HÜMANİZMİN ÇIKIŞ ve YAYILIŞI
201
ve muhtevasız bir şekil arzediyordu. Ancak bu yüzyılın sonlarına doğru
Antik tarihçilerle daha yakın istinası olan Makyavelli tarih yazıcılığında
derin bağlar kurabilmişti. Floransa tarihinde Makyavelli, Cermanlar'la
Roma'lıların, dünyevi kuvvetlerle dinî kudretlerin çarpıştıklarına temas
etmiş, Giccardini daha ileri giderek eserine "İtalya tarihi,, adını vermekle
tasvirde hiç olmazsa mekân birliğini temin etmişti.
Lâkin fikir bakımından birlik henüz kurulamamıştı. Vakıa XV.
yüzyılın bazı tarihçilerine çöküm ve yenilenme suretindeki düşünce
nin iptidaî şekli yabancı değildi. Fakat bu cihetin gelişmesi başka yol
dan olacaktı. Çökmüş şeylerin, adamakıllı toprağa gömülmüş, fakat
onarılarak yenilenmesi mümkün olan eskilerin ihtişamının tablosu XIV.
yüzyılın ortasında, P e t r a r k a devrinden itibaren gittikçe artan bir şek
ilde canlanmıştı. Bu suretle başlayan kültür yenilenmesi hareketinin yeni
bir devre açtığını daha çağdaşlar hissetmişlerdi. Yalnız başlangıç nok
tasında tereddüt ediyorlardı. Bazıları Lâtin, bazıları ise eski Yunan irfa
nının incelenmesini başlangıç noktası olarak almışlar ve Humanitas adı
nı verdikleri bu hareketin muhtevasını ancak gitgide aydınlatmışlar ve
nihayet şu kanaate varmışlardı: Antik bir şairin anlayışına nüfuz etmek,
dünyayı şairin, yorumcunun gözüyle olduğu gibi görmek en yüksek
derecede bir irfan vasıtasıdır. "Humanitas, humanite, insan sevgisi değil,
bilâkis irfandır» demekle insanlara yönelmek sisteminden ayrılarak ger
çeklere yönelmek suretinde filolojik bir açıklama yapılıyordu.
Yeni cereyanın menşei ve devamı meselesi oldukça karışıktır ve
açık bir şekilde cevaplandırmak güçtür. Ruhî kültürün yeniden doğuşu
ve bu suretle dünyanın muayyen bir surette kuruluktan, soysuzlaşmak
tan sıyrılarak yenileşmesi fikri, ayni zamanda hem pek eski hem de
nisbeten yenidir. Sübjektif değeriyle kültür idesi olarak eski, objektif
değer temayülü ile ilmî tasavvur suretindeki hususiyeti bakımından ye
nidir. Tarihte zaman zaman hayatın bütün alanlarında, devletin kilise
ve sairenin yenilenmesi temayülü görülür. Yalnız bu belirtiler mahdut
ve sathî olduklarından kökleşmemişti
1
Eski görüş tarzına nazaran Rönesans münhasıran Antik klâsiğin
yenilenmesinden ibaretti. Yalnız, Antik klâsik mefhumunun şümulü her
yerde ayni değildi. Bizzat rönesans tabirinin ad olarak kullanıldığı çağ
da, bilhassa XVI. yüzyılın ilk yarısında, rönesansın ihya edildiği, kültür
alanında ilim ve güzelliğin saf kaynağına dönüldüğü, hikmet ve sanatın
ebedî değer taşıyan düsturlarına sahip olunduğu duygusu içinde yaşa
nıyordu. Fakat dikkate şayandır ki, yeniden doğuş duygusunun esas
belirtisi, devrin ileri gelen fikir adamlarınca değişikti. Bazılarınca bu
belirti hemen hemen edebî kültüre münhasırdı. Nitekim Rabelais edebî
yazıların ihyasından bahsederken sanki artık tekarrür etmiş ve herkes-
1
Walter Götz, Propylaen-Weltgeschichte, Das Zeitalter der Gotik und Renaissance
s. 159. (Bu eser türlü şahıslar tarafından yazılmış olmakla beraber, naşir ve müşte
rek yazman olan Walter Götz'ü zikretmeği tercih ettim. Ş.A.)
ŞÜKRÜ AKKAYA
ce bilinen bir vakıayı anıyordu. Bazıları ise edebî araştırmalara yer ver
mekle beraber cereyanın ortaya çıkışında büyük öncülerin ruhunu esas
âmil olarak görüyorlar. Eraşmus'un Adagia adlı eserinin bir neşrinin
ön sözünde şöyle denilmektedir: "Yeniden doğmakta olan edebî araş
tırmalar ortaya çıktığı anda, bunları barbarlığın uzun zaman içine attığı
çamurdan kurtaranların başında Erasmus gelir,,.
Diğer taraftan İtalya'da daha XV. yüzyılda asîl kültürün ihyasından
gururla bahsedilirken tasvirî sanatlara sarahatle önemli bir yer verili
yordu: Lorenzo Valla (Laurentius) "Elegantiae Lingua Latiane,, adlı ese
rinin, hümanizmin beyannamesi sayılan ön sözünde: "Serbest sanatlara
en yakın bulunan resim, heykeltıraşlık ve mimarî gibi uzun zaman ve
fena halde soysuzlaşan ve hemen hemen kültürle ayni zamanda ölen
sanatlar yeniden canlanmakta ve gelişmektedir. Bu gelişme iyi ve edebî
bakımdan mükemmel bir surette yetişmiş olan sanatkârlar tarafından
feyiz bulmaktadır. Ne mutlu bir zamandayız ki biraz daha gayret ede
cek olursak Roma dili, öyle umuyorum ki, çok sürmeden daha gelişe
cek ve bu suretle bütün ilimler şekillenecektir,, demektedir
1
.
Rönesans, telâkkisi mefhum bakımından böylece az çok değişik
şekilde anlaşıldığı gibi zaman telâkkisi bakımından da tam bir birlik
görünmez. Yani rönesans hareketi Ortaçağ zihniyetine karşı cephe
aldığına göre "ruhî tarih bakımından Ortaçağ nerede biter, rönesans
ne zaman başlar?,, suali de açıkça cevaplandırılamamaktadır. Sanat
tarihi eserinde Karl Woermann'ın şu ifadesi bunu teyit eder: "Orta
çağ ve Rönesans tâbirlerinin ne kadar keyfî kullanıldığını bilhassa
İtalya sanat tarihi bize göstermektedir. Nasıl Alpl'erin kuzeyindeki
ülkelerde 1250-1400 çağında bir Rönesanstan bahsedilemezse İtalya
için de aynı hal carîdir. XIV. yüzyılda alimâne araştırmaların Antike
yeniden yönelmesine rağmen rönesansı 1300 hatta 1250 ye kadar irca
etmek hatalıdır. Bizzat Dante'nin Vita nuova eseriyle hiç birşey
yeniden doğmamış bilâkis ortaçağın kucağından kopan yeni bir duyuş
hayatı başlamıştır.... „
2
.
Woermann'ın son cümlesindeki ifadesiyle rönesansın Ortaçağın
genel durumundan kopmuş olduğu zihniyeti teyit edilmektedir. Bugün
umumun kabulüne mazhar olan rönesans mefhumu XIX. yüzyılın ortaların
da son şeklini almıştır. Jules Michelet tarafından açılan ve Burckhardt
tarafından tamamiyle müstakil olarak şekillendirilen talâkkiye göre Antik
irfanın ihyası sırf devrin umumî karakterinin bir ifadesi, Ortaçağın
bağlılığına karşı şahsiyetin kendi şuurunu kavramıya başlamasıdır
3
.
1
Huizinga, s. 92.
2
Karl Woermann, Geschichte der Kunst, cild III. s. 448.
3
Reallexikon der deutschen Literaturgeschichte, cilt I. s, 526, sütun 2.
202