H firat küçük-Burjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi


C- TDKP HANGİ HAREKETLE BİRLEŞME SÜRECİ İÇİNDE KURULDU?



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə4/10
tarix06.02.2018
ölçüsü0,87 Mb.
#26154
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

C- TDKP HANGİ HAREKETLE BİRLEŞME SÜRECİ İÇİNDE KURULDU?

TDKP'nin marksist bilimsel parti görüşüne sahip olduğunu iddia eden Z. Ekrem, ardından Kongre Belgeleri'nden aktardığı bazı rakamlarla, burjuva iktisatçılarını anıştırır tarzda istatistik oyunlarına girişerek sözde bu iddiasını pratik dayanaklarla kanıtlıyor.



Gündem Önerisi'nden yaptığı aktarmaların ardından, Z. Ekrem şöyle devam ediyor “H. Fırat yoldaş, partimizin işçi sınıfı hareketiyle değil, küçük-burjuva devrimci-demokratik hareketle birleşme sürecinde kurulduğunu iddia ediyor. Bu iddia doğru mu? Doğru olup olmadığı, ancak kadrolarının sınıfsal bileşimi ve sınıfla bağları açısından, partimizin oluşum sürecinin başlangıcı ile Kuruluş Kongresi’nin toplandığı dönemi kıyasladığımızda saptanabilir. H. Fırat yoldaşın yapmadığını yapmak ve sınıf mücadelesinin amansız pratiğinden nasıl sonuç çıkarılacağını göstermek gerekiyor.”(Broşür,s.l4) “Sınıf mücadelesinin amansız pratiğinden nasıl sonuç çıkarılacağını” nasıl gösteriyor Z. Ekrem? “Kongre’den önce örgütümüz üyelerinin sınıf kökenlerine göre dağılımını saptamak üzere, bir çalışma başlatıldı ve sonuçlandırıldı. Sonucu kongreye sunulan Merkez Komitesi raporunda belirtildi. Bu rapordan aktarıyorum: “Saflarımızda proleter kökenli unsurların oranı yüzde 23,8’i sanayi proleteri olmak üzere yüzde 27,4’tür.” (s. 15)

Ekliyor Z. Ekrem: “4,5 yıl öncesinde, sıfıra yakın bir noktadan yüzde 30'a yakın bir gelişme sağlanıyor...” Ve ardından, tam “ahretlik” denilen türden bir soru: “Eğer, partimizin kuruluş sürecini, işçi sınıfıyla değil de, küçük-burjuvazinin değişik katmanlarıyla birleşme karakterize etseydi, saflarımızda işçilerin değil, küçük-burjuva kökenlilerin oranının artması gerekmez miydi? H. Fırat yoldaş işçilerin oranının sıfıra yakın bir noktadan yaklaşık yüzde 30’a yükselmesini nasıl açıklayacak?” (s. 16)

Bu “ahretlik” sorudan önce ek bir kanıtı daha var Z. Ekrem’in: “1979 sonlarına doğru toplanan il konferanslarında seçilen Adana, İzmir, Ankara ve İskenderun yönetici parti komitelerinin yarısını(79)ya da yarısına yakınını işçi kökenli yoldaşlar oluşturuyordu. Malatya, Kayseri gibi bir çok parti komitesinde işçi yoldaşlar bulunuyordu.” (s. 15)

Bütün bunlarla Z. Ekrem, ne yazık ki, “sınıf mücadelesinin acımasız pratiğinden nasıl dersler çıkarılacağını” değil, fakat gerçeğe aykırı bir iddiayı kanıtlamaya çalışmanın kişiyi nasıl da gülünç ve acınası bir duruma düşürdüğünü göstermiş oluyor yalnızca.

1) Z. Ekrem’in verdiği gerçeklerden uzak bilgilere yalnızca tebessüm edilir. Z.Ekrem’in sözlerinin verdiği izlenimin aksine, parti üyelerinin sınıf kökenini saptamak için ciddi ve bilimsel kriterlere uygun bir çalışma yapılmış değil. Yapılan İK’lardan parti üyelerinin çeşitli özelliklerinin yanı sıra sınıf kökenleriyle ilgili bilgi istemekten ibaretti. Bu “saptama”da İK’ların girdiği zorlamaları, keyfilik ve abartmaları bugün en iyi bileceklerden biri bizzat Z. Ekrem’in kendisidir. Saflarımızdaki subjektivizmi, aşırı abartmacılığı, mikroskopla bulup büyüteçlerle yansıtma eğilimini diğer yazılarında hatırlayan Z. Ekrem, burada nedense unutuveriyor. Kongre Belgeleri'nde yer alan Merkez Komitesi raporu, ancak “şıracının şahidi bozacı” kabilinden bir kaynak olabilir. Aynı raporda yer alan, “burjuva-gerici sendika merkezleri bir dağılma ve parçalanma sürecine girdi” (s.126); “örgütümüzün, sendikal eyleme önderlik götürebildiği her yerde DSM’ler kısa zamanda güçlendi, direnişler örgütledi; DSM’ler sendikal eyleme yeni bir ruh ve canlılık getirdi” (s. 129) vb. türden iddialar ne ölçüde doğruysa, % 30’luk proleter köken iddiası dia ancak o ölçüde doğrudur.

Z. Ekrem’in İK bileşimleriyle ilgili verdiği bilgiler ise, gerçek durumdan büsbütün uzaktır. Z. Ekrem’i bu ölçüde gerçeğe aykırı iddialara yöneltenin ne olduğunu anlamak gerçekten güç. Fabrikalarda bir elin beş parmağı kadar bile hücresi olmayan bir partinin, bu kadar çok işçi yöneticiyi hangi çalışmayla kazanıp, nerede örgütleyip eğittiği sorusunu cevaplamak da bu arada Z. Ekrem’in kendisine düşüyor:

2) % 30’luk oran ve bunun gelişen yönü ifade ettiği iddiası bir an için doğru olsa bile, bu yine de Z. Ekrem’i haklı çıkarmaz. Zira Z. Ekrem bunu iddia etmekle, başlangıçta küçük-burjuvazinin(80)demokratik hareketiyle birleştiğimizi ve saflarımızı küçük-burjuva demokratik hareketin ileri unsurlarıyla oluşturduğumuzu da itiraf etmiş oluyor. Aynı bölümün 17. sayfasında, “sınıf içindeki faaliyeti, kongreden kısa bir süre önce (1978’den itibaren) esas aldık” derken de, aynı itirafı daha net bir biçimde ifade ediyor. Esas gelişimini küçük-burjuva demokratik harekete dayalı olarak yaşayıp, bu sürecin belirli bir aşamasında yanı sıra işçi sınıfına da yönelmek- bu Marksizm değildir. Marksist fikirlerin başlangıçta, genellikle, burjuva ya da küçük-burjuva kökenli aydın unsurlar arasında etki bulması ve ilk gruplaşmaların bu aydın unsurlar arasında olması başka bir şeydir; böyle bir aydın gruplaşması olma iddiasındaki bir hareketin, “1975 ortalarında başlattığı partinin oluşum sürecini” (Broşür, s. 15), 1978’e kadar neredeyse tümüyle küçük-burjuva demokratik harekete dayalı olarak yaşaması ve “sınıf içindeki faaliyeti ise (ancak) kongreden kısa bir süre önce esas alması” (Z. Ekrem) başka bir şey. Birincisi her ülkedeki marksist gelişmenin kaçınılmaz ilk adımını; İkincisi, devrimci küçük-burjuva popülizmini ve onun ürünü küçük-burjuva parti anlayışını ifade eder.

TDKP’nin 1978’den sonra sağladığı gelişmeyle saflarında işçi kökenli unsurların oranını “yaklaşık % 30’a” çıkardığıyla övünen Z. Ekrem’in, Dev-Yol, Kurtuluş, Partizan vb. grupların da aynı dönemde işçi sınıfı içinde benzer bir gelişme yaşadıklarından bir kuşkusu var mıdır acaba? Ya tipik maocu bir grup olan bu sonuncusunun, Partizan’ın, sınıf kökeni bakımından TDKP’den daha “proleter” olduğundan? Şu son söylenenin doğruluğunu ölçmek istiyorsa eğer Z. Ekrem, bunun için İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı savcılarının hazırladığı iddianamelere bakması yeterlidir. Dolayısıyla Z. Ekrem, sınıf kökeni oranıyla iddiasını kanıtlamaya çalışırken gerçekte sorunu daraltmaktadır da aynı zamanda. Bir marksist oluşumun ilk ve esas pratik çabası, sınıfa siyasal-sınıf bilinci taşımak ve bu yolla işçi hareketinin sosyalist gelişimini sağlamaktır. Böyle davrandığı sürece pratik siyasal faaliyetinin daha ilk evrelerinde, aydın kökenli unsurların sayıca azınlığa düşmesi, proleter kökenli unsurların çoğunluğu sağlamaları mümkün, doğal ve kaçınılmaz olur. Dolayısıyla da, bu, işçi hareketinin sosyalist gelişiminin(81)sonuçlarından biri olur yalnızca. Bu sorunu bu bölümde ayrıca tartışacağımız için burada bırakıyoruz.

3) 1978’e (gerçekte 1978 Ekim Konferansı’na) kadar işçi sınıfını esas almamış olmanın ne anlama geldiği gerçeği üzerinde hiç düşünmüş müdür Z. Ekrem? Bu, Kongre Belgeleri'nde Marksizm-Leninizm açısından zaferlerle dolu şanlı bir tarih (s.72) olarak nitelenen beş yıllık parti inşa döneminin, ilk üç yılının boşa çıkması demektir. Son iki yılının marksist bir yöneliş olabilmesi, ancak öncesinden köklü bir ideolojik-siyasal ve örgütsel kopuşun yaşanmasıyla mümkündü. Bu, proleter sosyalizminin küçük-burjuva demokratik hareketin ürünü olan bir ideolojik ve örgütsel yapıdan kopması demek olacaktı. Böyle bir kopuşun olmadığı biliniyor. Marksizm’den ciddi bir etkilenmenin ürünü bir eklektizmi içinde taşısa da esas yönü ve karakteri itibariyle küçük-burjuva demokratik harekete ideolojik-siyasal bir perspektif sunan “Niğde Çizgisi”yle de bu kopuş gerçekleşemezdi. Ancak reformcu adımlar atılabilirdi ki, bu da nitel bir değişimi ifade etmezdi. Esas niteliğini, küçük-burjuva devrimci-demokratik kimliğini koruyan bir hareketin işçi sınıfına yönelimi olurdu.

1978’den itibaren ve esas olarak da Ekim Konferansından sonra, işçi sınıfına belirli bir yönelişe girildiği doğrudur. Bunun biri genel, öteki TDKP’ye özgü olan iki ana etkeni vardı. Genel etken yalnızca TDKP’yi değil, devrimci küçük-burjuva popülizminin diğer tüm temsilcilerini de kapsıyordu. Bu, büyük kentlerin demokratik hareketinde, özellikle de gençlik hareketinde meydana gelen nispi bir durulma, buna karşılık işçi hareketindeki gelişme ve öne çıkmaydı. Gelişmesini sürdüren ve öne çıkan işçi hareketi, devrimci siyasal akımları adeta kendine çekti. Yalnızca TDKP değil, başta Dev-Yol ve Kurtuluş olmak üzere birçok devrimci-demokrat grup işçi sınıfına yöneldi. Ve demokratik bir temelde hızlı bir etki sağladı. Yaşanan olayların etkisiyle, gerici ve revizyonist sendika yöneticilerinin işçiler nazarında güç ve itibar kaybetmeleri bunu kolaylaştırdı. Bu yöneliş daha çok örgütlerin taban unsurlarının inisiyatifine dayanıyor ve yönetimlerin yönlendiriciliğini aşıyordu.(82)

TDKP ve TDKP’ye yakın diğer gruplara özgü olan ikinci etken ise, Maoculuğun eleştirisi ile birlikte popülist anlayışlarda meydana gelen yıpranma ve tersinden sınıf perspektifinde belirli bir ilerleme idi. Fakat bu hiç de popülizmin aşılması ve proleter sınıf perspektifine ulaşılmasını ifade etmiyordu. Bir önceki bölümde bu uzun uzun tartışıldı. Buna burada yalnızca yeni bir örnek vereceğiz. Bu örnek, sınıfa yönelimde TDKP yönetiminin tabanın gerisine düştüğünün de somut bir göstergesi oluyor. Ekim ‘78 Konferansı’ndan tam bir yıl sonra (1979 Ekim’i) yaptığı bir toplantıda örgütün durumunu ve faaliyetini değerlendiren Merkez Komitesi, değerlendirmeleriyle ilgili kaleme aldığı örgüt içi yazının 5. maddesinde şunları söylüyor “Örgütümüz özellikle Ekim Konferansı’ndan sonra işçi sınıfına daha fazla ağırlık verdi ve kısa sürede küçümsenmeyecek sonuçlar elde etti. Bu olumlu ve önemli bir gelişmedir. Ancak işçi sınıfı içinde çalışmaya önem ve ağırlık vermek, diğer sınıf ve tabakalar içinde çalışmayı bırakmak anlamına gelmez. Ekim Konferansı’ndan sonra geçen süre içinde, özellikle şehir küçük-burjuvazisi içindeki çalışmalara karşı bir ilgisizlik ve küçümsemenin geliştiğini tespit edebiliriz. Bu durum, bu alanlardaki gücümüzü zayıflatmakta, en azından gelişmemesine yol açmaktadır. Unutulmamalıdır ki, işçi sınıfı tek başına devrim yapamaz, müttefiklerini kazanmak zorundadır. Ayrıca işçi sınıfı bütün ezilen ve sömürülenleri kurtarmadan kendini kurtaramaz. Bu alanlara karşı küçümseme ve ilgisizlik terk edilmeli, her ilde gerektiği kadar önem verilmelidir. Son aylardaki olaylar bunların önemli bir mücadele potansiyeli taşıdığını göstermiştir.”

1978’e kadar işçi sınıfını esas bile almayan, 1978 Ekim’inden itibaren işçi sınıfına ağırlık vermeye başlayan partileşme sürecindeki bir hareketin önderliği, hareketin işçi sınıfına yönelirken, küçük-burjuvazi içinde nispi bir gerileme içine girmesinden rahatsız oluyor ve örgütün dikkatini yeniden şehir küçük-burjuvazisine çekiyor. Gerekçe hep aynı (Bkz. Kongre Belgeleri, s.89-90-91): “İşçi sınıfı tek başına devrim yapamaz!” İyi de, işçi sınıfının sosyalist siyasal hareketi ve bu hareketi yaratma sürecinin ürünü komünist sınıf partisi olmadığı sürece de, işçi sınıfının damgasını vurduğu bir(83)devrim olamaz. İşçi sınıfının kendi müttefiklerini devrimci bir çizgide ve başarıyla genel devrim mücadelesine yöneltmesi, her şeyden önce, işçi sınıfı hareketi bağrında şekillenen kendi partisine kavuşması, ideolojik ve örgütsel bağımsızlığını kazanması ile mümkündür. Bunda adım atılmadan işçi sınıfının müttefiklerini kazanmaya yönelik her girişim, bu müttefikler tarafından kazanılmayla sonuçlanır. TDKP pratiğiyle de örneklendiği gibi...

4) Tasfiyecilik kavramını uluorta kullanan teorisyen Z. Ekrem’le bu kavramın ideolojik-sınıfsal içeriğini ayrıca tartışacağız. Şimdilik tartışmamızın şu anki konusuyla bağıntılı bir değinmeyle yetineceğiz. Lenin, yenilgi ve gericilik dönemindeki tasfiyeci eğilimin dayanağı olarak gördüğü “küçük-burjuva Abbas yolcular”dan söz ederken şunları söylüyor: “İşin doğası gereği, bir kitlesel işçi partisinin hiçbir büyücek kanadı, burjuva devrimi döneminde, saflarına değişik eğilimlerden şu ya da bu kadar ‘Abbas yolcu’ almaktan sakınamaz. Burjuva devrimini tamamlamış ve hayli gelişmiş kapitalist ülkelerde bile bundan kaçınılamaz. Çünkü proletarya, her zaman, küçük-burjuvazinin çok değişik katlarıyla ilişki içindedir ve proletarya sürekli olarak onlarla tamamlanmaktadır. Eğer, proletaryanın partisi, bu yabancı öğeleri tam olarak emebilirse, onların denetimine girmez, ama onları denetimi altına alabilirse ve bu öğelerin bazısının gerçekten yabancı öğeler olduğunu tam zamanında görüp, belli koşullarda kendini onlardan ayırabilirse, o zaman bu ilişkilerde olağan olmayan dehşet verici bir şey yoktur.” (Tasfıyecilik Üzerine, s.52-53)

Sorun şudur: Bir sınıf olarak proletaryanın, küçük-burjuva katmanlarla beslenmesi, proletaryanın siyasal hareketi saflarında ortaya çıkan sağ ya da ‘sol’ tasfıyeciliğin maddi sınıf zemini oluyor. Aynı fikri Stalin, “sağ oportünizmin maddi sınıfsal zemini işçi aristokrasisi, sol oportünizmin maddi sınıfsal zemini ise proletaryanın saflarına yeni katılmış küçük-burjuva köylü unsurlardır”, şeklinde dile getiriyor.

Soru şudur: Bu leninist sınıfsal kavrayışla yaklaşıldığında, Z. Ekrem’in verdiği rakam doğru bile olsa, % 30’luk oranı, koca bir küçük-burjuva demokratik hareketin doğrudan ürünü % 70’lik(84)küçük-burjuva parti kitlesi karşısında ne ifade edebilir ki? % 30, % 70'i emebilir mi? Emebildi mi? “Sınıf mücadelesinin acımasız pratiğinden bu konuda nasıl bir sonuç çıkarıyor acaba? % 30’un, TDKP’nin genel sağ teslimiyetçi ve tasfiyeci eğiliminden belirgin bir farklılığı olmuş mudur? Olmamışsa neden? Adana, Ankara, İzmir, İskenderun, Malatya, Kayseri yönetici komitelerinin yarısını oluşturdukları iddia edilen “işçi kökenli” parti yöneticileri aynı dönemde ne yapmış, nasıl davranmışlardır vb.? Bu soruları uzatmanın bir anlamı yok; Z. Ekrem, yalnızca kendini gülünç duruma düşürüyor.

Dört ana noktada topladığımız bu açıklamalarla teorisyen Z. Ekrem’in “ahretlik” sorusunu fazlasıyla cevapladığımızı sanıyoruz.

Kanıtlanamayacak bir iddiayı kanıtlama çabasındaki Z. Ekrem’in bir istatistik oyunu da, broşürünün 18. ve 19. sayfalarında yer alıyor. 12 Eylül dönemine ilişkin verilen ve üçlü oportünist MK’nın açık bir savunusunu içeren bir bölgeye ilişkin örnekle anlatılmak istenen; Gündem Önerisi’nde yer alan “yeni dönemde yönelimimiz yalnızca işçi sınıfınadır” kararının yeni olmadığı, üçlü tarafından yıllar öncesinden alındığı ve hayata geçirildiğidir.

1- İlgili kararı üçlü MK değil, fakat Yıldırım’la ikimiz Nisan darbesinin hemen ardından ve bunun yarattığı özel koşullar nedeniyle aldık.

2- Üçlü MK bu kararı yalnızca değiştirdi. Buna, “diğer emekçi sınıf ve tabakalar içerisinde de çalışma örgütlemeye girilmelidir”i ekledi. (Bkz. Küçük Broşür, s.29) Hayata geçirmek için neler yaptığını tartışmak ise boşa vakit kaybından başka bir şey değildir.

3- Eski karar yalnızca Nisan darbesinin ardından doğan özel koşullar nedeniyle alınmıştı. Oysa Gündem Önerisi'ndeki fikir, bilimsel sosyalizm ile işçi hareketinin birliğinin ifadesi olacak gerçek bir leninist sınıf partisi yaratma hedefinin gereği olarak savunuluyor. Z. Ekrem bu farkı anlamıyor, ya da anlamak istemiyor.

4- Z. Ekrem'in “bir bölge”ye ilişkin rakamları gerçeği hiç yansıtmıyor. Tanığımız yine Yıldırım’dır: “1984 sonuna gelindiğinde Devrimin Sesi ülkenin dokuz yerinde basılıp dağıtılabiliyordu.(85)Baskı sayısı iki binin üstüne çıkabilmişti.”

Yıldırım, cezaevlerine yazdığı ve Yoldaş'ın 31. sayısında yayınlanan mektubunda, Devrimin Sesi'nin 1984 sonunda toplam dokuz ilde iki bin adet basıldığını söylüyor. Yıldırım’ın verdiği rakam bile abartılı. Eğer bunun 1500’ü Z. Ekrem’in örnek verdiği bölgede basılıp dağıtılmışsa, geriye kalan sekiz bölgede (ki bunlara İstanbul da dahildir!) ortalama altmışar tane basılıp dağıtılmış oluyor. Bütün bu hesaplara aslında hiç gerek yok. Kendi bölgelerinde 1500 basıp dağıttıklarını söyleyen aynı kaynağın, ülke geneli için on bin rakamını verdiğini söylersek, her şey anlaşılmış olur sanıyoruz. Abartmacılık saflarımızda hiç aşılmamış küçük-burjuva bir eğilim olageldi.

Bütün bu pratik örneklerle Z. Ekrem’in kanıtlamaya çalıştığı neydi?

“Partimiz sınıf içinde yaratılmış örgütlerin değil, şehir ve kır küçük-burjuvazisinin değişik kesim ve katmanları içinde yaratılmış örgütlerin bir toplamı olarak kuruldu” (H. Fırat, Gündem Önerisi, Belgeler-2 içinde, s.22) görüşünün yanlışlığı;

“Partimiz işçi sınıfı hareketiyle birleşme süreci içinde kuruldu” (Z. Ekrem, Broşür, s.14 ve sonrası) görüşünün ise doğruluğu.

TDKP gerçeğini içinden yaşamış TDKP üye ve sempatizanları ile TDKP gerçeğini yakından izlemiş devrimci kamuoyu önünde böylesine gerçek dışı bir iddiayı kanıtlamaya çalışma bahtsızlığı büyük teorisyen Z. Ekrem’e düştü. Oysa 1986 Ağustos’u sonrasında TDKP’nin işçi sınıfı dışında bir örgütlenme olduğu gerçeği partide hemen herkes tarafından kabul görüyordu. Z. Ekrem bile buna aykırı açık bir şey söylemiyordu. Tersine Aralık 1986 tarihli yazısında, “o dönemin koşullarında pek de küçümsenmeyecek küçük- burjuva sosyal temele sahip bir siyasi hareketi yönetme ve bu hareketin bağrında partimizi oluşturma” gerçeğinden söz ederek, sorunu en açık şekliyle tanımlamış oluyordu.

Aslında Z. Ekrem aynı gerçeği yıllar önce Kongre Belgelerinin ikinci bölümünde de dile getirmişti. TDKP’nin “işçi sınıfından veya yarı-proleter unsurlardan çok öğrenci gençliğe ve şehrin küçük-burjuva tabaklarına dayanarak” (s.88) kurulmuş olmasın(86)dan sözetmiştir.

TDKP’nin diğer resmi belgeleri de bu gerçeği, kuşkusuz bunun ne anlama geldiğinin, hangi ideolojik sınıfsal konumu ve tutumu ifade ettiğinin bilincinde olmayarak, sık sık dile getirmişlerdi.

Örneğin, Kuruluş Kongresi’nden yedi ay sonra yapılan II. MK toplantısına Yürütme Komitesi’nin sunduğu Dünyada Durum ve Ülkemizde Yansımaları başlıklı raporda, TDKP’nin işçi sınıfı hareketi karşısındaki durumu şöyle tespit ediliyordu: “Olumsuz durum; süren sınıf mücadelesinde partimizin duruma uygun bir konumunun olmaması, bu mücadelenin gerisinde kalması, hatta dışına düşmesinin sonucudur. Özellikle işçi sınıfı içinde bu durum çok daha açık bir biçimde görülmektedir. Yüz bin işçi grevde, biz bu grevlerin haberlerini bile toplayamıyoruz, sendikal mücadelede etkimiz yok denecek kadar sınırlı, işçi sınıfının grevleri erteleniyor, buna karşı pratikte tavrımız yok vb. Bu durumda işçi sınıfından partiye yeni yoldaşlar kazanmamız, bu alandaki mücadelede tecrübe kazanmamız tabii ki olmaz” (agy., s.4, abç.)

“Partimizin faaliyetinin, örgütlenmesinin, etkisinin en zayıf olduğu alan işçi sınıfıdır. Ekim Konferansı ve sonrasında bu konuyla ilgili alınan kararlardan sonra bu alandaki faaliyetimizde bir canlanma var gibi göründüyse de (göründüyse de!) elde edilen sonuçlar bu kararların hayata geçmediğini, ‘işçi sınıfına önem vermek’, ‘fabrikaları kaleler haline getirmek’in kağıt üzerinde kalmış iyi örnekler olduğunu gösteriyor...” (agy., s.6, vurgular bizim)

Bu değerlendirme, Kuruluş Kongresi’nden yedi ay sonra ve 12 Eylül askeri faşist darbesinden bir hafta önce yapılıyor. Demek oluyor ki, TDKP’nin 12 Eylül öncesi beş yıllık oluşum sürecinin en son haftasında!.. Şu halde Gündem Önerisi'nde öne sürülen görüşün, bundan daha açık, daha tam, daha kesin ve tartışmasız doğrulayıcı kanıtı ne olabilir? Teorisyen Z. Ekrem, burjuva iktisatçılarının istatistiklerle oynayarak giriştikleri “gelişme eğilimi” vb. türünden hokkabazlıklarla bu kadar açık olan bir gerçeği karartmaya çalışıyor. Düşünün ki, söz konusu olan, işçi sınıfının komünist öncüsü olma iddiasındaki bir partidir ve bu partinin oluşum süreci(87)1975 ortalarında başlıyor. İşte böyle bir parti, ancak 1978 Ekim’inden sonra “işçi sınıfına önem vermek” (bunun tam bir popülist ifade tarzı olduğunu da burada belirtmek gerekiyor) kararı alıyor, ama aradan geçen iki sene bunun bile kağıt üzerinde kaldığını gösteriyor. Sonra da Z. Ekrem kalkıp, partimizin marksist bilimsel parti öğretisine ve buna uygun bir kuruluş sürecine sahip olduğunu iddia ediyor, edebiliyor. Z. Ekrem, aşılamazlık saplantısının da beslediği, tam bir gericileşme ömeği sergiliyor.

1982 yılı başlarında, “partimizin teorisini geliştiren yoldaşlardan ötekisi olan Yıldırım tarafından kaleme alınan (üçlü oportünist MK’nın TDKP konusundaki tek değerlendirme girişimi) ve bazı sonuçları tespit etmekten öteye bir değer taşımayan “Küçük Broşür”de, TDKP’nin işçi sınıfı içindeki durumu şöyle tespit ediliyor: “Partinin örgütlenmesi hiçbir zaman işçiler içinde kurulu gizli hücreler temelinde yükselmedi.” “İşçi sınıfının yoğun olduğu bir ilde (söz konusu olan TDKP-MK’nın yakın denetimi altında olan İstanbul’dur- H. F.) işçiler içerisinde partinin hücreleri yoktur denildiğinde, “Nerede var ki, bizde olsun?” denebiliyordu.” (s.3)

Bu cevabı veren, çok büyük ihtimalle, MK-YK’da yer alan ve İstanbul il örgütünü fiilen yöneten kişidir. Z. Ekrem, % 30 işçi kökenli üyeden ve işçilerden oluşan il komitelerinden söz ediyor. Ama Türkiye işçi sınıfının kalbi ve TDKP-MK’nın ikametgahı İstanbul’da bir tek fabrika hücresi yok!

“Küçük Broşür” devam ediyor: “12 Eylül öncesi Türkiye’de 80 bine yaklaşan’işçi greve gitmişti. Ne acı ki, parti bu grevlerle ilgili haberleri dahi toplayamıyordu. Burjuva ve revizyonist basından elde edilen veya kulaktan dolma bilgilerle legal gazetede grevlerle ilgili haber yayınlanıyordu. Parti Merkez Komitesi vilayetlerden grevlerle ilgili bilgi istediğinde, o vilayet, grevlere dışardan bir kaç gözlemci gönderiyor, sözde bilgi toplamaya çalışıyordu. Dışarıdan grev yerine gidenler orada buldukları birkaç işçiyle sohbet ederek veya çok geri taraftarımız işçileri bularak sözde gazeteye haber gönderiyorlardı. Ve böylece partiyle kitleler arasında bağ da kurulmuş oluyordu!” (s.5)

Teorisyen Yıldırım’ın bu içtenlikli sözleri de teorisyen Z. Ekrem’e ithaf olunur!(88)

D- PARTİLERİN KURULUŞ YILLARI VE SINIFLA İLİŞKİLERİ

TDKP’nin marksist bilimsel parti anlayışına sahip olduğunu, işçi sınıfına doğru yaklaştığını iddia eden, ardından bunu çeşitli sözde pratik kanıtlarla desteklemeye çalışan Z. Ekrem, bunların yeterli inandırıcılıkta olmadığını kendisi de düşünmüş olmalı ki, ek bir izaha sığınıyor.

Z. Ekrem’i dinliyoruz: “Partimizin Kuruluş Kongresi toplandığında uluslararası komünist hareket içinde var olan ve partimizle kardeşlik ilişkileri içinde bulunan birçok marksist-leninist parti üye ve aday üyelerinin sınıf kökenleri ve sınıfla ilişkileri açısından çok daha geri bir noktadaydı. H. Fırat yoldaşın yaklaşımına göre bu partileri sınıf içindeki faaliyeti esas almayan, ‘partiyi bilimsel sosyalizmle işçi hareketinin bir bileşkesi olarak ele alan bilimsel görüşten yoksun partiler’ olarak değerlendirmek gerekir. Kuruluşunun ilk yıllarında, Komintern üyesi birçok parti açısından, durumun farklı olmadığı görülür. Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Kuruluş yıllarında, hatta devrimin zaferinden sonraki yıllarda, Arnavutluk Emek Partisi’nin saflarında işçi oranına bakıldığında, bu oranın çok yüksek olmadığı görülecektir”. (Broşür, s.20) Ardından bir genelleme: “Genellikle kuruluş yıllarında, işçi sınıfının siyasi partisi sınıfın küçük bir azınlığını kucaklar. Ve proleter kökenli unsurlar üyelerin azınlığını oluşturur.” (s.21) Ve çıkarılan sonuç: “Bu nedenle Kuruluş Kongresi toplanırken, partimiz saflarında proleter kökenli unsurların azınlığı oluşturması, sınıf içindeki etkimizin ve bağlarımızın zayıf olması, partimizin sınıf karakterini, teorik temelini tartışmalı kılmaz.” (s.22) Yalnız Z. Ekrem tarafından değil, küçük-burjuva oportünist kanadın diğer sözcüleri tarafından da öne sürülen ve TDKP’nin sınıf içindeki zayıflığının izahına ana gerekçe olarak gösterilen bu “kuruluş yılları” faktörü üzerinde durmak gerekir. Zira burada, hem sorunun ideolojik ele alınışında popülist kavrayıştan gelen bir çarpıklık, hem diğer ülkelerin tarihsel tecrübesinin kaba bir tahrifatı ve hem de TDKP’nin kuruluş özelliklerinin gizlenmesi(89)çabası var.

Bu sonuncusundan başlayalım. Herkesçe bilinmektedir ki, TDKP, bir grup insanla ve kısa bir süre içinde değil, uzun yılların çabasıyla ve on binlerce insanı harekete geçirebilen bir siyasal örgüt olarak kuruldu. Daha uygun bir deyişle, parti olarak varlığını resmileştirerek kuruluşunu ilan etti. İzlenen siyasal taktikleri, bu taktiklerin isabetliliğini ve başarısını tartışırken bu gerçeği sık sık vurgulayan, TDKP’nin gücü, etkisi ve görkemiyle övünen Z. Ekrem, işçi sınıfı içindeki güçsüzlüğün izahına gelince, “yeni kurulmuş bir parti” gerekçesine sığınıyor.

17. sayısında Kongre Belgeleri’ni yayınlayan “TDKP Merkez Yayın Organı” Yoldaş dergisi, buna yazdığı sunuş yazısında, TDKP’nin kuruluş süreci ve bu sürecin özellikleriyle ilgili şunları söylüyor: “Başlangıçta devrimci-demokrat bir örgüt olarak kurulmuş bulunan THKO; daha sonra onun 1975 yılındaki köklü özeleştiri ile Marksizm-Leninizme yönelmesi; 1978 Ekim Konferansı’nda THKO’nun TDKP- İÖ adını alması ve nihayet bugün Türkiye'deki çeşitli milliyetlerden proletaryanın ve tüm komünistlerin tek gerçek partisi olarak TDKP’nin kuruluşu... Bu süreç, sayısız devrimci ve komünistin darağaçlarında, işkencehanelerde, pusularda, sokak gösterilerinde ve çeşitli direnişlerde kanını akıttığı, proletarya ve emekçilerin yüzbinlercesinin çeşitli mücadele biçimleriyle emperyalizme, egemen sınıflara ve onların faşist diktatörlüğüne karşı seferber edildiği zorlu bir mücadele sürecidir.” (Kongre Belgeleri, s.5)

Kongre Bildirisi’nde şunlar yazılı: “TDKP, işçi sınıfıyla ve diğer emekçi tabakalarla kurduğu ve sürekli gelişen canlı bağları, üretim birimleri temel alınarak kurulmuş ve kurulmakta olan hücreleri, çeşitli yayın organları ve yönettiği kitle örgütleri ile halkın bağrındadır. Nerede devrimci mücadele yükselirse orada TDKP’nin bayrağı dalgalanır, mücadele şiarları ortalığı sarar.” (Kongre Belgeleri, s.434-435)

Kongreden yedi ay sonra yapılan II. MK toplantısına sunulmuş Dünyada Durum ve Ülkemize Yansımaları başlıklı raporda şunlar yazılı: “Devrimin objektif koşulları giderek olgunlaşmaktadır... Bir çok ülkeden farklı olarak (buraya dikkat!) ülkemizde komünist(90)lerin önemli bir gücü ve etkinliği vardır. Partimizin pratik içinde doğruluğu sınanmış bir çizgisi, aktif ve militan kadro ve taraftarları, harekete geçirebildiği geniş bir kitle vardır. Ne yapılması gerektiğini bilen, fakat bunları hayata geçirmesi mümkün olmayan etkisi sınırlı küçük bir parti durumunda değiliz.” (s.3-4)

Aynı toplantıda alınmış ve Yoldaş dergisinde yayınlanmış MK 2. Toplantısı Kararları'nda şunlar yazılı: “Devrimin objektif koşullarının giderek olgunlaştığı ülkemizde, partimiz sahip olduğu özelliklerle sadece teorik bakımdan değil, aynı zamanda pratik olarak da alternatiftir.” “Partimiz Halk Cephesi’nin kurulmasına önderlik edecek durumdadır.” (Daktilo yazı, s. 1-2)

Bu aktarmaları daha fazla uzatmanın bir anlamı yok. Amacımız TDKP’nin (özellikle de önderliğinin ölçüsüz abartmacılığını gözden kaçırmadan) hiç de yeni kurulmuş küçük bir parti olmadığını bizzat onun resmi belgelerinin tanıklığıyla da göstermektir. Z. Ekrem’in işine gelmediği yerde unuttuğu gerçek budur. “Sahip olduğu özelliklerle sadece teorik bakımdan değil, aynı zamanda pratik olarak da alternatif’ olduğu belirtilen bu partinin, TDKP’nin, işçi sınıfı içinde çok zayıf olduğu, “işçi sınıfına önem vermek kararının kağıt üzerinde bir istek olarak kaldığı” da yine aynı belgelerde (II. Toplantı Belgeleri) belirtiliyor.

Demek ki sorun hiç de “kuruluş yılları”ndan kaynaklanmıyor. Çok daha ciddi başka nedenler olmalı.

“Bu nedenle eleştiri (1971 hareketinin eleştirisi - H. F.), devrimci popülist hareketin sınıfsal konumuna ve ideolojik-felsefi yönüne vurmalıydı öncelikle. Bu, hareketi proletaryanın tarihsel rolünün teorik kavranışına ve toplumun en devrimci sınıf olarak işçi sınıfına yönelişe götürürdü. Kazandırdığı proleter sınıf perspektifi ile küçük-burjuva sosyal zeminden koparır, işçi sınıfının o dönem sürekli gelişip güçlenen kendiliğinden sınıf hareketiyle ciddi ve organik bağlar kurmaya ve onu bağımsız siyasal sınıf hareketi düzeyine çıkarma çabalarına götürürdü.” (Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış ve Platform Taslağı, Eksen Yayıncılık, s.41-42)

İşte bütün sorun budur. TDKP’de sözkonusu olan, popülizmin aşılamaması, lafı çok edilmesine rağmen proletaryanın tarihsel(91)rolünün gerçekte kavranamamasıdır. Marksist bilimsel parti anlayışından yoksunluk, tam da işçi sınıfının tarihsel rolünün kavranamaması gerçeğinin bir sonucudur. Bu, oluşum halindeki bir partinin, bu oluşumu işçi sınıfı hareketiyle birleşme sürecinde değil, fakat içinde işçi sınıfının da elbette yer aldığı genel halk hareketiyle birleşme süreci içinde yaşamasına yol açmıştır. Ekim Konferansı Bildirisi'nin, “toprak ve özgürlük mücadelesinin önder köylülerini partinin inşasına katılmaya” çağırması; Kongre Bildirisi'nin, “TDKP... halkın bağandadır” demesi, bir tesadüf ya da dil sürçmesi değil, bir kavrayış ve bir olgunun dile getirilmesidir yalnızca. Sonuçta, “şanlı bir tarih” olarak nitelenen beş yıllık inşa sürecinin ardından kurulan parti, on binlerce kişiyi harekete geçirebilmektedir ama, “faaliyetinin, örgütlenmesinin, etkisinin en zayıf olduğu sınıf, işçi sınıfıdır.”

Teorisyen Z. Ekrem, işçi sınıfının komünist partisini inşa adına yaşanmış olan bu garabeti, Leninizm’in ve işçi hareketinin evrensel deneyiminin çarpıtılmasıyla mazur göstermeye çalışıyor.

İşçi sınıfı, kapitalist gelişmenin en ileri ürünü, kapitalist toplumun en devrimci sınıfıdır. Burjuvaziyi devirerek kapitalist toplumu yıkmaya, proletarya diktatörlüğü yoluyla sosyalist toplumu inşa etmeye, sınıfsız komünist toplumu gerçekleştirmeye muktedir tek sınıftır. Marksizm, işçi sınıfının devrimci ve bilimsel dünya görüşüdür; özü proletaryanın yukarıda tanımlanan tarihsel devrimci rolünün ve bunun nasıl gerçekleştirilebileceğinin izahıdır.

Marksizm bilimsel bir faaliyetin ürünü olduğu için, işçi hareketi dışında ortaya çıkar. İşçi sınıfı, kendiliğinden sınıf koşullarında, bir diğer anlatımla, siyasal sınıf bilincinden yoksunluk koşullarında, marksist fikirlerden habersizdir. Bu fikirlerin ona dışardan taşınması gerekir.

İşçi sınıfının kendiliğinden hareketi, onun burjuva hareketidir. Yani bu haliyle o kaçınılmaz olarak burjuvazinin ideolojik, siyasal ve örgütsel denetimi alandadır. Bu durumun değişmesi, kendiliğinden hareketin sosyalist sınıf hareketi haline gelebilmesi için, işçi sınıfına sosyalist sınıf bilinci taşımak gerekir.

Her toplumda Marksizmle ilk yüz yüze gelenler, onu benimse(92)yip kavrayarak, “kendilerini tüm tarihsel hareketi teorik olarak kavrama düzeyine ulaştıran” ve bu yolla kendi sınıflarından kopanlar, burjuva ya da küçük-burjuva aydınlardır. İlk marksist gruplaşmalar da genellikle bu aydınlar arasında olur. Bu marksist hareketin ilk oluşumu, “cenin” halidir. Proletaryanın tarihsel rolünü teorik olarak kavrayan ve kendisini bu tarihsel rolün gerçekleştirilmesi davasına, proletarya davasına adayan aydınlardan oluşan nüve halindeki bir marksist hareketin önünde, teorik ve pratik çalışmaların organik bütünü olan bir süreç durmaktadır. Bu proletaryanın komünist sınıf partisini inşa sürecidir. Zira proletaryanın tarihsel rolünü gerçekleştirebilmesi için, “eski dünyayı yıkıp yeni, sınıfsız bir toplum yaratabilmesi için, Marks ve Engels’in komünist partisi adını verdiği kendi işçi sınıfı partisine sahip olması gerekir.”(Lenin)

Komünist partisinin inşası süreci, Marksizm ile, öteki deyişiyle, bilimsel sosyalizm ile işçi hareketinin birleştirilmesi sürecidir. Kendini proletarya davasına adamış marksist aydınların tarihsel misyonu, bu süreci başlatmak; marksist teorinin ışığında toplumun tarihsel, iktisadi, sosyal ve siyasal her açıdan bilimsel bir incelemesine, proletaryanın tarihsel ve güncel olarak kendini ifade eden görevlerinin tespitine girişmek; ve nihayet, bu teorik çalışmalarının sonuçlarını genel marksist fikirlerle birlikte işçiler arasında yaymak, işçi hareketine sosyalist sınıf bilincini taşımaktır. Bu onların, “gerçek toplumsal ve ekonomik gelişme yoluna çıkan fiili ve gerçek düşmanlarına karşı gerçek savaşımında proletaryanın ideolojik önderleri olma” görevlerinin de bir ifadesidir. Komünist partisi, bu süreç içinde, bu sürecin belirli bir evresinde, sınıfın ileri unsurlarının komünizme kazanılması, sınıf bilincine ulaşmış bu unsurların öncü müfreze halinde örgütlenmesi çabası içerisinde inşa edilir. Komünist partisini, bilimsel sosyalizm ile işçi hareketinin bir bileşkesi olması temel görüşü, tam da bunu ifade eder. Bu şekilde inşa edilmiş bir parti, yalnızca bilimsel teoriyle donanmış öncü bir müfreze değil; aynı zamanda, işçi sınıfının bir parçası, örgütlenmesinin en üst biçimi, örgütlü öncü müfrezesi olur. Bu şekilde oluşmuş bir parti, gerçek bir leninist sınıf partisidir.

Komünist partisinin inşası sürecinde evrensel olan gelişim(93)süreci budur. Ve bizde, TDKP’de olmayan da budur. Bizde bu, sınıf hareketiyle değil, fakat genel halk hareketiyle birleşme süreci olarak yaşanmştır. Böyle bir sürecin ortaya çıkaracağı parti de, komünist sınıf partisi değil, fakat devrimci bir halk partisi olabilirdi ancak. Öyle de oldu.

Evrensel değil de özgül olan, her ülkeye özgü olan nedir? “Bütün ülkelerde, işçi hareketiyle sosyalizmin birbirinden ayrı bir biçimde var olduğu ve ayrı yollardan yürüdüğü bir dönem olmuştur- ve bütün ülkelerde bu ayrılık, sosyalizmin ve işçi hareketinin zayıflaması sonucunu doğurmuştur; bütün ülkelerde ancak sosyalizmin işçi hareketi ile birleşmesi, her ikisi için sağlam bir taban yaratmıştır. Ama her ülkede sosyalizmin işçi hareketiyle olan bu birliği tarihsel biçimde olmuştur. Her ülkede bu birlik, yersel ve zamansal koşullara göre, özel bir yolda meydana gelmiştir. Rusya'da sosyalizmin işçi hareketiyle birleşmesi zorunluluğu teorik bakımdan çok zaman önce açıklanmış olmakla birlikte, bu birleşme ancak şimdi (1900-H. F.) gerçekleşiyor.”(Lenin, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, s.172-173)

“Emeğin Kurtuluşu” grubu Plehanov’un önderliğinde marksist bir aydın çevresiydi; yurtdışında oluşmuştu. Bütün enerjisini ve çabasını Marks ve Engels’in eserlerini Rusça’ya çevirmeye ve marksist öğretinin Rusya’da yayılmasına hasretmişti. Devrimci Rus aydınları arasında güçlü bir ideolojik etkinliği olan Narodnizm’e karşı açtığı ideolojik savaşta büyük başarı kazandı. Marksist harekete teorik bir temel hazırladı. Başlangıçta Rus işçi hareketinin bütünüyle dışındaydı; daha sonraları ise, ancak önemsiz bazı ilk adımlar atabildi. Fakat grubun dikkatinin odağında gelişmekte olan Rusya işçi sınıfı vardı; ve esas çabası, Narodnik ideoloji karşısında, işçi sınıfının tarihsel rolünü açıklayıp vurgulamaktı.

Rus marksistlerinin işçi hareketinin bütünüyle dışında propaganda çevreleri olmaktan çıkıp, bir siyasal harekete dönüşmeleri, işçi sınıfı hareketiyle bağ kurmak ve ona siyasal bakımdan önderlik etmek görevini üstlenmeleriyle, bu çabaya girişmeleriyle olmuştur. Bu, sosyalizmle işçi hareketini birleştirme sürecidir. Bu sürecin ilk ürünlerinden olan Lenin’in önderliğindeki İşçi Sınıfının Kurtu(94)luşu İçin Petersburg Mücadele Birliği (1895), Bolşevik Partisi Tarihi’nde “Rusya'da sosyalizmi işçi sınıfı hareketiyle birleştirmeye başlayan ilk kuruluş” olarak tanımlanır.

Kendini proletarya davasına adamış olan ve işçi sınıfının bağımsız sınıf örgütlenmesini yaratmak isteyen Marksistlerin teorik çalışmaları, tüm toplumu, tüm sınıfları kucaklar. Fakat bu, proletaryanın, söz konusu toplumun somut tarihsel koşullarında, tarihsel ve güncel olarak kendini ortaya koyan görevlerini tespit etmek ve bunu sınıf bilinci olarak proletaryaya taşıyabilmek, proletarya hareketinin siyasal gelişimini sağlayabilmek içindir. Zira başlangıçta bütün sorun, işçi sınıfının kendi bağımsız siyasal hareketini yaratmaktır. İşçi sınıfının toplumdaki öncü devrimci konumunu ve rolünü, ideolojik önderlikten öteye, siyasal sınıf önderliği olarak kavramanın biricik anlamı da budur. Yani bu davranış, bir dünya görüşünün, ideolojik-sınıfsal bir kavrayışın ifadesi ve ürünüdür. Rus marksistlerinin işçi hareketine pratik bir yöneliş içine girdikleri bir dönemde (1894) kaleme alınmış eserinde, Lenin, bunu şöyle ifade ediyor:

“Sosyal-demokratların siyasal faaliyeti, Rusya’daki işçi sınıfı hareketinin gelişme ve örgütlenmesini ilerletmek, bu hareketi, içinde bulunduğu yönlendirici bir fikirden yoksun, dağınık protesto, ‘isyan’ ve grev girişimleri durumundan çıkararak, TÜM Rusya işçi sınıfının, burjuva rejime karşı yöneltilmiş ve mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesine ve çalışan halkın ezilmesine dayanan toplumsal sistemin kaldırılmasına çalışan örgütlü bir savaşıma dönüştürmektir. Bu faaliyetlerin altında yatan şey, marksistlerin, Rus işçisinin, Rusya’nın tüm çalışan ve sömürülen halkının tek ve doğal temsilcisi olduğuna ilişkin ortak kanılarıdır ."(“Halkın Dostları" Kimlerdir?, s.195-196)

Bizim popülist teorisyenlerimizin, TDKP önderlerinin, kavrayamadığı da işte budur. Onlar bunu kavrasalardı eğer, sınıfın partisini kurmak hedefiyle yola çıktıkları halde, “ama işçi sınıfı tek başına devrim yapamaz ki” sözde gerekçesiyle, partileşme sürecini öğrenciler ve şehir küçük-burjuvazisinin bağarıda yaşamazlardı. Ve elbette ki bu, proletaryanın tarihsel rolünü kavrayamamakla eş anlamlı(95)dır: “...Büyük ölçekli kapitalizm ise, tersine, tüm işçilerin, eski toplumla, belli bir yerle ve belirli bir sömürüyle olan bağlarını koparır; onları birleştirir, düşünmeye zorlar ve örgütlü bir savaşıma başlamalarını olanaklı kılan koşullar içine sokar. Bundan dolayı da, sosyal-demokratlar tüm dikkatlerini ve tüm faaliyetlerini işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırırlar. Onun ileri temsilcileri, bilimsel sosyalizm fikirlerini, Rus işçisinin tarihsel rolü fikrini iyice kavradıkları zaman, bu fikirler yaygınlaştığı zaman, ve işçilerin bugünkü dağınık ekonomik savaşını bilinçli sınıf savaşına dönüştürmek üzere işçiler arasında sağlam örgütler kurulduğu zaman -Rus İŞÇİSİ, tüm demokratik öğelerin başını çekerek mutlakiyeti devirecek ve RUSYA PROLETARYASINI (BÜTÜN ÜLKELERİN proletaryasıyla yan yana) açık siyasal savaşımın düz yolundan KOMÜNİST DEVRİMİN ZAFERİNE götürecektir.” (a.g.e., s. 197-198, vurgular bizim)

Bolşevizm’i dünya işçi hareketinin en iyi örneği yapan ve görkemli Ekim Devrimi’ni hazırlayan temel fikir de işte budur. Türkiye işçi sınıfının sosyalist sınıf hareketini yaratarak, “işçiler arasında sağlam örgütler kurarak”, “tüm demokratik öğelerin başını çekme” yerine, işe tersten başlayan, dolayısıyla da küçük-burjuva popülist ufku aşamadıklarını ortaya koyan teorisyenlerimizin kavrayamadığı temel fikir de budur.

Teorisyen Z. Ekrem’in daha önce aktarılan genellemesi şöyleydi: “Genellikle kuruluş yıllarında, işçi sınıfının siyasi partisi sınıfın küçük bir azınlığını kucaklar. Ve proleter kökenli unsurlar, üyelerin azınlığını oluşturur.” (s.21) Burada, birinci cümlenin ifade ettiği durum ile ikincisinin ifade ettiği durum bütünüyle farklı şeylerdir. Z. Ekrem bunları bir arada, aynı gerçeğin iki yönüymüş gibi ele almakla, kurnazlık yapmıyorsa eğer, yalnızca kavrayış kıtlığını ortaya koyuyor. Bu ise, bir kere daha onun teorisyen şanına yakışmıyor.

Önce birinci cümle: “Genellikle kuruluş yıllarında, işçi sınıfının siyasi partisi sınıfın küçük bir azınlığını kucaklar.” Doğru! Fakat bu hiç de Z.Ekrem’i haklı çıkarmaz. Yalnızca, TDKP yeni kurulmuş bir parti olmayıp uzun yılları alan bir kuruluş süreci yaşadığı(96)gerçeğinden dolayı değil. Çok daha önemlisi, bu süreci, genel yükselişin bir parçası olarak işçi hareketinin de dikkate değer bir yükseliş içinde olduğu bir dönemde yaşadığı halde, işçi hareketi içinde bir varlık göstermezken, küçük-burjuva demokratik hareket içinde önemli bir güç olmasından dolayı. Anormal olan da budur. Biraz sonra göreceğimiz gibi, özellikle kuruluş yıllarında, işçi sınıfının siyasi partileri bütün dikkatlerini, pratik çalışmalarının hemen hemen tümünü, işçi sınıfı içinde yoğunlaştırırlar. Buna rağmen, işçi sınıfının ancak küçük bir azınlığını kucaklama durumunda kalabilirler. “Bu çok normaldir ve bunda şaşılacak bir şey yoktur.” Normal olmayan işçi sınıfının küçük bir azınlığını bile kucaklayamayan bir partinin, küçük-burjuvazinin önemli bir kesimini kucaklamasıdır. Z. Ekrem’in hasır altı ettiği ya da belki de anlamını kavrayamadığı ise işte bu anormalliktir.

Şimdi de ikinci cümle: “Ve proleter kökenli unsurlar, üyelerin azınlığını oluşturur!” Bir genelleme olarak, bütünüyle yanlış! Bir parti sınıfın çok küçük bir azınlığını kucakladığı halde, üyeleri arasında işçiler çoğunluğu, hatta belki de ezici çoğunluğu oluşturabilir. Z. Ekrem meseleyi sanki arada doğru bir orantı varmış gibi koyarak, gerçekte iki farklı şeyi birbirine karıştırıyor. Bir ülkede milyonlarla ifade edilebilen bir proletarya kitlesi olduğu halde, bir parti bunun ancak on binlercesini etkiliyor olabilir. Fakat buna rağmen sahip olduğu yüzlerce üyenin çoğunluğu yine de işçi kökenli olur. Normal olarak öyle de olması gerekir.

İşçi sınıfının komünist partisini yaratmayı hedefleyen marksistler bütün dikkatlerini işçi sınıfına verirler, pratik çalışmalarını bütünüyle işçi sınıfına yöneltirler. Popülist teorisyenlerimizin kavrayamadığı, komünist sınıf partisinin kuruluşunu hazırlamakla devrimi hazırlamak arasındaki farktır. Bundan dolayıdır ki, “ama işçi sınıfı tek başına devrim yapamaz ki” der ve bunu popülist parti anlayışlarına dayanak yaparlar.

1890’ların ikinci yarısında siyasal propaganda ve ajitasyon çalışmasına yönelen Rus marksistlerinin bu çabası yalnızca işçi sınıfına dönüktü. Yaratılan ilk örgütlenmeler işçi çevrelerinden oluşuyordu. 1894’de, Rus marksistlerini “tüm dikkatlerini ve tüm(97)faaliyetlerini işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırma”ya çağıran Lenin, 1897 sonlarında, Rus Sosyal-Demokratlarının Görevleri başlıklı ünlü broşüründe sorunu şöyle koyuyor: “Bizim çalışmamız her şeyden önce ve en başta, fabrikalarda ve atölyelerde çalışan işçilere, kentli işçilere yöneltilmiştir. Rus sosyal-demokrasisi güçlerini dağınık hale getirmemeli, çalışmasını, sosyal-demokrat görüşleri en çok kabul edecek kadar, ussal ve siyasal bakımdan en çok gelişmiş ve sayıca güçlülüğü ve ülkenin büyük siyasal merkezlerinde yoğunlaşmış olması dolayısıyla en önemli olan sanayi proletaryası üzerinde yoğunlaştırmalıdır. Bunun için kentlerde sağlam bir devrimci örgütün oluşturulması sosyal-demokrasinin ilk ve en ivedi görevidir, şu anda bu görevden başka yöne kaymak en büyük düşüncesizlik sayılır.” (İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, s. 158)

Gelişmesinin başlangıç döneminde, Z. Ekrem’in deyimiyle “kuruluş yıllarında”, marksist hareketin önündeki ilk ve en acil görev, proletaryanın siyasal sınıf bağımsızlığını sağlamak, aynı anlama gelmek üzere sosyalist bir işçi hareketi geliştirmektir. Bu görevin gereği olarak, değil diğer halk sınıf ve tabakaları, proletaryanın geri katmanları bile ihmal edilebilir ve edilmelidir de. Zira, sosyalist bir işçi hareketi yaratmanın en kolay, en etkili, en başarılı ve bilimsel bakımdan da en doğru yolu, proletaryanın ileri kesimi olan modern sanayi proletaryasına yönelmek, siyasal faaliyeti ve parti örgütlenmesi için onu temel almaktır. Modern sosyalist düşünceye ve onun ürünü leninist parti örgütlenmesine en yatkın kesim, proletaryanın bu en gelişmiş ve oturmuş kesimidir. Kaldı ki, bu, proletaryanın daha geri konumdaki diğer katmanlarını (hizmet işçileri, küçük atelye ve tarım işçileri vb.) ve diğer emekçi tabakaları etkileyip sürüklemenin de isabetli ve etkili tek yoludur.(Reformist bir politikanın denetiminde olduğu halde esas örgütlenmesi sanayi işçileri içinde olan DİSK gibi bir sendikal örgütün, tabanın baskısıyla zaman zaman yapmak zorunda kaldığı siyasal çıkışlarında, içinde TDKP de olmak üzere bir çok siyasal hareketi ve küçük-burjuvazinin değişik katmanlarını ardından sürüklemesi bu açıdan çok öğretici değil midir?)

“Kentli fabrika işçileri arasında yapılması gereken çok işi bulunduğu sürece, el zanaatçılarına ve tarım işçilerine ajitatörler(98)yollamak amaca aykırı düşer... Rus sosyal-demokrasisini, dar kafalı davrandığı ve fabrika işçileri yüzünden emekçi halk topluluğunu ihmal etmek istemeye eğilimli olma yolunda suçlayanlar ağır bir hata işlemektedirler. Tersine, proletaryanın ileri katmanları arasında ajitasyon (hareketin yaygınlaşması ölçüsünde) tüm Rus proletaryasını da sarsmak için en güvenli ve tek yoldur. Sosyalizmin ve sınıf savaşımı düşüncesinin kentli işçiler arasında yayılması, bu düşüncelerin daha küçük ve daha dallı budaklı kanallara da gitmesi sonucuna zorunlu olarak götürecektir. Bu amaçla, bu düşüncelerin daha iyi hazırlanmış bir toprakta daha derin kökler salması ve Rus işçi hareketiyle Rus devriminin öncülerine tam ve eksiksiz olarak işlemesi gereklidir.” (age., s.160-161)

Bir zamanlar, Rus marksistleri bütün çalışmalarını ve çabalarını fabrika işçilerine yönelttikleri için, “dar kafalı davranmak ve fabrika işçileri yüzünden emekçi halk topluluğunu ihmal etmek istemeye eğilimli olmak’la suçlanmışlardı. Şimdilerde ise popülist teorisyenlerimizden öteki, TDKP’nin küçük-burjuva parti anlayışını ve uygulamasını eleştirdiğimiz, parti inşası sürecinin işçi hareketinin sosyalist siyasal gelişimi sorunundan ayrı düşünülemeyeceğini söylediğimiz ve leninist bir sınıf partisi yaratmanın en can alıcı sorun olduğu bugün tüm dikkatlerin işçi sınıfına yöneltilmesini istediğimiz için, bizi ekonomizmle suçluyor. Lenin’i popülist günahlarına alet ederek bunu yapmaya çalışan teorisyenimiz, aslında böyle yapmakla ekonomizmi ve Lenin’in ekonomistlere yönelik eleştirisini anlayamadığını ortaya koyuyor yalnızca.

Lenin’in ekonomistlerle tartışmasının konumuzla ilintili iki ana unsuru var. 1) İşçi sınıfının dikkatini kendi dar sorunlarıyla sınırlamamak, toplumun bütün sınıflarına ve sorunlarına yöneltmek. 2) “Halkın bütün katları arasında propaganda ve ajitasyon” yapmak. Bu iki sorun birbiriyle ilintili olmakla birlikte, esasta çok farklı sorunlardır. Birincisi, işçi sınıfının toplumun öncü devrimci sınıfı olarak eğitilip hazırlanması anlamında, bütünüyle teorik-siyasal bir sorundur. Ve her zaman için geçerli ve doğrudur. İkincisi ise, marksist hareketin gelişimi ve işçi hareketi içinde mevzilenişiyle doğrudan ilişkili pratik-siyasal bir sorundur.(99)

Popülist teorisyenlerimiz bu farkı anlamıyorlar, ya da anlamak istemiyorlar. Tıpkı, marksist hareketin başlangıçta tüm dikkatini işçi hareketine vermesi şeklindeki doğru leninist anlayış ile, işçi hareketinin dikkatini yalnızca işçilerin dar sorunları ve çıkarlarıyla sınırlama şeklindeki yanlış ekonomist anlayışın tümüyle farklı şeyler olduğunu anlayamamaları gibi.

Gelişen marksist hareket tüm dikkatini işçi sınıfına verir; ama bu tam da, kendiliğinden bir sınıf konumundayken dikkati yalnızca kendiyle sınırlı bir sınıf olan işçi sınıfının dikkatini tüm topluma, toplumun tüm sorunlarına ve sınıflarına çekmek içindir. İşçi hareketinin siyasal gelişimini sağlamak, onu sosyalist bir işçi hareketi düzeyine çıkarmak görevi başka neyi ifade eder ki? Bu bilinçte olan marksist hareketin pratik çalışması yalnızca fabrika işçileriyle sınırlı olsa bile, teorik-siyasal çalışması tüm toplumu kucaklar. Bu çalışmanın sonuçlarını işçi sınıfına taşımak, işçi sınıfına sosyalist bilinç taşımanın ta kendisidir. Lenin, bu sorunu, marksistlerin tüm pratik-siyasal çalışmalarını fabrika işçileri arasında yoğunlaştırmaları gerektiği sorunuyla bir arada, aynı makalede işler. (Rus Sosyal- Demokratlarının Görevleri)

Lenin, birinci sorunu şöyle ifade ediyor: “Eğer işçiler, hangi sınıfları etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse, ve işçiler bunlara karşı, başka herhangi bir açıdan değil de, sosyal-demokrat açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinci, gerçek bir siyasal bilinç olamaz... Kim işçi sınıfının dikkatini, gözlemini ve bilincini tamamiyle ya da hatta esas olarak işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırıyorsa, böylesi, sosyal-demokrat değildir...” (Ne Yapmalı?, Sol Yayınları, s.89, vurgular orijinalinde)

Bu bilince sahip olunduğu içindir ki, Türkiye işçi sınıfının leninist sınıf partisini yaratmayı dönemin acil görevi olarak tespit eden Gündem Önerisi, şunları söylüyor: “Yeni dönemdeki yönelişimiz işçi sınıfınadır... Fakat bu, toplumun tüm kesimlerindeki gelişmeleri izleyip inceleme siyasal açıdan değerlendirme ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Aksine, işçi sınıfının politik eğitimi bunu zorunlu kılar.” (Belgeler-2, s.26)(100)

¡kinci soruna, komünistlerin diğer toplum katmanları içinde çalışma sorununa, marksist hareketin gelişim döneminde Lenin’in nasıl baktığını daha önce göstermiştik. Aynı soruna 1902’de, Rus marksist hareketinin işçi sınıfı içinde etkin bir güç haline geldiği ve Rusya’da genel bir yükselişin yaşandığı bir dönemde nasıl baktığına geçmeden önce, 1900 yılı arifesinde sorunun nasıl ele alındığını da görelim. Rus Sosyal-Demokratlarının Bir Protestosu’ndan aktırıyoruz: “Bugünkü bütün güçlerini fabrika ve maden işçileri arasındaki eyleme yoğunlaştırırken sosyal-deınokratlar, hareketin yayılmasıyla, ev işçileri, zanaatkarlar, tarım emekçileri ve açlık ve sefalet içindeki milyonlarca köylünün, örgütlenmekte oldukları emekçi yığınlarının saflarına çekilmesi gerektiğini unutmamalıdırlar.” (Marks-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, s.130-131) Ve şimdi de 1902 dönemi, Rus marksistlerinin işçi hareketi içinde bir hayli mesafe aldıkları dönem: “Bütün toplumsal sınıflar arasında propaganda ajitasyonumuzu yürütebilmek için yeteri kadar gücümüz var mı? Elbette var. Sık sık bunu yadsımaya eğilim gösteren bizim ekonomistlerimiz, hareketimizin (aşağı yukarı) 1894'ten 1901’e kadar gösterdiği devasa ilerlemeyi gözden kaçırıyorlar. Gerçek ‘kuyrukçular’ gibi, onlar da hareketimizin çoktan tarihe karışmış olan başlangıçtaki aşamalarından sürdürüyorlar. İlk dönemde, gerçekten çok az gücümüz vardı, ve o sıra kendimizi yalnız işçiler arasındaki eyleme adamamız ve bu yoldan sapmalara karşı çıkmamız çok doğal ve yerindeydi. O sıra bütün görevimiz işçi sınıfı içinde durumumuzu pekiştirmekti. Ama şimdi harekete dev gibi güçler kazanılmış bulunmaktadır.” (Ne Yapmalı?, s.109, vurgular bizim)

Ekonomizm üzerine bilir bilmez konuşan TDKP’nin popülist teorisyenleri ekonomizmin somut göstergelerini görmek istiyorlarsa eğer, işçi hareketini yalnızca “işçi sınıfı içindeki sendikal faaliyetimiz” açısından inceleyen Kongre Belgeleri’nin ilgili bölümüne (s 122-141) baksınlar. Ya da örneğin, işçi sınıfına hitap eden her yazısında yalnızca sendikal demokratik haklardan söz eden, böylece işçi sınıfının dikkatini yalnızca kendi dar sorunları üzerinde tutan Devrimin Sesi gazetesine baksınlar.(101)

Biz yeniden Z. Ekrem’in genellemesinin ikinci cümlesine dönüyoruz: “Genellikle kuruluş yıllarında... proleter kökenli unsurlar üyelerin azınlığını oluşturur.” Şu ana kadar yapılan açıklamalarla, bu iddianın leninist anlayış ve uygulamayı değil, fakat popülist anlayış ve uygulamayı ifade ettiğini göstermiş bulunuyoruz. Kuruluş yıllarında, bütün dikkatini fabrika çalışmasına yönelten ve “işçi sınıfı içinde durumunu pekiştirme”yi temel görev kabul eden bir partinin üyelerinin çoğunluğunun işçi kökenli olması değil midir asıl normal olan? Oysa bizde gelişim çok başka türlü olmuştur. 1978 Ekim Konferansı’na kadar hareket güçlerini işçi sınıfına değil fakat küçük-burjuvazinin değişik kesim ve katmanlarına yöneltmiştir. Marksizm’e büyük bir eğilim duyan devrimci gençlik hareketi içinden devşirilen güçler, işçi sınıfına değil, fakat kent ve kır küçük-burjuvazisine, fabrikalara değil okullara, semtlere, taşra kentlerine ve köylerine yöneltilmiştir. 1978 Ekim Konferansı’ndan sonra güya işçi sınıfı esas alınmış, ne var ki, Eylül 1980 tarihli MK-Yürütme Komitesi Raporu’nda da belirtildiği gibi, ciddi bir adım atılamamış, “"işçi sınıfına önem vermek’, ‘fabrikaları kaleler haline getirmek’ kağıt üzerinde kalmış, iyi istekler” olmaktan öteye gidememiştir.

Böyle bir partide proleter kökenlilerin küçük bir azınlığı, küçük-buriuva kökenlilerin ise ezici bir çoğunluğu oluşturmalarında şaşılacak birşey yoktur. Fakat bu küçük-burjuva pratiği genelleştirmek ve genelinde kuruluş yıllarında işçi sınıfı siyasi partilerinde böyle olur demek, popülist anlayışı ve uygulamayı savunup mazur göstermek olur yalnızca. Teorisyen Z. Ekrem bunu yapıyor. Bunu yapmakla da ileriye baktığını sanıyor. Tıpkı çözülmemiş sorunları çözülmüş, yaşanmamış süreçleri yaşanmış saymakla ileriye baktığını sandığı gibi. Ve tabii, bu durumda, popülist anlayışı ve pratiği eleştirmek de inkarcılık ve hareketi geriye çekmek oluyor onun nazarında.

Buraya kadar olan incelememiz, Z. Ekrem’in bu konuyla ilgili diğer görüş ve iddialarını ele almayı gereksiz kılıyor aslında. Fakat biz okuyucuya onun belli başlı tüm görüş ve iddialarını teker teker cevaplama sözü vermiş bulunduğumuz için, aynı konuyla(102)ilgili diğer görüş ve iddialarını da kısaca da olsa incelemeyi sürdürüyoruz:

“İşçi sınıfının marksist-leninist partileri kurulduğunda, onların saflarında proleter kökenli unsurların oranı ve sınıf içindeki etkinlik düzeyi kapitalizmin ve sınıf hareketinin gelişme düzeyi, komünist bir mirasın olup olmaması, ekonomik toplumsal-siyasal koşullar vb. gibi bir çok etkene bağlı olarak değişir.” (Broşür, s.21)

Bu görüş, TDKP’nin popülist bir anlayışın ürünü pratiğini mazur göstermek için ileri sürülüyor. Bu görüşü inceleyelim.

SBKP(B) Tarihi şöyle yazıyor: “Rusya’da kapitalizmin gelişmesi serfliğin kaldırılmasından sonra bir hayli hızlanmasına rağmen, gene de, Rusya’nın iktisadi gelişmesi diğer kapitalist ülkelerin epey gerisinde kalıyordu. Nüfusun büyük kesimi hala tarım kesiminde çalışmaktaydı. Lenin, Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi adlı ünlü eserinde, 1897 nüfus sayımına göre toplam nüfusun altıda beşinin tarım kesiminde ve sadece altıda birinin büyük ve küçük çaplı sanayide, ticarette, demir yollarında, su yollarında, inşaatlarda, kerestecilikte, vb. çalıştığını gösteren önemli rakamlar veriyordu.” “Bütün bunlar, kapitalizmin gelişmekte olmasına rağmen, Rusya’nın hala iktisaden geri kalmış bir tarım ülkesi, bir küçük-burjuva ülkesi olduğunu, yani küçük mülkiyete dayanan, üretkenliği düşük ferdi köylü çiftliğinin hala hakim olduğunu göstermekteydi.” (s.22) 1890’larda, Rus marksistlerinin komünist bir mirastan yoksun oldukları da biliniyor. Gerçi önlerinde Emeğin Kurtuluşu grubunun yarattığı bir teorik birikim vardı. Ama ne şanlı Ekim Devrimi’yle sonuçlanmış Bolşevizm deneyine, ne dünya işçi hareketinin 20. yüzyıl deneylerine, ve ne de emperyalizm ve proleter devrimleri çağının marksist yorumu olan Leninizm teorisine sahiptiler henüz.

İşte böyle bir ülkede ve böylesi tarihi koşullarda, Rus proletaryasının komünist sınıf partisini örgütlemek için yola çıkan Rus marksistleri, başlangıçta bütün dikkatlerini işçi sınıfına verdiler. Onun bağrında mevzilenmeye, onun sosyalist sınıf hareketini yaratmaya çalıştılar. Zira onlar, işçi sınıfının tarihsel rolü konusunda berrak bir fikre, tam bir proleter sınıf bakış açısına sahiptiler.

Z. Ekrem, 1975 Türkiye’sinin kapitalist gelişme düzeyinin,(103)1895 Rusya’sının kapitalist gelişme düzeyinden çok çok ileri olduğundan kuşku duymuyordur herhalde. Aynı şekilde, Türkiye işçi sınıfının her açıdan daha çok gelişmiş olduğundan da... İşçi hareketini somut olarak kıyaslamıyoruz ama; 1975-80 döneminde, Türkiye’de, gelişip yayılan, etkisi tüm toplumda hissedilen dikkate değer bir işçi hareketi olduğu da her tür kuşkunun üzerindedir. İşte böyle bir toplumda, Türkiye proletaryasının komünist sınıf partisini örgütlemek üzere yola çıkanlar, 1978 Ekim’ine kadar işçi sınıfını esas bile almadılar. Zira marksist proleter değil, devrimci popülist bir bakış açısına sahiptiler. Proletaryanın tarihsel rolü konusunda açık ve kesin bir kavrayıştan yoksundular.

Z. Ekrem, feodal kalıntıları neden abarttığımız, Türkiye’nin kapitalist gelişme düzeyini, buna bağlı olarak işçi sınıfının gelişmişlik düzeyini neden küçümsediğimiz, küçük-burjuva demokratik hareketin havasına kendimizi kaptırarak işçi sınıfı hareketine neden ilgisiz kaldığımız vb. üzerine hiç düşünmüş müdür acaba? Bu durumun, devim ve parti kavrayışımızda kendini nasıl ifade ettiğini hiç irdelemiş midir? Eğer bunları yapmış olsaydı, bunu yapabilecek teorik kavrayışa sahip olabilseydi, kolaylıkla görecekti ki, ortada aynı popülist anlayışın her konuda kendini ifade edişinden oluşan “bütünlüklü bir çizgi” var. Bunu eleştirip aşmadan; devrimci popülist kavrayıştan, aynı anlama gelmek üzere, küçük-burjuva devrimci- demokrasisinden köklü bir kopuş yaşamadan, Türkiye işçi sınıfının sosyalist siyasal hareketi ve örgütlenmesi yaratılamaz. Z. Ekrem’in anlayamadığı budur. Bunu anlayamadığı için de ileriye baktığını sanırken, gerçekte geride ayak sürüyor. Sağından solundan eleştirip düzeltmelerle ilerlenebileceğini sanıyor.

Z. Ekrem, TDKP’nin popülist pratiğini aklayıp mazur göstermek için bin dereden su taşıyor. Birer sayfa arayla birbirine bütün bütüne zıt kanıtlar gösterip teorisyen kişiliğini gülünç duruma düşürüyor. TDKP pratiğini savunmak için ileri sürdüğü “kapitalizmin ve sınıf hareketinin gelişme düzeyi” etkenini, bir sayfa önce yine bir kanıt olarak ileri sürdüğü AEP örneği sırasında nedense unutuyor. Kurtuluştan önce, Arnavutluk’taki kapitalist gelişme düzeyi neydi ki? AEP Tarihi, Arnavutluk’ta modern sanayi kuruluşları(104)bulunmadığını, birkaç küçük maden işletmesi dışında, esas olarak manifaktür düzeyinde işletmeler olduğunu yazıyor. İşçi sınıfının çok cılız olduğu bu ülkede, parti saflarında işçi kökenli unsurların azlığı, bu partinin kavrayış sakatlığından değil, nesnel etkenlerden kaynaklanıyordu. (Bundan dolayıdır ki, başlangıçta “Komünist Partisi” olan ismi, “Emek Partisi” olarak değiştiriliyor. Ülkenin çok özgül olan nesnel koşullarına daha uygun düşer diye ve bizzat Stalin’in önerisiyle) böyle bir örneği bizim popülist pratiğimizi mazur göstermeye kanıt olarak kullanan Z. Ekrem, bunu yapmakla AEP’i de haksız bir durumla karşı karşıya bıraktığının farkında bile olmuyor.

Komintern partileri ömeği de çok isabetsiz. Z. Ekrem’in “Komintern üyesi bir çok parti” sözüyle somut olarak hangilerini kastettiğini bilmiyoruz. Asya ve Latin Amerika partilerini kastediyorsa, büyük çoğunluğu 1920’lerde, yani bu ülkelerde kapitalist gelişmenin çok geri olduğu Koşullarda kurulmuş bu partilerle, 1975 Türkiye'sindeki partileşmeyi kıyaslamak olanaklı değil. Zira bu, 1975 Türkiye'siyle 1920 Türkiye’sini kıyaslamak gibi bir şey olur. Ayrıca da, popülist oldukları tarihi tecrübeyle ortaya çıkmış ÇKP ve benzeri partiler dışında kalan ve daha çok Latin Amerika’da bulunan diğer geri ülke partilerinin, Z. Ekrem’in iddia ettiği gibi olup olmadıklarını da somut olarak bilmiyoruz. Özellikle Meksika (kuruluşu 1919), Arjantin (1918), Brezilya (1922), Şili (1922) vb. partiler için doğru olduğunu da doğrusu pek sanmıyoruz.

Komintern üyesi Avrupa ülkelerine gelince, bunların kuruluş yıllarında bize benzedikleri iddiası, ancak teorisyen Z. Ekrem’in ölçüsüz ve dayanaksız bir uydurması olabilir. Bu partiler kuruluş yıllarında bize benziyor olamazdı, zira bu partilerin hemen tümü II. Enternasyonal partilerinden kopmalarla oluştu. II. Enternasyonal partilerinin merkez yöneticileri oportünistti ama, kendileri işçi sınıfı tabanına dayalı idiler. Bu sadece gelişmiş batı Avrupa ülkeleri partileri için değil, Macaristan, Çekoslovakya, Polonya ve Bulgaristan gibi Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri için de geçerliydi. Büyük çoğunluğu II.Entemasyonal partilerinden kopmalarla oluşan Komintern üyesi yeni partiler, işçi sınıfının en diri, en militan, en devrimci(105) kesimine dayanıyorlardı. Bir çoğu daha kurulduğu anda işçi sınıfı içinde büyük bir güce sahipti. Spartakistler Almanya Komünist Partisi’ni 1919 Ocak’ında kurdular ve aynı ay Spartakist ayaklanmasını gerçekleştirdiler. Macaristan Komünist Partisi, 1918 Kasım sonunda kuruldu, 1919 Mart’ında Macar ayaklanmasını yönetti, kısa ömürlü Macaristan Sovyet Cumhuriyeti’ni ilan etti. Bulgaristan Komünist Partisi, başta Sofya olmak üzere işçi sınıfı içinde öylesine güçlüydü ki, parlamentoda grubu vardı ve 1923 Eylül’ünde, faşist darbeden yalnızca dört ay sonra, köylülüğe dayalı Çiftçi Birliği ile birlikte silahlı ayaklanma yönetti.

Belge Yayınları’nın çıkardığı, III. Enternasyonal-Belgeler isimli derlemede, Komintern üyesi bazı partilerin, reorganizasyon sonrası durumları ile ilgili bilgiler var. Reorganizasyon, II. Enternasyonal döneminin bir kalıntısı olan ve reformist-parlamentarist mücadele anlayışına denk düşen semt esasına (yerellik ilkesi) dayalı örgütlenmeden, fabrika esasına dayalı örgütlenmeye geçişi ifade ediyor. Yani leninist-bolşevik esaslara dayalı yeniden örgütlenmeyi... Komintern Yürütme Kurulu/Örgütlenme Bürosu’nun 1926 tarihli raporunda yer alan ve 1925 yılına ait olan rakamlardan bazıları şöyle: 1920 yılında kurulan Fransız Komünist Partisi’nin, Mart 1925’te 75 bin üyesi vardı ve bunların % 80’i işçiydi. Yalnızca Paris bölgesinde 300 işyeri hücresi vardı. Kuruluş Kongresi’ni 1921’de toplayan Çekoslovakya Komünist Partisi’nin, 1925’te 1301 işyeri hücresi vardı. Yalnızca Prag çevresinde 181 işyeri hücresi vardı. 1921’de kurulan İsviçre Komünist Partisi’nin 1925’te 4000 üyesi ve yalnızca Basel çevresinde 29 işyeri hücresi vardı. O tarihlerde geri bir ülke olan Romanya’da, 1921 yılında kurulan Komünist Partisi’nin, 1925’te 1500 üyesi ve reorganizasyonun henüz tamamlanmadığı bu tarihte 150 işyeri hücresi vardı. Bu listeyi daha fazla uzatmanın bir gereği yok (Almanya, Macaristan, Bulgaristan vb. partilerden daha önce söz edilmişti). Anlatmak istediğimiz, Komintern partilerinin kuruluş yıllarının bizimle kıyaslanamayacağıdır. Yalnızca yukarıda verilen rakamlarla TDKP gerçeği arasındaki uçurumdan değil bu; asıl önemlisi, bu partilerin kuruluşunun öznel ve nesnel koşullarındaki temel farklılıklardır. Unut(106)mamak gerekir ki, bu partiler, 1917 Ekim Sosyalist Devrimi’nin ardından, onun itilimiyle ve onun coşkusu içinde kuruldular. Dört yıllık emperyalist savaşın perişan ettiği Avrupa işçi sınıfının gözleri Ekim Devrimi üzerindeydi. Dolayısıyla yeni kurulmuş komünist partilere işçi sınıfının hızlı akışı anlaşılır bir şeydir. Bizim buradaki amacımız yalnızca Z. Ekrem’in dayanaksız kıyaslamasını sergilemektir.

Bugünkü “kardeş partiler”e gelince, bu partilerin tümünü yakından tanımıyoruz. Oluşum biçimlerini, bu ülkelerdeki işçi hareketini, bu partilerin bu işçi hareketi karşısındaki tutumlarını iyi bilmiyoruz. Bildiğimiz, daha doğrusu tahmin ettiğimiz, çağdaş küçük-burjuva popülizminin, onun ince bir biçimi olan Maoculuğun 1970’ler boyunca bu partileri de etkisi altında tuttuğu, proleter sınıf tutumunu ve proleter devrim ufkunu kararttığı gerçeğidir. Bu, hangi partide ne ölçüde tahribat yarattı, ya da hangisinin oluşumunu başından sakatladı, daha da önemlisi bu partilerden hangisi "bütünlüklü çizgimiz” aşkıyla Maoculuğun köklü eleştirisini gerçekleştiremedi vb., vb., bunları bilmiyoruz. Bildiklerimiz arasında, örneğin İspanya partisinin İspanya gibi gelişmiş bir ülkede hala demokratik anti-emperyalist bir devrim programını savunduğu gerçeği var. Bu partilerden, şu veya bu kadarı oluşum ve gelişim süreçlerini, TDKP, gibi küçük-burjuva demokratik harekete dayalı olarak yaşamışlarsa eğer, bu hiç de TDKP’yi aklamaz. Ünlü kuraldır; kötü örnek, örnek olmaz! Örneğimiz ve kılavuzumuz Leninizm teorisi ve bolşevizm deneyidir. Bunun ise TDKP’nin anlayış ve pratiğinden büsbütün başka bir şey olduğunu görmüş bulunuyoruz.

Z. Ekrem’in sorumluluğunu doğrudan taşıdığı, belki de bizzat kaleme aldığı 1980 tarihli raporda şunlar yazılı: “Birçok ülkeden farklı olarak ülkemizde komünistlerin önemli bir gücü ve etkinliği vardır. Partimizin pratik içinde doğruluğu sınanmış bir çizgisi, aktif ve militan kadro ve taraftarları, harekete geçirebildiği geniş bir kitle vardır. Ne yapılması gerektiğini bilen fakat bunları hayata geçirmesi mümkün olmayan etkisi sınırlı küçük bir parti durumunda değildir.” (Dünyada Durum ve Ülkemize Yansımaları, s.3-4)

Küçük-burjuva harekete dayalı olmanın gücüyle böbürlenirken,(107)kendimizi diğer kardeş partilerden özenle ve ayrı bir yere koyuyorduk. İşçi hareketinden kopukluğumuzun izahına gelince nedense alçak gönüllülüğümüz tutuyor. Bunu bile “onlar bizden de geriydi” şeklinde yapıyoruz. (Z. Ekrem bunu somut olarak biliyor mu ki?)

Ne Leninizm teorisi, ne 1903 sonrasında Bolşevizm olarak yaşanmış Rus tarihsel deneyi, ne Komintern partileri örneği ve hatta ne de yeni kardeş partiler, Z. Ekrem’in umutsuzca savunduğu popülist anlayış ve uygulamayla, küçük-burjuva demokratik hareketin bağrında sözde işçi sınıfının komünist partisini yaratmayla bağdaşmıyor, bağdaşamaz.

“Küçük-burjuvazinin bağrında komünist partisi inşa etmeye kalkmak, kesinlikle bir tesadüf, ya da basit bir yanılgı değildir. Bu, Marksizm-Leninizm’in özü demek olan proletaryanın tarihsel rolünü kavrayamamaktır. Ufku devrimci demokrasiyle sınırlı küçük-burjuva sosyalizminin, diğer bir deyişle, popülist devrim görüşünün ürünü küçük-burjuva bir parti anlayışıdır. Felsefi-teorik dayanakları vardır. Bilimsel sosyalizmi maddi sınıf temeli olan proletaryadan koparmak, ‘işçi sınıfının ideolojik önderliği’ kavrayışını aşamamış olmayı da kapsamak üzere, felsefi idealizmden kaynaklanmaktadır.” (Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış ve Platform Taslağı, Eksen Yayıncılık, s.48)(108)

****************************************



Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə