HUMANİZMİN ÇIKIŞ ve YAYILIŞI
217
olagelmiştir. Bu halk ruhunun korumakta olduğu hürriyet, rönesansın
türlü tecellilerinde aynı derecede müessir olmuştur. Meselâ yalnız
yeni Lâtin edebiyatına göz atıldığı takdirde bu kudreti ekseriya pek
az ölçüde, tasvirî sanatlarla diğer birçok sahalarda ise göze çarpacak
derecede çok ölçüde müessir olduğu görülür.
İtalya dışındaki Batı âlemi, İtalya'dan gelen muharrik kuvvete
karşı ya mukavemet ediyor, yahut ta bunu kısmen veya tamamen mal
ediyordu. Mal edilen yerlerde ortaçağ sanat şekilleriyle tasavvurlarının
vaktinden önce ortadan kalktığına esef etmemek gerekiyordu. Şayet
mukavemet edilebilseydi, Orta çağ âlemi yaşamakta devam ederdi. Bu
gibi büyük ameliyelerde bazı münferit asîl filizlerin, an'ane ve şiirde
ebediyete mazhar olmaksızın, mahvolduğu muhakkaktır. Fakat bu
yüzden büyük umumî neticenin husule gelmemiş olması da temenni
edilemez. Ortaya çıkan umumî netice, o vakitlere kadar Batı âleminin
birliğini sağlıyan kilise yerine, İtalya'dan yayılmıya başlayıp, bütün
aydın Avrupalıların atmosferini teşkil edecek olan, yeni ruhî bir
medium, aracıdır.
Vakıa XIV. yüzyıldan beri İtalyan fikir hayatına kuvvetli bir şekilde
nüfuz etmiye başlıyan Yunan - Roma antik irfanı, kültürün kaynak ve
dayanağı, varlığın hedef ve gayesi, kısmen de şuurlu bir muhalefet
şeklinde, İtalya dışındaki Orta çağ dünyasına daha çok önceleri tesirden
hâli kalmamıştı. Büyük Karl'ın kültür hareketleri, VII. ve VIII. yüzyılların
barbarlığına karşı bir rönesanstan başka bir şey değildi. Kuzeyin
roman yapı sanatında Antikten mevrus umumî şekil esaslarından başka
dikkati çekecek surette doğrudan doğruya Antik formlarla hulul etmiş
olduğu gibi bütün manastır ilim çerçevesine Antik - Roma müelliflerinden
tedricen büyük ölçüde malzeme girmiş, hatta üslup hususunda dahi,
Einhart'dan beri, taklitten hali kalınmamıştı.
Lâkin İtalya'da Antik bir irfanın uyanışı kuzeye nisbetle başka bir
şekilde olmuştu. İtalya'da barbarlık nihayete erer ermez henüz yarı
Antik bir durumda olan kavimde kendi geçmişinin şuuru belirmişti;
Halk mazisini kutluyor ve bunun ihyasını arzu ediyordu. İtalya dışın
daki, Antik irfanla uğraşma işi, nihayet âlimâne, münferit Antik eleman
ların akislerinden faydalanma suretiyle (nazarî) oluşuna mukabil, kalya
da âlimâne, fakat aynı zamanda popüler bir şekilde umumî olarak
Antik irfana taraftarlık suretinde (fiilî) oluyordu. Zira İtalya'da antik irfan
bizzat kendi büyüklüklerinin hatırasını teşkil ediyordu. Lâtincenin kolay
anlaşılması, hâtıra ve âbidelerin bolluğu bu gelişmeyi müthiş bir surette
besliyordu.
İşte bu gelişme ile, arada başkalaşmış olan halk ruhunun, umumî
Avrupa şövalyeliğinin, kuzeyin kilise vesaire suretindeki kültür eleman
larının mukabil tesirlerinin imtizacından yeni küllî ruh, Batı âlemi için
mikyas modeli olması mukarrer bulunan, modern İtalyan ruhu husule
gelmişti.
218
ŞÜKRÜ AKKAYA
Vakıa İtalya'da tasvirî sanatlarda olduğu gibi şiir sanatında da da
ha XII. yüzyılda Antik belirtilere rastlanır. Hatta pervasız bir dünya
sevinci ve zevkleri terennüm edilir, ve eski cahiliyet devri tanrıları
bunların koruyucusu olarak muhteşem mısralar ile tebcil edilir. Fakat
İtalyanların Antik mevrusatına büyük ve umumî ilgileri XIV. yüzyılda
başlar. Bu tecellinin meydana gelebilmesi için şehir hayatının, bu devir
de olduğu gibi, gelişmesi, bir arada yaşamak ve asilzadelerle burjuva
ların gerçekten müsavatı, irfan ihtiyacını duyan ve bu maksat için ge
reken sabır ve vasıtalara sahip bulunan umumî bir cemiyetin teşekkülü
lâzımdı. Lâkin irfan, Orta çağ hayal âleminden ayrılmak istediği takdir
de, sırf tecrübe yoliyle dünyanın fizikî ve ruhî marifetine nüfuz ede
mezdi; bir öndere ihtiyacı vardı: Klâsik Antik irfan, ruhun bütün alan
larında bol objektif ve makûl gerçekleriyle kılavuzluk edecek şekil
arzediyordu. Onun için Antikten minnet ve takdirle şekil ve malzeme
alınmış ve bir zaman için yeni kültürün başlıca muhtevasını teşkil
etmiştir.
İtalya'nın umumî durumu da davanın gelişmesine müsaitti; Ortaçağ
kayserliği, Hohenstaufen hanedanının ortadan kalkmasından sonra, ya
İtalya'dan büsbütün feragat, etmiş yahut da bu memleketi hükmüranlık
çevresi içinde tutamamıştı. Papalık, Avignon'a göçmüş, mevcut hakim
kudretlerin ekserisi cebbar ve gayrimeşrûdu. Benliği uyanmış olan
ruh ise yeni, dayanıklı bir ideal aramakta idi. Bu suretle bir Roma-İtal-
ya cihangirliği ham hayali ruhlara hâkim olabilmişti; hatta Cola di Ri-
enzo ile taraftarları bu emelin pratik bir şekilde tahakkukunu dene
mişlerdi
1
.
H ü m a n i z m ' i n y a y ı l ı ş ı
Hümanizm ve Prag çevresi :
Rienzo'nun Roma'da halk egemenliğini ilân edişi, İtalya ile Al
manya'nın karşılaşmasına, önemli bir fikrî tarih ânına, vesile olmuştu.
Rienzo'nun nazarının Prag'da hüküm süren ve Bahemya'yı gerek eko
nomik gerekse fikir bakımından yükseltmiye uğraşan Kayser IV. Karl'a
yöneldiğine işaret etmiştik. Roma'yı tekrar dünyanın merkezi yapmak
emeliyle Prag'a giderek sözleri ve yazılariyle Kayseri ve müşavirlerini
yeni bir İtalya seferine imâleye çalışmıştı. Rienzo'nun mücahede arka
daşı ve ateşli yurtsever Petrerka, şahsen tanıdığı Kaysere ithaf ederek
kaleme aldığı güzel yazılariyîe aynı emeli beslemek istemişti. Kayser
Petrerka gibi meşhur bir şahsiyetin kendisiyle mektuplaşmasından bü
yük bir haz duymuştu; fakat teklife yanaşmamıştı. Lâkin bu suretle
Humanizm ocağından, İtalya'dan bir kıvılcım, aynı zamanda önemli bir
Alman kültür çevresi olan Prag'a düşmüştü. Kayser Karl'ın hususî
1
Bakınız yukarda s. 22
HUMANİZMİN ÇIKIŞ ve YAYILIŞI
219
kâtibi olan Johann von Neumarkt (1352) Petrarka'nın yazılarına cevap
vermek gibi güç bir ödevi üzerine almıştı. Rienzo'nun mecazlar, tefe'-
üllerle süslenmiş, yüksek edalı mektuplarını da muhafaza etmişti. Bu
yeni humanist üslubu Johann'ın üzerine derin tesir yapmıştı; bu suret
le Almanya'da dahi yeni cereyan uyanmıştı. Johann, kendi zamanının
Alman nesrinin lâtince ile boy ölçüşemiyeceğini, kendi kançlaryasının
yazı üslûbunun aşınmış, eskimiş olduğunu açıkça anlamıştı. İtalyan'
ların yeni bir sanat, yeni bir dil sanatı işlemekte oldukları, Almanla
rın da belki bunu öğrenerek Alman diline tatbik edebilecekleri içine
doğmuştu. Onun içindir ki, Johann, evvelâ kâtiplere kitabet numuneliği
yapacak olan bir inşa kitabı tedarik etmiye koyuldu. Rienzo'nun üs
lubu taklit ediliyordu. Fakat, bilhassa Romen nefesinin sıcaklığından
mahrum olunduğundan, ifadede aşırılık kendini gösteriyordu. Alman
ya'nın yeni bir ifade şekline, yeni bir üsluba muhtaç olduğunu, bu
inşa kitabının istinsah edilerek, kısaltılarak, genişletilerek diğer komşu
kançlaryalarında elden ele geçişi göstermektedir.
Humanist ruhla aşılanmış olan Johann'ın Alman fikir hayatındaki
rolü fevkalâde önemlidir. Çünkü inşa numunelerinin nihayet bir anah
tar olacağını, dilin başkaca işlenerek gelişmesinin esas olduğunu çok
iyi kavrıyan Johann, Alman edebiyatiyle de uğraşmış olduğundan bu
vadide yazı denemeleri yapmıştır. Yalnız kendisi Orta çağ edebiyatına
fazla bağlı olduğundan henüz müstakil eser yaratabilmekten uzaktı.
Buna karşı ruhani lâtince eserlere el atarak Almanca'ya nakletmişti.
ilk tercüme denemeleri henüz beceriksizcedir ve lâtin kelime şekline
bağlı kalmıştır. Fakat takriben on yıl kadar sonra, yani 1370 yıllarında,
yaptığı tercümelerde önündeki numuneden cesaretle ayrılmış ve bazan
yalnız manâsını nakletmek suretiyle serbest bir şekilde Alman cümle
yapısını geliştirmiye uğraşmış ve okuyucunun anlaması için birçok
ilâveler yapmıştır. Sanatlı bir nesir yaratmak emeli açık bir şekilde
kendini göstermektedir. Cümleler ahenkli bir şekilde bölümlere ayrıl
mış, tonlu kelimeler bir düziye tekerrür etmekte, lâtince bir tâbir için
müteaddit almanca kelimeler kullanılmakta, kilisece mutad olan yabancı
kelimelerden başkaları da yer almaktadır.
Her nekadar - sonraları Luther'in ilk tercüme denemelerinde Almanca'
ya "Guguk dili,, dediği gibi- kendi mesaisini, büyük aziz üstatlarla hüküm
darların gül pembesi, menekşe güzeli sanatları yanında, nahoş bir ısır
gan otu olarak vasıflandırmakta ise de, yazılarında belirli bir gurur
kendini göstermektedir. Johann, Alman edebiyatında, yeni olan bir şekil,
bir sanat eseri yaratmış olduğuna kanidir. Kendisinin de ifade ettiği
üzere tercümelerini, bilgin olmıyanların da okuyabilmelerini temin mak-
sadiyle yaptığını belirtmesi, gelişmekle olan er - hümanistlerde dahi gö
rülecek olan, önemli anları, bu gayretli kişilerin içinde yaşamakta ve
220
ŞÜKRÜ AKKAYA
çalışmakta oldukları havayı göstermektedir
1
. Johan von Neumarkt'in
geniş tesirlerini başka bir yazımızda göreceğiz.
Humanizm hareketi böylece bir taraftan esas itibariyle siyasî, dola-
yısiyle edebî maksatlarla İtalya'nın dışında yayılırken diğer cihetten
bambaşka bir yoldan da yayılma imkânları bulmuştu. O da kısmen
Orta çağda hüküm sürmekte olan skolâstik baskı, kısmen de ruhanî - si
yasî emellerle ortaya çıkan reform hareketleri yoluyle olagelmiştir. Orta
çağın ruhanî ve siyasî tehakkümüne karşı münferit tepkilerin belirtile
rine daha çok önceleri şahit olmaktayız.
Meselâ orta yüksek Alman edebiyatında önemli ve özel bir yer
tutan lirik, aynı zamanda politikacı şair Walter von der Vogehveide
(ölümü 1230) XIII. yüzyılın başlarında papa III. İnosanz ağzından: "Ben
iyi yaptım. Ülkelerini yakıp yıksınlar diye iki Almanı bir taç altında
birleştirdim. Bunlar vuruşurken ben kasamı doldururum...Siz papazlar
tavuk yeyin, şarap için, Almanlara oruç tutturun,, suretinde hiciv etmekle
kalmamış, papa'yı şeytanın uşağı olarak tavsif etmekten de çekinme
mişti
2
. Önceleri lâtince yazan ruhaniler tarafından kilise ve papalığa
karşı yapılan tenkitler, herkesin anlıyacağı bir dilde ve çok açık bir
şekilde yazıldıktan sonra türlü tarikat mensupları tarafından ülkenin
her tarafına yayılmıştı.
Dünyayı, yaşama zevkini inkâr eden, dolaysiyle insanların vicda
nını ağır baskı altında tutan skolastik hava daha XII. ve XIII. yüzyıllarda
donuk bir reaksiyonun başlamasına yol açmıştı. Bundan başka bütün
Orta çağ boyunca ilmin her şubesinde, hatta bizzat Antik klâsik irfanın
kıymetlendirilmesinde, kilisenin kendini selâhiyet sahibi görmesi de,
sezen, düşünen insanların ruhuna ayrıca baskı yaptığından yer yer
tepkiler uyandırmış, münferit şahsiyetlerin zaman zaman şikâyet
âvâzesini yükseltmişti.
II. Humanizm'in İtalya'da insan topluluklarına tesiri :
Yeni cereyanın uyandırdığı büyük heyecanın İtalya'da insan
toplulukları üzerine yaptığı tesirlere kısaca işaret etmek isterim.
İtalya'da aydınların Antik klâsiklere yönelmelerinin tabiî bir neticesi
olarak revaç bulan lâtince, Ortaçağın yabanileşmiş olan skolastik-keşiş
lâtincesini süpürerek köşeye atmıştı. Şairler için Çiçero gibi mektup
yazmak, zarif Lâtin mısraları işlemek moda olmuştu. Şairler adlarını
lâtinceleştiriyorlar, resmî unvanlar, tabirler klâsik libaslara bürünüyor-
lardı. Bu vadide bazan gülünç olacak kadar ileri gidiliyordu: Her ital
yan beyi - dükü bir Sezar, bir Ogüst olarak görülüyordu. Beyler
Makyavelli'nin "Hükümdar,, eserindeki, Borgia hanedanını menfur hare
ketlere sevkeden, fakat her şeye rağmen modern devlet kuruculuğuna
1
W. Statmmler S. 19-19.
2
Wilhelm Scherer, Geschichte der deutschen Litaratur, s. 199 v.d.
HUMANİZMİN ÇIKIŞ ve YAYILIŞI
221
müessir olan, düsturlarını mal etmek suretiyle kendilerini amansız bir
benciliğe kaptırıyorlardı.
Gariptir ki modern devlet kuruculuğuna müessir olan İtalyan fikir
kıvılcımları İtalya'da merkezî bir devletin kurulmasına yol açamamış
tır. Tarihî, siyasî, dinî ve saire kültürel şartlar buna imkân verme
miştir. Fakat İtalya'nın müttehit devlete sahip olmayışından husule
gelen siyasî perişanlık memleketin ekonomi, fikir ve sanat bakımından
gelişmesine mani olmamış, bilâkis parlak bir surette yükselmesine ya
ramıştır. Almanya da dahi aynı hale şahit olmaktayız. İtalya'da ticaret,
ulaştırma, zanaat, ilim, sanat ve edebiyat türlü beylikler ve şehirlerin
rekabeti dolayısiyle fevkalâde gelişmişti. Sosyal yaşayışın inkişafında önem
li bir rol oynıyan ticarî para mübadelesi şekilleri, bankacılık işleri, Batı
âleminin en eski kültür ülkesi olan, İtalya'da gelişmişti. İtalyanın önemli
limanları şark ticaretine hâkim olmuş ve Almanya'nın, dolayısiyle batı
ülkelerinin ticaretine tavassut etmişti. İlim ve sanat hareketi, belli başlı
merkezlerde irfan kaynağı olan Üniversitelerde beslenmiş, bilginleri,
sanatçıları ve şairleri geniş ölçüde rekabet edercesine himaye etmekle
şeref duyan zengin aileler dolayısiyle müthiş bir gelişme sağlanmıştı.
"Eski-Antik,, nümûne ve telâkkilerin tesiri halk çevresinde türlü
şekilde olmuştu. Tıpkı deva hassası olan yabancı otlar gibi kullanıl
masını bilenlere şifalı, bilmiyenlere zehirli bir cevher tesiri yapmıştı.
Yükselmek istidadında olanlarla ideal insanlığı aşılayan humanizm hare
keti, bozulmak temayülü gösteren çevrelere yıkıcı bir tesir yapmıştı.
"Eski,, lerin zamanın din ve ahlâk telâkkilerine yaptığı tesir daha çok
derin olmuştu. Yeni kültür hareketi yalnız artık soysuzlaşmış olan
kiliseye ağır bir darbe vurmakla kalmamış, aynı, zamanda din ve ah
lakı da sarsmıştı. Humanizm taraftarlar, eskilerin düşünüş ve görüşlerine
o kadar hayran olmuşlardı ki, kendi akidelerini unutmuşlar, hatta cahi-
Iiyet, tabiî din telâkkileri hoşa gider olmuş, dinî akideler, tabiî dinin
marifetine, inceliklerine nüfuz edemiyen halka bırakılmıştı, Dine karşı
gösterilen bu lâubalilik, humanistlerin ekserisi tarafından ahlakî müna-
nasebetlere, bilhassa evlilik hayatına da tatbik ediliyordu. Hatta bu
yüzden vaizler, yüksek tabakalar çevresinde olagele ahlak düşkünlü
ğüne karşı cephe almışlardı. Din ve ahlak alanında da fert kendini
her türlü kayıttan âzâde sayıyordu. Onun içindir ki, akide ve dinî
hayat sahasında bir reformun böyle bir çevreden çıkmasına imkân
yoktu. Zira beğenilmiyen, kötü sayılan bir şeyin İslahına lüzum gör
mek abesti
l
..
XVI- yüzyılda humanistlerin sükûtu :
XIV. yüzyılın başından itibaren şairler, filologlar birkaç nesil boyun
ca İtalyayı ve dünyayı Antik akide ile doldurduktan, irfan ve terbiyeyi
1
Weber . Baldamus, cilt II, s. 29, ve cilt III. a. 325.
222
ŞÜKRÜ AKKAYA
önemli surette tayin ettikten ve çok defa devlet işlerini yoluna koyarak
Antik muharreratı elden geldiği kadar yayınladıktan sonra XVI. yüzyılda
yeni kültür mümessili olan bütün sınıfın umumî itibarı sükuta başla
mıştı. Halbuki bu çağlarda bu sınıfın telkinlerinden, ilimlerinden hiç de
müstağni kalınamazdı. Humanistlerin menhus gururlariyle hayasız taş
kınlıklarına karşı yükselen şikâyet âvâzelerine üçüncü bir unsur, başla
makta olan reformasyon muhalefetinin, akidesizlik töhmeti iltihak
etmişti.
Bu şikâyetlere sebebiyet verenler humanistlerin kendileri idi. Hu
manistlerin cürmünü üç şey izah ve tahfif edebilir: Saadet kuşu başla
rına konduğu vakit, haddinden fazla şımarmaları, haricî yaşayışlarının
emniyetsizliği ve nihayet Antikin aldatıcı tesiri. Antik kültür, kendi ah
lâk umdelerini vermeksizin, humanistlerin ahlâkını bozmuş, din işlerinde
de, müsbet tanrılar akidesinin kabulü bahis mevzuu olmadığından, hu
manistlere kötümser ve menfî tarzda hayli müessir olmuştu. Bilhassa
humanistler Antik kültürü dogmatik bir surette, yani bütün düşünüş ve
harekette mutlak bir model olarak telâkki ettiklerinden ziyan ediyor
lardı. Antik kültürü ve mahsullerini tek taraflı olarak kıymetlendiren
bir yüzyılın ortaya çıkışı fertlerin kabahati değil, tarihî bir tecelli idi.
Mamafih bundan sonraki kültür gelişmeleri, diğer bütün hayat maksat
larını ihmal eden, bu tek taraflı anlayış dolayısiyle olagelmiştir
1
.
1
Jacob Burckhardt, cilt I s. 306 - 307.
Dostları ilə paylaş: |