Ilk sayfadan 7



Yüklə 1,5 Mb.
səhifə1/18
tarix22.05.2018
ölçüsü1,5 Mb.
#45602
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   18


Bilimsel

Yaratılışçılık

Yaratılış Araştırmaları Enstitüsü’nün teknik kadrosu ve

danışmanları tarafından hazırlanmıştır.

Editör:
Henry M. Morris, Ph.D.


Institute for Creation Research Başkanı
http://www.icr.org

Bilimsel Yaratılışçılık New Leaf Press’in 16 Şubat 2000 tarihli izniyle Scientific Creationism’in

ikinci baskısından çevrilmiştir.

Her hakkı saklıdır.

Çeviri Koordinatörü: Alan White

ISBN 975-8318-61-6

Scientific Creationism, 2nd edition

Turkish


Scientific Creationism

Copyright © March 1996 by Henry M. Morris.

Published by New Leaf Press, Inc.

P.O. Box 726, Green Forest, Arkansas 72638 USA

All rights reserved.

www.icr.org


İÇİNDEKİLER
Birinci Baskının Yazarları ve Danışmanları

İkinci Baskının Önsözü


1. Bölüm: EVRİM Mİ, YARATILIŞ MI?

Kökenlerin Önemi

Kökenlerin Bilimsel Kanıtının Olanaksızlığı

Kökenlerle İlgili İki Model

Yaratılış Modelinin Öğretilmesinin Yararları

Din Olarak Evrim


2. Bölüm: KARIŞIKLIK MI, DÜZEN Mİ?

Madde, Enerji ve Doğa Yasalarının Kökeni

Evrenin Başlangıcı

Güneş Sisteminin Kökeni

Yaratılışın Amacı

Yoktan Evrimleşme


3. Bölüm: YUKARIYA DOĞRU MU, AŞAĞIYA DOĞRU MU?

Termodinamiğin Yasaları

Yaşamın Kökeni

Değişme ve Doğal Seçilim

Genetik Mutasyonlar

Uyumsuzlar ve Soyu Tükenenler


4. Bölüm: TESADÜF MÜ, TASARIM MI?

Canlı Sistemlerin Karmaşıklığı

Benzerlikler ve Farklılıklar

Körelmiş Organlar ve Embriyonik Aşamaların Evrimsel Evreleri Yenelemesi

Fosil Kayıtlarındaki Sistematik Boşluklar

Sıçramalı Denge


5. Bölüm: TEKBİÇİMCİLİK Mİ, FELÂKETÇİLİK Mİ?

Fosillerin Tanıklığı

Jeolojik Tabakaların Hızlı Oluşumu

Fosillerin Yaşıtlığı

Felâketi İzleyen Afetler

Felâketçiliğin Yeniden Dirilişi


6. Bölüm: YAŞLI MI, GENÇ Mİ?

Bir Kayanın Yaşının Ölçülmesi

Radyometrik Yaş Ölçümü

Dünyanın Gençliğini Gösteren Kanıtlar

İnsanın Geçmişi

Güneşin Yaşı

Ani Yaratılış
7. Bölüm: MAYMUNLAR MI, İNSANLAR MI?

İnsanın Kökeni

Diller ve Irklar

Eski Medeniyetler

Dinin Kökeni

Paleoantropolojinin Tuzakları


8. Bölüm: KUTSAL KİTAP’A GÖRE YARATILIŞ

Yaratılış Kitabının Tarihsel Güvenilirliği

Yaratılış Kitabının Bölümleri

Düşüş, Lânet ve Termodinamiğin Yasaları

Tufan

Kutsal Kitap Modelinin Özeti



Tanrısal Evrim

Aşamalı Yaratılış

Gün-Devir Teorisi

Boşluk Teorisi


Çerçeve Hipotezi

İnsanlık Tarihindeki Boşluklar

Yerel Tufan Teorisi

Durgun Tufan Teorisi

Özet ve Sonuç


KAYNAKÇA

Yaratılışla İlgili Kaynakça

Konular Dizini

Adlar Dizini

Ayetler Dizini
YARATILIŞIN BİLİMSEL MODELİ’NİN YAZARLARI VE DANIŞMANLARI

(Birinci Baskı)

Bu kitap, Institute for Creation Research’te (Yaratılış Araştırma Enstitüsü’nde) görev alan bilimciler, Enstitü’nün Teknik Danışman Kurulu üyeleri ve çeşitli desteklerde bulunan başka birçok bilimci ve öğretmenin ortak çalışmasının bir ürünüdür.

Kitabın ana taslağı ICR müdürü Dr. Henry M. Morris tarafından hazırlanmıştır. Müdür yardımcısı Dr. Duane Gish, Profesör Harold Slusher ve Profesör Stuart Nevins taslağı özenle incelemişlerdir. Taslak ayrıca, Enstitü’nün Teknik Danışman Kurulu ve aşağıda adı geçen öğretmenler ve bilimciler tarafından gözden geçirilmiştir.

Son taslak, California Okul Birliklerinin birinde, Enstitü üyeleri tarafından öğretmenlere verilen 14 saatlik bir seminerde, bir ders kitabı olarak denenmiştir. Seminere katılanlar, kitabın amaca uygun olduğunu onaylamışlardır.

Kitabın yazarları ve danışmanları şunlardır:


Thomas G. Barnes, D.Sc. Fizik Profesörü, Texas Üniversitesi, El Paso, Texas

William A. Beckman, Ph.D. Bilim Profesörü, Christian Heritage College, San Diego, California

Edward Blick, Ph.D. Uzay, Mekanik ve Nükleer Mühendislik Profesörü, Oklahoma Üniversitesi, Norman, Oklahoma

Richard Bliss, M.S. Bilim Danışmanı, Unified School District #1, Racine, Wisconsin

David R. Boylan, Ph.D. Mühendislik Yüksek Okulu Dekanı, Iowa State Üniversitesi, Ames, Iowa

Larry Butler, Ph.D. Biyokimya Profesörü, Purdue Üniversitesi, West Lafayette, Indiana

Kenneth B. Cumming, Ph.D. Araştırma Biyologu, U.S. Consultants Fisheries Service, LaCrosse, Wisconsin

Malcolm Cutchins, Ph.D. Uzay Mühendislik Yardımcı Profesörü, Auburn Üniversitesi, Auburn, Alabama

Robert H. Franks, M.D. Biyoloji Bilimleri Profesörü, Christian Heritage College, San Diego, California

Duane T. Gish, Ph.D. Müdür Yardımcısı, Institute for Creation Research, San Diego, California

Donald Hamann, Ph.D. Gıda Teknolojisi Profesörü, North Carolina Devlet Üniversitesi, Raleigh, North Carolina

Charles W. Harrison, Jr., Ph.D. Başkan, General Electro-Magnetics Corporation, Alburquerque, New Mexico

Harold R. Henry, Ph.D. İnşaat ve Maden Mühendisliği Bölüm Başkanı, Alabama Üniversitesi

Joseph Henson, Ph.D. Bilim Bölümü Başkanı, Bob Jones Üniversitesi, Greenville, South Carolina

Lane Lester, Ph.D. Biyoloji Profesörü, Christian Heritage College, San Diego, California

John R. Meyer, Ph.D. Fizyoloji ve Biyofizik Yardımcı Profesörü, Kentucky Üniversitesi, Louisville, Kentucky

Henry M. Morris, Ph.D. Müdür, Institute for Creation Research, San Diego, California

John N. Moore, Ed.D. Fen Bilimleri Profesörü, Michigan Devlet Üniversitesi, East Lansing, Michigan

Stuart E. Nevins, M.S. Jeoloji Yardımcı Profesörü, Christian Heritage College, San Diego, California

Robert Olson, M.Ed. Fen Bilgisi Öğretmeni, San Diego City Schools, San Diego, California

Charles C. Ryrie, Th.D., Ph.D Sistematik Tanrıbilim Profesörü, Dallas Theological Seminary, Dallas, Texas

Harold S. Slusher, M.S. Gezegen Bilimleri Profesörü, Christian Heritage College, San Diego, California

John C. Whitcomb, Jr., Th.D. Yüksek Lisans Okulu Müdürü, Grace Theological Seminary, Winona Lake, Indiana


İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ
1974’de, bu kitabın ilk İngilizce baskısı yapıldığında, yaratılış taraftarlarının çoğalması, evrim taraftarı olan bilimsel kurumların ve eğitim kurumlarının dikkatini yeni yeni çekmeye başlıyordu. Yaratılış Araştırma Derneği on ve şimdiki adıyla Yaratılış Araştırma Enstitüsü ise yalnızca iki yaşındaydı. Bu kitap, o zamanlar varolan, bilimsel açıdan doğru, sağlam kaynaklara dayalı, hem bilim adamları hem de bilimci olmayan okuyucular açısından anlaşılabilir bir kaynak kitaba olan ihtiyaçtan dolayı hazırlandı.

Kitabın yaygın kullanımı ve on bir kere basılması bu ihtiyacı karşıladığını kanıtlıyor. On yıldan fazla bu konudaki en yaygın ve etkileyici kitap olmuştur. Birçok insan, bu kitabı okuduktan sonra yaratılış inancına bağlanmıştır. Birçok okul ve üniversite, onu ders kitabı ya da kaynak kitap olarak kullanmıştır. Aynı zamanda, yaratılış akımı, bu inancı destekleyen ve A.B.D.’nin tüm eyaletleri ile birçok yabancı ülkede halen faaliyet gösteren dernekler yoluyla yaygınlaştırılmıştır.

Bugün, yaratılış konusunda 1974’te varolandan daha fazla kitap mevcuttur. Bu, Bilimsel Yaratılış Modeli’nin yeni baskının sonunda yer alan genişletilmiş kaynakçadan açıkça anlaşılır. Yine de bu kitaba olan talep, yeni baskısının yapılmasının uygun olduğunu doğruluyor.

Kuşkusuz, kitabın ilk baskısından sonra, evrim/yaratılış tartışmasıyla ilgili birçok bilimsel gelişme olmuştur. Bu gelişmelerin tümünün yaratılış modelini güçlendirip evrim modelini zayıflatması şaşırtıcı değildir. Evrimciler, yaratılışçı yazar ve konuşmacıların ortaya koyduğu deliller ve tezlerin geçerli olduğunu ister istemez kabullenmiş bulunuyorlar.

Örneğin, sıçramalı denge kavramının, biyoloji ve paleontolojiye etkisi gittikçe artmaktadır. Yaratılış yanlıları, Yeni Darwincilerin, fosil kayıtlarında ara türlerin varolduğu savlarıyla uzun zamandır mücadele etmekteydiler. Artık ileri gelen evrimciler de böyle fosillerin olmadığını kabul ediyorlar. Örneğin,

“Bilinen fosil kayıtları önemli bir biçimbilimsel geçişi tamamlayan filumsal evrimleşmeyi belgeleyememiştir.”1

“Fosillerde organik yapıdaki temel farklılıkların ara seviyelerini gösteren delil olmaması . . . aşamalı evrim açıklamaları için kalıcı ve rahatsız edici bir sorundur.”2
Gould “sıçramalı denge”yi şöyle tanımlar:

“‘Sıçramalı denge’ modelimiz şunu savunmaktadır: evrimleşme, türleşme olaylarına yoğunlaşmaktadır. Başarılı türleşme olayları seyrektir ve bu olayların dışında, türler geniş nüfuslarda milyonlarca yıl aynı kalır.”3

Böylece cins, aile ve daha yüksek sınıflar bir yana, türlerin arasında bile ara türler bulunmuyor.

Birçok evrimci tarafından vazgeçilmekte olan Yeni Darwinciliğin başka bir yönü de, doğal seçilimin yaratabilme gücüdür. Yaratılış yanlıları, uzun zamandır doğal seçilimin gereksiz bir tekrar olduğunu tartışmışlardır; çünkü “yaşamaya uygun” canlıların “yaşadığını” ileri sürmek bu canlıların nasıl evrimleşebildikleri konusunda bilgi sağlamıyor. Birçok evrimci artık bunu kabul ediyor ve başka olası mekanizmalar arıyorlar. Son yıllarda yayınlanan yaratılış karşıtı yaklaşık otuz kitaptan birinin yazarı şöyle diyor:

“Doğal seçilimin gereksiz bir tekrar olduğu iddiası, bilimsel yayınlarda da ileri sürülmektedir.”4

Canlı varlıkların, bulundukları çevreye uyum sağlayabilmelerinin, doğal seçilimin faydasını gösteren bir kanıt olduğu sık sık tekrarlanmıştır. Ancak, yaratılış yanlıları uyum sağlamaların tesadüfü değil, tasarımı kanıtladığını savunmuşlardır. Şimdi, evrim yanlıları bunu isteksizce kabul edip uyum sağlama kusurlarının (“uyum sağlayamayanın yaşamaya devam etmesi ilkesi”) evrimin kanıtı olduğunu savunmaktadırlar.

“Darwin’in fark ettiği gibi, mükemmel uyumu mükemmel bir Yaratıcı sağlayabilirdi…. Kusurlar olmasaydı… doğal seçilimli evrimi yaratılıştan üstün kılan bir şey olmazdı.”5

Bu söz, evrimin gerçek bir kanıtı olmadığına dair şaşırtıcı bir itiraftır. Uyum sağlayamayanlar (gerçekten varsa) aşağıya doğru değişimlerin kanıtıdırlar (örneğin, genetik değişimler), ama anlamlı bir evrim sürecinin yukarıya doğru değişimlere ihtiyacı vardır.

Jeolojide afetçiliğin yeniden dirilmesi de diğer bir önemli gelişmedir. Yaratılışçılar bu konuda da öncülük ederek, yıllardır, geleneksel yerbilimsel tekbiçimcilik kuramı (“bugün, geçmişin anahtarıdır”) yararsız bir dogma olduğunu tartışmışlardır, çünkü bu dogma yeryüzündeki büyük maden yataklarını ve özellikle de evrimin ana kanıtı olarak kullanılan fosil katmanlarını açıklayamaz. Yeni afetçiler (neo-catastrophists) şimdi aynı şeyi söylüyorlar, ama yaratılışçılara itibar etmemeye dikkat ediyorlar. Robert Dott, İktisadi Fosilbilimciler ve Mineralbilimciler Derneği’nde gerçekleştirdiği başkanlık konuşmasında “afetçilik” (“catastrophism”) yerine “geçicilik” (“episodicity”) kelimesini tercih etmiştir.

“Episodik çökelme” deyimiyle ne demek istiyorum? Episodik, diğer terimlerin arasından özenle seçildi. “Katastrofik” terimi yarattığı etkiden dolayı son zamanlarda çok kullanılır olmuştu, ama bu terimi kelime dağarcığımızdan çıkarmalıyız, çünkü bu terim, yeni afetçi-yaratılışçı davasını desteklemektedir.6

Buna rağmen Dott, tüm jeolojik katmanların en azından yerel tufanlar ve buna benzer afetler aracılığıyla oluştuğunu kabul etmektedir.

“Umarım çökelme kaydının çoğunun düzenli ve aralıksız değil, geçici olaylardan meydana gelmiş olduğuna sizi ikna edebildim. Söylemek istediğim şudur: geçici çökelme bir istisna değil, kuraldır.”7

Benzer şekilde, Journal of Geological Education editörü James H. Shea, Lyell’in tekbiçimcilik kuramını reddetmiştir.

“Üstelik Lyell’in tekbiçimcilik kuramını, özellikle antik ve modern nedenler, aşamalı ilerleme ve oranların sabitliği konusundaki fikirlerini çağdaş kaynaklar ve birçok delil kesin olarak çürütmüştür. Onun bu fikirleri, önemli teoriler olarak, tam anlamıyla yanlıştır.”8

Tabii ki bu afetçiliğe dönüş, merkezinde evrensel Tufanın bulunduğu ve Kutsal Kitap’ta söz edilen afetçiliğe dönüş anlamına gelmez. Ancak geçici afetçilik, yani yerel afetleri birbirinden ayıran uzun, sakin devirler olduğu fikri anlamına gelir. Yine de, son yıllarda, özellikle bitki ve hayvanların soyunu tüketen periyodik göktaşı yağmurları gibi kimi küresel afetler fikri bazı jeologlarca ortaya atılmıştır.

Harvard’lı evrimci Stephen Jay Gould, bu aralıklı afetler ve soyun tükenmesini evrimin yeni açıklaması olarak önermiştir!

“Şimdiye kadar, yaşam tarihinde, beklediğimiz modelin ortaya çıkmaması canımızı çok sıkmıştır. Bazen de, dünyada aslında varolmayan, ama ümit ettiğimiz bir model yaratmaya çalışmışızdır…. Eğer soyun toplu tükenişine ilişkin genel bir teori geliştirebilirsek, yaşamın neden beklentilerimize uymadığını anlayabiliriz ve belki de görünürdeki karışıklıktan beklenmedik bir model çıkartabiliriz.”9

“Soyun tükenmesi yoluyla evrim” fikri, evrimi açıklayabilen herhangi bir mekanizmayı bulma hevesini yansıtan ilginç bir yorumdur. Üstelik, Gould’un “yaşam tarihinde beklediğimiz model ortaya çıkmadı” şeklindeki itirafı da önemlidir.

“Yaşam tarihinde ‘ilerleme gösteren bir çizginin’ olmayışı, bence fosil kayıtlarının en şaşırtıcı olgusudur.”10

Gould’un fosil kayıtlarında ilerleme gösteren bir çizginin olmadığını kabul etmesi önemlidir. Daima, standart jeolojik sütunun basit organizmalardan başlayarak karmaşık organizmalara doğru jeolojik çağlar boyunca hayatın evrimini gösterdiği varsayılmıştır. Yaratılışçılar ise bu sütunun büyük ölçüde yapay olduğu konusunda ısrar etmişlerdir. Tüm ana filumlar Kambriyenden bu yana değişmeden kalmıştır ve bu sabitlik birçok tür için de geçerlidir (bakteriyolojik araştırmalarda hala yaygın olan E Coli bakterisi, evrim takvimine göre bir milyar yıl aynı kalmıştır).

Dahası, her yerel jeoloji sütunu, standart sütundan farklıdır; hep çok eksik, genellikle çağlar eksik ya da ters ve bazen de, (fosillere göre) birbirine karışmış durumdadır. Gerçekten bir sıralamanın göründüğü kadarıyla, yaratılış taraftarları bu sıralamanın, afetler sırasında tortuların arasında sıkışıp gömülen canlıların bulunduğu çevrenin yüksekliğini gösterdiğini anlatmaya çalışmışlardır.

Jeolog David Raup, bu fosil sıralamaları üzerine kapsamlı incelemeler yaptıktan sonra şu sonuca varmıştır:

“Jeolojik zaman cetveli ve zamanla oluşan biyolojik değişim evrim teorisinden tamamen bağımsızdır.... Darwin’i izleyen yıllarda, taraftarları, belli sıralamaları bulacaklarını ümit etmişlerdir. Genellikle bu sıralamalar bulunmamıştır, ama iyimserlikten vazgeçilmemiş ve ders kitaplarının içine hayaller sızdırılmıştır.”11

Raup’ın fosillerle ilgili istatistiksel çalışmaları, onu yukarıda söz edilen periyodik soy tükenme kuramına itmekle kalmamış, sıralamalarına göre fosillerin gelişigüzel gömülmüş olabilecekleri gibi olağanüstü bir buluşa da yönlendirmiştir. Raup, bunun yaratılışçılar için ironik anlamlarını da ifade eder:

“Evrim–yaratılış tartışmasının ilginç bir yönü, yaratılışçıların, fosil kayıtlarının ayrıntılı ve düzenli ilerleyen bir sıralamasının olduğu gibi yanlış bir fikri kabul etmeleri ve bu “olgu”yu Tufan jeolojilerine katmak için çok uğraşmalarıdır.”12

Raup, Chicago Açık Hava Müzesi Müdürü ve aynı zamanda da Chicago Üniversitesi Jeoloji Bölüm Başkanı olarak, kuşkusuz dünyanın en tanınmış paleontoloji uzmanlarından biridir. Kendisi aynı zamanda, sayıları gittikçe çoğalan çağdaş evrimciler arasında yaygın olan yeni afetçilik ve sıçramalı evrimin savunucusudur. Önceki kuşağın önde gelenlerinden biri olan George Gaylord Simpson’un bir öğrencisi de benzer bir sonuca varmaktadır:

“Sanırım pek az paleontoloji uzmanı, fosillerin tek başlarına evrimin gerçekleştiğinin kanıtı olduklarını düşünmüştür.”13

“Fosil kayıtları, diğer evrim teorileri, devrim teorileri, yaratılışçı teoriler ve hatta tarihi kabul etmeyen teorilerle de bir uyum içinde bulunmaktadır. Bu uyum, Darwin teorisinde de gözlenmesine karşın, fosil kayıtlarında Darwin teorisini destekleyen tek bir kanıt bile bulunmamaktadır.”14

Bu nedenle, Oxford’lu zoolog Mark Ridley’nin şu sonuca varmasına şaşmamak gerek:

“İster aşamalı, ister sıçramalı evrimi desteklesin, hiçbir gerçek evrimci fosil kayıtlarını, özel yaratılışın karşısında, evrim teorisi lehine kanıt olarak kullanmaz.”15

Hem afet kanıtlarının jeolojik katmanların her yerinde ortaya çıkması, hem de yine fosil kayıtlarının hiç bir yerinde geçişsel formların bulunmaması, evrimsel gelişimin hiçbir kanıtının olmaması ile birleştirilince, jeoloji ve paleontoloji verilerini en iyi yorumlayan modeller olarak, özel yaratılış ve küresel su afeti modelleri çok güçlü bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Daha pek çok gelişmeden söz edilebilir. Neredeyse istisnasız olarak, her yeni buluşun ya da çözümlemenin geleneksel evrim konusunu zayıflattığı ve yaratılış konusunu güçlendirdiği görülmektedir. Bu gelişmelerden bazıları bu kitapta ele alınmaktadır. Sadece jeoloji ve paleontolojiden değil, astronomi, genetik, fizik, biyokimya ve diğer bilimlerden alınan yeni veriler de bilimsel yaratılışçılığın ispatı olarak gösterilebilirler. Aslında, David Raup gerçeği dile getirerek yaratılışçılara (gizliden gizliye) ilginç bir iltifatta bulunmuştur:

“Bilimciler arasında, özel alanlardaki danışmanlardan oluşan bir ordunun yardımı olmadan, tam kapsamlı (yaratılışçı) tartışmalarıyla başa çıkabilecek herhangi bir bireyin varlığından şüphe ederim.”16

Evrimciler, son on yıl içinde başta gelen üniversiteler dahil olmak üzere pek çok yerde yapılan yaklaşık 200 yaratılış/evrim tartışmasında yaratılışçı tartışmalarla başa çıkamamışlardır. Evrimciler, bu tartışmaların niçin genellikle yaratılışçılar tarafından kazanıldığı (ve artık önde gelen evrimcilerin çoğunun bu tartışmalara katılmayı niçin reddettiği) konusunda bir sürü mazeret ileri sürmüşlerdir, ancak bunun gerçek nedeni bilimsel kanıtların evrimi değil, yaratılışı desteklemeleridir!

Sonuç olarak, evrimci oluşumun yaratılışçı tartışmalara yanıtı bilimsel değil, duygusal olmuştur. Oyun planı, açıkça gözdağı vermektir. Kökenlerle ilgili iki modeli paralel olarak öğretmeyi düşünülen her okul için, American Civil Liberties Union dava açmakta ya da açma tehdidinde bulunmaktadır. Hem liberal haber medyası hem de eğitimsel/bilimsel kuruluşların dergi ve kitapları tarafından yaratılışa karşı uzun süreli ve şiddetli eleştirilerde bulunulmuştur. Evrimciler kendi yazıları, yanlış anlamı veren yetersiz alıntılarla ve yaratılışçı tezlerin çirkin çarpıtılmalarıyla doluyken, yaratılışçıların dipnotlarla özenle desteklenmiş yazılarında, en ufak bir yanlış alıntı ya da yanlış yorumu bulabildiklerinde alenen övünürler.

Evrimciler, en ikna edici yaratılışçı tartışmaların bazılarını anlamazlıktan gelmektedirler (örneğin, açık sistemlerde bile yukarı dönük evrime karşı düzensizlik ilkesinin kanıtı). Gerçek bir evrimleşmeyi destekleyen gerçek bilimsel kanıtlar olmayınca, evrimciler tartışmalarını Kutsal Kitap’taki yaratılışın yakın dönemde gerçekleştiğine ve küresel Tufan’a dair öğretilerine odaklamışlardır. Aslında bu öğretiler, temel yaratılış ve evrim konusundan farklıdır. Aynı zamanda, genç dünyanın ve tufan jeolojisinin bilimsel kanıtları hızla artmaya devam etmektedir.



Bilimsel Yaratılış Modeli’nin bu yeni baskısının, bilim alanında çalışanlarda olduğu kadar bilimsel konularla ilgilenmeyenlerde de, bu hayati konu üzerindeki ilgiyi arttıracağı umulmaktadır. Her ne kadar kitabın büyük bölümü ilk baskıdan farklı değilse de, tartışmaların ve kanıtların bulunduğu belgelerin her noktada 1974’te olduğu kadar geçerli ve konuyla ilgili oldukları görülecektir. Birkaç yeni bölüm eklenmiş ve metnin gerekli görülen yerlerinde değişiklikler yapılmıştır. Kaynakçalar önceden belirtildiği gibi büyük ölçüde genişletilmiş, ama bu konudaki tüm kitapları içerdiği iddia edilmemektedir. 1974’ten beri bu konuda pek çok kitap yayınlanmıştır ve bazı önemli kitaplar atlanmış olabilir. Bu konuda daha fazla inceleme yapmak isteyenler için pek çok kitap bulunmaktadır. Bilimsel Yaratılış Modeli, alanındaki pek çok kitabın arasından yalnızca biri olmakla birlikte, şimdiden yaratılışçılık konusunda etkin bir katkıda bulunmuştur ve bu yeni baskının da aynı şekilde hizmet vermesi umulmaktadır.
Henry M. Morris

Yaratılış Araştırma Enstitüsü

Haziran 1985

1

EVRİM Mİ YARATILIŞ MI?

Kökenlerin Önemi

Anne, baba ve öğretmenler, çocukların çok meraklı olduğunu bilirler. Her şeyin niçin ve nasıl olduğunu merak ederler. Doğuştan gelen bu merak duygusu, yüreklendirilip geliştirilirse, büyüdüklerinde teknolojik, toplumsal ve kişisel problemlerin çözümünde kullanacakları yaratıcı düşünme yeteneğini kazandıracak ve dünyaya karşı olgun bir bilimsel tutum içinde olmalarını sağlayacaktır.

Hangi alanda olursa olsun, öğrencinin, o alanın kökenleri hakkında bazı şeyler bilmesi gerekir. Kimya dersi işleniyorsa, öğrenciye elementlerin kökeni ve kimyasal tepkimeleri yöneten kanunlar hakkında bilgi verilmelidir. İngilizce dersinde, ana dili olsa da, dilin kökeni tanıtılmalıdır. Tabii ki, biyolojide de hayatın ve çeşitli canlıların kökenleri tartışılacaktır. Yönetimle ilgili derslerde ise, ulusunun kökeninin ve hukuksal yapısının yanı sıra, genel olarak ulusların ve yasaların kökenleri de ele alınmalıdır...

Bu tarzda verilmeyen derslerde, belki tartışma bir ölçüde önlenebilir, ama merak ve yaratıcılık yok edilir. Tanımlamalar ve teknik bilgiler de iyi bir ders için gereklidir, ama bunlar konunun tamamen anlaşılmasına yol açmaz, yalnızca gençlerin becerilerini geliştirir. Bu tip öğretim, hayata çabuk hazırlama özelliğine sahipse de, yaşamın gerçek anlamını anlatmakta yetersiz kalmaktadır. Bu durum, hiçbir yerle bağlantısı olmayan ayaksız bir köprüye, geçmişte kökleri ve geleceğe dair umudu olmayan bir kişiye benzemektedir.

Derslerde kökenlerin işlenmesini gerektiren nedenleri şöyle özetleyebiliriz:


A. Bilimsel Nedenler

1. Bilim “Nerede?” ve “Nasıl?” sorularına yanıt aramalıdır.

2. Bilim, neden-sonuç ilişkisine dayanır. Bundan dolayı, sonuçlar en yakın nedenlere ve bu nedenler de kendi nedenlerine bağlanırsa, bunun sonucu olarak “İlk Neden” sorusuyla karşılaşmak kaçınılmaz olur.

3. Doğal yasalar ve süreçler hakkındaki bilgiler, bunların kökenleri değerlendirmeksizin edinilmiş ise, yeni bilimsel ilkelerin bulunması ve anlaşılması zorlaşır.


B. Toplumbilimsel Nedenler

1. Bilimin sayısız sosyal anlamı ve uygulaması vardır. Sosyal sorunların çözümü, onları etkileyen fiziksel olayların kökenlerinin gerçekten anlaşılmasıyla mümkündür (örneğin, nükleer enerji, fosil yakıtlar, ekoloji, gen mühendisliği, uyuşturucular gibi).


2. Sosyal bilimler açısından da, ilgilendikleri sosyal varlıkların kökenlerinin anlaşılması gerekir (örneğin, ırklar, kültürler, suç, savaş vs).
3. Siyasal düşüncelerin ağırlık merkezi, devamlı olarak değişmektedir. Tarihteki olaylara bakmaksızın, yalnızca sosyal teori ya da politik etkinlikteki moda akımlara ağırlık veren bir sosyoloji eğitimi, yeni durumların ortaya çıkmasıyla geçersiz duruma gelecektir.
C. Kişisel Nedenler

1. İnsan her şeyden önce, benliğini ve kişisel hedeflerini saptamak gereksinimindedir ve bu da kökenini bilmeksizin olanaksızdır. İnsanın kökeni hakkında inandıkları yazgısı hakkında inandıklarını biçimlendirir.

2. Günümüz gençleri arasında anlamlar ve kökenler üzerinde sağlıklı bir bilimsel anlayışın olmaması, onları, uyuşturucular, büyücülük, astroloji ve benzeri bilimsel olmayan çözümlerden yardım aramaya itmektedir.

3. Öğretmenlerin öğrencileri için arzu ettikleri türde gerçek akıl sağlığı, sağlam ve doyurucu bir yaşam felsefesini gerektirir. Bu da, kesinlikle onlara kişisel kökleri ve gelecekleri hakkında mantıklı bir bakış açısının verilmesiyle sağlanır.

Öğretmenler yaratılışı evrime bilimsel açıdan sağlıklı bir alternatif olarak öğreteceklerse, bunu nasıl yapacakları konusunda bilgi kaynaklarına sahip olmalıdırlar. Ne yazık ki, şu anda neredeyse bütün kitaplar, evrim lehine eğilimlidir. Bilim dünyasında olduğu gibi öğretmenlerin büyük çoğunluğuna da, yüksek okullardaki çalışmalarında evrimsel bakış açısı aşılanmaktadır.

Dahası, yaratılışçı kitapların çoğu, konuları bilimsel olduğu kadar Kutsal Kitap’ın bakış açısından da incelemektedir. Bu nedenle bu kitaplar, kamu okullarında ders amacıyla kullanıma uygun değildir. Aslında, yalnızca bilimsel içerikli bir dizi yaratılışçı kitap mevcuttur, ama bunların çoğunluğu ilgili konuların yalnızca birkaçını incelemektedir.



Bilimsel Yaratılış Modeli’nin amacı, öncelikle kaynak konularına çok daha konuyla ilintili yönlerden bakmak ve bunu Kutsal Kitap’a ya da dinsel öğretilere referans yapmaksızın, bilimsel yolla yerine getirmektir. Konuyu ele alış tarzı genelde olumludur. Kökenlerin ve tarihin yaratılış modelini bilimsel gerçeklerle ilişkilendirmekte ve bu modelin en azından evrim modeli kadar etkin olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Kitap bilimsel verilerle ilgilenmekteyse de, bu alanlarda uzman olmayan kişiler için yazılmış olduğundan okuyucularımızın hepsi tarafından anlaşılacağına inanıyoruz. Bilimsel kavramları ve terminolojiyi kullanmak gerekmektedir, ancak hepsi gerektiği şekilde açıklanmış olduğundan, okuyucu bir miktar çaba ile bunları anlayabilecek ve kullanabilecektir.

Her öğretmene incelemesi için bir Bilimsel Yaratılış Modeli’nin verilmesini ve tamamını okumasının söylenmesini öneririz. Mümkünse, okullarda kitabın kullanılmasını sağlamak amacıyla çalışma bölümleri kurulmalıdır.

Öğretilen ders ve sınıf ne olursa olsun, öğretmen, ders kitabının ya da yardımcı kitabının evrim varsayımına dayandırıldığı ve bu görüşten etkilendiğini görecektir. Ne zaman kökenlerle ilgili (örneğin, güneş sisteminin kökeni, “mağara adamlarının” ortaya çıkışı vs.) ya da dünyanın tarih öncesi ile ilgili olaylarıyla (örneğin, dinozorların önemi, kömür yataklarının oluşumu, ilk metallerin bulunması vs.) karşılaşılsa, öğretmen ders kitabının evrimci ve yaratılışçı yorumunu sunmalı ve öğrencinin yaşına uygun şekilde her iki modelin de kanıtlarını vermelidir. Böyle bir kullanımı kolaylaştırmak amacıyla kitap uygun şekilde düzenlenip sonuna dizinler eklenmiştir.

Deneyimler, bu yaklaşımın öğrenciler ve öğretmenler için, evrimcilikte bugün yaygın olan tek taraflı beyin yıkamadan daha heyecan verici olduğunu göstermektedir. Öğretmenlerin ve okul yöneticilerinin bunu, doğru bir şekilde denemeleri rica olunur.

Bu kitap ilk ya da ortaokulda ders kitabı olarak kullanılmaktan çok, öğretmenlerin ihtiyaç duyduğu bir temel bilgiler kaynağı olarak kullanılmak üzere amaçlanmıştır. Dolayısıyla, bu kitaptan öğretmenin tercihlerine göre her konu ya da seviye için, gerektiği şekilde yararlanılabilir. Lisede ya da yüksek okullarda, kökenler konusunda bir ders kitabı olarak da kullanılabilir.

Genel olarak, hem ders, hem de kişisel inceleme ve kaynak kitabı olarak bu kitabın, yaratılışın bütün temel kanıtlarıyla tartışmalarının sunumu ve bununla ilgili genç dünya ve küresel tufana ait kanıtların sunumu açısından bilimsel gereksinimleri karşılayacağına inanılmaktadır.


Kökenlerin Bilimsel Kanıtının Olanaksızlığı

Bir önceki bölümde kökenler konusunun incelenmesinin önemine değinilmişti. Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, kökenlerle ilgili herhangi bir kavramın doğruluğunun bilimsel yönden kanıtlanmasının olanaksızlığıdır. Çünkü bilimsel yöntemin özü deneye dayalı gözlem ve tekrarlanabilirliktir. Bir araştırmacı ne kadar zeki ve çalışkan olursa olsun, kökenleri ne gözlemleyebilir ne de tekrarlayabilir.

Kökenlerle ilgili bir felsefeye sahip olmak önemlidir, ama bu gözlemle değil, imanla elde edilebilir. Zaten bu konuda bir anlaşmazlık yoktur. Hayatta attığımız her adım inançlarımız doğrultusundadır. Yalnız gördüğüne inanan pragmatik bir kişi bile, kanıtlayamasa da, pragmatizmin en iyi felsefe olduğuna inanır. Görmediği atomlara ve gelecek gibi soyut kavramlara da inanır.

Sağlıklı bir zihin için, bir şeylere inanmanın gerekli olduğu gözlenmiştir. Hayat felsefesi bilimsel bir deney değil, felsefenin ta kendisidir. Mantığa değil de, anlık arzulara dayanan bir hayat, “bir budalanın anlattığı, hiçbir anlamı olmayan, gürültülü patırtılı bir hikâyedir.”

Bundan dolayı, insan en azından kökenlerin temeli konusunda bir şeylere inanmalıdır. Ancak, inancın işe yaraması için saf ya da kalıplaşmış değil, akla uygun olması gerekir.

“Kökenler kanıtlanamaz” dediğimizde, neyi kastettiğimizi daha açık anlatmak için, kökenler hakkında iki temel kavram olan yaratılış ve evrimle ilgili kısa bir tartışmaya aşağıda yer veriyoruz:


A. Yaratılış Kanıtlanamaz

1. Gözlendiği kadarıyla, bugün yaratılış gerçekleşmemektedir. Yaratılış gerçekse bile, geçmiş zamanlarda gerçekleşmiş olduğundan, bugün bilimsel yöntemle ulaşılması mümkün değildir.

2. Yaratılış sürecini gösterecek ve hatta böyle bir olayın olanaklı olup olmadığını ortaya koyacak bilimsel bir deney gerçekleştirilemez. Yaratıcı, bilimcinin keyfine göre yaratmaz.
B. Evrim Kanıtlanamaz

1. Eğer evrim gerçekleşmeye devam ediyorsa, ölçülemeyecek kadar yavaş yürümektedir ve bundan dolayı deneysel bilimin alanına girmemektedir. Bir organizmanın, daha üstün bir organizma çeşidine dönüşümünün büyük olasılıkla milyonlarca yıl sürdüğü tahmin edilmekte, ama hiçbir araştırmacı böyle bir deneyle ilgili ölçüm yapamamaktadır.

2. Bugün, organizmalarda görülen küçük değişimler (bkz. s. 50-58), bu sorunun yanıtı olamaz, çünkü bu değişimler türlerin farklı ve daha üstün canlılara dönüştüğünü kanıtlamaya yetmez. Küçük değişiklikler (mutasyonlar da dahil) evrim modelinde olduğu oranda yaratılış modelince de beklendiğinden, iki model arasında ayrıma neden olacak değerde değildir.

3. Günümüz bilim adamları laboratuvarda, bir gün yapay olarak cansızdan canlıyı ya da daha basit bir canlıdan daha üstün bir canlıyı yaratmayı başarsalar bile bu, hiçbir zaman geçmişte böyle değişimlerin gelişigüzel doğa olaylarıyla oluştuğunu kanıtlayamaz.


Evrimciler tarafından yaratılış modelinin dinsel, evrimin ise bilimsel olduğu ileri sürüldüğüne göre bu noktada, önde gelen evrimcilerden bazılarının evrimin kanıtlanamayacağını belirten sözlerini aktarmak yerinde olacaktır.17
Evrim, bilimsel gözleme izin vermeyecek biçimde yavaş oluşur:
Amerika’nın önde gelen evrimcilerinden Theodosius Dobzhansky bu durumu şöyle itiraf ediyor:

“Deney yönteminin, benzersiz bir tarihsel olaya uygulanışı, bu olayın oluştuğu zaman süreci nedeniyle, ciddi biçimde sınırlanmıştır. Çünkü bu süre herhangi bir araştırıcının ömrünü bir hayli aşar. Evrime karşı olanlar tarafından istenen kanıtların sağlanmasındaki olanaksızlığın nedeni budur.18

Bu itirafta, “deney yönteminin” evrime uygulanmasındaki, “olanaksızlık” sözcüğüne dikkatinizi çekeriz.
Evrim, çürütülemeyecek bir kuraldır:

Modern biyolojinin önde gelen bilim adamlarından ikisi, evrimin yanlışlığı kanıtlayamayacağı için, doğruluğunun da kanıtlanamayacağını açıklamışlardır.

“Evrim teorimiz, hiçbir gözlemle çürütülemez. Bundan dolayı ‘deneysel bilimin dışındadır’, ama bu durum, onun yanlış olduğunu göstermez. Evrimi sınamanın yolu yoktur... Evrimsel düşünceler, çoğumuz tarafından eğitimimizin bir parçası kabul edilen evrim dogmasıyla ilintilidirler.”19

Aynı şekilde, Peter Medawar da evrimi sınayacak herhangi bir yol olmadığı gerçeğine dikkati çeker:

“Evrim teorisine felsefî ve metodolojik itirazlar vardır... Yeni Darwincilik formülleriyle açıklanamayan bir evrim olayını tasarlamak oldukça güçtür”20

Bir başka ifadeyle, zürafanın uzun, su aygırının kısa boynu, doğal seçilimle açıklanabilirmiş. Her şeyi içine alan bir teori, hiçbir şeyi açıklayamayan bir kelime oyunundan öteye gitmemektedir. Varoluş mücadelesinde hayatta kalabilenler en uygun olanlardır, çünkü en uygun olanlar varlıklarını sürdürebilenlerdir.


Evrim, inanılması gereken otoriter bir sistemdir:

“Zaman zaman modern evrimci yazarlarımız, görüşlerini sanki bir çeşit esin yoluyla elde etmiş gibi görünmektedirler. Yaşamın en basitten en karmaşığa doğru evrimleştiği fikirlerini, tür içi evrim doğasına dayandırmaktadırlar.... Hayvanlar âleminin başlıca kollarının evrimleşmesi hakkında herhangi bir dogmatik iddiada bulunmamız, bizim açımızdan zamansız ve küstahça olur.”21

“Fakat paleontolojinin gerçekleri... tanrısal yaratılış gibi diğer yorumlarla aynı şekilde uyum göstermektedir. Paleontoloji, tek başına bu fikirleri ne kanıtlar ne de çürütebilir.”22

Darwinizm felsefesinin kabul görmesinden herkesten fazla sorumlu olan Thomas Huxley, her nasılsa şöyle bir saptamada bulunur:

“... sözcüğün bilinen anlamıyla ‘yaratılış’, son derece akla uygundur. Bir zamanlar bu evrenin varolmadığını ve daha sonra öncesiz bir varlığın iradesiyle altı günde ortaya çıktığını kavramakta zorluk çekmiyorum.”23

Evrimin kabul görmesinin nedeni, bilimsel kanıtlar değildir:

Aşağıda sunduğumuz kayda değer gözlem, birçok yıl öncesinin önemli biyologlarından İngiliz Watson’a aittir:

“Evrimin geniş anlamda kabul edilmesi, gerçeğe dayanan mantıksal kanıtlarından değil, tek alternatifi olan yaratılışın inanılmaz olmasından kaynaklanmaktadır.”24

Bir insan yaratılışın inanılmaz olduğunu söylüyorsa, Tanrı’nın olmadığına dair kesin bilgiye sahip demektir. Elbette, Yaratıcı yoksa, yaratılışa da inanılmaz. Ancak evrene dair bir şeyin tamamen yadsınması, evrensel bilgiyi, yani her şeyi bilmeyi gerektirir. Bundan dolayı Prof. Watson, Tanrı’yı inkâr etmekle, Tanrı’nın niteliklerinin kendinde bulunduğunu ileri sürmektedir.


Neyse ki, Profesör Watson’un Tanrılığının yerine, gücü sınırsız bir Yaratıcının Tanrılığına inanmayı tercih eden birçok bilim adamı vardır.

Kökenlerle İlgili İki Model

Önceki bölümde gösterildiği gibi, kökenlerle ilgili iki kavramdan hangisinin doğru olduğunu bilimsel yolla kanıtlamak mümkün değildir. Birçok kişi evrimi kanıtlanmış bir gerçek gibi öğretse de, bugün binlerce bilim adamı ve eğitimli kişi, evrimi reddetmektedir.25 Evrim, birçok bilim adamının söylediği kadar açık olsaydı, durum böyle olmazdı.
Kuşkusuz, aynı şey yaratılış için de geçerlidir. Birçok kişi, yaratılışa tarihin kesin bir gerçeği olarak inandığı halde, bu inancın kaynağı bilimsel değil, dinseldir. Bilimsel olarak, evrim ve yaratılış ne kanıtlanabilir ne de çürütülebilir. 26
Ayrıca, hem evrim hem de yaratılışın, gerçek anlamda bilimsel teori ya da hipotez olmadıkları açıktır. “Evrim teorisi” ya da “yaratılış teorisi” ifadeleri doğru değildir. İkisini de sınamanın imkanı yoktur. Geçerli bir bilimsel hipotezin doğruluğu, deneylerle araştırılmalı ve sonuçta da geçerliliği kanıtlanabilmeli ya da reddedilebilmelidir.
Daha önce, Ehrlich ve Birch’in ifadelerinde de gördüğümüz gibi, bunu yapmanın yolu yoktur. Evrim ya da yaratılıştan birisinin doğru olduğunu gösterecek bir deney yapmak isteyebiliriz, ama bunu bilimsel olarak gerçekleştirebilecek hiçbir deney ya da deney dizisi yoktur.
Bununla beraber, bütün sınırlamalar söz konusu sorunun bilimsel ve objektif olarak tartışılamayacağı anlamına gelmez. Tersine, konunun bu şekilde tartışılması çok önemlidir. Böylece kökenlerle ilgili bu önemli konuyu anlayıp iman etmemizi gerektiren kavramlar arasında seçimimiz için tatmin edici bir temele ulaşırız.
Konuya “evrim modeli” ve “yaratılış modeli” şeklinde, iki bilimsel model terimiyle yaklaşmak daha uygun olacaktır. “Model”, sınırları çizilmiş bir kavram ve düzenli bir düşünce sistemi olup bu çerçevede, gözlenebilir veriler arası ilişkiler kurmaya ve hatta verileri önceden tahmin etmeye çalışılır. Alternatif modeller olduğu zaman, bu modeller, elde edilen verileri yorumlayabilme kapasitesine göre karşılaştırılabilirler. Evrim-yaratılış meselesinde olduğu gibi, her ikisi de kanıtlanamazsa, ikisi arasındaki seçim, objektif bir karar getirmeyecektir. Böyle bir durumda genellikle, daha çok sayıda veriyi değerlendirebilen ve en az sayıda çelişkileri çözülmemiş veriye sahip model, büyük olasılıkla daha doğru model olarak kabul edilecektir.
Modelin tahminleriyle çelişen bazı gerçekler ortaya çıktığı zaman, asıl modelde küçük değişiklikler yaparak verileri yorumlamak mümkün olabilir. Gerçekten de, evrim modeliyle ilgili olarak Ehrlich ve Birch, “Düşünülen herhangi bir gözlem ona uydurulabilir” demektedirler.
Tabii ki, aynı genelleme yaratılış modeli için de doğrudur. Gözlemlenebilen gerçeklerin hepsi yaratılış modeline uydurulabilir. Bu modeller arasında objektif olarak karar vermenin tek yolu gözlerimizi, en az sayıda ikinci derecede varsayım içeren, gerçeklere ve tahminlere uyan modele çevirmektir.
Yaratılışçılar, bu yol dikkatle izlendiği zaman yaratılış modelinin evrim modeli kadar, hatta daha da üstün olarak, gerçeklere uygun düşeceğinden emindirler. Kuşkusuz, evrimciler bunun aksine inanırlar. İki durumda da, gerçekleri tek yönlü değil, iki modelin ışığı altında düşünebilmek önemlidir. Bunun tersi, beyni çalıştırmak değil, yıkamak olur.
Kitabın bundan sonraki bölümleri, öncelikle bu iki modelin karşılaştırılmasına ayrıldığı için, hem öğretmenler hem de öğrenciler bu iki modelin temelini ve anlamını iyice kavramalıdırlar.
A. Evrim modeli

Evrim sistemi, her şeyin kökenini, gelişimini ve anlamını, geçmişte olduğu gibi bugün de işleyen doğal yasa ve oluşumlarla açıklar. Yaratıcı gibi bir dış faktörün özel etkinliğini tanımaz. Evren her yönüyle kendisini, yapısındaki özellikleriyle, daha yüksek seviyede bir düzene (parçacıklardan insanlara) evrimleştirir.


Evrim modelinin özünü göstermek için, çeşitli otoritelerin kendi evrim kavramlarını ortaya koyan sözlerini aktaracağız.
“Bugün aydın kişilerin çoğu, mucizevi maddelerden insanoğluna kadar, evrendeki her şeyin evrim olayıyla geliştiğini ve gelişmeyi sürdürdüğünü bir gerçek olarak kabul etmektedirler.”27

“Evrim, evrendeki gelişmelerin her aşamasını kapsamaktadır: kozmik, biyolojik, insana ya da kültüre ait gelişmeler... Yaşam, cansız doğanın evriminin bir ürünüdür ve insan da yaşamın evrimleşmesinin bir ürünüdür.”28

“Evrim, temelde dönüşümsüz ve yönlendirici bir olay olarak tanımlanır. Evrim sonucu ortaya çıkan ürünler, daha fazla çeşitlilik ve gittikçe artan yüksek bir organizasyona sahiptirler. Bugünkü bilgimiz bizi, gerçeğin evrim yani, kendi kendine dönüşüm olduğu görüşüne zorlamaktadır.”29

“Organizmaların ortaya çıkışı, bir Yaratıcıya ya da yönetici gibi bir etmene gerek duyulmaksızın, biyolojik evrimle açıklanabilir. Herhangi bir yaşam verici gücün ya da her yerde hazır bulunan bir enerjinin evrim olayını canlıların oluşumuna doğru yönlendirdiğine dair hiçbir kanıt yoktur.”30

Böylece evrim, evreni, içerdiği yasalarla her şeyi daha yüksek seviyelerdeki düzenli yapılara dönüştürebilen, kendi kendine yeterli bir sistem olarak kabul etmektedir. Parçacıklar elementlere, elementler karmaşık kimyasal maddelere, bunlar da basit canlı sistemlere, basit canlı sistemler karmaşık bir canlıya ve karmaşık canlı organizması da insana dönüşmüştür.
Özetle evrim: (1) doğal bir olaydır, (2) kendi kendini yönetir, (3) amaçsızdır, (4) yönlendiricidir, (5) dönüşümsüzdür, (6) evrenseldir ve (7) devamlıdır.
B. Yaratılış Modeli

Yaratılış modeli evrimin tersine, (1) doğaüstü, (2) dıştan yönetilen, (3) bir amaca yönelik ve (4) tamamlanmış bir özel yaratılma olayını içerir. Evrim modeli gibi o da bütün evrende geçerlidir ve dönüşümsüzdür, ama yönü daha karmaşık olan yukarıya doğru değil, daha az karmaşık olana aşağıya doğrudur. Tamamlanmış olan ilk yaratılış mükemmeldi. O zamandan sonra mükemmelliğini yitirmeye başlamıştır.


Yaratılış modeli, başlangıçta özel bir yaratılma süresi varsayar ve bu süreçte insanın ve belirli hayvan ve bitki çeşitlerinin yanı sıra bütün doğa yasalarının o andan sonra bir daha oluşmayan yaratıcı ve tamamlayıcı oluşumlarla ortaya çıktığını kabul eder. Yaratılış tamamlandıktan sonra, yaratılış işlemi yerini, Yaratıcı’nın yarattığı temel sistemlerin devam etmesi ve korunması için düzenlediği korunma yasalarına bırakmıştır.
Tamamlanmış yaratılış kavramına ek olarak, yaratılış modeli tarafından, doğada işlemekte olan bir bozulma yasası da ileri sürmektedir (çünkü her şeyi mükemmel olan bir ilk yaratılışta oluşan önemli bir değişme, mükemmelliği bozucu yönde olur).

Aşağıdaki tablodan yararlanarak, iki modeli kolayca karşılaştırabiliriz:




Evrim Modeli

Yaratılış Modeli

Hala devam eden doğal köken

Tamamlanmış doğaüstü köken

Gittikçe artan karmaşıklık

Gittikçe azalan karmaşıklık

Yaratılışın tarihi (yaşlı mı genç mi?) ve yaratılıştan sonraki dünyasal süreçlerin doğası (genellikle olağan ve sabit mi, afetsel mi?) ayrı konulardır.



Bu iki modelden hangisinin verileri tahmin etmekte daha etkili olacağını iyi düşünmeliyiz. Bunu anlamak için, hem evrimcilerin, hem de yaratılışçıların önceden ne çeşit verilerin bulunacağını bilmediklerini varsaymalıyız. Ne bulacaklarını bilmeden, ikisi de kendi modellerine bağlı kalarak cesurca tahminler yapacaklardır.
Aşağıdaki tablo, önemli konularda her iki modelin olası tahminlerini göstermektedir.


Kategori

Evrim Modelinin Dayandırıldığı Temel Tahminler

Yaratılış Modelinin Dayandırıldığı Temel Tahminler

Evrendeki Galaksi Sistemi

Galaksiler Değişmekte

Galaksiler Sabit

Yıldızların Yapısı

Yıldızlar Biçim Değiştirmekte

Yıldızlar Değişmemekte

Diğer Büyük Kütleler

Oluşmakta

Parçalanmakta

Kaya Oluşum Tipleri

Farklı Çağlarda Farklı

Bütün Çağlarda Benzer

Yaşamın Ortaya Çıkışı

Cansızdan Evrimleşerek

Canlı, Yalnız Canlıdan

Canlıların Sıralanışı

Canlıların Sürekli Türemesi

Belirli Canlı Türleri

Canlı Türlerinin Ortaya Çıkışı

Yeni Türler Ortaya Çıkmakta

Yeni Türler Oluşmamakta

Canlılardaki Mutasyonlar

Yararlı

Zararlı

Doğal Seçilim

Yaratıcı Oluşum

Korunma Süreci

Yeryüzünün Yaşı

Çok Eski

Muhtemelen Yeni

Fosil Kayıtları

Sayısız Geçişler

Sistematik Boşluklar

İnsanın Ortaya Çıkışı

Maymun – İnsan Ara Formlarıyla

Maymun - İnsan Ara Formları Yok

İnsanın Doğası

Hayvanlardan Nicelik Açısından Daha Üstün

Nitelik Yönünden Hayvanlardan Farklı

Uygarlığın Başlangıcı

Yavaş ve Aşamalı

İnsanla Birlikte Ortaya Çıkmıştır

Bu tablodaki tahminler, biraz önce anlattığımız modellerin temel kavramlarından kaynaklanan tahminlerdir. Bu temel modeller belirli durumlara uygulanabilmek için ikinci derecedeki varsayımlarla değiştirilebilirler. Örneğin, yararlı mutasyonların yanı sıra zararlı mutasyonlar da evrim modelince kabul edilebilir. Ancak bu, temel evrim kavramının doğal bir tahmini değildir. Yukarıdaki listede yer alan evrimci “tahminlere” doğada gerçekten rastlansaydı, bunlar evrim modelinin güçlü kanıtları olarak büyük bir coşkuyla sergileneceklerdi. Bu gerçek, yukarıdakilerin evrimin temel tahminleri olduğunu doğrulamaktadır.


Yukarıdaki tahminler, iki modeli karşılaştırmada ele alınabilecek konular hakkında yalnızca fikir vermektedirler. Bunlardan bazıları ileride ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Şimdilik, yaratılış modelinin tahminlerinin yaratılışçılarca doğada gözlenen olgulara evrim modelininkinden daha iyi uyduğunun benimsendiğini söyleyebiliriz. Evrimciler veriler açıklamak zorundadır, yaratılışçılar ise bu verileri tahmin etmiştir.

Yaratılış Modelinin Eğitimbilimsel Üstünlüğü

Yaratılış modelinin evrim modeliyle birlikte incelenmesinin hem öğrenci, hem de öğretmen açısından büyük yararları vardır. Böyle akla uygun ve yararlı bir önerinin birçok bilim adamı ve öğretmence kabul edilmemesi şaşırtıcı ve üzücüdür.


Yararların bazıları aşağıda sıralanmıştır:
1. Bu iki önemli modelin karşılaştırılmasıyla, öğrencinin derinlemesine düşünebilmesi sağlanmış olacaktır.
2. Yaratılış modeli, çocuğun doğal düşünceleri ve günlük deneyimleriyle uyum içindedir ve böylece zihinsel sağlığı için yararlı olmaktadır. Çocuk, bir evin bir ustayı, bir saatin de bir saatçiyi gerektirdiğini, gerçeğe dair deneyimlerinden çıkarmaktadır. Örneğin, insan bedeninin ya da bir orman ekolojisinin karmaşık yapısını incelediği zaman, bütün bunların gelişigüzel olaylar ve rastlantıların eseri olduğunun kendisine söylenmesi, ona çok garip gelmektedir.
3. Bilimsel buluşların en zevkli tarafı, doğanın yapısındaki ve oluşumlarındaki güzelliği ve düzenliliği görmektir. Özellikle, Newton ve Kepler gibi büyük bilim adamlarının31 da onayladıkları gibi bilim ancak “Tanrı’nın düşündüklerini düşünür.” Bu da çocukta bilime karşı sevgi ve tutkuyu her şeyden daha fazla geliştirecektir.
4. Sorumluluk duygusunun gelişmesi, azimli olmak, dürüstlük ve başkalarını düşünmek için, hesap verilecek bir Yaratıcının varolduğunu bilmekten daha büyük bir itici güç yoktur. Bu hem öğrenci, hem de öğretmen için geçerlidir.
Devlet okullarında, vergi ödeyenlerin her iki düşünce tarzını da benimsemiş çocukları okuduğundan, hem evrim hem yaratılış olabildiğince eşit biçimde öğretilmelidir. Kimi insanlar sadece evrimin öğretilmesini istiyorlarsa, bu amaçla kendi özel okullarını kurmalıdırlar.

Aynı şekilde, birçok Hıristiyan okulunun esas amacı, kökenlerin gerçek bir öğretisi olarak yaratılışı öğretmektir ve kurulmalarının amacı budur. Ancak bu, böyle okullarda öğrencilere evrimle ilgili eğitim verilmemesi anlamına gelmez. Evrimci felsefenin egemen olduğu bir dünyada yaşadıklarından, evrimsel kavramlarla ve evrimin varsayılan kanıtlarıyla tanıştırılmaları gerekir. Aynı zamanda bu kavramlardaki ve kanıtlardaki yanlışlıklardan ve yaratılışçılığın temelinden de bilgilendirilmeleri gerekir.

Bu hedeflere varmanın herhalde en etkin yolu, kökenlerin bu iki modelini öncelikle tümüyle bilimsel bir yöntemle değerlendirmek ve devlet okulu için önerilen yöntemi Hıristiyan okulunda da uygulamaktır. Özel Hıristiyan okullarındaki öğrencilerin birçoğu, nakilden önce devlet okullarında edindikleri deneyimler nedeniyle, evrimci düşünceyle aşılanmış olacaklardır. Bu öğrencilerin öncelikle evrimin “bilimsel”, yaratılışın “dinsel” olduğu düşüncesinden arındırılmaları gerekir. Bunun en iyi yolu, yaratılış modeli ile evrim modelinin adım adım kıyaslanarak bilimsel yaratılışçılığın yansıtılmasıdır.

Bundan dolayı, bu kitabın bundan sonraki altı bölümü, kökenlerin bu iki modeli üzerinde, Kutsal Kitap ya da başka din kitaplarına başvurmaksızın, tamamen bilimsel olarak duracaktır. Yaratılışçılık modelinin evrim modeline göre her bakımdan üstün olduğu görülecektir.

Kitabın son bölümünde ise, genel yaratılışçılık modeli, Kutsal Kitap anlatımıyla daha açık bir biçimde tanımlanmaktadır. Kökenlerin ve gelişimin bütün soruları bu bölümde Kutsal Kitap ve Tanrıbilim açısından yanıtlanmakta ve öğrenci, Yaratıcısı ve Kurtarıcısı Rab İsa Mesih’te odaklanan anlaşılır, uyumlu ve tatmin edici bir dünya görüşüne yönlendirilmektedir.

Bu sıranın, bilimsel verilerin Kutsal Kitap’ın öğretilerinden daha güvenilir olduğu düşüncesiyle uygulanmadığının vurgulanması gerekir. Aksine, Kutsal Kitap tamamen yetkili ve açık olduğu için, doğru yorumlanan bilimsel olgular Kutsal Kitap’ın tanıklığıyla uyum içindedirler. Bilimsel gerçekleri, yaratılışçı modellerine uydurmak üzere çarpıtanlar yaratılışçılar değildir. Evrime olan inançlarını haklı göstermeye çabalarken, evrimsel yaklaşımın bilimsel yanlışlarını ve çelişkilerini açıklamak için, evrimin temel kavramını devamlı değiştirip genişletenler evrimcilerdir.


Din Olarak Evrim

Evrim bilimsel olarak kanıtlanmadığından ve asla sınanamayacağından sonuçta, bir inanç olarak kabul edilmelidir. Sınanabilir olduğu tahmin edilen mikro evrim denilen şey ya da değişim bile şu ana kadar yukarı doğru bir eğilim gösterememiş ve sınavı geçememiştir. Evrimin işleyişi, hala bir sırdan ibarettir.

Birçok evrimci, yaratılışçılığı (hatta bilimsel yaratılışçılığı), Kutsal Kitap “tutuculuğunun” temel inançlarından biri olması nedeniyle dinsel olarak adlandırmakta oldukça iddialıdır. Elbette ki, Kutsal Kitap’a dayalı dinler (Protestanlık, Katoliklik, Yahudilik ve hatta İslam) tek tanrılı ve dolayısıyla yaratılışçıdır.

Çok tanrılı, hümanist ya da ateist dinlerin bir tür evrim şekline dayanması da bir gerçektir. Dolayısıyla, evrime inananlar sadece ateistler ve hümanistler değildir; Budistler, Konfüçyüsçüler, Taocular, Hindular ve animistler de evrime inanır; Marksistleri, Nazileri ve hatta ismen tektanrılı sayılan liberalleri belirtmeye gerek yoktur.

Hem yaratılışçılık hem de evrimcilik önemli dinsel, ahlaksal ve toplumsal etkilere sahipse de, bilimsel verilerin etkileşmesi ve öngörülmesi amacıyla da kullanılabilirler. Bundan sonraki altı bölüm, bu amacı yaratılış modelinin evrim modelinden daha iyi gerçekleştirdiğini gösterecektir. Sorunlar hala vardır ve bunları çözümlemek için daha fazla araştırma yapılması gerekir, ancak evrim modelinin sorunları çok daha ciddi boyutlardadır.

Bu nedenle, okulda aşılanmış oldukları evrimciliğe ve organize entelektüalizm içersinde karşılaştıkları evrimci gözdağlarına karşın yaratılışçı olan binlerce yetenekli bilim adamı bulunmaktadır. Gerçek şu ki, yaratılışçılık evrimcilikten daha bilimsel, evrimcilik yaratılışçılıktan daha dinseldir.


2

Yüklə 1,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   18




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə