İLAHİ İMTİHAN, MUSİBETLER VE SABIR
AYET: BAKARA SURESİ – 155/157. AYETLER
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ:الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ:أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ:
MEALİ:
“Mutlaka sizi biraz korku ve açlıkla ve mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksilterek imtihan ederiz. (Ey Peygamberim!) Sabredenleri müjdele. Onlar başlarına bir musibet gelince, ‘Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz.’ derler. İşte Rableri tarafından bol mağfiret ve rahmete nail olacak kimseler bunlardır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da bunlardır.” (BAKARA SURESİ – 155/157. AYETLER)
Zaman zaman insanlar; deprem, sel felaketi gibi tabii afetlere; ölüm, hastalık, yaralanma, zulüm, şiddet gibi kişisel afetlere; terör, fitne, fesat gibi sosyal afetlere maruz kalıyorlar. Bu afetler, canlara ve mallara az veya çok zarar vermekte, insanlar bundan etkilenmekte, acı çekmektedirler. Bütün bu musibetler niçin meydana gelmektedir? Tabiî afetlerin meydana gelmesinde insanların davranışlarının etkisi var mıdır? Yoksa bunlar sadece birer imtihan ve takdiri ilâhi midir? İnsanlar afet ve musibetler karşısında ne yapmalıdırlar? İşte sohbetimizde bu konuyu anlatmaya ve Bakara suresinin 155–157. ayetlerini tahlil etmeye çalışacağız. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ:الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ:أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ:
“Mutlaka sizi biraz korku ve açlıkla ve mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksilterek imtihan ederiz. (Ey Peygamberim!) Sabredenleri müjdele. Onlar başlarına bir musibet gelince, ‘Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz.’ derler. İşte Rableri tarafından bol mağfiret ve rahmete nail olacak kimseler bunlardır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da bunlardır.” (BAKARA SURESİ – 155/157. AYETLER)
Yüce Yaratıcımız Allah, ayette insanları mutlaka deneyeceğini bildirmektedir. Allah’ın sözü haktır, doğrudur. İnsanlar dünyada farklı şekillerde denenmektedirler. Allah, imtihan karşısında insanların sabırlı olmalarını istemekte ve sabırlı olanlara af ve rahmetini müjdelemekte ve böyle davrananların hidayete ermiş / doğru yolu bulmuş kimseler olduğunu bildirmektedir. “Elbette / mutlaka sizi imtihan ederiz.” ifadesinde kesin beyan vardır. Şüpheleri gidermek, her insanın ayette sayılan hususlardan biri veya bir kaçı ile deneneceğini kesin olarak bildirmek için âyette tekit edatları kullanılmıştır. Ayetlerde dört husus dile getirilmektedir:
1. İNSANLAR DÜNYADA İMTİHANA TABİ TUTULURLAR: Ayette insanların 5 konuda imtihana tabi tutulacağını bildirilmektedir:
a) Korku İle İmtihan: Korku; üzülme ve sevinme gibi insanda doğuştan var olan bir duygudur. Korku duygusu; insanın aldığı eğitim, öğretim, yetiştiği toplum, gelenek ve görenekler ve sahip olduğu inançlara göre farklılık arz eder. Korku, terbiye ve telkinlerle değişebildiği gibi azalıp çoğalabilir de. Korku, insanda iradeye bağlı ve irade dışı olabilir. İnsanlarda yalnızlık, yükseklik, işsiz kalma, yakınlarını ve dostlarını kaybetme, yoksulluk ve benzeri korkular vardır. Ayette geçen ve havf kelimesi ile ifade edilen korku Allah korkusudur. Korku, Allah’ın kullarını bir imtihanı olduğu gibi, aynı zamanda psikolojik bir cezalandırma yöntemidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاًقَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُّطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَداًمِّن كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللّهِ فَأَذَاقَهَا اللّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ:
“Allah (ibret için size) bir şehri örnek verdi. Bu şehir güvenli (ve) huzurlu idi. Rızkı o şehre her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku (havf) sıkıntısı tattırdı.” (NAHL SURESİ – 112. AYET)
Ayette sözü edilen şehir Mekke’dir. Mekke, Harem-i şerîf hürmetine âfetlerden emîn, halkı rahat, huzurlu ve müreffeh idi. Nimetlere nankörlük edip, Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed (SAV)’i yalanladılar, O’na ve Müslümanlara zulmettiler. Allah da onlara açlık ve korku verdi. Ayette geçen açlık, Mekkelilerin yedi yıl kıtlıkla müptela olmaları; korku ise Allah’ın onlara Müslümanları musallat kılmasıdır, şeklinde yorumlanmıştır.
b) Açlıkla İmtihan: Açlık, nimet azlığının, kıtlığın ve yokluğun ifadesidir. Bütün canlılara rızıklarını veren Allah’tır. Yer yüzünde ve gökyüzünde bulunan her şeyi Allah, insanlar için var etmiştir. İnsanlar, Allah’ın bu sayısız nimetlerinin bir kısmından emek sarf etmeden yararlanırlar, bir kısmını elde etmek için çalışmak zorundadırlar. Sözgelimi temiz hava, su ve güneş enerjisi gibi nimetlerden insan emek sarf etmeden yararlanırken; meyve, sebze, ekmek ve benzeri ürünlerden yararlanabilmesi için emek sarf etmesi gerekmektedir. İnsanın emek sarf ederek elde ettiği nimetlerin asıllarını ve yetişmelerini sağlayan da yine Allah’tır. Buğdayı eken insandır ama toprağa buğdayı yetiştirme kabiliyeti veren, yer altı ve yer üstü suları, güneş enerjisi ve sıcaklığı yaratan Allah’tır. Bunlar olmadan sadece insanların çalışması işe yaramaz. Kıtlığın olmasında, ürünlerin az yetişmesinde insanın çalışmamasının etkisi varsa da, Allah yağmur yağdırmadığı, ürünlere şiddetli soğuk ve dolu zarar verdiği zaman insanın yapacağı bir şey yoktur. Bazı yıllar ürün az, bazı yıllar çok olur. Bunda Allah’ın kullarını imtihanı vardır. Zenginlik ve fakirlik de aynı şekilde insanın çalışıp çalışmamasının yanında, Allah’ın nimet ve servet verip vermemesi ile de ilgisi vardır. Bütün tedbirlere rağmen fakirlik, yoksulluk, kıtlık, pahalılık ve benzeri olumsuzlukların yaşanmasının, ilâhî imtihan olduğu da bir vakıadır.
c) Mal ve Ürünlerden Noksanlaştırma İle İmtihan: İnsanların emek ve gayretleri mal ve mülkün elde edilmesinde önemli olmakla birlikte, gerçekte mülkü insana veren Allah’tır. İnsanın sahip olduğu nimetlerin, mal ve mülkün, ihmal, israf ve benzeri sebeplerle noksanlaşması ve yok olması söz konusu olduğu gibi, bunun ilâhî imtihan sebebi ile de gerçekleşmesi söz konusudur. Mesela hayvanlara yıldırım çarpması, ürünlere dolu ve kasırganın zarar vermesi, yağmurların yağmaması, kuraklık, şiddetli yağmur sonucu sel felaketinin taşınır ve taşınmaz mallara zarar vermesi, deprem gibi afetlerle insanın, mal ve mülkü zarar görüp noksanlaşabilir. Ayet bu gerçeğe işaret etmektedir. İnsanın malı ve evladı onun için bir imtihandır. Yüce Allah, hakiki sebebi unutarak, nimet karşısında sevinen ve şımaran, imtihan karşısında üzülen ve yakınan insanları kınamaktadır:
فَأَمَّاالْإِنسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ:وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلَاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ:
“İnsan, Rabbi onu deneyip de kendisinde ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, ‘Rabbim bana ikram etti’ der. Ama onu deneyip rızkını daraltınca, ‘Rabbim beni aşağıladı’ der.” (FECR SURESİ – 15/16. AYETLER)
d) Yakınların Ölümü İle İmtihan: Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Bu, ilâhî bir yasadır. İnsanlar, Allah’ın takdir ettiği yaşama süresi dolunca ölmektedirler. Bazen ölümler, çocuk ve genç yaşlarda da olabilmektedir. İnsan, sevdiklerini, eşini, kardeşlerini, çocuklarını bir hastalık veya afet ve kaza sonucu kaybedebilmektedir. Bütün bunlar, insanlar için birer imtihandır. Aslında hayatın kendisi bir imtihan sürecidir. Allah, kulunu, onun imanını ve sabrını ölçmek için hayır ve şer, iyilik ve kötülük, nimetler, musibetler, ahde vefa ve benzeri birçok şeyle imtihan edebilir. İnsanların bütün bu sayılan hususlara karşı sabırlı olması, feryâd ü fîgan etmemesi erdemli bir davranıştır. Ayet, imtihan karşısında insanın tavrının bu olması gerektiğini ifade etmektedir.
2) İNSANLARIN MUSİBETLERE KARŞI SABIRLI OLMALARI GEREKİR: Allah, biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle imtihan edeceğini bildirdikten sonra, “sabredenleri müjdele” buyurmakta ve onların kendilerine bir musibet dokunduğunda, “biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz.” dediklerini haber vermektedir. Böylece Allah, hem insanların musibet ile karşılaşabileceklerini, hem de musibetler karşısında nasıl tavır takınmaları gerektiğini bildirmektedir.
İlâhî imtihanın dışında, musibetlerin meydana gelmesinde 3 etken daha vardır: İlâhî irade, ilâhî takdir ve insanların davranışları.
a-) İlâhî İrade:
وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَى وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا:
“Kâinatı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan, yaşatan, düzene koyan, öldüren ve dirilten, insanları güldüren ve ağlatan Allah’tır.” (NECM SURESİ – 43/44. AYETLER)
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ:
“Allah, dilediğini yapar, dilediğini aziz, dilediğini zelil eder, Mülk Onundur, mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır.” (ÂLİ-İMRAN SURESİ – 185. AYET)
Doğumlar, ölümler, tabiat olayları, afetler ve musibetler kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey, O’nun izni ve iradesi ile meydana gelir. Dolayısıyla insanların canlarına ve mallarına zarar veren musibet ve afetler de, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile olmaktadır. Kur’an’da bu konu ile ilgili pek çok ayet vardır. Allah şöyle buyurur:
مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ:
“Size isabet eden her türlü musibet ancak Allah’ın izni ile olur.” (TEĞABÜN SURESİ – 11. AYET)
“Müslümanı üzen her şey musibettir.” Her türlü musibet de ancak Allah’ın izni ile meydana gelmektedir. Allah izin vermese, hiçbir musibet meydana gelmez. Kâinatta başıboşluk ve düzensizlik yoktur. “Hiçbir şey, O’nun izni olmadan meydana gelemez.” “Bitkiler bitemez.” “Ağaçlar meyve veremez.” “Kâinatın düzeni devam edemez.” “Kimse kimseye zarar veremez.” “Allah’ın izni olmadıkça, insanlar canlarını bile teslim edemezler.” Yüce Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
“Allah’ın izni olmadan hiç kimse ölmez. (Ölüm) belirli bir süreye göre yazılmıştır.” “Allah, eceli geldiği zaman hiç kimseyi (ölümünü) asla ertelemez.” ayetleri bu gerçeği dile getirmektedir. İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden sakınması, tedbirli olması, yaptığını iyi ve sağlam yapması Allah’ın bir emridir. Bütün tedbirlere rağmen insan musibete maruz kalabilir. Böyle bir durumda bunun bir imtihan olduğunu bilmeli ve mümin ona göre hareket etmelidir.
b) İlâhî Takdir: Diğer taraftan insanın başına gelen musibetler, ilâhî takdirin birer sonucudur. Bu hususu Kur’an’ın birçok ayetinde görmekteyiz. Şu ayetler bu konuya yeterince ışık tutmaktadır:
قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ:
“(Ey Peygamberim! İnsanlara) De ki: Bize ancak Allah’ın yazdığı (takdir ettiği) şey isabet eder.” (TEVBE SURESİ – 51. AYET)
وَإِن مَّن قَرْيَةٍ إِلاَّ نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيَامَةِأَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَدِيداً كَانَ ذَلِك فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً:
“Hiç bir ülke yoktur ki biz, kıyamet gününden önce onu yok edecek, yahut ona şiddetli bir şekilde azap edecek olmayalım. Bu kitapta yazılmıştır.” (İSRA SURESİ – 58. AYET)
مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ:
“Ne yeryüzünde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu, Allah’a kolaydır.” (HADİD SURESİ – 22. AYET)
Bu ayetlerde; gerek yeryüzüne gerekse canlara isabet eden musibetlerin önceden bir Kitap’ta, ilmi ilâhînin nakşedildiği Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğu bildirilmektedir. Allah’ın ilmi, geçmişi de geleceği de kuşatmıştır. Doğumundan ölümüne kadar, ömür boyu insanların ne yapacaklarını da, kâinatta neler meydana geleceğini de bilir. Bu bilgisine göre, her şeyi önceden bir Kitap’ta yazmıştır. Her şeyin önceden bir Kitap’ta yazılmasının gerekçesini ise yüce Allah şöyle bildirmektedir:
لِكَيْلَاتَأْسَوْا عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَا آتَاكُمْ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ:
“Elinizden çıkana, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz ve Allah’ın verdiği şeyler ile sevinip şımarmayasınız.” (HADİD SURESİ – 23. AYET)
Bu ayette Allah, açıkça musibetler karşısında insanların üzülmemelerini, feryad ü figan etmemelerini istemektedir. Çünkü bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur. İnsanın, “niçin bunlar oldu, niçin bunlar başıma geldi?” diye isyan etmesinin, sonucu değiştirmesi söz konusu değildir. “Musibetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur.” deyip, sabırlı ve metanetli olmak gerekir. Sabırlı olmak; musibet karşısında tedbir almamak, musibetlerden sonra gerekenleri yapmamak ve haklarını aramamak anlamına gelmez. Biliyoruz ki, Allah “çok merhametlidir” ve “insanlara zerre kadar zulmetmez.” Mala ve cana zarar veren musibetlerin meydana gelmesinde ilâhî irade, takdir ve imtihanda insanların davranışlarının etkisi de var mıdır? Kur’ân ve hadislere baktığımızda, cevabın ‘evet’ olduğunu görüyoruz.
c) İnsanların Kusurları: Musibetlerin meydana gelmesinde insanların kusurlarının da bulunduğunu yüce Allah, birçok ayette bildirmektedir:
وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَاكَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ:
“Başınıza gelen her hangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler, kusurlar) yüzündendir. Allah yaptıklarınızın çoğunu affediyor (da bu yüzden size musibet vermiyor).” (ŞURA SURESİ – 30. AYET)
Ayeti, bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.
Peygamberimiz (SAV): “Bir kula isabet eden az veya çok felâketler ancak günahları sebebiyledir. Allah ise günahların çoğunu bağışlıyor.” Buyurmuş ve yukarıdaki ayeti okumuştur.
مَن يَعْمَلْ سُوءاً يُجْزَ بِهِ:
“Kim kötü bir amel işlerse, onunla cezalandırılır.” (NİSA SURESİ – 123. AYET) ayeti de, bu gerçeğe işaret etmektedir. Bu ayet ve hadisler, insanların başına gelen musibetlerde insanların işledikleri hata, kusur ve kötü amellerin etkili olduğunu göstermektedir. Allah, zulümleri sebebiyle birçok toplumu çeşitli afetlerle cezalandırmış ve helak etmiştir. Kur’an’da; Nuh, Hud, Salih, Lut, İbrahim, Şuayb ve Musa (AS)’ın peygamber gönderildiği insanların maruz kaldıkları felaketler anlatıldıktan sonra; “Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.” buyrulmaktadır.
Allah’ı, ayetlerini ve peygamberlerini inkâr etmek, Allah’a ortak koşmak, münafıklık yapmak, Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına isyan etmek, insan haklarını ihlâl etmek gibi, ilâhi iradeye uymayan her türlü davranış zulümdür. Musibetler, insanların imtihan için veya maddî veya manevî kusurları sebebiyle gelebileceği gibi, müminin manevî derecesini artırmak için de gelebilir. Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyurur:
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُواْ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّايَعْمَلُونَ:
“İnsanların yaptığı amellere göre (Allah katında) dereceleri vardır.” (EN’AM SURESİ – 132. AYET)
Müminler, bu derecelerine yaptıkları ibadetleriyle ulaşamazlarsa, Allah onlara bir musibet verir, sabır ihsan eder, böylece hesapsız derecede sevap verir. Musibet sebebiyle günahları bağışlanır. Bu şekilde, Allah katındaki manevî derecesine ulaşır. Bu konuda Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir. Sonra da ona sabretme gücü ihsan eder. Böylece onu, kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır.”
Peygamberler de musibetlere maruz kalmışlardır. Mesela Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV), Taif’te taşlanmış, ayakları kan revan içerisinde kalmış, Uhud savaşında dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştır. Hâlbuki peygamberler günahsız insanlardır. Dolayısıyla her musibetin arkasında günah ve kusur aramak doğru değildir. Öyle ise peygamberler niçin musibetlere maruz kalıyorlar? Maruz kalıyorlar, çünkü onlar, insanlar için örnek ve önder olarak gönderilmiştir. Musibetlere tahammül göstererek, insanlara örnek olmuşlardır. Müminlerin başlarına gelen musibetler, sabredilebilirse hayır olur. Çünkü musibetler, müminlerin sevap kazanmalarına, günahlarının bağışlanmasına ve manevî derecelerinin artmasına sebep olur. Bu ise ancak sabırla mümkündür.
MUSİBETLERE SABREDENLERE ALLAH’IN AF VE MAĞFİRETİ VARDIR
“Musibet”;ansızın gelen belâ, sıkıntı, hoş olmayan şeyler, hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle dokunan hadise ve felâketlerdir. Yüce Allah musibete maruz kaldığında, “biz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz” diyerek musibeti sabırla karşılayan, Allah’tan gelene razı olan kimseye af ve mağfiret va’d etmektedir. Müslüman, musibetler karşısında sabredebilir, söz, fiil ve davranışlarıyla isyana dalmazsa, bu musibetleri sebebi ile günahları bağışlanır. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:
“Müslüman’a, fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza, can sıkıntısı arız olmaz, hatta vücuduna bir diken batırılmaz ki, Allah bu musibetler sebebiyle onun hatalarını ve günahlarını bağışlamış olmasın.”
Musibetlere sabreden Müslüman’ın günahları bağışlandığı gibi, ayrıca sabrı sebebiyle kendisine hesapsız derecede sevap verilir ve Allah katındaki manevî derecesi yükseltilir. Peygamber (SAV), şu sözü ile bunu bize müjdelemiştir:
“Bir Müslüman’a bir diken hatta daha küçük bir şey batsa, Allah onu bu yüzden bir derece (manen) yükseltir ve onun günahını affeder.”
Müslüman, deprem, yangın, sel felaketi, afet ve benzeri bir musibete maruz kalarak ölürse hükmen şehit olur.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur: “Allah yolunda öldürülen şehittir. Mide ağrısı sebebiyle ölen şehittir. Suda boğularak ölen şehittir. Akciğer hastalığı sebebiyle ölen şehittir. Yıkık altında kalarak ölen şehittir. Hamile olarak ölen kadın şehittir. Yanarak ölen şehittir.”
İnsan hakları hariç şehitlik, kişinin günahlarına kefaret olur. Bu itibarla mümin, musibetler karşısında bağırıp çağırmaz, isyana dalmaz, musibetlerden ibret alır, maddî ve manevî hatalarını düzeltir, günahlarına pişman olur ve Allah’a yönelir. Kaybettiklerine üzülmemeye çalışır, ruhen ve moralman çökmez, daha iyisini Allah’tan ister ve bu uğurda çalışır. Müminlerin maruz kaldıkları musibetler ise bir hayırdır. Çünkü musibetleri sebebiyle günahları bağışlanır, hesapsız derecede sevap verilir ve manevî derecesi artar.
MUSİBETLERİ SABIRLA KARŞILAYABİLENLER HİDAYETE ERMİŞ KİMSELERDİR
Musibetleri sabırla karşılayıp, Allah’ın takdirine rıza gösterebilen kimseleri yüce Allah, “hidayete erenler” hakikat yolunu bulanlar olarak nitelemektedir. Kur’an’da sabredenlerin dışında;
“İman edip imanına şirk karıştırmayan.”
“Allah’a ve âhiret gününe iman edip namazlarını kılan, Zekâtlarını veren, Sadece Allah’tan korkan,” kimseleri, mühtediler olarak nitelemiştir. Kur’ân’da ihtida ve mühtedi kelimelerinin geçtiği ayetler, iman eden kimselerin hidayete ermiş olduğunu ifade etmektedir. İhtida, mümin insanın niteliğidir.
“Allah kimi doğru yola iletirse, işte mühtedi olan / doğru yolu bulan odur…”
وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ:
“… Allah, kendisine yönelene hidayet eder.” (RA’D SURESİ – 27. AYET)
Fâsıklara, zalimlere, yalancı nankörlere ve müşriklere hidayet etmez. Sonuç olarak, her türlü musibet, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile meydana gelmektedir. Ancak musibetlerin meydana gelmesinde ya insanların maddî veya manevî kusurları vardır ya da Allah, kullarını imtihan etmektedir. Şirk, küfür, isyan ve zulümleri sebebiyle Allah, geçmişte pek çok insanı cezalandırmış, afet, felaket ve musibetlere maruz bırakmış ve helâk etmiştir.
KAYNAK: DİYANET AYLIK DERGİ
Dostları ilə paylaş: |