H firat küçük-Burjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi


partinin önündeki vazgeçilmez görev



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə9/10
tarix06.02.2018
ölçüsü0,87 Mb.
#26154
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10
partinin önündeki vazgeçilmez görev, yaşanan acılı tecrübenin ışığında geçmişin her açıdan köklü bir değerlendirmesini yapmak, gerekli dersleri çıkararak, düşman darbesiyle tasfiye noktasına gelmiş partiyi yeniden örgütlemekti.” (agd., s.47)

Ağustos Belgeleri, yıllardır yapılmayanı yapmayı, partinin en acil görevi olarak görüyordu.

GMO’nun(GMO, Geçici Merkez Organ, üçlü oportünist MK’nın 1986 Nisan’ında çeşitli bölge temsilcileriyle kendisini genişleterek oluşturduğu yeni geçici yönetim. Ağustos müdahalesi ile üçlü MK yönetimden atıldı.) görev ve yetkilerini devrettiği toplantı (konferans oturumları -Red) Aralık 1986 başında yapıldı. Toplantının ana konusu, konferansın gündemiydi. Tutanaklar henüz hazırlanıp sunul(194)muş değil. Fakat tüm delegeler çok iyi bilmektedirler ki, iki gün süren bu toplantıda yapılan uzun tartışmaların özü, özeti iki ana cümlede ifade edilebilir.

1- Konferans, parti sorunlarını son beş yılla sınırlayarak değil, bütün bir geçmişini ele alıp irdeleyerek tartışmalı ve sonuçlara varmalıdır.

2- Konferans, parti sorunlarını her açıdan, ideolojik-siyasi ve örgütsel açılardan tartışmalıdır. Parti sorunlarını, salt örgütsel yönleriyle tartışmak, Küçük Broşür'ü tekrarlamak olur.

Ardından, Yılmaz yoldaştan kaynaklanan sorunlar gündeme geldi. Bununla ilgili yapılan tartışmalarda da, partideki bunalımın ideolojik-siyasal, örgütsel, çok boyutlu bir bunalım olduğu, partide irade birliğinin kaybolduğu, konferansın bu çok boyutlu bunalıma çözüm getirmeye, böyle bir süreci başlatmaya çalıştığı belirtildi. Ve bu gerçeğin Yılmaz yoldaşa yazılan mektupta yer alması istendi ve nitekim öyle de oldu.

Başka örneklerle çoğaltılabilecek bütün bu gerçekler ortada ve açıkken, parti sorunlarının ideolojik-siyasal boyutlarıyla tartışılmasına karşı gösterilen şaşkınlık ve tepki neden? Burada yeni olan ne var ki?

Yoksa, bu söz konusu yoldaşlar, parti sorunlarının ideolojik- siyasi açıdan tartışılmasının ne demek olduğu konusunda açık değiller mi? İnsanı sıkıyor ama, biz yine de belirtelim ki, bir partinin sorunlarını ideolojik-siyasi açıdan tartışmak demek, o partinin teorik temelini, siyasal çizgisini sorgulamak demektir. Böyle bir sorgulama ise, şu veya bu sonucu doğurabilir. Bu sorgulamaya evet demek, fakat varılabilecek belirli muhtemel sonuçlara peşinen ipotek koymak, oportünizmin dik âlâsıdır ve gülünçtür.

Sorunun özü şudur: Bu konferans partinin sorunlarını tartışacak mı, tartışmayacak mı? Eğer tartışacaksa, bunun bütün bir geçmişi ve ideolojik, siyasal, örgütsel tüm boyutları kapsamasından daha doğal ne olabilir? Ve zaten düne kadar bu konuda herkes hemfikir değil miydi?

Eğer ilgili yoldaşların tepkisi, bizim ulaştığımız sonuçlara karşıysa, bu başka bir şeydir. Bu durumda yapılması gereken, “bu(195)konferans sorunları bu düzeyde tartışamaz” demek değil, oturup kendi yaklaşımını, kendi görüşlerini ortaya koymaktır. Ötesi acizliktir, yeteneksizliktir, siyasal cesaret ve ciddiyetten yoksunluktur. Bu aynı yoldaşların, parti konferansının buna hakkı ve yetkisi yoktur şeklinde de bir gerekçeleri var. Her şey bir yana, bu gerekçede zerrece bir samimiyet yoktur. Düne kadar parti sorunlarının hak, hukuk, yetki sorunlarının dar çerçevesini çoktan aştığını, ideolojik-siyasal nitelikte ağır sorunlarımızın, ideolojik-siyasal çözümler gerektirdiğini, özellikle içerdeki yoldaşlarımıza dönük olarak hepimiz söylüyorduk. Şimdi ne oldu ki?

GMO tartışmalı bir organdı. Bu nedenle de görev ve yetkilerini acil olarak toplanacak bir konferansa devretme kararı almıştı. Nitekim öyle de yaptı. Fakat bu aynı GMO’nun imzasıyla yayınlanan Ağustos Belgeleri’nde, TDKP’nin leninist bir sınıf partisi olmadığı tespit ve ilan edilmişti. Oysa, 2 Şubat 1980’de toplanan TDKP 1. Kuruluş Kongresi, TDKP’yi tarihi olarak nitelediği bir kararla, Türkiye işçi sınıfının marksist-leninist sınıf partisi ilan etmişti. GMO gibi tartışmalı geçici bir organ bu tarihi kararı geçersiz ilan ettiğinde, konferansın şimdiki delegelerinden tek itiraz gelmemiş, bu yargı genel olarak paylaşılmış, kimse hangi hakla ve hangi yetkiyle dememişti. GMO üzerine kuşkusuz tartışmalar vardı; ne ki, bunlar, onun “TDKP leninist bir sınıf partisi değildir” tespitine ilişkin değildir.

Şimdi, bir konferans platformu var. Partinin aktif durumdaki güçlerinin büyük çoğunluğunu kapsıyor bu konferans. (Düne kadar bu yargıyı tüm delegeler paylaşıyordu. Her ne olduysa, birileri bu konuda şimdi tereddüte düştü.) Derin bir ideolojik-siyasal bunalımın ve gerçek bir örgütsel yıkımın üzerinde toplanıyor bu konferans. TDKP’nin neden komünist bir sınıf partisi olmadığını ve Türkiye işçi sınıfının leninist sınıf partisinin nasıl yaratılacağını tartışmayacak da, neyi tartışacak? Bunu tartışmayan bir TDKP konferansının anlamı ve ciddiyeti ne olabilir ki? Kimileri diyorlar ki, örgütsel sorunları ve bazı taktik yanlışlarını tartışsın! Bu kapsamda bir tartışma Küçük Broşür'ü tekrarlamaktan öte ne sonuç verebilir sorusu üzerine bu yoldaşlar hiç düşünmüşler midir acaba?(196)Bu kapsamda bir tartışma, sorunlarımızın çözümüne en azından başlangıç olsaydı, bu başlangıcın tarihi beş yıl öncesine giderdi. Kimileri diyorlar ki, konferans partinin ideolojik boşluklarını ve siyasal taktiklerindeki yanlışlarını tartışsın, bundan ötesine hakkı yok! Bundan ötesine hakkı yoksa, bu kadarına da hakkı yok. Yok eğer sorun hak-hukuk sorunu değil de, TDKP’nin neden leninist bir sınıf partisi olamadığı ve Türkiye işçi sınıfının leninist partisini yaratmak sorunu ise, bu yoldaşlar varsın sorunu ideolojik boşluklar ve siyasal taktik yanlışları sınırları içinde tartışsınlar. Fakat başkalarının sorunu daha ileri boyutlarda tartışmasına da saygı göstersinler.

Kaygısı duyulan şey, konferansın parti içi bir tartışma sürecinin bir üst platformu olmadığı ve bu nedenle de partililerin iradesini bağlayamayacağı gerçeği ise, buna kimsenin zaten bir şey dediği yok. Konferansın bağlayıcı değerlendirmeler yapmasını zaten kimse talep etmedi, edemez de. İdeolojik-siyasal bunalım, örgütsel yıkım, otorite boşluğu ve birçok parti üyesinin başına buyrukluğu koşullarında, konferans, değerlendirme ve kararlarını bağlayıcı ilan etse bile, bu ne ifade eder ki? Dönemin belirli düşünce ve değerlendirmeler temelinde partide otoriteyi yeniden kurmak dönemi olduğunu, yeri geldiğinde hep birlikte tartışmadık mı?

Gündem Önerisi"nin gerekçesinde şunlar söyleniyor: “Bugünün, dolayısıyla konferansın görevi, partinin bugünkü gerçeğini, bütün bir geçmiş sürecini, hiç olmazsa genel çizgileriyle değerlendirerek, hem partide bir iç tartışma platformu oluşturmak, hem de yeni dönemin siyasal ve örgütsel görevlerini bu değerlendirmenin ışığında tespit etmektir.”

“TDKP’nin bugünkü nesnel ihtiyacı budur. Bu ihtiyaca cevap verilmediği takdirde, TDKP, yılların beklentisini boşa çıkarmış olacak, kendi içinde ve kendi dışında iddia ve inandırıcılığını hepten yitirecektir.”

Bugünün sorunu ve ihtiyacı başka türlü nasıl ifade edilir, bilemiyorum. Sorunu böyle görmeyenler, nasıl görüyorlarsa bir an önce kendi gündem önerileriyle birlikte ortaya koysunlar. Bu, ortalıkta gezinip, sağlıksız ve umutsuz girişimlerle kendini boş yere yormaktan çok daha iyi ve yararlıdır.(197)

Kaldı ki, yukarıda aktarılan bakış açısı, yakın zamana kadar herkes tarafından paylaşılıyordu. Bu bakış açısını şimdi paylaşmayanlar, son haftalarda nelerin değiştiğini ortaya koysunlar.

Değişen, eğer parti sorunlarının tartışılmasında ulaşılan düzey ise, bunun gerisinde kalanların yakınmaya hakları yok. Yapacakları şey, yalnızca bu tartışma düzeyine, parti çizgisini savunarak veya eleştirerek -ki bu, kişilerin kendi görüş ve yaklaşımlarıyla ilgili bir sorundur- intibak etmeye çalışmak, bunun için yoğun bir çalışma içine girmektir. Yedi yıl önce yapılmış bir kongrenin ardından, ağır ideolojik-siyasi ve örgütsel bunalım koşullarında, gerçek bir otorite boşluğunda, ve en önemlisi de, Türkiye işçi sınıfının iktisadi nedenlerle giriştiği eylemlerin bile hızla siyasi bir nitelik kazandığı ve tüm toplumda yankılandığı bir zamanda, toplanan bir parti konferansının delegelerine yakışan da, bu delegelerden beklenen de budur.

Politik mücadelede ileriye bakılır, geriye değil. Birilerinin hazırlığı yetersiz diye, şu veya bu sorunun tartışılmasından geri durulamaz. Doğaldır ki, tartışmanın düzeyini hazırlıksız olanlar belirleyemez. Aynı şekilde, politik bir hareketin tartışma gündemini, kişilerin sübjektif hazırlık düzeyi değil, sınıflar mücadelesinin ve bu temel üzerinde söz konusu politik hareketin nesnel ihtiyaçları belirler. Dolayısıyla gerçek bir yol ayrımında toplanan TDKP konferansının gündemini, TDKP’nin nesnel ihtiyaçları belirler, bazı delegelerin hazırlıksızlığı değil.

Eğer, parti çizgisini savunanlar hazırlıksızken, gündeme bu çizginin tartışılması getiriliyor diye düşünülüyorsa, bu hem gülünçtür, hem de anlamsız bir kaygıdır.

Gülünçtür; zira parti çizgisinin on yıllık bir geçmişi var, ve delegelerin her biri de en az on yıllık parti üyesidir. Bu durumda parti çizgisini savunmada hazırlıksızlık gülünç olmaz da ne olur? Anlamsız bir kaygıdır; zira partinin çizgisi binlerce sayfalık kitap, dergi ve gazetede işlenmiştir. Allaha şükür ki, bu çizgiyi inşa eden yoldaşlardan biri (Yıldırım -Red) bizzat konferans delegesidir. Dolayısıyla bu çizginin her bakımdan savunulmasının koşulları vardır. En önemlisi de, partinin teorik temellerinde ve siyasal(198)tespitlerinde olumlu ya da ileriye açık olan her fikri, bizzat bizler sahiplenip savunacağız. “Parti çizgisi tartışılamaz!” diyerek samimiyetten uzak bir çizgi savunulucuğu hassasiyeti gösterenlerin bundan kuşkusu olmasın!

Delegelerden birinin bir dizi gerekçesi var ki, her biri birer akıldanelik örneği. Tutanaklar geldiğinde bunlar üzerinde ayrıca durulabilir. Fakat içlerinden birine değinilmeden geçilemez. Deniliyor ki, “bu konferans TDKP konferansı olacaksa, onun çizgisi tartışılamaz!” Demek isteniyor ki, bunu tartışanlar TDKP’li olamaz. TDKP’den ayrılıp gitmeleri gerekir! Burada tam bir demagoji var. Bu yoldaş, partinin sorunlarını partinin ideolojik siyasal çizgisinin tartışılması temelinde tartışmayı öneren ve savunan yoldaşlara dönüp şöyle bir bakarsa, bu yoldaşlardan hiçbirinin, bütün siyasal yaşamları boyunca, tek bir gününü bile TDKP dışında geçirmediklerini ve her adımda bir TDKP üyesi olmanın gereklerini yerine getirdiklerini kolaylıkla görebilir. Bu yoldaşlar, bugünkü yıkım ve dağılmanın, yıllardır süren gerileyip yozlaşmanın nedenlerini, yıllarını TDKP’ye vermiş komünistler olarak tartışmayacaklar da kim tartışacak?

Devrimci bir siyasal harekette çürüyüp çöken yana değil, gelişip ilerleyen yana bakılır. Geçmişte olumlu ve devrimci olanın gerçek mirasçısı da çürüyüp çöken, ya da yıllar öncesinde takılıp kalan yan değil, gelişip ilerleyen yandır. Bugün TDKP’de gelişip ilerleme çizgisi, proleter komünist bir hareket haline gelmek, böyle bir gelişmenin nesnel ihtiyaçlarına cevap verebilmek demektir. TDKP’de, geçmişte devrimci olanın gerçek temsilcileri, TDKP’deki bugünkü gelişme ihtiyacına cevap verebilenlerdir. Bunun gerisinde kalanların, TDKP’nin geçmiş konumu ve platformu üzerine döktükleri gözyaşları timsah gözyaşlarıdır. Yaşanan sürece ve sosyal pratiğin ortaya çıkardığı derslere rağmen, yıllar öncesini bugün sürdürmeye kalkanlar, tutucu bile değil, düpedüz gericidirler. Ve zaten parti sorunlarının her açıdan tartışılmasının karşısında gösterilen tepki, bütün kişisel kaygı ve zaaflardan arındırılarak ele alındığında, devrimci proleter gelişme karşısında basbayağı bir küçük-burjuva gerici ayak diremedir.(199)

Bu arada, bir parantez açıp, Yoldaş dergisinin çıkarılması sorununa değinmek gerekiyor. Bu sorun Devrimin Sesi'nin çıkartılması sorunuyla birlikte, Yıldırım'ın öteden beri demagoji konusu ettiği bir sorundur. Devrimin Sesi'nin neden ve hangi gerekçelerle durdurulduğu sorunu konferansta tartışılacak. Yoldaş dergisinin çıkarılması sorunu üzerine, son zamanlarda Yıldırım'la aynı platforma kayıp, aynı demagojik malzemeden yarar umanlar çıktığı için, burada birkaç şey söylemek gerekiyor.



Ağustos Belgelerinin, partinin uğradığı örgütsel yıkım ve dağınıklığın boyutlarını anlatmada çok yetersiz kaldığı gerçeği, “parti örgütleri”nden gelmiş yeni delege yoldaşların verdiği bilgilerle bugün daha iyi anlaşılmıştır. Bugün, ve bu durumda, hangi örgütlü yapıyla -örgüt Yurtdışı Örgütü’nden ibaret değilse eğer!-, hangi tartışmayı sürdürebilirdik sorununu tartışacağız konferansta. Ekim ayında çıkan Yoldaş-29'u hangi güçlüklerle, hangi özel olanaklarla iletebildiğimizi de. Dahası, istendiği ve bu istek kimi partililere birkaç kez tekrarlandığı halde, “parti örgütlerinden Yoldaş-29’a ilişkin henüz tek satırlık yazı gelmediği gerçeğini ve bunun nedenlerini de. Partide yeni örgütlü bir iç tartışma dönemini, ancak konferansla birlikte ve konferansın ardından başlatabileceğimizi, ötesinin demagoji olduğu gerçeğini de vb., vb.

Bunları ve daha birçok şeyi tartışacağız. Örneğin, bundan on yıl önce, 15-20 sayfalık uyduruk bir "Halkın Kurtuluşu Çıkarken" platformuyla, tam bir ideolojik-siyasi belirsizlik ortamında çıkarılan haftalık gazetenin, kendiliğindenciliği nasıl körüklediğini ve bunun ne sonuçlara yol açtığını da tartışacağız. Şimdiki ideolojik-siyasi belirsizlik ve kargaşa ortamında, konferans platformu aracılığıyla geçmişle ilgili iyi kötü bir değerlendirme yapmadan, ideolojik-siyasal ve örgütsel görevleri buna uygun tespit edip netleştirmeden sürdürülecek bir yayın faaliyetinin, yeni bir kendiliğindenciliği nasıl kaçınılmaz olarak körükleyeceğini, Devrimin Sesi’nin son dört yıllık yayınından da giderek, özellikle Ağustos sonrasıyla ilgili “kendiliğindencilik” demagojisi yapanlarla tartışacağız...



Yoldaş-29 çıkarıldıktan sonra ortaya çıkan durum, en acil adım olan konferansı yapmak ve yeni sayıyı konferanstan sonra çıkarmak(200)kararına götürdü GMO'yu. Fakat konferans gecikti. Gecikmeyi tartışmak isteyenler dönüp asıl nedenlere baksınlar. Dün içerdeki yoldaşların ne dediğine bile dönüp bakmadan konferansın hemen yapılmasını hararetle savunanların (G.Tufan -Red), bugün aynı yoldaşları sahte bir bayrak yapıp konferansı durdurmaya çalışmaları ibretle seyrediliyor ve zamanı geldiğinde ibretle tartışılacak. (Dün tüzük tartışmasızdır, Şenol yoldaş (Z.Ekrem -Red) partiye dilekçeyle yeniden başvurmalıdır diyenlerin, bugün Şenol'u bayrak yapmaları da!..)

Konferans gecikti ve bu, tek tek partililerde, aylardır süren boğucu sessizliğin yarattığı belirsiz bekleyişi had safhaya vardırdı. Uzun bir mektupla gelişmeleri, ve konferansın gecikmesinin genel ve özel nedenlerini tüm partiye açıklama talebimizi de, bugün ‘parti içi aleniyet’ demagojisi yapanlar engelledi. Partililere gelişmeleri bir mektupla ve özel olanaklarla iletmek gibi özel bir sorunu, partide örgütlü iç tartışma dönemi başlatmak gibi genel bir sorunla kasıtlı bir şekilde karıştırıp, biri yapılabiliyorsa, öteki de yapılabilir denilerek...

G. Tufan’ın yazısında şöyle deniliyor: “Hiçbir tüzük hükmü ya da pratik disiplin uygulamaları parti içi aleniyetin yerini tutamaz. Konferans delegeleri kendilerine tanıdıkları sorunları tartışma hakkını tüm partiye tanımalıdır. Parti sorunlarının çözümünün tartışılmasına tüm parti üyelerini katmalıdırlar. Bu hak bütün TDKP üyelerine aittir. Bunu hiçbir neden engelleyemez.”

Yıllardır, TDKP üyelerinin en temel hakları çiğnenirken, herhangi bir duyarlılık göstermeyen G. Tufan, sahte bir “üyelerin hakları gasp ediliyor” tartışması yaratmak istiyordu bu sözleriyle. Partinin içinde bulunduğu durumu bildiği halde ucuz bir demagojiye itibar eden bu yoldaşa, son toplantıda, “buyurun, çıkarıp dağıtın Yoldaş dergisini!” denildiğinde, önerisini, henüz kimse tarafından anlaşılmayan nedenlerle geri çekmiştir.

Bütün bunları elbette yeri geldikçe tartışacağız. Şimdilik tüm delegelerden talebim şudur: Teknik ve örgütsel yönünün hiçbir görev ve sorumluluğu bana ait olmamak kaydıyla, Yoldaş dergisi derhal çıkarılmalı, “parti içi aleniyetin” gereklerine uygun olarak,(201)başta, son dönemde genel bir kargaşaya yol açan mektup ve belgeler olmak (“Üç Kardeşler”in “Açık Mektup”ları -Red) üzere, her şey partililere açıklanmalıdır. Özellikle de, partiyi her şeyiyle reddettiği YDK çerçevesinde spekülasyon konusu edilen Gündem Önerisi ve gerekçesi. (Gündem Önerisi Üzerine -Red)

Evet, tüm partililer her şeyi bilmelidirler! “Bu hak bütün TDKP üyelerine aittir. Bunu hiçbir neden engelleyemez!



***

Gündem Önerisi üzerine yazılmış yazının sonunda, TDKP içinde bir ayrışmanın ve arınmanın her türlü niyetten bağımsız olarak kaçınılmaz olduğu üzerine söylenmiş sözler de pek hoş karşılanmamışa benziyor. Oysa bu yalın bir gerçeğin dile getirilmesiydi ve proleter komünist bir sınıf hareketi haline gelme yönelişi temelinde, en geniş birlik çabasıyla da kesinlikle çelişmez. Böyle bir birlik perspektifi olmasaydı eğer, sorunu kendimizden de öteye vardırmak, tüm komünistlerin leninist bir sınıf partisinde birleştirilmesini hedeflemek nasıl mümkün olabilirdi? (Ki bu perspektif, ilgili öneride gündem maddesi olarak da dile getirilmiştir.)

Bu “ayrışma” sorununu hoşnutlukla karşılamayan yoldaşların, bunu partinin en geniş birliği samimi arzusuyla yaptıkları düşünülebilir. Fakat burada bir tutarsızlık yok mudur? Partimiz halihazırda gerçek bir birlikten zaten yoksundur. Otorite boşluğu, irade birliği yokluğu, ideolojik-siyasi ve örgütsel bunalım vb. gerçekler, gerçek bir birlikten yoksunluğun göstergeleri değilse nedir? Partinin ne pahasına olursa olsun birliğini değil de, gerçek devrimci birliğini arzulayan yoldaşlar, bunun biricik yolunun, parti sorunlarının en geniş kapsamda tartışılmasından geçtiği basit gerçeğini niye unutuyorlar ki? Partinin gerçek ve kalıcı birliği mi arzulanıyor? Bunu arzulayan herkesin, konferansta sorunların ideolojik-siyasi çizgi temelinde tartışılmasını ve ortaya çıkacak sonuçların parti içi bir tartışma platformu haline getirilmesini kararlıca savunmaları gerekiyor. TDKP’nin bugünkü koşullarında birliğe giden başkaca bir yol yoktur. “İki konferansa karşıyız, bu partiyi böler” laflarıyla, TDKP’nin ileriye gitme doğrultusundaki son şansı olan mevcut konferansı engellemeye çalışanlar, gerçekte, TDKP’yi gerçek bir(202)dağılma ve çöküşe itmeye çalışıyorlar. Bilerek ya da bilmeyerek, işin bu yanının fazlaca bir önemi yok. (Ortada iki değil, yalnızca bir konferans bulunduğu, ötesinin demagoji ve spekülasyon olduğu gerçeği üzerinde ise, durmaya bile değmez.)

Birlik güzel bir sözdür, kişide daima iyi duygular uyandırır. Ne var ki, bu aynı sözün bin türlü ikiyüzlülüğe sığınak olabildiği ise, bilinen bir gerçektir. Birlik konusunda gerçekten samimi olanlar, birlik ve ayrılık noktalarının belirginleşmesini isterler. “Konferans siyasal çizgiyi tartışamaz” gerici ayak diremesini bir yana bırakırlar. Birlik çabaları işin bu yanını kapsamayanların dilindeki “birlik” sözü, boş bir laftır; samimiyetine inanmak için de bir neden yoktur.

Üçlü MK’nın müsebbibi olduğu örgütsel dağınıklığın olduğu kadar, parti saflarındaki küçük-burjuva yozlaşma ve çürümenin de yansıma ve göstergeleri olan yapay, biçimsel, kişisel sorunları “tatlı” bir sona bağlayarak, böylece birlik sağlayacaklarını sananlar, yalnızca kendilerini gülünç duruma düşürüyorlar.

Örgütümüzün on iki yıllık siyasal geçmişi kendi içinde bir tarihtir ve bu tarih oportünist uzlaşmalar dizisiyle doludur. Oportünist uzlaşmaların bu partiye pahalıya mal olduğu bugünün yaygın düşüncesidir. Fakat bilinmelidir ki, oportünist bir uzlaşma, kişinin ya da kişilerin kişi ya da kişilerle uzlaşması değildir. Her oportünist uzlaşmanın ideolojik-siyasal bir içeriği vardır, işin esası budur. Kişiler arası ilişkiler yalnızca bir sonuçtur.

Geçmişteki bütün kötülükleri oportünist uzlaşmalarla izah edenlerin, bugün, apaçık bir ideolojik-siyasal kargaşa ortamında, sorunların ideolojik-siyasal açıdan tartışılmasında isteksizlik göstermeleri, fakat diğer yandan, bugünkü koşullarda en geniş, birliği amaç haline getirmeleri tutarsızlık olmuyor mu? Tutarsızlık bir yana, hayalcilik olmuyor mu? O halde, böyle bir hayale karşı, partinin siyasal ve sınıfsal yapısı ve son beş yılda uğradığı yıkım veri gösterilerek dile getirilmiş bir “ayrışma ve arınma” düşüncesini hoşnutsuzlukla karşılamak da ne demek oluyor? Parti saflarındaki diri, devrimci, mücadeleci devrimci proleter yönelişe açık tüm güçlerle birleşmek, bu güçlerin birliği için çalışmak, her sorumlu(203)komünistin görevidir. Fakat bugünkü koşullarda bunun bir tek yolu vardır. Partiyi bugünkü bunalımdan çıkarmak! Bunun için de, geçmişin her açıdan kapsamlı ve ilerletici bir değerlendirmesini konferans gündemine almak.

Şu defalarca tartışıldı ve ortak bir düşünce olarak her seferinde dile getirildi: Konferans, partideki sorunların çözümünün, bir diğer deyişle bunalımdan çıkışın, yalnızca bir ilk adımıdır. Sorunlar, konferansın ardından başlayacak süreçte, tüm partinin katıldığı tartışmalar olarak sürdürülecektir. Buna paralel olarak yürütülecek olan sınıfa yönelik siyasal ve örgütsel faaliyet de, sorunlarının kavranması ve çözümünde ayrıca olumlu bir etken, uygun bir zemin oluşturacaktır. Ayrışma ve arınma da asıl bu süreçte yaşanacaktır.

Düne kadar paylaşılan bu düşünce her nedense birileri tarafından unutulmuşa benziyor. Konferans her şeyin sonu olarak görülüyor ve konferansın gerçekleşmesinden duyulan tedirginlik biraz da bundan kaynaklanıyor.

Böyle düşünenler, koca bir siyasal geçmişin değerlendirilmesini ve leninist bir sınıf partisini yaratmanın sorunlarını pek hafife alıyor olmalılar.

Kendi geçmişimizi, devrimci hareketin genel geçmişi, özellikle son yirmi yıllık dönem içinde ele alarak doğru ve sağlıklı bir şekilde değerlendirebiliriz. Zira bir siyasal hareket tarihsel, sınıfsal ve ideolojik koşulların diyalektik birliği içinde ele alınıp kavranabilir ancak. Bunun ise, konferansta sonuçlandırılacağını, bizim bunu hedeflediğimizi sananlar, fena yanılıyorlar. Konferans olsa olsa, bunun ancak bir ilk adımını atabilir. Atmalıdır da.



***

“Bir siyasal partinin kendi yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddi olup olmadığını, kendi sınıfına karşı ve emekçi yığınlara karşı görevlerini yerine gerçekten getirip getirmediğini saptayabilmemiz için, en önemli ve en güvenilir ölçütlerden biridir. Yanılgısını içtenlikle kabul etmek, nedenlerini araştırıp bulmak, bu yanılgıya yol açan koşulları tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma yollarını dikkatle incelemek; işte ciddi bir partinin belirtileri(204)bunlardır. Bu ciddi bir parti için görevlerini yerine getirmek, sınıfı ve ardından da yığınları eğitmek ve bilinçlendirmek demektir.” (Lenin)

Üçlü MK döneminde ideolojik-siyasal ve örgütsel bunalımın yanı sıra, siyasal ciddiyet bunalımı da vardı. Partinin gerçek durumu, sorunları, zaafları yıllarca yok sayılmış, üstü örtülmüş, perdelenmişti. Üçlü oportünist MK’dan, başka türlüsü de beklenemezdi. Sınıfa ve yığınlara karşı görev ve sorumluluklarını bir yana itenlerden, leninist siyasal ciddiyet zaten beklenemezdi. Ağustos müdahalesi, parti sorunlarını çözemedi ama, onları bütün yönleriyle apaçık ortaya koydu. Bütün gerçekleri partiye açıkladı. Yılların ciddiyetsizliğine bir son vermek, leninist siyasal ciddiyetin ruhuna uygun davranmaktı bu.

Oysa şimdi, bu devrimci gelişmenin ürünü olan parti konferansı bünyesinde, bir ciddiyet bunalımı yaratılıyor. Parti sorunlarının bütün boyutlarıyla tartışılması engellenmeye çalışılıyor. Hatta hatta, konferansın bizzat kendisi engellenmeye çalışılıyor.

Bu ciddiyetsizliğe ve sorumsuzluğa bir son verilmelidir. Uzun yıllar süren bir yıkım ve dağılmanın ardından toplanan TDKP konferansı, devrimci hareket, sınıf hareketi ve TDKP konusunda, genel çizgileriyle de olsa, bir değerlendirme yapmadan dağılırsa, değil NETAŞ’ın DERBY’nin yiğit işçileri tarafından, eski taraftar tabanı tarafından bile ciddiye alınamaz. Ve bu, bir anlamda TDKP’nin sonu demektir.

Bugünün sorunu, TDKP içindeki herkesi uzlaştırıp, tatmin edecek bir “ara çözüme” ulaşmak değil, siyasal sınıf mücadelesinin ve işçi sınıfı hareketinin gerçek ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir yönelişe girmektir.

Tüm delegeler bunu böyle bilmeli, bunun ciddiyetine ve sorumluluğuna uygun davranmalıdırlar.

22 Şubat 1987 H. Fırat(205)

***********************************************



TDKP-LENİNİST KANAT BİLDİRİSİ (Nisan 1987)

TDKP Üyelerine, Taraftarlarına ve Devrimci Kamuoyuna

Bizler, Türkiye Devrimci Komünist Partisi Olağanüstü Konferansının bir grup delegesi olarak, aşağıdaki hususları, başta TDKP üyeleri ve taraftarları olmak üzere, tüm devrimci kamuoyuna açıklamayı görev sayarız.

Partimizin yaşadığı derin bunalım herkesçe bilinmektedir. Bu bunalımın kökleri, partimizin on iki yılı bulan siyasal geçmişinde yatmaktadır.

Türkiye Devrimci Komünist Partisi, uzun yıllar süren bir çabayla, büyük iddia ve umutlarla kuruldu. 2 Şubat 1980 tarihinde toplanan TDKP 1. (Kuruluş) Kongresi, tarihi olarak nitelediği bir kararla, TDKP’yi, Türkiye işçi sınıfının komünist partisi ilan etti. Türkiye işçi sınıfının, TDKP’nin şahsında siyasal ve örgütsel(206)bağımsızlığına kavuştuğunu iddia etti.

Bu iddia, samimi ve içten bir inancın dile getirilişiydi. Ne var ki, nesnel gerçeği ifade etmekten tamamiyle uzaktı. Partimiz, komünist partisini, bilimsel sosyalizm ile işçi hareketinin birliği olarak ele alan marksist bilimsel görüşten ve kavrayıştan yoksun bir siyasal ve örgütsel pratiğin ürünü olarak doğdu. Partimiz şehir ve kırın küçük-burjuva devrimci-demokrat hareketi ile birleşerek kuruldu. Siyasal ve örgütsel faaliyetinin merkezinde hep, küçük-burjuvazinin değişik katmanları esas yeri tuttu. Lafta söylenen ne olursa olsun, işçi sınıfının yeri ve önemi hep tali oldu. Olduğu kadarıyla da, işçi sınıfına proleter devrim ve sosyalizm perspektifiyle değil, devrimci demokrasi perspektifiyle gidildi. Kuruluşu için uzun yılları alan bir çaba harcandığı ve kurulduğunda on binlerce kişiyi seferber edebilecek bir siyasal etkinliğe sahip olduğu halde, partimiz, kuruluş kongresini topladığında, işçi sınıfı içinde siyasal ve örgütsel bir varlığa hemen hiç sahip değildi. Partimiz, işçi sınıfı içinde, onun ileri unsurlarından oluşan komünist çekirdeklerin organik bir toplamı olarak değil, şehir ve kır küçük-burjuvazisinin değişik kesimleri içinde yaratılmış örgütlerin bir toplamı olarak kuruldu. Dahası, bundan pek de rahatsız olmadı.

Bu durum, şehir ve kır küçük-burjuvazisini temel alan siyasal ve örgütsel pratiğin doğal, mantıklı ve kaçınılmaz bir ürünü ve sonucuydu. Teorik ufku, programı ve taktiğiyle de uyumluydu. Partimizin, proletaryayı odağına almayan, proleter devrimi ufkunu karartan, sosyalizmi uzak bir geleceğin sorunu olarak gören, özünde demokrasi ve bağımsızlık hedefiyle sınırlı teorik siyasal kavrayışı, küçük-burjuva siyasal sınıf koşullarının hem nedeni hem sonucuydu.

Bütün bunlar niyetlerden öteye sonuçlardır. Niyetler hep olumlu, devrimci ve soylucaydı. Yürekler hep işçi sınıfı ve sosyalizm davası için çarpıyordu. Fakat aslolan siyasal-sınıfsal pratik, yani sonuçlar, işçi sınıfı ve sosyalizm sorunundan çok uzak kaldı. Bu gerçek, partimizin 12 Eylül sonrası evrimiyle de apaçık ortaya çıktı.

12 Eylül askeri faşist darbesinden kısa bir süre sonra, partimiz(207)hızlı ve kolay bir yıkım yaşadı ve örgütsel tasfiye ile yüz yüze kaldı. Pek az istisnayla başta parti önderliği olmak üzere, parti kadrolarının önemli bir bölümü, faşizmin saldırıları karşısında proleter komünist sağlamlık gösteremedi. Devrim ve komünizm davasını savunma güç ve iradesini gösteremeyerek dökülüp elendi. Bu, partimizin küçük-burjuva siyasal sınıf yapısının bir sonucuydu ve karşı-devrim koşullarında, kendini küçük-burjuva teslimiyeti olarak ifade ediyordu.

Parti önderliğinin dışarıda kalan bölümü, sosyal pratiğin ortaya çıkardığı bu acı gerçeğe gözlerini kapadı. Gerçekleri partililerden, kitlelerden ve devrimci kamuoyundan gizleme yolunu tuttu. İşçi sınıfının proleter komünist sınıf partisi iddiasıyla kurulduğu halde, ufku küçük-burjuvazinin devrimci siyasal ufku ile sınırlı, küçük-burjuva sınıf temeline dayalı, küçük-burjuva siyasal sınıf yapısına sahip parti gerçeğimiz üzerine gitme gücünü, kararlılığını ve sorumluluğunu göstermedi. Bunun doğal sonucu olarak, partimiz, geçmişinden gelen bütün zaaflarını korudu; karşı-devrim yılları bu zaaflara yenilerini kattı, eskileri geliştirdi. Partimiz, ileriye değil, sürekli geriye giderek, bugünkü yıkım ve dağılma noktasına geldi. Değil sınıfa ve yığınlara, kendi sempatizan çeperine bile önderlik edemez duruma düştü.

Partiyi yıkıma, dağılmaya, içten içe çürümeye terkeden parti yönetimi hakkında alınan Ağustos Kararları, bu süreci tersine çevirmeyi, partiyi yaşadığı derin bunalımdan çıkarmayı amaçlıyordu. Bütün gerçeklerin partiye açıklanması, geçmişin köklü ve kapsamlı bir muhasebesinin parti gündeminin odağına konması ve bunun ilk adımını atması düşünülen Parti Konferansı kararı, bunun ifadesi idi.

TDKP Olağanüstü Konferansı, Kuruluş Kongresi’nden beri geçen 7 yıllık aradan sonra toplanan ilk en üst parti platformuydu. Olağan bir sürecin ürünü değildi. Yıllardır süren bir yıkım ve tasfiye, gerçek bir örgütsel dağılma ve derin bir ideolojik-siyasi bunalım koşullarında toplanıyordu. Bütün bunlar Konferans’a tarihi bir misyon yüklüyordu. Vazgeçilmez ve ertelenmez görevi, TDKP’nin bugünkü gerçeğini bütün bir geçmiş süreci temelinde değerlen(208)dirmek, yeni dönemin görevlerini ve yönelimini bu değerlendirme temelinde ele almaktı. Bu yaşam ve ilerlemenin olmazsa olmaz koşuluydu ve bu nedenle de, Konferans, TDKP’nin son şansıydı. Bu yapılmadığı takdirde, TDKP, yılların beklentisini boşa çıkarmış olacak, değil kendi dışında, kendi içinde ve tabanı nezdinde bile iddia ve inandırıcılığını hepten yitirecekti.

Bizler, soruna bu bilinç ve sorumlulukla yaklaştık. Ve üstümüze düşeni yapmaya çalıştık. Ne var ki, örgütsel yıkımın olduğu kadar, parti saflarındaki küçük-burjuva yozlaşma ve çürümenin ürünü ve göstergeleri olan yapay, biçimsel ve kişisel sorunlarla, bu devrimci çabanın karşısına çıkıldı. Bütün sabır ve iyi niyetimize rağmen, belgelerini tüm TDKP üye ve taraftarlarına ayrıca sunacağımız bu sorunları aşamadık ve konferansımız, kendi kendini tartışma konusu etme noktasına gelerek dağılışını hazırladı.

Konferansı engellemeye dönük çabalar, görünürdeki bütün nedenlerden arındırıldığında, gerçekte, TDKP’nin, bugüne kadar hep havada kalmış iddia ve idealleri doğrultusunda proleter komünist bir yönelişe girme çabalarına karşı gösterilen küçük-burjuva bir ayak diremenin ifadesiydi. Türkiye devriminin ve partinin gerçek sorunlarını tartışmayı, küçük-burjuva siyasal ve örgütsel pratiği aşma sürecine girmeyi engellemek amacındaydı. Doğrusu, bunda bir ölçüde başarılı da olundu. Fakat bilinmelidir ki, devrimimizin ve TDKP’nin sorunları herşeye rağmen tartışılacak, TDKP bünyesinde diri, devrimci, mücadeleci, proleter komünist yönelişe açık tüm güçlerin aynı saflarda birliği için çalışılacaktır.

İnancımız odur ki, bugünün sorunu, TDKP içindeki çeşitli grupları tatmin edecek bir “ara çözüm”e ulaşmak değil, Türkiye işçi sınıfının siyasal sınıf mücadelesinin gerçek ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir yönelişe girmektir. Bu ise, TDKP içinde gerici uzlaşmalara dayalı sahte bir birliği değil, tersine, proleter eğilim ile küçük-burjuva eğilimin ayrışmasını zorunlu kılar. Bu bir yol ayrımıdır.

Dönemin acil ve can alıcı görevi, teoride, taktikte, örgütte ve pratik mücadelede işçi sınıfının proleter sosyalist siyasal hareketini yaratmaktır.(209)

Bu amaç doğrultusunda, tüm enerji ve kararlılığımızla kendi bağımsız çabalarımızı sürdüreceğimizi, TDKP üye ve taraftarlarına ve devrimci kamuoyuna bildiririz.



TDKP-LENİNİST KANAT Nisan 1987(210)

*****************************************



BELGELER-1’e Sunuş

Elinizdeki belgeleri yayınlamak zorundaydık. Zira bunların bir kısmı, Yılmaz’a ait olanları, özel basılmış halde, aylardır, partililer ve taraftarlar arasında dolaştırılıyor. Yine bir süredir, belki kendileri değil ama, içeriği yurtdışında birileri tarafından kullanılıyor. Aylardır bu belgeler üzerinde spekülatif bir kampanya yürütülüyor; sözde politika yapılıyor. Bu, birinci nokta. İkincisi, incelenince görülecektir ki, bu belgelere konu yapay, biçimsel, kişisel sorunlar aylarca partiyi meşgul etti; fiilen toplantı halinde olan konferans, bu belgelere konu olayların da etkisiyle resmi oturumlara geçemeden dağılmak durumunda kaldı. Üçüncüsü, bu belgelerin başkahramanı kişi, Yılmaz, mektuplarının gizlendiğini, partiye iletilmediğini, elinizdeki belgelerde defalarca tekrarlıyor.

Bu üç ana nedenden dolayı, bu belgeleri yayınlamak durumundayız. Bir kısmı utanç verici ve umut kırıcı olsa da, bu belgeleri yayınlamak zorundayız. Bu partililere ve taraftarlara karşı bir görev(211)dir. Herkes gerçeği olduğu gibi bilmelidir. Küçük-burjuva yozlaşma ve çürümenin ifadesi olan kişisel Ve spekülatif kampanyaların bir ölçüde olsun açığa vurulması açısından da gereklidir bu.

Çok iyi biliyoruz ki, yoldaşlarımızın, taraftarlarımızın, uzun zamandır bizden bekledikleri asıl şey, parti içi didişmelerin belgeleri değildir. Fakat aylardır, bir delinin yetmiş akıllıyı esir alması gibi, yarattığı sorunlarla partiyi adım atamaz hale getiren başkahramanın marifetleri belgeleriyle sergilenmeden de, aylardır neyi beklediğimiz, neden beklediğimiz tam anlaşılamaz.

Bu belgeleri yayınlayarak, bu faslı kapatıyoruz. Artık bizi, küçük-burjuva yozlaşmanın ürünü sorunlar ilgilendirmiyor. Türkiye gibi, sınıf mücadelesinin önem ve ciddiyetinin, tüm siyasal-sınıf güçleri tarafından, her gün her an duyulup hissedildiği bir toplumda, bu sorunlarla daha fazla uğraşmak gerçek bir gaflettir. Hele de bunu, kendine komünist işçi sınıfı devrimcisi diyenler yapıyorlarsa, gafletten öte ihanettir.

Bu bilinçte olan bizler, bu belgelerin yayını esnasında söylediklerimiz dışında, bu konuya yeniden dönmemek kararındayız. İdeolojik-siyasal nitelikte sorunların ötesi, artık bizleri ilgilendirmiyor.



TDKP-Leninist Kanat Mayıs 1987(212)

*******************************************



Z. EKREM’İN ARALIK 1986 TARİHLİ YAZISI

(Yazının girişi ve son bölümü daha önce yayınlandı. (Bkz. Belgeler-1, s. 115-120))



2- Devrimin zor yılları: 12 Eylül askeri faşist darbesiyle birlikte yeni bir saldırı kampanyası başlatıldı. Faşist baskı ve terör yoğunlaştırıldı. Var olan siyasi hak ve özgürlüklerin kırıntıları da rafa kaldırıldı. Kitle örgütleri kapatıldı, kitleler sindirildi, gelişen mücadele ezildi, devrimci demokratik harekete ağır darbeler vuruldu. Örgütsüzlük, dağınıklık, yoğunlaşan baskı ve terör karşısında sinme, yılgınlık egemen hale geldi. Devrim savaşmadan yenildi. Savaşmadan yenilme, yenilginin sonuçlarını daha da tahrip edici kıldı. Diktatörlük durumunu sağlamlaştırdı, öngördüğü tedbirleri aldı. Burjuva liberal muhalefet bile yasadışı ilan edildi. Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden birine girdi.

Yaygın ve çok kullanılan ifade tarzıyla 12 Eylül askeri darbesinden sonra, Türkiye’de devrimin zor yılları yaşandı. Diğer ülkeler(213)de olduğu gibi ülkemizde de devrimin zor yılları gerek partilerin, siyasi akımların ve onların tek tek unsurlarının zaaflarının tüm eksikliklerinin, hatalarının çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmasına yol açtı. Bu nedenle devrimin zor yıllarının başladığı 12 Eylül sonrasında, sorunun esası hataları, zaafları, eksiklikleri saptamak değildi. Bunları saptamak için büyük bir siyasi dehaya, engin tecrübe ve teorik birikime sahip olmaya gerek yoktu. Her şey apaçık ortadaydı. Ve görmemek için kör olmak gerekiyordu. Bu nedenle sorunun esası bütün çıplaklığıyla ortaya çıkan hataları, zaafları ve eksiklikleri bir bütün olarak ele almak, iç bağlantılarını doğru kurmak, köklerine inmek ve bu temelde onların nasıl aşılabileceğini saptayarak aşmak için ileriye atılmaktı.

12 Eylül askeri darbesinin özellikle de Nisan darbesinin hemen akabinde bütün hatalar, zaaflar ve eksiklikler iç bağlantıları, kökleri ve nedenleriyle bir bütün olarak saptanamaz ve bir çırpıda aşılamazdı. Ancak ilk adımlar atılarak süreç içinde zenginleştirilip derinleştirilebilir ve bugüne kadar da önemli mesafe katedilebilirdi. Parti ağır darbeler yemesine karşın eldeki tüm güçler en iyi biçimde kullanılabilseydi, kitle mücadelesinde ve politik ortamda bir dinginliğin sürdüğü son 5-6 yılda bu mümkündü. Mümkün olanın, mümkün olmaktan öte zorunlu olanın bugüne kadar yapılmamış olması ve bunun politik ortamın ısınmaya, kitleler arasında hoşnutsuzluğun artmaya ve mücadele isteğinin çok belirgin olmasa da uç vermeye başladığı döneme sarkması parti açısından bir dezavantajdır. Bu bakımdan da son 5-6 yıl parti açısından kaybedilmiş yıllardır.

Parti, oluşum sürecinin başlamasından bu yana ilk ciddi sınavla 12 Eylül darbesinden sonra karşı karşıya kaldı. Yönetimi, örgütleri, kadroları ve faaliyetiyle parti bir bütün olarak iyi bir sınav veremedi. Parti, 12 Eylül darbesiyle başlayan faşist saldırıları ağır kayıplar vermeden göğüsleyemediği, yeni koşullara hızla uyum sağlayamadığı gibi, son 5-6 yılda işlevine uygun bir faaliyet ve atılım da gösteremedi. Yenilen darbelerin ağırlığına karşın parti bunu asgari düzeyde de olsa gerçekleştirme potansiyeline sahipti. Eldeki güçler en iyi biçimde harekete geçirilip, kullanılabilseydi, bu gerçekleştiri(214)lebilirdi. Elbette bunun gerçekleştirilememesinin tek değilse de başlıca sorumlusu bu dönemdeki parti yönetimiydi.

12 Eylül döneminden farklı olarak parti son 5-6 yılda politik arenada kitleler, devrimciler ve çeşitli politik güçler açısından ciddiye alınacak bir güç olarak var olamadı. Ona duyulan güven ve sempatiyi önemli ölçüde kaybetti. Acı da olsa son 5-6 yılın gerçeği budur.

Partinin dünü bugünü, geçmişteki hatalar ve eksiklikleri ele alınırken onların aşılmasına ve giderilmesine çalışılırken reformcu değil, devrimci bir tutum içinde olmak gerekir.

Reformcu yaklaşım ve tutum hataların ve zaafların iç bağlantıları ve bütün yönleriyle köklerine inerek saptanmasını engeller. Onları aşmak için zorunlu devrimci atılım ve arınma sürecini sağlamaz. Onların farklı koşullarda değişik biçim ve boyutlarda tekrar ortaya çıkmasına zemin olur. Hataların ve eksikliklerin kaynaklarıyla birlikte saptanması ve onların aşılması için gerekli atılımın yapılabilmesi, devrimci bir yaklaşım ve tutum içinde olmaya bağlıdır. Partinin bugün bütün açıklığıyla ortaya çıkan zaafları ve hatalarını aşamamasının, arınması gereken unsurlardan arınamamasının temel nedenlerinden biri de sorunların bugüne kadar devrimci bir yaklaşım ve tutumla ele alınamayışıdır. Gönderdiğiniz materyalde sorun daha çok partinin son 5-6 yıllık faaliyeti, örgütlenme, çalışma tarzı, düşman karşısında önemli sınavlarda takınılan tutumlar vb. alanlarındaki zaaflar, partinin program ve tüzüğünün uygulanıp uygulanmadığı açısından ele alınıyor. Bu alanlardaki zaaflar küçümsenemez. Ancak zaaflar, hatalar ve eksiklikler 12 Eylül sonrasıyla sınırlı olmadığı gibi, yukarıda belirtilen alanlarla da sınırlı değildir. Sorunun; gönderdiğiniz materyallerdeki çerçevede ele alınması, hem tüm hata ve zaafların saptanamamasına, hem söz konusu alanlardaki hataların nedenlerinin bütün yönleriyle görülememesine yolaçar.

Bize ulaşan materyallerde bugünkü durumun başka şeylerin yanı sıra partinin oluşum ve gelişim sürecindeki oportünist uzlaşmaların da bir sonucu olduğu vurgulanıyor. Bugünkü durumun sadece Nisan darbesi sonrası dönemle açıklanamayacağı, yanı sıra kökleri(215)nin partinin oluşum ve gelişim sürecinde aranması gerektiği doğrudur. Ancak oportünist uzlaşmalar gibi, isteyenin istediği gibi yorumlayabileceği saptamalarla sorun asgari düzeyde de olsa açılmış olmaktan uzaktır.

Partinin bugün içinde bulunduğu çok yönlü kriz sadece Nisan darbesi sonrası süreçle açıklanamayacağı gibi, öncesi süreçle de açıklanamaz. Sınıf mücadelesinde 5-6 yıl uzun bir süre olmadığı gibi çok kısa bir süre de değildir. Partinin bugün geldiği noktayı, son 5-6 yılda yaşadığı süreci Nisan darbesiyle ve 12 Eylül öncesi süreçle açıklamak, dönemi bir önceki dönemle açıklayan determinist, kaba materyalist bir tutum olur. Parti sübjektif bir etken olduğu için, onun hataları ve zaafları ele alınırken determinist bir yaklaşım ve tutumdan özellikle kaçınmak gerekir. Determinizm iradi faaliyeti ve etkeni yadsır, hataları ve zaafları meşrulaştırır, gerçek sorumluların ve kaynaklarının yaşanılan süreçte değil de tarihin derinliklerinde aranmasına yol açar. Ancak bundan kaçınılırken bir başka hataya, her dönemin, bir önceki dönem üzerinde yükseldiği doğrusunun yadsınması hatasına düşülmemelidir.

Partinin bugün içinde bulunduğu krizin, olumsuz durumun kökleri, 12 Eylül öncesi ve sonrası birbirinden koparılmaksızın partinin oluşum ve gelişim sürecinin bütününde aranmalıdır.



3-
Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə