HUMANİZMİN ÇIKIŞ ve YAYILIŞI
olmak emeli insanlık kemâlinin amacını teşkil ediyordu. Zira ancak
Antikte gerçek, halis insanlık yaşamıştı
1
.
Floronsa'h birinin oğlu olarak Paris'te (1313 de) doğmuş olan Civ-
a n n i B o c c a c i o da Petrarkanın açtığı yolda yürümek suretiyle huma
nizme hizmet etmişti. Babası kendini tacir yapmak istediği halde günlerini
boş geçirir, insanları gözetler, kalbinin gizli ihtiyaçlarını dinlerdi.
Lâtinlerin ve Fransızların eski yazılarını yapraklar ve gözüne ilişen iyi
ve eğlenceli keşifleri kati'yen unutmazdı. Dante ile Petrarka'ya karşı
heyecanlı bir alâka duyan Boccacio, yurdu olan Floransa'ya döndükten
(1349) sonra yine nesrin modeli sayılan tarzda, yani aynı zamanda
zarifkaba, kirli-ısırıcı hikâyelerini yaymıya başlamıştı.
Humanizmin heyecaniyle, önceleri hayli gelişen halk dili tekrar rağ
betten düşmüştü. Bizzat halk dilinin mürevvici olan Dante nazarında
bile nasıl eski Roma imparatorluğu en yüksek siyasî mefhum teşkil
ediyordu ise, lâtince de kilisenin, imparatorluk hukukunun ve yüksek
edebî ifadenin dili idi. Petrarka da gittikçe artan bir şekilde lâtince
yazıyordu. Devrin romantik şairleri için Petrarka, yeni saf insanî bir
kültürün önderi olmuştu. Eskilerin önemi anlaşılınca büyük bir şevk ile
klâsiklerin aranmasına, araştırılmasına başlanmıştı. Metinlerin okunması
incelenmesi, orijinal veya uydurma olup olmadıklarının ayırdedilmesi
öğreniliyordu.
Bu suretle o vakte kadar meçhul olan mazinin derinliği anlaşılmış
oluyordu. Yalnız Antik henüz birleşik bir büyüklük ve mutlak otorite
olarak telakkî ediliyordu.
Yeni cereyanın gelişmesinde önemli bir cihet te, o vakitlere kadar
-bütün Orta çağda olduğu gibi- bilgin ve ediplerin hemen hemen münha
sıran ruhanî meslekten olmalarına karşı, ekonomik gelişme sayesinde
bazı küçük sermayeli şahısların serbest bir şekilde çalışma imkânını
elde etmesi dolayısiyle dünyevî kişilerin de cereyanı beslemiye başla
mış olmalarıdır. Vakıa bazı manastırlar da yeni irfana yuvalık yapıyordu
iseler de, yeni birtakım dünyevi siymalar, çevreler ön safa geçiyordu.
Hükümdarların kançlarya şefleri, belediye kâtipleri, noterler birer mih
rak rolü oynamıya başlamışlardı. Meselâ 1375 de Floransa devlet kâtibi
Salutati resmî devlet yazılarını humanistlerin istediği anlamda muhteşem
edebî eser derecesine çıkaran ilk şahsiyet olduğu gibi, 1427 de aynı
vazifeye geçen Bruni'nin de filoloji alanında önemli kazançları olmuştur.
Her ikisinin de tabutuna şairlik çelengi konmuş ve büyük törenlerle
saygı gösterilmişti.
Brunî, Yunan bilgini Chrysoloras'ın 1396'da Florasa'ya intikal ettir
diği Yunan bilgisine hararetle alâka göstermiş ve bu vadide araştır
malara koyulmuştu. Eflâtun'dan yaptığı tecümeler kifayetsiz olmakla
beraber iki katlı Antik irfandan, Yunan ve Lâtin muharreratından, hisse-
1
W. Ştammler, s. 16.
215
216 ŞÜKRÜ AKKAYA
ment olan ilk şahsiyettir. Onun için Çiçero'nun "Humanitas,, tabirinin
ihya edilmesi Bruni'nin kazancı olarak kaydedilmek gerekir.
Vakıa hümanizm - rönesans'ın mahiyeti henüz açık bir şekilde aydın-
lanmamıştı. Bazıları yalnız Lâtin diline kıymet vererek halk diline üstten
aşağı bakıyor, diğerleri ideâli el yazmalarının şerh ve tefsirinde, üçüncü
bir grup ise klâsik arkeolojiye yol açan abidelerle kitabelere kıymet
vermekte görüyordu. Fakat bütün bu hareketlerde skolastik'e karşı kesin
bir cephe alanların yekûn tutuşu önemli i d i
1
.
Fakat bu İtalyan hümanistleri Antik irfana seçkin bir yer vermekle
beraber kendilerini aynı zamanda eski Romalı'ların halefi hissetmeleri
dolayısiyle ulusal duygu canlanıyordu. Kendi milletlerini gururla Alple-
lerin ötesindeki Barbarlar'a, Fransızlar'la Almanlâr'a, üstün tutuyorlar
ve şayet yeni bir Roma imparatorluğu mümkün değilse, İtalyanın hiç
olmazsa ruhî alanda yer yüzüne hâkim olmasını istiyorlardı.
Bu ulusal duygular Cola di Rienzo tarafından aleniyete konmuştu.
Petrarka'ya şairlik tacı verilmesine karşı Rienzo'ya-tam IV. Karl'ın hü
kümdar olduğu 1347 yılında - Roma Kapitol'unda toplanan büyük bir
halk kitlesi huzurunda, asilzadelerin tahakkümüne karşı fakirlerin ko
ruyucusu olarak, halk egemenliğini ilân ettiği vakit büyük bir heyecanla
kendisine Roma halkının tribün - diktatör kudreti tevcih edilmişti. Ye
niden doğuş mefhumunu yeni siyasî yolun sembolü olarak törenle ilân
edip kendi plânına müttefik aramıya koyulmuştu
2
. Fakat İtalya'nın türlü
bölgelerinden gelen 200 kadar delegenin teşkil ettiği toplantıda vaziyeti
idare edemediğinden pratik bir neticeye varamamıştı. Buna mukabil
büyük Konstantin'in vaftiz kurnasında yıkanmak, şövalye kılıcı kuşan
mak, kayserlik tacı giymek gibi taşkınlıklar yüzünden papayı gücen
dirdiği gibi asilzadelerin de kendine taarruza geçmelerine fırsat vermişti.
1350 yılında yapılan büyük yıldönümü töreni dolayısiyle sayısız insan
sürülerinin (iki milyon !) Roma'ya akın ettiği anda Rienzo, Prag'a gelmiş
ve IV. Karl'a fantastik plânlarını ifşa etmişti.
3
.
İtalya rönesansı ve Antik :
İtalya'da gelişen fikrî olayların, hattâ daha sonraları kendini
gösteren cereyanların çoğu, antik ruh olmaksızın da İtalyan milletini
sarsarak kendi kendine olgunlaşacak bir kudrete sahipti. Fakat
İtalya'da olagelen gerek önceki gerekse sonraki fikrî gelişmeler Antik
dünyadan türlü şekilde aşılanmışlardır. "Rönesans,, ı şayet tecrit etmek
mümkün olsaydı, dünya tarihinde işgal ettiği yüksek bir zaruret
derecesine çıkamazdı. Bu noktada şu cihet önemle gözönünde tutul
malıdır: Yeni cereyanın Batı âlemini zapt ve teshir edişi tek başına
rönesans dolayısiyle olmamış, bilâkis rönesansın kendinden başka
mevcut olan İtalyan halk ruhu ile sıkı bir surette birleşmesi yoliyle
ı W. Götz, s. 196-198.
2
W. Stammler, s. 17.
3
Weber-Baldamus, cilt II, 8. 579.