H firat küçük-Burjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi


BEŞ TDKP’NİN TAKTİK SORUNUNA İLİŞKİN KAVRAYIŞI VE BAZI TAKTİK SORUNLAR



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə6/10
tarix06.02.2018
ölçüsü0,87 Mb.
#26154
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

BEŞ

TDKP’NİN TAKTİK SORUNUNA İLİŞKİN KAVRAYIŞI VE BAZI TAKTİK SORUNLAR

Z. Ekrem, 68 sayfalık küçük boy broşürünün neredeyse yarısını taktikler sorununa ya da bununla ilişkili sorunlara ayırmış. “H. Fırat yoldaş, partimizin taktiklerini, siyasal ve örgütsel pratiğini, onun ‘asil (Aşil!) topuğu’ sanıyor” yanılgısından olmalı bu. Biz yargımızı daha önce belirttik; TDKP’ye “Aşil topuğu”, aranacaksa, bu onun popülizmle Marksizmin eklektik bir ifadesi olan teorik çizgisidir. Ne var ki, biz bu “Aşil topuğu” benzetmesine katılmıyoruz. Zira topuğu Aşil’in biricik zayıf yanı idi. Oysa TDKP yalnızca teorik çizgisiyle değil, taktik çizgisiyle de içler acısı bir durumdadır. Z. Ekrem’in savunma çabası, yalnızca bu durumun daha kolay görülüp anlaşılmasına hizmet ediyor.



A- BİR KERE DAHA YANLIŞ KIYASLAMALAR

Z.Ekrem, TDKP’nin küçük-burjuva siyasal ve örgütsel konumunu aklamak ya da mazur göstermek için sık sık yersiz ve daya(128)nakşız kıyaslamalar yapıyor, isabetsiz paralellikler kuruyor. Daha önce bunu TDKP’nin sınıf bileşimi ve sınıf zemini vesilesiyle yapmıştı. Şimdi ise aynı şeyi TDKP’nin 12 Eylül sonrası evrimi için yapıyor. Bu bir tür oportünist yöntemdir. Böyle bir yöntemle diğer ülkeler proletaryasının tarihsel deneylerine “dayanılmış” olmaz; yalnızca onlara “yaslanılmış” olur. Z. Ekrem, bir teorisyen olarak, ancak nesnel ve öznel açıdan benzer olan koşulların ve kuruluşların kıyaslanabileceğini artık öğrenmelidir. Biliyor da görmezlikten geliyorsa eğer, bu durumda okuyucuların bilgi ve kavrayış düzeylerini küçümsemekten vazgeçmelidir. Zira bu yalnızca kendisinin küçümsenmesi sonucunu yaratır.

Z. Ekrem’i dinliyoruz: “Partimizin ağır darbeler yemesinden ve bugün bilinen bunalımın içine girmesinden hareketle mi, taktiklerimizin, siyasal ve örgütsel pratiğimizin başarısız olduğu ileri sürülüyor? H. Fırat yoldaşın hareket noktalarından birinin bu olduğu kesin... Bu yaklaşıma sahip olan yoldaşlar, sanıyor ki bir parti, marksist-leninist bir teorik temele, siyasal-ideolojik-örgütsel çizgiye sahip olur ve doğru taktikler izlerse ağır darbeler yemez ve bunalıma düşmez.” (s.27-28)

Biz böyle sanmıyoruz ama, bizi böyle sanıyor göstermek teorisyenimizin işine geliyor. Zira bu ona, bazı genel doğruları sıralamanın yanısıra, Bolşevik Partisi ve Almanya Komünist Partisi’yle dayanaksız kıyaslamalar yapma fırsatı yaratıyor. Böylece TDKP’nin yaşadığı kolay yıkım ve dağılmanın gerçek nedenleri karartılmış oluyor, ya da daha doğrusu, öyle sanılıyor. Söylenmemiş şeyleri söyletme ve bunun üstüne eleştiri oturtma, TDKP teorisyenlerinin eski bir yöntemidir.

Z. Ekrem devam ediyor: “Bir parti, marksist-leninist bir teorik temele, marksist-leninist siyasi-ideolojik-örgütsel çizgiye sahip olmasına, doğru taktikler izlemesine ve önemli hatalar yapmamasına karşın, ağır darbeler yiyebilir, ağır bir bunalımla karşı karşıya kalabilir.” (s.28) Elbette! Tek başına darbe yemiş olma ya da bir dönem bunalımla karşı karşıya kalma faktörü, bir partiyi marksist-leninist olmaktan çıkarmaz Her partinin karşı karşıya kaldığı sorunlar, bu partinin içinde yer aldığı nesnel ve kendi öznel koşul(129)larıyla değerlendirmelidir. Yalnızca darbe yemiş olmak bir partinin marksist-leninist olmadığının yeterli kanıtı olamayacağı gibi, yalnızca darbe yememiş olmak ve bir bunalım yaşamamış olmak da bir partinin marksist-leninist olduğunun yeterli kanıtı olamaz. Sorunun bu son ifade edilişi, TDKP teorisyeninin bize mal ettiği düz ve kaba mantığın yanlışlığını göstermek açısından ilkine göre daha çarpıcıdır. ÇKP, genel olarak bakıldığında, siyasal ve örgütsel pratiği açısından başarılı bir partiydi. Fakat tarihsel tecrübe, onun marksist-leninist bir parti olmadığını gösterdi. Sandinist hareketi, bir öncü savaşı olarak başlatıldı; kırları ve sürekli silahlı mücadeleyi temel aldı. Nikaragua Devrimi, Sandinist hareketi önderliğinde başarıya ulaştı. Fakat bu, Sandinist hareketinin marksist-leninist olmadığını olduğu kadar, Nikaragua devriminin de kesintisiz olarak sosyalizme varacak bir devrim olmadığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Filipinler Komünist Partisi, Marcos’un keyfi diktatörlüğü döneminde başarılı bir mücadele yürüttü, hızla gelişip güçlendi. Bugün bütün dünya bu partiyi tartışıyor. Ne var ki, kendi iddiasına göre, bu parti “Mao Zedung Düşüncesi”ne dayanıyor.

Örnekleri uzatmak gereksiz. Devrimci bir partinin başarısı ya da başarısızlığı, ideolojik ve sınıfsal temelden koparılarak ele alınamaz. Proleter sınıf bakış açısı yitirildi mi, kör bir kargaşa doğar. Teorisyenimiz bu bakış açısından yoksun olduğu içindir ki, tam bir kargaşayı yaşıyor. Leninist taktik kavramını ele alırken ve çeşitli taktik sorunları tartışırken bunun örneklerini fazlasıyla göreceğiz.

Z. Ekrem sürdürüyor: “Yenen darbelerin, verilen kayıpların boyutlarına göre partimizin taktiklerinin, teorisinin ve pratiğinin doğru ya da yanlış, başarılı ya da başarısız veya kısmen başarılı olduğu saptanamaz.” (s.30) Yenen darbenin boyutlarından gidilerek teori ya da taktikler hakkında bir hükme varıldığı yalnızca teorisyenimizin bir yakıştırması. Eleştirdiği iki yazıdan tek kelimelik bir kanıt bile gösteremez buna. Yazılarda siyasal taktiklerin yanlışlığı, yenilen darbenin boyutlarından bağımsız bir yargı olarak belirtiliyor. TDKP’nin teorisi hakkında ise, birinci bölümde bütün açıklığıyla gösterildiği gibi, gerçekte bir yargı belirtilmiyor, yalnızca bu teorik(130)temelin tartışılması talep ediliyor. İlgili yazılar eleştirinin odağına yenilen darbenin örgütsel boyutlarını değil, proleter sınıf hareketinin uzağında, küçük-burjuva demokratik hareketin bağrında oluşup gelişmiş olmayı koymaktadırlar. TDKP’nin siyasal sınıf pratiği de herşeyden önce bu açıdan mahkum ediliyor. “Proleter sınıf hareketinin dışında, küçük-burjuva katmanlar arasında siyasal ve örgütsel faaliyete girişerek, sözde komünist sınıf partisinin teorik, taktik ve örgütsel sorunlarını çözme garabeti, TDKP’nin acı gerçeğidir” (Gündem Önerisi) yargısı, bunu yeterli açıklıkta göstermiyor mu?

Gündem Önerisi ve Ciddiyet Bunalımı yazıları, yenilen darbeden ve verilen kayıplardan hareketle teorik ve taktik çizgi hakkında bir hükme varmıyor. Ne var ki bu, TDKP’nin yaşadığı hızlı ve kolay çöküşün ideolojik ve sınıfsal nedenlerini ortadan kaldırmıyor. 1905 yenilgisi ve AKP’yi bize örnek veren TDKP teorisyeni, savaşarak yenilmek ile diz çökerek, boyun eğerek, kaçışarak yenilmek arasındaki nitelik farkını burada niye unutuyor ki? Oysa 30 Aralık (1986) yazısında hatırlıyordu; “devrim savaşmadan yenildi, savaşmadan yenilme, yenilginin sonuçlarını daha da tahrip edici kıldı”, diyordu. Demek ki gericilik kişiye bildiklerini unutturabiliyor. TDKP teorisyeni aynı yazısında, “parti oluşum sürecinin başlamasından bu yana ilk ciddi sınavla 12 Eylül darbesinden sonra karşı karşıya kaldı. Yönetimi, örgütleri, kadroları ve faaliyetiyle parti bir bütün olarak iyi bir sınav veremedi”, diyordu. Oysa Lenin, 1905 yenilgisinin ardından çok başka şeyler söylüyordu. Devrimin tüm seyrinin Bolşevik Partisi’nin teorik ve taktik çizgisini bütünüyle doğruladığını, parti örgütlerinin ve Bolşevik militanların kendilerine düşenin azamisini yaptıklarını, ama buna rağmen yenildiklerini belirtiyordu. Böyle verilmiş kayıplar ile, örneğin TDKP-MK’nın her şeyi düşman çizmesinin altına sermesiyle verilmiş kayıplar arasında zımni paralellikler kurmak, Z. Ekrem’i vicdanen rahatsız etmiyor mu?

Almanya Komünist Partisi Hitler faşizmi döneminde yenildi ve dağıldı. Ama AKP, bütün hata ve zaaflarına rağmen, Alman proletaryasının gerçek öncüsüydü. Onun bağrından çıkmıştı. Bu(131)parti yenildi; ama Komintern 7. Kongresi’nde, Dimitrov, “bu kürsüden, Alman proletaryasının önderi ve kongremizin fahri başkanı Thaelmann yoldaşı selamlarız” dediği zaman, tüm delegeler hapisteki Thaelmann’ı ayakta alkışlıyorlardı. Zira Thaelmann, yalnızca o da değil, Alman proletaryasının diğer önderleri, John Scherr, Fiete Schultze, August Lütgens gibileri, faşist cellatların elinde Alman proletaryasını onurla temsil ettiler ve başı dik öldüler. Ülkesinde mücadele etme olanağı bulamayan binlerce AKP militanı, İspanya İç Savaşı’nda kahramanca savaşıp öldüler. Böyle bir deneyimin TDKP’nin pratiği ile ne gibi bir benzerliği olabilir?

Tekrar 1905 yenilgisine dönüyoruz. Lenin’in partisi bir bunalımla karşı karşıya kalmıştı ama, Lenin, bu bunalımın, devrimin yükselişi döneminde işçilerin partisi saflarına katılmış küçük-burjuva unsurlardan kaynaklandığını söylüyordu. Z. Ekrem, TDKP’de yıllardır süren, sürekli derinleşen ve bir türlü aşılamayan bunalımın sınıfsal kaynağı üzerine hiç düşünmüş müdür acaba? TDKP teorisyenine, ancak benzer şeylerin kıyaslanabileceğini; bir marksiste yakışanın, diğer ülkeler proletaryasının deneylerine yaslanmak değil, onlardan öğrenmek olduğunu bir kere daha hatırlatmak gerekiyor.

B- ‘71 HAREKETİNİN TAKTİK SORUNUNA İLİŞKİN TEMEL KAVRAYIŞI AŞILABİLDİ Mİ?

Dayanaksız kıyaslamalarıyla sorunu bulanıklaştıran TDKP teorisyeni, ardından bazı gözlemlerde bulunuyor: “Ülkemizde 1970’li yılların ortalarına kadar, örgütümüzün de yer aldığı devrimci-demokratik hareketin saflarında stratejik ve taktik sorunlara yaklaşımda Maocu, Gueveracı-Kastrocu, anti-marksist-leninist kavrayışlar egemendi. 1970’lerde bunlara ‘üç dünya teorisi’ eklendi.” (Broşür, s.31)

Cevaplanması gereken soru, çağdaş devrimci küçük-burjuva popülizminin taktik sorunundaki bu egemen kavrayışının felsefi kökleriyle aşılıp aşılamadığıdır. Bu başlık altındaki tartışmamızın odak noktasını bu sorun oluşturacak. TDKP teorisyeni bu kavrayışın aşıldığını düşünüyor: “Özeleştiri sürecinin başlamasından sonra(132)saflarımızda stratejik ve taktik sorunlarda bir belirsizlik ve bulanıklık egemendi. Bazı yoldaşların (Z. Ekrem ve Yıldırım olmalı!) doğru düşüncelere sahip olması bu durumu değiştirmiyordu. Üç Dünya Teorisi’nin eleştirisiyle birlikte marksist-leninist teorinin eskidiği gerekçesiyle bir yana itilen strateji ve taktiğe ilişkin tezler örgütümüz tarafından gün ışığına çıkarıldı. Maoculuğun ve küçük-burjuva devrimciliğinin eleştirildiği yayınlarımızda, bu tutum ayrıntılara inilerek sürdürüldü. Leninist strateji ve taktik kavrayışı, ülkemiz somutuna uygulanmak üzere, ele alındı:” (s.31-32)

Ama bütün sorun da işte bu “ülkemiz somutuna uygulanmak üzere ele alışta”dır. Genel kitabi bilgiler, çeviri kitaplarında daha açık, daha derli toplu yer almaktadır. Kuşkusuz kaba çarpıtmalara karşı bu bilgileri yeniden vurgulamak iyidir. Ama bilgi edinmekle kavrayışı edinmek özdeş şeyler değildir. Bir kavrayışın edinildiğinin en iyi göstergesi, ülke somutuna uygulanışındadır. Marks ve Engels’in proletarya hareketinin taktik sorunlarına ilişkin dahiyane görüşleri, II. Enternasyonalin oportünist teorisyenleri tarafından hasır altı edilmişti. Lenin onları “gün ışığına çıkardı”; ama bunu, onları cansız, kuru kitabi bilgiler olarak tekrarlayarak değil, Rusya ye dünya proletaryasının sınıf eyleminin sorunlarına uygulayıp geliştirerek, zenginleştirerek yaptı. Oportünizme karşı marksist taktik ilkelerin savunulması, tam da proletarya hareketinin taktik sorunlarının marksist çözümleri ortaya konularak yapıldı.

“Gün ışığına çıkarmak” böyle olur. TDKP teorisyenleri, sözde gün ışığına çıkarma çabasını üstelik “ayrıntılara” inerek sürdürüyorlar ama, temel taktik sorunlarda en kaba yanlışlar yapmaktan da kurtulamıyorlar. Şunları Z. Ekrem’in kendisi söylüyor: “Örgütümüz, özellikle 1978’den itibaren, doğru stratejik ve taktik kavrayışa sahip olmakla birlikte, bu kavrayışı uygulamakta, taktik sorunları çözmede hatalar yaptı.” (s.32)

Kavrayış (teori) doğru, ama uygulama (pratik) yanlış- bu TDKP teorisyenlerinin çok sık başvurdukları bir açıklama yöntemidir. Ne var ki, TDKP taktiklerini savunmayı esas alan açıklamalarında, Z.Ekrem bile sorunun bu oportünist izahla geçiştirilemeyecek boyutlarda olduğunu farkediyor olmalı ki, ileriki sayfalarda yeniden(133)TDKP’nin taktik sorunundaki kavrayışına dönmek ihtiyacı duyuyor ve “kaba materyalist anlayış” tespiti yapıyor. Aynı tespiti daha önce, 30 Aralık yazısında da yapmıştı: “Partimizin yayınlarında çelişen görüşler olmakla birlikte, kitle mücadelesinin gelişim doğrultusu, izlenecek taktik hat saptanırken determinizm, kaba materyalizm hareket noktası oldu.”

Hem taktiğe ilişkin marksist-leninist tezler gün ışığına çıkarılıyor, her türlü sapmaya karşı “ayrıntılara” dek işleniyor, “özellikle 1978’den itibaren”, doğru bir taktik kavrayışa sahip olunuyor; ama hem de, “izlenecek taktik hat saptanırken determinizm, kaba materyalizm hareket noktası oluyor.” Peki bu ikisi birlikte nasıl oluyor, olabiliyor? Teorisyenimizde ne ararsan var; popülizm minaresine kılıf uydurmak çabası ona her şeyi söyletiyor.

Gerçek olan şu ki, ‘71 Hareketinin popülist teorik ufkunu ve sınıf temelini aşamayan TDKP, onun taktik kavrayışını da aşamamıştır. Bunu ele almadan önce, TDKP teorisyenini son bir kez dinleyelim:

“Bu kaba materyalist anlayış, ‘71’in küçük-burjuva devrimciliğinin iradeciliği eleştirilirken, iradeciliğin karşıtı olarak saflarımızda uç verdi... Bu görüş eleştirilirken üstyapı altyapı arasındaki ilişkide birincinin değil, İkincinin belirleyici olduğu ve ekonominin, insan iradesinden bağımsız yasaları olduğu, ekonominin, bu yasalara göre geliştiği vurgulanıyordu. Son tahlilde, belirleyici ve temel etkenin tartışılıyor olması, tabi olanının ya da diğer etkenlerin irdelenmemesine yol açtı. Oysa ekonomi, altyapı, son tahlilde belirleyici olmasına karşın üstyapı pasif bir etken değildir.” (s.41- 42)

Kaba materyalizmi ‘71 hareketinin iradeciliğiyle karşı karşıya koyarak Z. Ekrem, yalnızca sorunu anlayamadığını ortaya koyuyor. Bu, geçmiş kavrayışın gerçekte aşılamadığının da bir göstergesi oluyor.

“Üstyapı ile altyapı arasındaki ilişkide birincinin değil, İkincinin belirleyici olduğu ve ekonominin, insan iradesinden bağımsız yasaları olduğu, ekonominin bu yasalara göre geliştiği” gerçeğini, küçük-burjuva ihtilalcileri kabul etmeye her zaman hazırdırlar.(134)‘71 Hareketinin bu genel çerçeveyi reddettiği iddia edilemez. Ama yalnızca bu kadarını kabul etmek, kişiyi yalnızca kaba materyalist yapar. Bu anlamda, ‘71 Hareketi de kaba materyalist bir konumdadır. Sorun, bu ekonomik temel üzerinde yükselen sınıflar mücadelesinin, bu mücadelenin insan iradesinden bağımsız nesnel yasalarının ele alınışında, bu mücadeleyi bilinçli olarak etkileyip yönlendirme alanlarında ortaya çıkmaktadır. ‘71 Hareketinin idealist iradeciliği de, işte bu alandadır.

Toplumsal hareketin nesnel yönü, yalnızca onun ekonomik temeli değildir. Toplumda süren sınıf çatışmaları, proletaryanın ve diğer emekçi sınıfların kendiliğinden hareketleri vb., bunlar da hareketin insan iradesinden bağımsız, belirli yasalara göre gelişen nesnel yanını oluştururlar. Marksistlerle küçük-burjuva ihtilalcileri arasında, yalnızca onlarla da değil, Marksizm’in revizyonist, liberal, reformist her tür tahrifatçısı arasındaki ayrılıklar, işte bu alanda ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla da, teorisyenlerimiz ekonomik altyapının belirleyiciliğini ve onun insan iradesinden bağımsızlığını vurgulamış olmakla fazla bir mesafe almış, ‘71 Hareketinin felsefi temelini aşmış olmazlar. Yalnızca bununla sınırlı bir vurgu, aynı felsefi temel üzerinde pekala başka biçimlerde sapmaları, örneğin reformizmi ve kendiliğindenciliği besler. Aynı kaba materyalist temel üzerinde, hareketin kendiliğinden yönünün abartılması, ekonomizme ve reformizme; küçümsenmesi, terörizme ve maceracılığa yolaçar. Bu iki eğilimin birbirlerine, daha doğrusu, genellikle maceracılığın reformizme kolaylıkla dönüşmesi de bu aynı kaba materyalist ortak felsefi temele sahip olmalarından dolayıdır.

‘71 Hareketinin felsefi idealizminin şu anki tartışmamız (taktik sorunu) açısından özel bir önem taşıyan iki temel beliriş biçimi vardır. Birincisi, sosyalizm davasını maddi sınıf temeli olan proletaryadan koparmak, dolayısıyla da, mücadele ve örgütlenme sorunlarını proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin taktik sorunları olarak ele almamaktadır. Bu, Maoculuk’tan Guevaracılığa kadar çağdaş küçük-burjuva popülizminin tüm biçimlerinin ortak özelliğidir. İkincisi ise, ekonomik temelle kopmaz bağlar içinde olsa ve bu temel üzerine yükselse de, sınıflar mücadelesinin kendine özgü(135) nesnel yasaları olduğu, insan iradesinin bu mücadeleyi olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebileceği ama belirleyemeyeceği gerçeğini kavrayamamaktadır. ‘71 Hareketi, iradenin rolünün abartılmasından öte, onun bir avuç insanın, “öncü savaşçı”nın iradesine indirgenmesinin ifadesi oldu. Onun maceracı mücadele ve örgütlenme çizgisi buradan doğdu. Bu ikinci özellik, çağdaş popülizmin daha çok Latin Amerika kökenli biçimlerinde görülmektedir. Fakat Maoculuğun biçimleri olan Lin Biaoculuk ve Çaru Mazumdarcılık, ülkemizde ise İ. Kaypakkaya çizgisi, bu iradeci eğilimin küçük-burjuva popülizmin evrensel bir ortak eğilimi olduğunu gösteriyor. Soru şudur: TDKP, ‘71 Hareketinin bu popülist ve iradeci kavrayışlarını gerçekten aştı mı? Bilindiği gibi, teorisyenimiz aşıldığı iddiasındadır. Biz ise, özellikle sorunun felsefi ve sınıfsal temeline yeterince inilemediğinden dolayı, eleştiriyle sağlanan ilerlemeye rağmen, bu kavrayışların son tahlilde aşılamadığı düşüncesindeyiz.

Taktik kavramı sınıfsal bir içerik taşır. Leninist taktiğin sınıfsal içeriği, proleter sınıf hareketini esas alması, onun çıkarlarına dayanmasıdır. Leninist taktiğin temel ilkelerinden birincisi, leninist taktiğin olmazsa olmaz koşulu, proletaryanın tarihsel rolünü ve bu temel üzerinde, onun toplumda süren eylemini esas almasıdır. Stalin’in tanımı bu açıdan çok açık ve vurucudur: “Proletaryanın sınıf mücadelesinin önderlik bilimi olarak strateji ve taktik.” Popülist teorisyenlerin çok tekrarladıkları, ama pek az kavradıkları şey, tam da bu “proletaryanın sınıf mücadelesi” sorunudur. Proletaryanın tarihsel rolünün doğru kavranamadığı, proletaryanın damgasını vuracağı bir devrimin biricik teminatı olan proletarya hareketinin sosyalist gelişimi sorununun tüm çabaların eksenine oturmadığı bir partide, leninist proleter sınıf taktikleri de izlenemez. Başarılı taktikler izlenebilir; ama bu, kendi başına onların proleter sınıf taktikleri olduğunu göstermez. Bunun aksini düşünmek bilinci maddeden, politikayı sınıf temelinden koparmak olur. Halkçı teorisyenlerin kavrayamadıkları, bugün hala ekonomizm suçlamalarıyla karartmaya çalıştıkları sorun da budur. Bu, çağdaş popülizmin tipik ideolojik öğelerinden biri olan “işçi sınıfının ideolojik önderliği” tezi ve anlayışının bir ifadesidir. Bu anlayış, doğal olarak,(136)kendini sınıf mücadelesinin taktik sorunlarında da ifade etmektedir. Örneğin teorisyen Z. Ekrem’in, TDKP’nin başarılı taktiklerine verdiği örneklerin başında, DY, Kurtuluş vb. gruplarla kurulmuş eylem birlikleri vardır. Z. Ekrem’in kavrayamadığı, bu iddiası doğru olsa bile, bu birliğin küçük-burjuva demokratik hareketin farklı kesimlerinin bir birliği olduğu; oysa birlik sorununun sınıfsal temelinden koparılamayacağı, leninist bir taktiğin, küçük-burjuva demokratik hareketi proletaryanın sosyalist hareketinin yedeği haline getirmeyi esas alacağı, bu tür birliğe hizmet eden bir taktiğin leninist proleter bir taktik olduğu gerçeğidir. Çin ve Vietnam devrimleri başarılı birlik taktikleriyle doludur. Mao Zedung, bir taktik ustasıdır. Ama proleter sınıf kavrayışı kaybedildi mi, leninist taktikten geriye ne kalır ki?

Çağdaş popülizmin, özellikle de maoculuğun tarihsel etkinliği, leninist taktiğin bu en temel ilkesini; yani onun, proletaryanın tarihsel rolünün kavranışı temelinde, proletaryanın sınıf eyleminin sorunlarını (mücadele ve örgütlenme sorunları) esas alması gerektiği ilkesini kararttı. Popülizmin maceracı türünden kurtulmaya çalışırken onun maocu türünün ideolojik etki alanına giren, bu etki altında şekillenen TDKP, Mao eleştirisi döneminde belirli bir mesafe almakla birlikte, bu kavrayışı köklü bir şekilde aşamadı. Bunun en iyi ve en yeni kanıtı, TDKP’nin bir numaralı teorisyeni olan Z. Ekrem’in Aralık 1986 tarihli yazısı ile son broşüründe taktik sorunları ele alırken ortaya koyduğu kavrayıştır. Z. Ekrem, proleter sınıf kavrayışının, proletarya hareketinin sorunlarına sistematik bir bakışın çok uzağındadır. İşçi hareketinin siyasal gelişimi doğrultusunda daha bir arpa boyu bile yol alınamamışken, bundan doğru dürüst söz etmeyen Z.Ekrem, şehir küçük-burjuvazisinin silahlı direniş eylemlerine önderlik edememiş olmaktan, “halk milisi” doğrultusunda ciddi adımlar atamamış olmaktan yakınıyor. Z. Ekrem’in yapamamaktan yakındığı işleri, örneğin Nikaragua’da Sandinistler çok iyi yaptılar ve devrimi başarıya ulaştırdılar. El Salvador’da bu iş çok iyi yapılıyor, devrimci bir zaferle taçlanabilir. Aynı şey Filipinler için de geçerli. Bu devrimlerin ya da devrimci mücadelelerin her biri insanlık tarihinin, dünya devrimci sürecinin şanlı(137)birer sayfasıdır. Fakat bu devrimler ya da devrim mücadeleleri, bilinçli proletaryanın damgasını taşımıyor. Oysa devrimci komünizmin devrimci popülizmden farklı amacı, farklı misyonu, farklı hedefi tam da bu değil midir? Z. Ekrem’in gözden kaçırdığı ise bütün bunlardır. “Partimiz, sınıf içindeki çalışmayı esas almakla birlikte” (s.35) kaydını öne düşmek hiç de bu kavrayışın yokluğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Önemli olan bu kaydın gerekleri doğrultusunda, ne yapılıp yapılmadığını görebilmektir. TDKP’nin 12 Eylül öncesi silahlı direniş eylemlerinin uzağında kalması, çabasını ve zamanını işçi sınıfına hasretmesinden değil, sağcı ve pasifist zaaflarındandı. 12 Eylül sonrası, bu gerçeği daha açık bir biçimde gösterdi.

Şimdi de ‘71 Hareketinin taktik sorunundaki ikinci temel zaafına ve TDKP’nin bu zaafı aşıp aşmadığına geliyoruz.



Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış başlıklı değerlendirmemiz, şu yargıyı dile getiriyor: “Bilimsel esaslara dayalı marksist-leninist bir teorik temel ve kavrayış olmadan, marksist-leninist taktikler de izlenemez. Hele de hareket küçük-burjuvaziye dayalı ise. Bu, üç gruptan oluşan hareketin taktik çizgisiyle de kanıtlandı. İzlenen taktikler kimi zaman sağ, daha çok da keskinlik eğiliminin ürünü ‘sol’ oportünist nitelikteydi. İradeci, keyfi ve subjektivistti. Sendikalar (DSM), seçim ve parlamento, kitle örgütleri, modern revizyonist partilere karşı tavır (sosyal-faşizm tezi), anti-faşist ittifaklar, reformist burjuvaziye karşı tavır, bir dönem korsan mitinglerde ifadesini bulan eylem çizgisi, vb. vb. ile örneklenebilir bu durum. (Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış ve Platform Taslağı, Eksen Yayıncılık s.52)

Burada sözü edilen iradecilik, ‘71 Hareketinin iradeciliğinin farklı koşullarda (kitlesel mücadele ortamı), farklı düzeylerde ve farklı biçimlerde devam ettirilmesinden başka bir şey değildir. Aynı kaba materyalist anlayış, aynı nitelikte fakat farklı düzeylerde ve biçimlerde bir iradeciliği yeniden üretiyordu.

Toplumsal hareket, tek tek grupların, partilerin ve sınıfların iradesinden bağımsız nesnel süreçler bütünüdür. Toplumsal hareketi oluşturan nesnel süreçler, yalnızca iktisadi süreçlere indirgenemez. Nesnel etken olarak, yalnızca iktisadi etken görülemez. Bu iktisadi(138)temel üzerinde oluşan sınıf mücadeleleri, siyasal süreçler, kendiliğinden sınıf hareketleri vb. de, tek tek grupların, partilerin ve tek tek sınıfların iradesinden bağımsız nesnel süreçlerdir. Tartışma konumuz açısından (taktik sorunu) önemli olan, bu noktayı doğru kavrayabilmektir. Zira “proletaryanın sınıf. mücadelesinin önderlik bilimi olarak strateji ve taktik”in uygulama alanı, bu nesnel süreçlerin proletaryanın bilincinde yansımaları alanıdır. Yani proletarya hareketinin öznel, bilinçli yanıdır. Strateji ve taktik bütünüyle iradi bir işleve sahiptir. Bu işlev, proletarya hareketini bilinçsiz (nesnel) sürecin bilinçli öğesi haline getirmeyi, toplumsal hareketin nesnel seyrine bilinçli katılmayı ve onu etkilemeyi ifade eder. “Hareketin hızlandırılması ya da yavaşlatılması, kolaylaştırılması ya da zorlaştırılması; siyasal strateji ve taktiğin alanı ve uygulama kapsamı işte budur.” (Stalin)

Kendiliğinden anlaşılır ki, bu iradi işlevin başarıyla yerine getirilmesi, her şeyden önce, toplumsal hareketin nesnel etkenlerini hesaba katmayı, onlardan hareket etmeyi, bu hareketin yasalarının bilgisine sahip olmayı gerektirir. Nesnel etkenleri hiçe saymak idealizmdir; fakat bu etkenleri iktisadi etkene indirgemek de bir tür kaba materyalizmdir. Z. Ekrem’in, ekonomik altyapı-siyasal üstyapı çerçevesinde ve bu ikisinin karşılıklı ilişkileri noktasında kaba materyalizme yönelttiği eleştiri elbette yerinde ve doğrudur. Fakat bizim tartışma konumuz açısından pek az aydınlatıcıdır. Z. Ekrem’in kaba materyalizmi TDKP somutunda iradeciliğin karşıtı olarak görmesi, dolayısıyla, taktik sorunlarda TDKP’nin temel zaafını (iradecilik) anlayamaması da bunun göstergesidir. Devrimci siyasal mücadelede iradecilik, toplumsal hareketin nesnel etkenlerini iktisadi etkene indirgeyen kaba materyalist anlayıştan da doğar. Zira bu takdirde, yalnızca ekonomik hareket ve onun bağımsız yasaları olduğu gerçeği görülür ve bununla yetinilir. Bu ekonomik hareketle sıkı sıkıya ilişkili olan ve son tahlilde onun tarafından belirlenen sınıf mücadeleleri ve bunun kendine özgü yasaları olduğu gerçeği ise bu arada unutulur. Sınıf mücadelesi alanı bütünüyle iradeye tabi olarak ele alınır. Ekonomik koşullar elverişliyse, örneğin ekonomik kriz varsa, tek noksanlık olarak sübjektif etken(139)görülür. Böyle bir durumda ise, bu sübjektif etkeni gerçekleştirme yolu olarak, maceracı ya da kitlesel yöntemleri tercih etmek, siyasal davranış biçimi bakımından değil elbet, fakat felsefi kavrayış açısından bir farklılık ifade etmez. İ. Kaypakkaya’nın, 12 Mart döneminde, milli kriz tespitinden hareket ederek öncü savaşıyla “tutuşmaya hazır bozkır”ı tutuşturma girişimiyle, TDKP’nin, 12 Eylül döneminde, ekonomik kriz derinleşiyor tespitinden hareket ederek belirli bir propaganda ajitasyonla, “işçi ve emekçi yığınları üretimi durdurmaya” çağırması arasında, iradecilik açısından önemli bir nitelik farkı yoktur.

‘71’in devrimcileri, “suni denge” gibi özel orijinaliteler bir yana bırakılırsa, ülkede bir milli kriz olduğu; bunun ise, yığınların harekete geçirilmesi için çok elverişli koşullar yarattığı; bu durumda yapılması gerekenin öncünün silahlı propagandasıyla kitleleri harekete geçirmek olduğu kavrayışına sahiptirler. Sınıflar mücadelesinin genel seyri, siyasal koşullar, kitle hareketlerinin durumu gibi nesnel etkenleri göz ardı eden, kitlelerin sabırla ve kendi öz tecrübeleri temelinde eğitilmesi ve örgütlenmesi görevini hiçe sayan iradeci-maceracı eylem çizgisi buradan kaynaklanıyordu.

TDKP, ‘71 Hareketine bu açıdan birçok isabetli eleştiri yöneltti. “Sürekli milli kriz” tezinden maceracı eylem çizgisine kadar birçok temel yanlışı eleştirdi. Fakat ekonomik kriz ile kitle mücadelesi arasında düz ve mekanik bir ilişki kuran, nesnel etkenleri yalnızca ekonomik etkenlere indirgeyen, sınıflar mücadelesinin kendi bağımsız nesnel seyrini gözetmeyen aynı mantık, aynı kaba materyalist anlayış, TDKP’de de yaşamaya devam etti. Denebilir ki ‘71 Hareketi, “sürekli milli kriz” kavramı (bu tamamiyle subjektivizmin ifadesi olsa da) siyasal kriz unsurunu da içerdiği için, bir yere kadar kendi içinde daha tutarlıydı.

Bilindiği gibi Z. Ekrem, geçmişin iradeciliğinin aşıldığını, fakat “iradeciliğin karşıtı olarak”, bu kez kaba materyalist anlayışlara düşüldüğünü söylüyor. Bunu söylerken de, TDKP’nin, 12 Eylül'le başlayan dönemi tahlil edişinde ve hareket tarzını buna uygun saptayışında düştüğü hatalardan hareket ediyor.

1980 Eylül’ünde, yani 12 Eylül darbesi sonrasında, TDKP(140)MK Sekretaryasını “partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar” oluşturuyordu. Teorisyen ekibin darbeyi ve sonrasını değerlendiren temel örgütsel belgesi, MK-Sekretaryası imzası taşıyan Eylül 1980 tarihli 9 sayfalık genelgedir. Bu genelgeden okuyoruz: “Darbe bütün sınıfları değişik biçimlerde etkiledi. Gericilik silah zoruyla birleştirildi. Ara sınıflar tarafsızlaştırıldı, hareketsiz hale getirildi, hatta bir kısmının da desteği sağlandı. İşçi sınıfının mücadelesi genel olarak durdurulabildi. Ancak bütün bu sonuçlar çok kısa bir süre içinde değişmek durumundadır; çünkü mücadeledeki bu duraklama objektif durumdaki bir değişiklikten değil, sadece ve sadece sübjektif etkenlerden kaynaklanmaktadır. Ekonomik kriz istikrar yönünde bir değişiklik içinde değildir, tersine kriz derinleşmektedir.” (s.2) Görüldüğü gibi, nesnel etkenler, ekonomik etkene indirgeniyor. Unutulmamalı ki, bu çerçeve siyasal taktiğin, hareket tarzının belirlenmesi için çiziliyor. Z. Ekrem’in ekonomik altyapı-siyasal üstyapı ikilemi içinde tartışarak anlayamadığını ortaya koyduğu toplumsal hareketin nesnel yönünün kapsamı sorunu, teorisyen ekibin ortak ürünü genelgede de kavranamamıştır. Siyasal taktiğin genel çerçevesi için iktisadi etkenin tahlili yeterli görülmüştür. Siyasal taktiklerin saptanmasındaki subjektivizm ve iradecilik işte bu kavrayışsızlığın ürünüdür. Nitekim bu, genelgenin devamında da görülmektedir. “Bu objektif durum izleyeceğimiz taktiklerin ne olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Partimiz, eskiden olduğu gibi bugün de, kitle mücadelesini yükseltme çizgisi izleyecektir” (s.3)

Z. Ekrem bu hatalı tutumu eleştirip kaba materyalist olarak niteliyor. Ne var ki, bunun iradeciliğin karşıtı olarak gösteriyor. Oysa TDKP en aşırı iradeciliği, tam da bu kaba materyalist değerlendirmenin bir sonucu olarak yaşadı. Ekonomik kriz sürdüğüne göre, eksik olanın propaganda-ajitasyon faaliyeti olduğunu, bu faaliyeti yürütmenin kitle mücadelesini kısa zamanda yeniden yükseltmeye yeteceğini sandı. Nesnel siyasal koşullar, sınıfların genel durumu, güç ilişkileri, karşı-devrim kampındaki durum, karşı-devrimin maddi ve ideolojik olanakları ve avantajları, sağlanan ara sınıf desteğinin yaratacağı sonuçlar, işçi ve emekçi hareketinin genel durumu, özellikle ordu konusunda varolan ve salt propagan(141)da-ajitasyonla giderilemeyecek köklü ön yargılar, öznel bir etken olarak proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyi vb. vb. gözetilmedi.

Ekonomik krizin sürüyor olması taktik çizginin genel çerçevesi için yeterli görüldü. Taktik çizgi buna uygun saptandı. 12 Eylül öncesinin mücadele çizgisi korundu. Aynı çalışma tarzı, aynı mücadele ve örgütlenme biçim ve yöntemleri esasta devam ettirildi. Gündeme getirilen yeni biçim ve yöntemler (örneğin işçi komiteleri, illegal sendikalar vb.), kitlelerin o günkü mücadele düzey ve biçimine denk düşen değil, yalnızca iradi zorlamaların ifadesi ve ürünüydüler. Bu aynı kaba ve iradi mantık, faşist askeri darbenin daha ilk aylarında, azgın bir terörün kol gezdiği, karşı-devrimin gücünü tahkim ettiği, kitlelerin örgütsüz, dağınık, şaşkın ve durgun olduğu koşullarda, 1981 1 Mayıs’ı öncesinde kendini gösterdi. En aşırı bir subjektivizm ve iradeciliğin ürünü olarak, “TDKP, Türkiye İşçi Sınıfı ve Emekçi Halkını 1 Mayıs 1981’de Üretimi Durdurmaya” çağırdı. Z. Ekrem şimdi bu çağrı için, “ancak mizah konusu olabilecek bir saçmalık” diyor. Ama onun anlayamadığı, bu çağrının ve 12 Eylül sonrası diğer tutumların, kaba materyalizm diye nitelediği anlayışın karşıtı değil, tersine doğal sonucu bir iradeciliğin ifadesi olduğu gerçeğidir.

İradeciliği aşabilmek için, yalnızca ekonomik hareketi değil, bu temel üzerinde yükselse de, kendine özgü yasaları olan sınıf hareketlerini, sınıf mücadelelerini, bunların da proletarya hareketinin nesnel yönü olduğu gerçeğini kavramak gerekiyor. ‘71 Hareketi, örneğin M. Çayan eleştirilirken, Lenin ve Stalin’den uzun alıntılarla sık sık vurgulanan bu gerçek, akademik tartışmalardan sınıf mücadelesinin gerçek ve canlı sorunlarına geçişte unutuluyor teorisyenlerimiz tarafından. Zira onlar anlayıp kavramak yerine, ezberleyip aktarıyorlar yalnızca. Ekonomik krizin sürüyor olması veri kabul edilerek kısa sürede yeni bir yükseliş bekleniyor ve daha altı ay geçmeden üretimi durdurma çağrısı yapılıyor. Üstelik bunun koşulları olmadığına dair yapılan açık eleştiri ve uyarılara rağmen (ki bu eleştiri ve uyarılar teorisyenimize bizzat iletilmiştir).

Ne tek başına ekonomik kriz, ne de bunun varlığında tek(142)başına propaganda-ajitasyon, devrimci bir yükseliş için yeterli değildir. Devrimci yükseliş, nesnel ve öznel çok karmaşık bir dizi etkenin karşılıklı etkileşiminin sonucu olarak, tek tek grupların, partilerin ve sınıfların iradesinden bağımsız olarak meydana gelir. Ekonomik krizi bunun için yeterli saymak, ‘71 Hareketinin kaba materyalist-iradeci anlayışının karşıtı değil, ta kendisidir. Ama bu iradecilik, aynı kaba materyalist temel üzerinde kolaylıkla “elleri böğründe beklemeye”, en sağcısından bir edilgenliğe dönüşebilir; “sol”culuktan reformizme, keskinlikten teslimiyete yol alabilir. TDKP’nin kendi Nisan 1981 sonrası evrimiyle de yeterli açıklıkta örneklediği gibi.

Z. Ekrem’in anlayamadığı budur. Aralık (1986) yazısında şu gözlemi yapıyor: “Parti ve çevresi uzun sürecek bir dinginliğe hazırlanmadı. Kitle mücadelesinin tekrar yükseleceği beklentisinin gerçekleşmemesi moral bozukluğuna, yılgınlığa yol açan etkenlerden biri oldu.” Yani keskinlik teslimiyete, iradecilik edilgenliğe dönüştü. Aslında TDKP teorisyeni fena bir gözlemci değil; zira o, daha sonra yılgınlığa yol açan tespitlerde, başlangıçta yılgınlığın önünü almak gibi bir kaygının da rol oynadığını, doğru bir şekilde gözlemliyor. (Broşür, s.41) Onun kusuru, belirli bir sistematik kavrayıştan ve proleter sınıf bakış açısından yoksunluğudur. Bu kusur, yerinde gözlemlerden gerekli ideolojik ve sınıfsal sonuçları çıkarmasını engelliyor.

Devrimci taktik, stratejik hedefe ve çıkarlara bağımlılık ilkesi temelinde ve devrimci hareketlerin tarihsel ve güncel tecrübeleri de hesaba katılarak, tüm nesnel ve öznel etkenlerin titiz bir nesnel değerlendirmesine dayandırılmalıdır. Lenin, devrimci taktiğin “ciddi ve katı bir nesnellikle” saptanmasını özellikle vurgular. Bu vurguyu, “Rusya’da uzun, çetin ve kanlı bir devrim”in sonuçlarına dayandırır: “Taktik, söz konusu devletteki bütün sınıf güçlerinin ciddi ve katı bir nesnel değerlendirilmesine olduğu kadar (ülkenin çevresindeki devletlerin ve dünya ölçüsündeki devletlerin içindeki güçlerini de hesaba katarak), devrimci hareketlerin deneyimine de dayandırılmalıdır.” “Bilim, ikinci olarak, isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün(143)grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.” (‘Sol’ Komünizm... , Sol Yayınları, s.66 ve 89-90) Bu “ciddi ve katı bir nesnellik” kuralına uymayan her taktik, doğallıkla subjektivist ve iradecidir. TDKP’nin mücadele ve örgütlenme taktiklerine bakıldığında, öne çıkan yönün determinizm değil, kuyrukçuluğu ve edilgenliği de içinde taşıyan bir subjektivizm ve iradecilik olduğu görülür. Bu, ‘71 Hareketinin küçük-burjuva iradeci kavrayışını aşamamış olmaktan gelmektedir.

TDKP ‘71 Hareketinin subjektivizimini ve iradeciliğini köklü bir şekilde aşamamıştır. Tıpkı onun proletaryayı odağına almayan küçük-burjuva sınıf kavrayışını da aşamamış olduğu gibi. Bunlar TDKP’nin taktik sorununa ilişkin iki temel zaafının da ifadesidirler.

Biz burada sorunu genel ele alınışı açısından tartıştığımız için, stratejik hedefi yanlış saptamanın (demokrasi hedefi) taktik planda neyi ifade ettiği hayati sorunu üzerinde durmuyoruz. Fakat taktik sorunuyla ilgili bir başka noktayı belirtmeden geçmek önemli bir eksiklik olacaktır:

“Siyasal taktiklerdeki isabetsizlik yalnızca teorik-sınıfsal konumdan değil, aynı zamanda, lider kadronun siyasal olayları izlemedeki yetersizlik ve yeteneksizliğinden de geliyordu. Liderler, zamanla toplumdaki sınıf mücadelesinden, nesnel olaylardan ve gerçeklerden koptular...”

“... Bu aynı zamanda önderlik konumuna ve görevine yabancılaşmak demekti. Bu durum, siyasal mücadeleye önderlik yerine örgütlere hükmetmeyi ve bürokratlaşmayı besleyip geliştirdi. Giderek, küçük-burjuva zemin üzerinde, yozlaşmayı yarattı. Siyasal ciddiyet ve siyasal sorumluluk bilinci alabildiğine zayıfladı. Nisan 1981 darbesi sonrasında TDKP bünyesinde şok ve devrimci saflarda şaşkınlık yaratan TDKP-MK’nın kolay siyasal çöküşü, ancak bu temelde anlaşılıp kavranabilir.” (Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış)



Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə