İhsan Tekoğlu



Yüklə 51,78 Kb.
tarix17.04.2018
ölçüsü51,78 Kb.
#38836

<< Batı’nın Soykırım Dosyası >>

İhsan Tekoğlu



(3.Bölüm)
(“Batı’nın Soykırım Dosyası”parçadan bütüne, bütünden parçaya yola çıkarak incelemeye devam ediyoruz. Bir önceki bölümde Batı’nın yakalandığı “soykırımcılık hastalığı”nın nerede , nasıl ve ne zaman ortaya çıktığını özet halinde vermeye çalışmıştık. Bu bölümde hastalığın “sendromlarını” ele alacağız. Bu sendromların / belirtilerin, hangi bilinçaltının izleri / bulguları olduğunu sebep ve sonuca bağlı oluş (determinist) bir yaklaşımla analiz etmeye çalışacağız. Sebep – sonuç verilerini, sebep ve sonucu etkileyen güç (indeterminist) açıdan da destekleyen bilgi ve belgeleri sunacağız. İnsan akıl ve iradesinin gücünü aşan her olayda bir Karışan’ın bulunduğunu göz ardı etmeyeceğiz. Her ne kadar Batılılar bir Karışan’ı (Tanrı’yı) yeryüzünden kovsalar da, O’nun bilgisi dışında yeryüzünde yaprak bile oynayamaz. Bir Karışan’a inandığımız ve hesap vereceğimizi bildiğimiz için tarafsız davranacağız. Ne var ki, ne kadar tarafsız davranırsak davranalım, gerçekler acı ve neredeyse % 90 Batı’nın aleyhine çıkıyor. Bizim Batı’nın pozitif puanlarını negatif hanesine yazmak gibi bir düşüncemiz yoktur ve olamaz. Araştırmalarımızda ne bulursak, o bilgi ve belgeleri test edip, kaynaklarıyla birlikte yazmaya çalışıyoruz. Böyle bir metod ile konuyu ele almamız, gerçek doğrulara ulaşabilmemiz içindir. Okuyucunun bu noktayı kaçırmamasını ve bizim gibi tarafsız düşünmesini bekliyoruz.)

Batı’nın “İslâmofobi” hastalığı ve sendromları nasıl oluştu ?

Elçi öldüren Doğu Romalılar (Bizanslı Hıristiyanlar), İslâm’ı yok etmek için üç büyük ordu ile, bir avuç Müslüman birliklerine saldırmıştır. 1. saldırı Mute, 2. saldırı Tebük, 3. saldırı Yermük saldırılarıdır. Bu üç saldırıyı sırasıyla inceleyecek ve Batılılar ile Bizanslılar’ın sakladığı trajikomik gerçekleri gün ışığına çıkaracağız. Batı’nın tek hedefinin yapay din anlayışı ile kurdukları dünya hegemonyasının yıkılmaması olduğunu ve dinlerini çıkarlarına alet ettiklerini yaşanan olaylardan örnekler vererek anlatacağız. Günümüzde dünyada “Pavlus Teorisi”nden türetilmiş binlerce “Hıristiyanlık Anlayışı” olduğu da inkar edilemez bir gerçektir. Bu anlayışların hemen hemen hepsi dünyayı hegemonya altına almak üzere organize olmuş bulunmaktadır. Savaşlar, soykırımlar, sömürgecilik hareketleri, çeşitli asimilasyon projeleri, vandalizm (barbarlık) uygulamaları ve akla gelebilecek her türlü insanlık suçları ; bu hegemon (baskıcı) kafa yapısının hastalıklı ürünleridir. Bu ürünleri hayata geçirmek için Batı “oryantalizm / doğubilimi”ni icat etmiş ve uygulamıştır. 1 Bu hasta ve insanlık dışı kafanın güleç yüzüne ve tatlı sözüne bakmayın, bu kafanın suç dosyaları çok kabarık ve çok kirlidir. Yazı dizimizin ilerdeki bölümlerinde ele alacağımız “Haçlı Seferleri” de hep bu anlayıştan kaynaklanmış davranışlar olup, bugün yeni yeni versiyonları (türleri) ile karşımıza çıkmaktadır. Hedef İslam coğrafyası ve onu temsil eden tek güç Türkiye ve Türklük’tür. (Herakliyus’un çevresinin etkisiyle ve istemeyerek yaptığı 3. deneme olan “Yermük Savaşı”nı bu bölümün ilerideki safhalarında ve yeri gelince yazacağız. Batı’nın İslāmofobi (İslām Korkusu) ve soykırım hastalığı tarihin bu tozlu sayfalarında yatmaktadır. Psikanalizi doğru yapmak ve gerçeklerle yüzleşmek lazım. “İslâm Korkusu” ve bu korkuya dayanan kin ve intikam duygusu daha ne kadar sürecek ? İslam barış ve kardeşlik demektir. Sizin elinizdekini zorla almıyor, sadece adaletle kazanın ve adaletle dağıtın diyor. Bunda korkacak ne var ? Korkmayın, yeryüzünde mevcut rızık / servet tüm insanlığa yeter de artar bile. Yüce Allah ki, rızkı da insanı da yaratan O’dur. Bakın ne buyuruyor ; <<Allah, (O yüce varlıktır) ki sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır... >> (Rum, 30/40) Eğer siz O’nun gerçek dinini saptırır ve yeryüzünde bozgunculuk (Pavlusculuk) çıkarırsanız, O da sizden hesap sorar. Hesabın uyarısını şöyle yapmış; <<İnsanların kendi elleri ile işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki, Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın, belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler. >> (Rum, 30/41) diye haber vermiştir. Ne var ki, Pavlus’un karanlık ve karışık yolunu izleyenler gerçeği bir türlü kabul edemezler. Binlerce kilometre uzaklara gidip, misyonerlik ve sömürgecilik yaparak güçsüz toplumların rızıklarını / servetlerini çalarlar. Çalmak yetmez soykırım da yaparlar. Yapadursunlar, eninde sonunda hesap verecekler. <<...Çünkü Allah mutlak üstündür, kimsenin yaptığını yanına bırakmaz. >> ) (İbrahim, 14/47)

Müslümanları Mute’de yenemeyip geri çekilen Hıristiyanlar, yeni bir deneme yapmak ve yarım kalmış işi bitirmek için hazırlık yapmaya başlamıştır. Bugün olduğu gibi “yeraltı ve yerüstü” her türlü plana başvurmuşlardır.Medine’de münafıklarla işbirliği yaparak bozgunculuk hareketlerine girişen Hıristiyan Ebu Amir’in kışkırtması ile Doğu Roma (Bizans) orduları Tebük’e doğru yola çıkmış ve Arap Yarımadasında bir tek Müslüman bırakmayıp, denize dökmek üzere harekete geçmişti. (M.S.630) Ne oldu da bu büyük ordu Tebük’e gelmedi ve İslâm ordusu ile karşılaşmaktan kaçındı ? Gerçekten ne oldu da iki büyük Doğu Roma (Bizans) ordusu bir avuç Müslüman ordusunun önünden çekildi, savaş alanına girmedi veya kaçtı ? (Bu sorulara cevap bulmak için “Batı’nın Soykırım Hastalığı”nın ilk nöbet günlerine dönmek ve yaşanan olaylardan sebep – sonuç çıkarmak gerekir.)



Yukarıdaki sorunun ve bu soruyla bağlantılı olan diğer soruların cevabı, olaylara ve sonuçlarına tarih bilinci penceresinden bakmaktan geçer. Şöyle ki ; (A- Olaylar + B- Olayların etki ve tepkileri + C – Olayların sonucuna karışan güç (Allah) + D - Olayların kesin sonuçları) eşittir ; teşhis / tanı. Böylece tarihte ve günümüzde Batılılar tarafından yapılan sistematik, silahlı, silahsız ve bilimsel her türlü soykırımların kaynağı ortaya çıkacaktır. Soykırım hastalığı ve ona bağlı insanlık suçları hangi şuuraltının sendromları olarak karşımıza çıkacak, göreceğiz ve yorumlayacağız. Bu giriş bölümünden sonra, yazı dizimizin 2. Bölümünün bitiminde söz konusu ettiğimiz “çok önemli bir yorum”u yapmaya başlayalım. Şimdi sırasıyla ve parçadan bütüne doğru yola çıkarak incelememize devam edelim. (Yeni bir buluş (keşif) yapmayacak, sadece kaynakları tarayarak; Batılıların hastalığına teşhis koymaya çalışacağız.)

A – Olaylar : (Olayların kronolojik seyrine kısaca bakış)

1- Hz. Muhammed’in İslâm’a davet mektubu, Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Herakliyus’a elçi Dıhye tarafından verildi. (M.S. 628) Herakliyus araştırma yaptı, gerçeği gördü, hediye vererek iyi niyet mesajlarını sundu. Birçok İslâm kaynaklarında Herakliyus’un Hz. Muhammed’in Hz. İsa tarafından haber verilen hak peygamber olduğunu anlayıp kabul ettiğine dair şöyle bir mektup vardır ; <<İsa’nın müjdelemiş olduğu, Allah’ın resulü Muhammed’e Rum Hükümdarı Kayser tarafındandır. Elçin mektubunla beraber bana geldi. Ben şehadet ederim ki, sen Allah’ın resulüsün. İsa b. Meryem seni müjdelemişti. Biz de seni kitapta yazılı bulduk. Rumları sana inanmaya davet ettimse de yanaşmadılar, kaçındılar. Onlar beni dinleselerdi, muhakkak kendileri için hayırlı olurdu...>> 2 Az da olsa Bizans (Doğu Roma) ve Batı kaynakları, mektuplaşma / yazışma olaylarını saptırarak ve İslam’a kin beslediklerini saklamayarak yazar.3 (2.Bölüm de tam metnini yazdığımız Hz. Muhammed’in kendisini ve halkını İslam’a davet mektubunu alan Herakliyus, gerçeği anladığı ve gördüğü halde, hurafe ve yapay din Hıristiyanlığı bırakıp ta neden, gerçek din İslâm’ı kabul etmedi ?)

2- Araştırmamızın 2. Bölümünde işaret ettiğimiz gibi, Hıristiyan ve Müslüman devletler arasında ilk uluslararası ilişkiler, Hıristiyan Gassanlılar (Doğu Roma’ya bağlı devlet) tarafından “İslâm elçisinin öldürülmesi” ile başlar. (M.S. 628) 4 Herakliyus’un iyi karşılayarak hediyelerle geri gönderdiği elçi Dıhye’ye gösterdiği olumlu davranışa rağmen, ona bağlı Gassanlılar’ın reisi Hıristiyan Şurahbil b. Amr’ın, İslâm elçisi Haris b. Umeyr el- Ezdi’yi öldürmesi ve Hz. Muhammed ile alay etmesi Müslümanlar tarafından kabul edilememiştir. (Sözde hak dini ve üstün bir medeniyeti temsil ettiklerini savunanlar hiç barbarlık yapar mı? Ne yazık ki, Hıristiyan Batı dünyası zaman zaman bu genetik hastalıklarının nöbetlerine (krizlerine) tutulmaktadır. Dün olduğu gibi, günümüzde de İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’i aşağılayan davranışlarda bulunmakta ve karikatürler yayınlayarak alçakça hareketlerine devam etmektedirler. Müslümanlar hiçbir zaman Hıristiyanların ve Musevilerin inanç ve kişilikleri ile alay etmemiştir. Pavlus hakkında bile, sadece onun dilinden ve kutsal kitaplardan örnekler verilmektedir. Bakınız bu yazı dizisi, Bölüm : 2)

3- Elçinin öldürülmesi ve Hz. Muhammed ile alay edilmesi üzerine 3 bin kişilik İslâm ordusu yola çıkmış ve Mute’de 100 bin kişilik Hıristiyan Doğu Roma (Bizans) ordusu ile karşılaşmıştır. İki ordu ilk gün savaşmış, ikinci gün her nedense her iki ordu da savaş alanını terk etmiştir. (M.S. 629) 5 Müslümanlar 12 şehit vererek geri çekilmiş, Hıristiyanlar ise takip etmekten çekinmiştir. Hıristiyanların korktuğunu Arap tarihçileri, Müslümanların korktuğunu bazı Bizans (Doğu Roma) tarihçileri yazar. Yazarlar ama, 100 bin kişiye karşı 3 bin kişinin savaştığını yazmazlar. Bu sırada İmparator Herakliyus ordusunun başında bulunmayıp, Kudüs’te bulunmakta ve Sasaniler’den geri aldığı “kutsal haç”ı kilisedeki özel yerine yerleştirmektedir. (Bu bilgi ve belgeleri gerek Bizanslı ve gerekse diğer Hıristiyan tarihçiler her nedense olmamış gibi görmezden gelerek yazmamış veya işlerine gelenleri yazmak yolunu seçmiştir. Yazmış olsa da, gerçeği saptırarak saklama veya kendine yontma yolunu seçmişlerdir. Çünkü bu anlayışı kilise dini kurucusu, büyük usta (!) Pavlus’dan öğrenmişlerdir. Müslümanlar yenildi ve kaçtı diye abartarak yazanlara sormak lazım, öyleyse Hıristiyanlar bir avuç Müslümanı niçin kovalayıp yok etmedi ?)

4- Medineli münafıkların, Hıristiyan Araplar’ın, Ruhbanların ve Sasaniler’i yenen büyük Hıristiyan ordusunun seçkin komutanlarının baskısı karşısında Herakliyus, 200 bin kişilik bir ordu ile ; “Müslümanları yok edip, denize dökmek üzere” Tebük’e doğru yola çıkmıştır. Bu davranışa ve büyük orduya karşı Müslümanlar ancak 30 / 40 bin kişilik bir güç toplayarak savunma yapmak üzere harekete geçmişlerdir. Bu arada Hz. Muhammed ikinci bir mektup yazarak Herakliyus’u yeniden İslâm’a davet etmiştir. İmparator bu mektubu Hıms’ta dinlenirken almış ve Tenuh / Tenuhit isimli elçisini Tebük’e göndermiştir. Kendisi ve ordusu Tebük’e gelmemiş, elçisiyle gümüş para ve hediye göndermiştir. İslam ordusu en az yirmi gün Hıristiyan ordusunun gelmesini bekleyerek bölgede kalmıştır. Hıristiyanların gelmeyeceği anlaşılınca Medine’ye dönülmüştür. Bu arada yöredeki kabilelerin bir kısmı İslam’ı kabul edip, anlaşma imzalamıştır. (M.S. 630) 6 (Herakliyus hastalık bahanesine sığınıp, cepheye gelmeyerek Hıms’ta kalmıştır.(!) Neden ? Hıristiyan ordusu Tebük’e neden gelmemiştir ? Neden ? Bu sırada 200 bin kişilik Hıristiyan ordusu neredeydi ve ne yapıyordu ? Medine – Tebük arası, Hıms – Tebük arasının en az iki katıdır.)

5- Her nedense Herakliyus Tebük seferi sonrası tutumunu değiştirmiş ve Arap asıllı Maan Valisi’ni İslâm’ı kabul ettiği için öldürtmüştür. (M.S. 630) 7 (Herakliyus’un önceki davranışları ile ters orantılı bu davranış neyi işaret ediyordu ? Neden tavrını değiştirmişti ? Hangi güçlerin baskısı altında kalarak böyle bir yola başvurmuştu ?)

6- Tebük seferinden sonra Hıristiyanlar, dört yıllık bir süre içinde Müslümanlara karşı herhangi bir harekete kalkışmamıştır. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed veda haccı ve veda hutbesinden üç ay sonra vefat etmiştir. (M.S. 632) Müslümanlar, devlet başkanı (halife) olarak Hz. Ebu Bekir’i seçmiştir. Hz. Ebu Bekir, Bizanslılar ile Müslümanlar’ın arasını düzeltmek üzere İstanbul’a bir elçi göndermiş, fakat bu hareket sonuçsuz kalmıştır. 8 Hıristiyanlar barış nedir bilmezler. Onlar hiç barışmadı, barışmayacaklar. Onlar ancak kesin yenilgiye uğrayınca barışırlar. O barış ta yeraltına çekilip, yeni bir savaş için hazırlanmak üzere “aldatmaca”dan başka bir şey değildir. Çünkü Pavlus okulunda barış yoktur. Onlara “Yurtta barış, dünyada barış” derseniz, içlerinden size gülerler. Bu sözü söyleyen büyük önder, onları çok iyi tanıdığı için; bile bile söylemiştir. 9 Bu sözün derin manasını anlamak lazım. Hz. Muhammed’in vefatını fırsat bilen Bizanslılar, Müslümanları yok etmek için yeni bir sefer hazırlığına başlamıştır. Pavlus (St.Paul) anlayışı Herakliyus’un yumuşak anlayışına baskın çıkmış ve savaş yolu seçilmiştir. Hz. Ebu Bekir aldığı haberleri değerlendirerek, üzerlerine gelecek Bizans (Doğu Roma) ve Sasaniler için ordu hazırlamıştır. Bizans ordusunun 200 bin kişilik gücüne karşı, Müslümanlar ancak 30 / 40 bin kişilik bir ordu toplayabilmişlerdir. “Yermük” vadisinde yapılan savaşta Bizans ordusunun 120 bin kayıp vererek dağıldığı, buna karşılık Müslümanların 3 bin şehit verdiği kaynaklarda yazılıdır. Herakliyus ve ordusu panik içinde kuzeye doğru kaçarken, Herakliyus’un şöyle dediği rivayet edilmektedir ; <<Elveda sana Suriye, ebediyen elveda !>> 10 (Hıristiyanlar Hz. Ebu Bekir’in “Barış teklifini” niçin reddetmiştir ? Herakliyus bu üçüncü saldırıda da neden cepheye (savaş alanına) gitmemiştir ? Neden ? Hıristiyanlar’ın bir avuç Müslümana karşı tutunamayıp yenilmesinin sebebi nedir ?)

B – Olayların etki ve tepkileri : (Neden, nasıl ve niçin sorularına cevaplar.)

1- Herakliyus, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun çok önemli ve güçlü bir kayzeri (kralı)dır. Afrika Eyalet Valisi iken İmparator Fokas’a karşı güç kullanarak devleti ele geçirmiş ve Herakliyus hanedanını kurmuştur. (M.S. 610) Sasaniler’i yenmiş ve zamanın en güçlü imparatoru olmuştur. (M.S. 628) Yahudileri Orişelim’den sürmüş ve imparatorluğunu en büyük güç haline getirmiştir. 31 yıllık krallık dönemi Bizans’ın (Doğu Roma’nın) en güçlü dönemidir. Müslümanlar hariç, çağının bütün güçlerini önünde baş eğdirmiştir. İşte böyle bir zamanda Hz. Muhammed tarafından gönderilen ilk davet mektubunu almış ve kendisinin İslam’ı kabul edebileceğini fakat kilise ve ordunun buna yanaşmadığını dile getirmiştir. Mute ve Tebük’te ordusunun başında bulunmamış, Kudüs ve Hıms’ta kalmıştır. Gerçekleri görerek Müslümanlara karşı çıkmaktan kaçınmıştır. İsteseydi dünyanın en büyük ordularının başında bulunarak bir avuç Müslüman ordularını yok etmek üzere saldırabilirdi. Neden böyle pasif bir davranış gösterdi ? Herakliyus çapında bir insan niçin geri çekildi ? Mektuplara verdiği olumlu ve saygılı cevaplar ile gönderdiği hediye ve paranın yanında, tam ters bir hareket göstererek ; Hıristiyanlıktan İslam’a geçen valisini niçin öldürttü ? Bu soruların tek cevabı vardır. O cevap ta Herakliyus’un <<...ben şehadet ederim ki, sen Allah’ın resulusün (elçisisin), Meryem oğlu İsa seni müjdelemişti. Biz de seni kitapta (Arius ve Barnabas İncillerinde) yazılı bulduk...>> sözlerini taşıyan mektubunda saklıdır. Herakliyus gerçeği görmüş ve inanmıştı. Ne var ki, ruhbanlardan ve ordu komutanlarından çekinmiş, can korkusu ve saltanat tutkusu ile böyle bir yola başvurmuştur. Bir tarafta Allah korkusu, diğer tarafta ruhbanlar ve komutanların korkusu, birisi göreceli olarak uzakta (!), diğeri hemen yanı başında durmaktadır. Herakliyus yanıbaşındaki kılıç korkusuna yenilmiştir. Kendisi hakkında duyulan şüpheyi gidermek için de valiyi feda etmiştir. Maan valisini Müslümanlığı seçtiği için öldürtmesi baskılara karşı bir kamuflajdır. (Roma şehrinin sevilen azizi “Dagatır”, Hz. Muhammed’in davet mektubunu almış ve müslüman olmuştur. 11 Halkı toplayarak gerçek dinin müslümanlık ve son peygamberin de Hz. Muhammed olduğunu halka açıklamıştır. Onun bu davranışı büyük günah sayılmış ve ruhbanların kışkırtması ile halk, Dagatır’ı linç etmiştir. Roma şehrinde yaşanan bu olay Herakliyus’u etkilemiş ve can korkusuyla böyle bir davranış göstererek kendisini kurtarmıştır. Baş kesme, linç etme ve yok etme olayları günümüzde şekil değiştirerek devam etmektedir. Bir süre önce İslam’ı seçen ABD’nin Suudi Arabistan büyükelçisinin başı kesilmemiş ama, görevine hemen son verilmiştir.)

2- Ruhbanlar ellerine geçirdikleri dünya saltanatını bırakmamak, sanal ve yapay ayinlerle süsledikleri saraylarını (kiliselerini) kimseye kaptırmamak için, her zaman acımasızca kan dökmüşlerdir. Kendi aralarında bile takiyye yaparak gerçekleri görmezden gelerek saklamışlardır. Hz. Muhammed’in davet mektubuna karşı, saltanatlarının ellerinden gideceğini görmüş ve sert tavır almışlardır. Çünkü İslam Dini’nde “Ruhbanlık” yoktur. Ruhbanları denemek için İslam’a tabi olalım diyen Herakliyus’a karşı çıkmışlar ve ; <<Sen bizi Hıristiyanlık dininden ayrılmaya, Hicaz’dan buraya kadar gelmiş birisine köle olmaya mı çağırıyorsun ?>> diye sert tepki göstermişlerdir. Bu davranış karşısında Herakliyus ta ; <<Ben sizi denemek ve dininize olan bağlılığınızı anlamak için böyle söyledim.>> diyerek takiyye yapmış ve canını kurtarmıştır.12 Ruhbanların bazıları Dagatır’ın başına gelenleri duydukları için gerçekleri bildikleri halde dile getirmekten çekinmişlerdir. Orta çağda ve hatta günümüzde bile ruhbanlık Batı denilen dünyada geçer akçedir. Ruhbanların her sözü (saçma da olsa) tanrı sözü kabul edilmektedir (!) Herakliyus bu organize güce karşı bir hareket yapmayı göze alamamıştır.(Katolik ve Ortodoks Kiliseleri’nin saltanat kavgaları, aforoz barbarlığı, engizisyon zulümleri ve mezhep savaşları hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bu hareketler Batı’nın hastalıklarının, dışa vurmuş nöbetlerinin gerçek belgeleridir. Aslında Allah birdir. Tüm peygamberler ve indirilen kitaplar bir olan Allah’tan gelmiştir. Gelen din de tektir ve adı “İslam”dır. Hıristiyanlık incelenirse görülecektir ki, Allah ve O’nun gerçek dini olan “İslam” saklanmakta, onun yerine dünya egemenliğini hedefleyen materyalist (maddeci) sanal bir din dayatılmaktadır. İster kapitalizm ister komünizm, isterse türevleri, fark etmez. Hastalık bu noktada başlamakta, bu noktada şekillenmekte ve bu noktada nöbetler (krizler) geçirerek devam etmektedir. Hastalık bilinçaltında kök salmıştır. Tarihte yaşanan skolastik öğreti (kilise felsefesi) yok olmamıştır. Yeni ve çağdaş versiyonları ile yeri geldikçe kendini göstermekte ve dünya siyasetine yön vermeye devam etmektedir. Bu kafanın (karanlık ortaçağ kafasının) Türkiye ayağı olan Fener Ortodoks Rum Patriği “Bartholomeos” koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni hiçe saymaktadır. Ne yazık ki, “Lozan Antlaşması”nın uygulanması ve şehir papazının asli görevi olan “Rum cemaatinin cenaze işlerini yürütmesi” sağlanamamaktadır ! Adı geçen şehir papazı “Ekümeniklik” rolleri oynamaktadır. Ekümeniklik için Doğu ve Batı kiliseleri savaş yapmıştır. Katolikler Ortodoksları, Ortodokslar da Katolikleri kafir sayarlar. Ekümen kilise Vatikan Katolik Kilisesidir.)

3- Yöneticiler de ruhbanlar gibi saltanatlarının ellerinden gideceğini görmüşler, son ve hak din İslam’ın kabul edilmesine karşı çıkmışlardır. Çünkü İslam’da babadan oğula geçen saltanat ve doğuşta elde edilen üstünlük veya doğuşta var sayılan günahkârlık yoktur. Her şey kişinin kendi kazancının, el emeğinin, alın terinin ve göz nurunun karşılığıdır. Onlara “İslam’a Davet Mektubu”nu gönderen Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği Kitap (“Kur’an”) şöyle söylüyor; <<Gerçekten hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenemez. / Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. / Ve çalışması da ileride görülecektir. / Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.>> (Necm, 53/38,39,40,41) Ruhbanlar ve yöneticiler çağın seçkinleri oldukları için İslam’dan ve Kur’an’dan haberdardılar. <<Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için ; “Bu Allah’ın katındandır” diyenlere yazıklar olsun !..>> (Bakara, 2/79) diyen kitabı ve o kitabı elçi olarak haber veren peygamberi, işlerine gelmediği için kabul etmediler. İslam’da ırk, renk, boy ve soy üstünlüğü yoktur. Üstünlük kişi ve toplumların çalışarak elde ettiği madde ve ahlâk değerleri ile orantılıdır. (Bugün dahi kabul etmiyorlar, etmezler, eğer ederlerse kurdukları insanın insanı sömürdüğü köleci dünya düzeni yıkılır. İslam’ın kutsallarına saldırıyorlar. Siz, hiç Hıristiyan kutsallarına saldıran müslüman gördünüz mü ?)

C – Olayların sonucuna karışan aşkın güç (Allah) : (Batılılar “Tanrı’yı yeryüzünden kovduk” diyerek, tanrısız dünya düşleseler de ; <<Göklerde ve yerde bulunan herkes, O’ndan ister. O, her an yaratma halindedir. >> (Rahman, 55/29)

1- Herakliyus gerçeği görmüştü. İlk iki seferde (Mute ve Tebük) bulunmayışı, hak peygambere karşı çıkmaktan korkması olmuştur. Hz. Muhammed’in vefatından sonra yapılan Yermük savaşına bile katılmaktan korkmuş ve Hıms’ta dinlenmeyi yeğlemiştir. Çevresinin etkisiyle ve istemeyerek kabul ettiği Yermük savaşında ordusunun verdiği 120 bin kişilik kayıp bu korkunun yersiz olmadığının ispatıdır. Herakliyus <<...ben şehadet ederim ki, sen Allah’ın resulüsün...>> diyerek gerçek inancını ifade etmiştir. Korku ve tutarsız davranışları da bu inancın apaçık göstergesidir.

2- Bu bölümün (Bölüm : 3) giriş kısmında, sebepler aynı olsa bile, aynı sonuçlar elde edilemez, bir Karışan (Allah) vardır ve son karar O’nundur demiştik. Evet, öyle bir sayısal ve lojistik fark var ki ; kesin olarak Müslümanların yenilip yok olması gerekir. Başka bir sonuç akıl dışıdır. İşte o akıl dışı görülen ve her üç savaşta da Hıristiyanların bir türlü “anlayamadığı” durum gerçekleşmiştir. Mute’de 3 bin kişi 100 bin kişiyi, Tebük’te 30 bin kişi 200 bin kişiyi ve Yermük’te 30 bin kişi yine 200 bin kişiyi nasıl alt etmiştir ? Bu sorunun cevabını fizik ve metafizik her türlü analiz metodlarına daha fazla yer vermeden kısaca şöyle verebiliriz : Müslümanlar kendilerini yok etmek üzere saldırıya geçen, dünyanın en büyük ordularına karşı bir avuç insan ile ancak Allah’ın yardımına güvenerek savaşma cesaretini göstermişlerdir. Doğrusu şu ki, onların da içinde korkanlar ve savaştan kaçmak isteyenler vardı. Hz. Muhammed onlara Allah’ın şu müjdelerini vererek; <<...Müminlere yardım etmek bize düşer.>> (Rum, 30/47) ve <<...Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım...>> (Enfal, 8/12) ve <<...sizin görmediğiniz ordular (melekler) indirdi de, kâfirlere azap etti...>> (Tevbe, 9/26) ayrıca ; <<Ey Peygamber ! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter. / Ey Peygamber ! Müminleri savaşa teşfik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan birer topluluktur. >> (Enfal, 8/64,65) Zafer inananlarındır. Allah’ın koruduğu Müslümanlar, kitaplarını az bir bedel karşılığı bozanları yenmiş ve onların “İslamofobi”ye yakalanmasına sebep olmuştur. Hıristiyan ve Museviler son peygamber bizden gelmedi diye ; << Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler. >> (Bakara, 2/146) evet, hem gizler, hem kıskanır ve hem de kabul etmezler. (Etmezler, çünkü “Tanrı’yı yeryüzünden kovduk”larını söylerler veya tanrı yalnız onların tanrısıdır.)

D – Olayların kesin sonuçları : (Teşhis / tanı)

Dinler tarihi incelenirse görülecektir ki, insanoğlu inandığı kitap ve peygamberden sonra gelen yeni kitap ve peygamberi kabul etmemekte ve hatta şiddetle karşı çıkmaktadır. Bu hal bir oluştur ve hastalıktır. Hastalığın adı da “anlama problemi”dir. Bu hastalığa yakalanmayan insan azdır. Museviler (yahudiler) Hz. İsa’yı ve Hıristiyanlığı kabul etmediler. Her ikisi de Hz. Muhammed ve Kur’an’ı kabul etmediler. Bozulmuş ve çıkara dayalı “din anlayışları”nı terk etmek işlerine gelmedi, gelmeyecek. (Bu anlayış Batılılar’ın % 65 ini ateist yapmıştır.)

Hıristiyanlar 634 yılında “elveda” diyerek terk ettikleri topraklara ancak 462 yıl sonra geçici de olsa gelebildiler. İslam coğrafyasının yönetimi 1071 de “Araplar”dan “Türkler”e geçince, 1096 yılında başlattıkları “Haçlı Seferleri” ile soykırımın ilk denemelerini yaptılar. Bugün de Irak’talar. Silahlı silahsız her türlü Haçlı Seferleri devam ediyor. “Soykırım” da devam ediyor, etmeye de devam edecek, çünkü onlar soykırım yapmadan yaşayamazlar. (Batı’nın Türk düşmanlığı 1071 de başlamıştır.)

Hıristiyanların bir avuç Müslüman karşısında trajikomik duruma düştükleri için ruh sağlıkları bozulmuştur. İçine düştükleri acıklı ve gülünç durumun saklanması için, tarihin o kesitini yok saymışlardır. Yeryüzünde kendilerinden başka ırk, soy ve inanç sahibi insan topluluklarının yaşamasına katlanamazlar. Onun için kendilerinden olmayanları toptan yok etmeye çalışırlar. Kendilerini haklı çıkarmak için teoriler ürettiler. Nasıl olsa bu konuda kilise babası “St. Thomas d’Aguin” kesin fetvayı vermiştir. 13 Bu hal bir hastalık halidir. Hastalığın sebebi psikolojik bozukluklardır. Bir çok sebep arasında “İslamofobi” ve “Ksenofobi” baş sebeptir. “Yok olmak”tan korkmaktadırlar. Yok olmamak için tek çare olarak “yok etmeyi” seçmişlerdir. Aşırı korkuya dayanan bu hastalığa biz “Soykırımcılık Hastalığı” diyoruz. (Yazı dizimizin gelecek bölümünde bu hastalığın en büyük ve en ağır krizlerini analiz etmeye çalışacağız. Bitmeyen “Haçlı Seferleri”ni gündeme getireceğiz.)



-Dipnot / Kaynakça :

1 – Edward W. Said, (Orientalizm / Doğubilim / “Sömürgeciliğin Keşif Kolu”)

2 – Yakubi, (Tarihu’l – Yakubi, 2.c, s. 77,78), Ebu Ubeyd, (Kitab’ul Enval, V. 55)

3 – Jonnes Zonaras, (Epitomae Historia Rum, Epit. XIV. 17 / 12-27), Welles H. (A Short History of the World),

Goldziher I. (Die Religion des İslams)

4 – İbn Sa’d, (Tabakatu’l- Kubra,2/1,29)

5 – İbn Hişam, (Siretu’n- Nebeviyye, III-IV, 380),

6 – İbn Sa’d, (Tabakatu’l- Kubra,2/1,28)

7 – İbn Hişam, (Siretu’n- Nebeviyye, 958), İbn Sa’d, (Tabakatu’l- Kubra,2/1,31)

8 – Prof. Dr. M. Hamidullah, (İlk İslâm Devleti, s.42)

9 – Mustafa Kemal Atatürk, (Nutuk / Söylev ve Demeçler)

10 – Büyük İslâm Tarihi, (Çağ Yayınları, 2.c, s. 55)

11 – Diyarbekri, (Tarihu’l –Hamisfi Ahval-i Enfesi Nefis), İbnu’l-Esir, (Usdu’l- Gabe, c. II, s. 211)

12 – İbn Kesir, (El-Bidaye ve’n-Nihaye, c.5, s.82)

13 – St. Thomas d’Aguin, (Second and Revised Edition / İman Kitabı)

14 – Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, (Pamuk Yayınları)




Yüklə 51,78 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə