devrim inancıyla dolu THKO militanları” (s.28), “ama emperyalizmin, burjuvazi ve gericiliğin, her türden revizyonizmin ve oportünizmin saldırıları THKO militanlarının devrim inancı ve kararlılığını, Marksizm-Leninizm’e sarılma azmini yok edemedi. Marksizm’e sarılıp, uluslararası modern revizyonizme ve 58 yıllık revizyonist temele darbeler yöneltildikçe...” (s.31)(43)“THKO militanları, daha o zamandan (1975-H. F.) küçük-burjuva ihtilalci bir gerilla örgütünün savaşçıları değil, pek çok eksikliklerine rağmen proleter devrimci bir örgütün adım adım çelikleşen komünist militanları haline gelmişlerdi.” (s.36)

“Devrim inancı ve THKO ve onun militanlarının devrim yolunda yürümedeki kararlılığı” (s.41) “THKO ve THKO’nun fedakar ve kararlı kadroları, devrime bağlılıklarına, devrim yapma niyetlerine ve kararlılıklarına bağlı olarak...”(s.44) “Devrim yapmadaki kararlılığımız ve daha önce saydığımız iyi özelliklerimiz bizi bugünkü duruma ulaştırdı.” (s.45) ‘THKO militanları devrim inancıyla doluydular ve hatalarda ısrar ederek devrime zarar vermek onların işi olamazdı ve olmadı.” (s.46) “THKO, GMK önderliğinde güçlü bir ideolojik-siyasi inşa faaliyetine girişti.” (s.46) “Ve Türkiye’de proletarya partisinin üzerinde yükseleceği ideolojik-siyasi temelleri yarattı. THKO bugün devrimin bütün temel meselelerinde uluslararası marksist-leninist hareketin genel çizgisiyle uyumlu, açık, berrak görüşlere sahiptir.” (s.51)

“Bugün çok daha güçlü bir durumdayız. Başlangıçtakinden farklı olarak, güçlü bir marksist-leninist birikime ve teorik hâzineye sahibiz. Bundan sonra Marksizm-Leninizm’e kimse dil uzatamayacak, buna izin vermeyecek ve anında her türlü sapma ve yozlaşmanın karşısına dikilip onu yere çalacağız...” (s.52)

“THKO militanları”nın ardından sıra bu kez de “THKO militanları”nın “bütünlüklü çizgisi”ne övgüye geliyor. Ve tabii yine THKO militanlarının kendi kaleminden: “THKO, bugün gerek uluslararası gerekse ülke içi durum açısından bütün alanlarda tam berrak ve uluslararası komünist hareketin genel çizgisiyle uyumlu, bir söylediği diğerini geçersiz kılmayan bütünlüklü marksist-leninist bir dünya görüşü ve çizgiye sahiptir.” (s.57)

İkinci belge: Kongre Belgeleri, 1. Bölüm: “Ülkemizde Sol Hareketin Tarihi ve Partimizin Şekillenip Gelişmesi"

“Partimizin Şekillenip Gelişmesi” kısmı büyük ölçüde birinci belgenin özet bir tekrarı olan bu ikinci belge de söze, THKO militanlarının “proletaryaya, halka, devrime ve mücadelede can vermiş yoldaşlarına karşı duydukları sorumluluk ve bağlılıkla”(s.48)(44)başlıyor. Ve THKO’nun şahsında THKO militanlarının THKO militanlarına övgüsü sürüyor “1971 döneminden sonra, ülkemizde Marksizm-Leninizm’in gelişme tarihi, aslında esas olarak THKO’nun gelişme tarihidir... Marksizm-Leninizm’in gelişmesinin odağını bundan sonra her dönemde THKO oluşturmuştur denilebilir.” (s.48) “Bu tarihten itibaren (1975- H.F.) THKO ... modern revizyonizme, sağ oportünizme, ‘sol’ maceracılığa, Troçkizme ve ülkemiz özelinde de özel olarak yarım yüzyıllık ülkemiz işçi hareketi üzerine bir kabus gibi çöken revizyonizme ve onun sınıf işbirliği çizgisine, onun o günkü uzantılarına ve 1971 döneminin küçük-burjuva ihtilalciliğine karşı gittikçe sistemleşen ve derinleşen köklü eleştiriler yöneltti.” (s.49)

“THKO militanlarının asıl önemli kesimi (...) Marksizm’den giderek daha çok etkileniyorlardı. Onların devrim inancıyla dolu olmaları...” (s.50). “... Küçük-burjuva ihtilalciliği, onunla ortak temele sahip olan revizyonizmi ve ‘sol’ çizgiyi reddedip, Marksizm-Leninizm’in evrensel gerçeğinin Türkiye gerçeğine uygulanması çabasına girişen, Marksizm-Leninizm’i kendilerine rehber edinen militanların (”THKO militanları”!) insiyatifi ele alarak THKO'nun merkezi yapısını ve onun organı Geçici Merkez Komitesi'ni kurmaları...” (s.51)

“THKO şanlı bir örgüt olarak...” (s.62). “1975'lerde çıkılan yolun üstesinden, örgüt olarak bir tek THKO gelmiştir. O daima Marksizm-Leninizm doğrultusunda ilerlemiş(tir)” (s.67. ). “THKO her dönemde Marksizm-Leninizm doğrultusunda adım adım ilerleyerek, adım adım ‘Mao Zedung düşüncesi’ ile çelişti” (s.69).

Ve nihayet sonuç: “Bu tarih (THKO’nun tarihi- H. F.) şanlı bir tarihtir. Bu tarih, Marksizm-Leninizm yolunda, partinin kuruluşu yolunda kararlı, yılmaz, fedakar mücadelelerle dolu, her adımda Marksizm-Leninizm’in zaferleriyle dolu bir tarihtir.” (s.72)

Bir hayli yer tutan bütün bu alıntılar alıntı meraklısı Z. Ekrem’i bile yormuş olmalıdır. Ne var ki, başkalarını uluorta “Dühringvari’likle itham eden teorisyen Z. Ekrem’e, “kendi kendine övgü” ve kendi değeri ile ilgili hüküm bizzat kendi vererek gerçekte kimin “Dühringvari” olduğunu göstermenin bundan daha kesin(45)ve etkili bir yolu yoktu.

“Partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar”, yukarıdaki bayağıca övgülerde kullanılan ifadeyle “THKO militanları”, 1978 yılında ortaya bir çizgi koymuşlardı. “Değeri hakkında hüküm vermeyi başkalarına” ve sosyal pratiğe bırakacaklarına, bu işi bizzat kendileri üstlenmişlerdi. “Yepyeni ve çürütülmez tezlere” (bu ifade Dühring'in ‘katıksız ve saf doğrular’, ‘şüphe götürmez kesin doğrular’ ifadelerine ne çok benziyor), “derinlemesine teorik temellere sahip” idiler. “Marksizm-Leninizm silahını kullanmada oldukça yeterli bir durumda”ydılar. “Güçlü bir marksist-leninist birikime ve teorik hâzineye sahip”tiler ve “anında her türlü sapma ve yozlaşmanın karşısına dikilip onu yere çalacak”lardı. Kendileri, “halka, devrime, Marksizm-Leninizm’e ve yoldaşlarına bağlılık ruhuyla dolu”ydular vb., vb.

“THKO militanları”nın bu kendi kendilerine övgüleriyle gerçek arasındaki uçuruma değinmek için biraz sabredelim ve önce Dühring'i üçüncü bir kez “anımsayalım”. Böylece tekrardan da kurtulmuş oluruz.

3- Engels’in Anti-Dühring isimli eserinin uzun başlığı Bay Eugen Dühring'in Bilimde Devrimi şeklindedir. Dühring’de “bir büyüklük kudurganlığı”, “bir büyüklük çılgınlığı” vardır. O kendinden önceki tüm felsefeyi, pozitif bilimleri, sosyalizmi vb. altüst ettiğini, “yepyeni ve çürütülemez” bir sistem ortaya koyduğunu, bu sistemin “bütün zamanlar ve bütün gezegenler için” geçerli tek sistem olduğunu söyler. O, kendinden önceki tüm filozoflara, doğa bilimcilerine ve sosyalistlere ölçüsüzce saldırır, hepsini yok sayar. Leibniz, Kant, Hegel, Darwin, Lamarck gibi filozoflar ve doğa bilimcileri, Saint-Simon, Fourier ve Owen gibi ütopik sosyalistler, bu arada Marks, onun gözünde “hiçbir işe yaramaz kişilerdir.” O hiçbir birikime dayanmaz; “şüphe götürmez kesin hakikatlerini sıfırdan (’’kafadan”) bizzat kendi yaratmıştır vb.

İşte, teorisyen Z. Ekrem, Dühring’in özellikle bu yanına telmihte bulunarak, bizleri her şeyi, “ülkemizde, komünizmin tarihini kendisi ve proleter eğilimi ile başlatmak”la itham ediyordu ve “Dühring’i anımsamamak mümkün mü?” diye soruyordu.(46)Bizler, boşluktan doğmadığımızı, hangi evrimin ve birikimin ürünleri olduğumuzu, daha da önemlisi, sorunu hiç de kendimizden ibaret görmediğimizi (“Devrimci küçük-burjuva popülizminin Marksizm’e ve işçi sınıfına en yakın kesimini oluşturan ve TDKP, THKP-C/ML -şimdi TKİH-, TKP-ML Hareketi ve TİKB’den oluşan hareketin saflarında yer alan tüm komünistler”) bütün açıklığıyla ortaya koyduğumuzu daha önce göstermiştik.

Fakat teorisyen Z. Ekrem ve “partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar”, nam-ı diğer “THKO militanları”, bir zamanlar, “ülkemizde komünizmin tarihini” kendileriyle başlatmışlardı. Lütfedip “Mustafa Suphi yoldaşın bu yoldaki girişimleri” parantez içinde anıldıktan sonra, aynen şu görüş ileri sürülmüştü: “(THKO), Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir zaman, hiçbir akım ve kişi tarafından ortaya konulmamış yepyeni ve çürütülemez bir çizgiye (’’yepyeni ve çürütülemez”! Dühring'i anımsamamak ne mümkün!) ...sahiptir.” (Parti Bayrağı, sayı:8, s.8)

THKO’nun bu gücü ve başarıyı nasıl gösterdiğini bizzat “THKO militanları”nın ağzından dinlemeden önce, “THKO militanları”nın kendilerinden öncesini yok saymakla kalmayıp, kendi dönemlerinde de her şeyi nasıl kendilerinden ibaret gördüklerini de görelim: “1971 döneminden sonra, ülkemizde Marksizm-Leninizm’in gelişme tarihi, aslında esas olarak THKO’nun gelişme tarihidir. Çünkü, 1971 dönemi sonrasında sadece THKO, kendini yenileyip, arınarak, gelişerek Marksizm-Leninizme sarılmış, özeleştiriyi gerçekleştirmiş ve nitelik değişikliği ile marksist-leninist bir örgüt haline gelmiştir.” (Kongre Belgeleri, s.48)

Aynı yerde, devamla şunlar söyleniyor: “Marksist bir siyasi akımın ya da partinin olmadığı ve. ülkemizde marksist-leninist teorik-siyasi birikimin hemen hiç bulunmadığı koşullarda kurulmuş olan THKO, ... özeleştiri yoluyla örgütsel bütünlüğünü de koruyarak, niteliğinin değişimiyle marksist bir örgüte dönüştü ve gelişmesini bundan sonra daima Marksizm-Leninizm doğrultusunda sürdürdü.” (s.48-49)

Görüldüğü gibi, THKO, “ülkemizde marksist-leninist teorik-siyasi birikimin hemen hiç bulunmadığı koşullarda”, boşluğa doğum(47)yapıyor. Boşluğa doğum yapmanın kolay olmadığı, bu boşluğu kaçınılmaz olarak önden muhakkak başka şeyler doldurduğu için de, bunun sağlıklı bir doğum olmayacağı ve de olmadığı -Z. Ekrem’in umutsuz direnişi ne olursa olsun- bugün yeterince açıktır. Dikkate değer olan şudur ki, boşluğa yaptığı doğumu “Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir zaman, hiçbir akım ve kişi tarafından ortaya konulamamış yepyeni ve çürütülemez bir çizgi” yaratmak olarak niteleyen teorisyen Z. Ekrem, bu kendi kendine küçük-burjuvaca hayranlığın ifadesi düşünce karşısında Dühring’i anımsamıyor da; iyi niyetle başlatılan, ama ideolojik, sınıfsal ve tarihsel koşulların bir dizi olumsuz etkisiyle teoride ve pratikte gerekli sonuçlarına varamayan, yine de “proleter sosyalist bir yönelişin potansiyel olanaklarının birikmesi anlamını taşıyan” bir evrimden söz edenler karşısında, hemen Dühring’i anımsıyor.

Bunu yeniden dönmek üzere burada bırakalım ve biz şimdi daha önce verdiğimiz sözü tutarak, THKO’nun “bütünlüklü dönüşüm” şeklinde yaşadığı boşluğa doğumu nasıl başardığını, yine “THKO militanları”nın kaleminden dinleyelim. Bu çok önemlidir, zira “ülkemizde komünizmin tarihi”, “Mustafa Suphi’nin bu yolda girişimleri” anılıp saklı tutulursa, böyle ve bu sayede başlıyor: “THKO, devrimci burjuva demokrat bir örgüt iken marksist bir örgüte dönüşmüştür.”

“Bu gelişmeyi mümkün kılan başlıca iki etkenden biri; THKO militanlarının devrime olan inançları ve kararlılıkları, bu uğurda herhangi bir şeyi feda etmekten kaçınmamalarıdır.” “İkinci tayin edici etken, THKO’nun geçmiş mücadelesi içinde öne çıkmış, mücadelede uzlaşmacılığa ve teslimiyetçiliğe düşmemiş, devrimci kararlılığa ve önemli bir prestije sahip, birçok eksiklik taşısalar da, Marksizm’e yönelen, kendilerine bu doğrultuyu esas alan ve bu doğrultuda önemli belli adımlar atan THKO militanlarının (yine THKO militanları!) hemen tümüyle dağılmış olan örgütü toplayarak merkezi bir yapıya sahip marksist bir örgüt olarak yeniden örgütlenmeyi ve merkezi organ GMK'yı kurmayı başarmalarıdır.”

“Bu ve bunun sonucu olarak THKO’nun niteliğinin değiş(48)tirilmesi gerçekleştirilebildi...” (Parti Bayrağı, sayı:8, s.27)

Küçük-burjuva yarı aydınlarının, kendilerine küçük-burjuvaca hayranlıklarından ve övgüsünden öte bilimsel açıdan hiçbir değer taşımayan “bu iki tayin edici etken”, “Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir zaman, hiçbir akım ve kişi tarafından” başarılamamış bir işi başarmanın, “ortaya yepyeni ve çürütülemez bir çizgi” koyabilmenin “tayin edici etkenleri” olarak gösteriliyor. “Yeni” bir siyasal hareketin doğumunu, bilimsel hiçbir değer taşımayan böylesine şarlatanca sözlerle izah edenler -“partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar”!-, aynı sayfalarda kendilerini “derin bir teorik birikime sahip”, “Marksizm-Leninizm silahını kullanmakta oldukça yeterli bir durumda” kişiler olarak tanımlıyorlar.

THKO’nun nitelik değişimini izah eden sözler, bu birikimin “derinliği”ni ve “Marksizm-Leninizm silahını kullanmaktaki yeterliliği” yeterince gösteriyor! Dikkat edilirse, sözü edilen “iki tayin edici etken”, gerçekte, tek bir etkenin iki farklı ifade edilişidir: “THKO militanlarının devrime olan inançları ve kararlılıkları, bu uğurda herhangi bir şeyi feda etmekten kaçınmamaları”. Daha önce, Dühring’i ikinci anımsayışımızda yaptığımız uzun alıntılarda görüldüğü gibi, bu etken, 1971 Hareketi, THKO ve Gelişmesi başlıklı temel belge boyunca defalarca tekrarlanıyor ve “THKO militanları”nın her güçlüğü ve badireyi kolaylıkla atlatmalarının sihirli anahtarı olarak sunuluyor. Tam bir küçük-burjuva kendini beğenmişliğin ifadesi bu sözler karşısında, 1975'in ‘THKO militanları”na sormak gerekiyor: sizler devrime ve halka bu kadar bağlıydınız da, hemen hemen sizlerle aynı tarihsel, sınıfsal ve ideolojik koşulların ürünü olan THKP-C ve TKP-ML militanları neden değildi? Ya da, bilimsel olması gereken bir değerlendirmede böylesine sübjektif değer yargılarını “tayin edici etken” olarak sıralamak, “derinlemesine teorik birikim”inizin şanına ne ölçüde yakışır?

Şimdi ise asıl can alıcı soruya geliyoruz. Yalnız bu soruyu sormadan önce sık sık aktarma yaptığımız (ve Parti Bayrağı'nin 8. sayısında yer alan) belgenin öneminden sözetmek gerekiyor. Bu herhangi bir sıradan belge değildir. Onun tüm muhtevası, “bütünlüklü ideolojik-siyasal çizgi”nin oluşturulmasıyla sonuçlanan(49)bir sürecin, bizzat bu “bütünlüklü çizgi”yi ortaya koyanlar tarafından değerlendirilip izah edilmesinden oluşmaktadır. Bu nedenledir ki, “Parti Bayrağı” imzasıyla konulan ön açıklamada aynen şunlar söyleniyor: “Bu sayımızda, dergimize gönderilen ve ülkemiz işçi sınıfı, emekçi halkı ve devrimcileri açısından son derece önemli tarihi bir belge niteliğini taşıdığını düşündüğümüz bir yazıyı yayınlıyoruz.” (s.7)

Görüldüğü gibi, herhangi bir belgeyi değil, fakat “tarihi önem taşıyan bir belge”yi kullanıyoruz; ve daha önce de belirtildiği gibi, Kongre Belgeleri'nin 1. Bölümünün “partimizin şekillenip gelişmesi” kısmı, hemen bütünüyle “tarihi önem taşıyan” bu belgenin bir özetidir. Hemen bütünüyle dememizin nedeni ise, Kongre Belgeleri'nde ek olarak 1978 Konferansı sonrasının ve dolayısıyla Mao Zedung eleştirisi döneminin yer almasıdır. Bu vesileyle kaydedelim ki, 1978 Ekim’inde, yani ortaya “yepyeni ve çürütülemez bir çizgi” konulduğu bir dönemde, “partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar” henüz Mao Zedung’u Marksizm-Leninizm’in bir klasiği olarak görüyorlar ve Parti Bayrağı’nın aynı sayısında yer alan İbrahim Kaypakkaya’nin Küçük-Burjuva Maceracı Görüşlerinin Eleştirisi’nde Mao’dan bir hayli de yararlanıyorlardı. Tartışmamıza konu “tarihi önem taşıyan belge”de ise, “Marksist-leninist yeni demokratik devrim (UDHD) tezi, yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde proletaryanın komünist partisi önderliğinde, işçi-köylü temel ittifakına dayanarak ve halk savaşı yoluyla devrimci işçi-köylü iktidarını kurmayı hedefler” sözleriyle, tamı tamına maocu formülasyonları tekrarlıyorlardı. Ama, “THKO militanlarının devrime olan inanç ve kararlılıkları, bu uğurda herhangi bir şeyi feda etmekten kaçınmamaları”, onlara bu güçlüğü de aşmaları, bu badireyi de atlatmaları olanağını elbette verecekti. Her zaman olduğu gibi!

Şimdi artık teorisyen Z. Ekrem’e sorabiliriz: 1981 Nisan’ı ve sonrası, yani “sınıf mücadelesinin acımasız pratiği”, “THKO militanlarının devrime olan inanç ve kararlılıkları, bu uğurda herhangi bir şeyi feda etmekten kaçınmamaları” şeklindeki şarlatanca sözleri, bu biricik “tayin edici etken”i boşa çıkardığına göre, “THKO, devrimci burjuva demokrat bir örgüt iken, marksist bir(50)örgüte dönüşmüştür” teorisi ve tezi bütünüyle havada ve boşlukta kalmış olmuyor mu? Bu sözler, “ülkemizde Marksizm-Leninizm’in gelişme tarihi, aslında esas olarak THKO’nun gelişme tarihidir” tezinin de esas dayanağıydı. Şimdi bu tez de tümüyle boşlukta kalmış olmuyor mu? Her şeyi bu “halka ve devrime bağlılık”la izah edenlerin önünde, aradan daha iki sene bile ancak geçmişken hiç de böyle bir “bağlılık” içinde olunmadığı anlaşıldığına göre, her şeyi yeniden izah etme görevi durmuyor mu?

Ek bir soru sormadan önce, teorisyen Z.Ekrem’in henüz oportünist kanattan yana tavır alıp gericileşmediği bir sırada “THKO militanları” ile ilgili yaptığı değerlendirmeyi de aktaralım: “THKO’dan devraldığımız kadroların önemli bir bölümü partinin oluşum sürecinde, 12 Eylül’e kadar olan dönemde döküldü. Geriye kalanların ezici bir çoğunluğu ise askeri darbeden sonra yakalandı ve poliste önemli zaaflar gösterdiler. Üçlü MK ise THKO’dan devraldığımız kadroların yakalanmayanlarını oluşturuyorlardı. Onlar da en iyimser bir yaklaşım (ve) ifade tarzıyla gönüllü olarak üstlendikleri görevleri yerine getirmediler. Partiyi ağır bir krizin içine girme noktasına getirdiler.” (Belgeler-1, s.116)

Oysa tam da bu “THKO militanları” sayesinde, “ülkemizde komünizmin tarihi THKO ile” başlamıştı. Evet, Z. Ekrem yoldaş, “Dühring’i anımsamamak mümkün mü?”

Bir “THKO militanı” olarak, teorisyen Z. Ekrem’in hırçınlığı ve ölçüsüz saldırganlığı, biraz da “ülkemizde komünizmin tarihinin” kendisi ve diğer “THKO militanları”yla başlamış olması şerefini kaybetmiş olmasından geliyor olmasın sakın.(51)

**********************************************



ÜÇ

TDKP’NİN OLUŞUM SÜRECİ;


Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə