İMAN VE İSLAM 2
İman Konusundaki Farklı Görüşler 2
Akaid Üzerine Bazı Meseleler 3
1- İmanın Artıp Eksilmesi: 3
Konu İle İlgili Rivayetler 4
2- Kelime-i Şehadet Getirmek: 4
3- Küfür İtikadı Üzre Olmak: 4
4- İnancın Kelime-i Şehadete Ters Düşmesi: 4
Alimlerin İman Ve İslam Hakkındaki Görüşleri 5
İMAN VE İSLAM
İmanın lügat anlamı tasdiktir. Allah Teala buyuruyor ki:
"... 'Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın' dediler."1
İslam'ın lügat anlamı ise teslim olma ve boyun eğmedir. Allah Teala buyuruyor ki:
"Ey Muhammedi Bedeviler: "inandık" dediler, de ki: "İnanmadınız ama İslam olduk deyin, inanç henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez, doğrusu Allah bağışlar, merhamet eder."2
Mükelleften istenen başlangıçtan itibaren, kalbten iman edip teslimiyet göstermesidir. İmanın ve İslam'ın özüne girmesi, ancak kalbiyle tasdik etmesi ve boyun eğmesiyle mümkündür. Allah'a boyun eğmeksizin iman söz konusu olmaz. Kalbiyle tasdik etmeden de iman ve îslam sahih olmaz.
Kamil bir iman için kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve organların o iman doğrultusunda amel etmesi gerekir. Kamil bir İslam, kalbin, alemlerin rabbi olan Allah'a tamamen teslimiyetini gerektirir. Bunun için kalbin tasdiki ve teslimiyeti esasdir. Dilin İslamı, kelime-i şehadeti ikrar etmesidir. Organların ameli, İslam ahkamını uygulamasıdır. Bu noktayı nazarı itibara aldığımızda İslam ve imanın en alt ve en üst sınırlarında birleştiklerini, birbirleriyle tamamen mutabık olduklarını görürüz.
Allah Teala buyuruyor ki:
"Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık. Zaten orada bir ev halkından başka müslümanlardan kimseyi bulmadık."3
"Musa dedi ki: "Ey kavmim, eğer Allah'a inandıysanız ve O'na teslim olduysanız, sadece O'na güvenip dayanın."4
Gerçek mümin aynı zamanda gerçek müslüman olur, Kur'an'a ve sünnete inanır. O, Kur'an ve sünnet kaynaklı emir ve yasaklara inanan ve boyun eğen kişidir. Sözleri, davranışları, tasdiki ve boyun eğmesi bu doğrultudadır.
Amel bakımından insanlar farklı farklıdırlar. Bu yüzden imanın ve İslam'ın tarifi, İmanın ve İslam'ın hakikati hakkında bir çok konu ortaya konulmuştur. İman ve İslam'ın ne kadan kulun Allah katında kurtuluşunu sağlayacaktır? İman ve İslam ne zaman birbirinin aynıdır. Ne zaman birbirleri içine girerler? Ne zaman birbirlerini tamamlarlar? İman ve İslam'ın içine neler girebilir? iman ve İslam'ı kabulün şartları nelerdir? İslam'la amel etmede mükellefler farklı konumlara sahiplerse, kalplerdeki tasdik de birbirinden farklı olabilir mi? Kalpteki iman nuru farklı farklı olabilir mi?
İman ve İslam hakkında böyle pek çok mesele bulunmaktadır. Bu meselelerin bazılarında, ehl-i sünnet ve'l cemaat ile cemaatdan ayrılmış bazı fırkalar, görüş birliği içindedirler. Bazı meşelerde lafzi bir ihtilaf söz konusudur. Bazı meselelerde ise ehl-i sünnet içerisinde farklı görüşler bulunmaktadır.
Dileğimiz her müslümanın ehl-i sünnet ve'l cemaat akaidini kendine has kitaplardan ve ilim erilinden öğrenmesidir. Burada bütün bu meselelere geniş yer vererek, kitabımızı amacı dışına çıkarmak istemiyoruz. Bu yüzden ana meseleleri ele almakla yetineceğiz.5
İman Konusundaki Farklı Görüşler
1- Mutezile'nin görüşüne göre iman; dille söylemek, amel ve itikaddır. Onlara göre ameli terkeden mümin değildir. Zira imanın bir bölümünü kaybetmiştir. Bu insan kafir de değildir. Çünkü kalbiyle tesdik etmektedir. Mu'tezile'ye göre böyle bir kişi kafir ve mümin arasında bir mertebeye sahihtir. Cehennemde ebedi olarak kalacaksa da, azabı kafirin azabından daha hafiftir.
2- Hariciler, büyük günah işleyen kimseleri tekfir ederek kafir olduklarını söylerler.
3- Ehl-i Sünnet ise şöyle der: Kim şer'i ölçülere göre tasdik ederse -ki bu Allah katından getirdikleri ile birlikte Hz. Muhammed (a.s)'i tasdiktir- ve dinin zorunlu olarak bilinmesi gereken ilkelerini bilir ve kalben boyun eğerse, onda iman sabit kılınmış olur. Bu imana amel eklenmese de o insan sonunda cennete gidecektir. O, ahirette Allah'ın takdirine göre muamele görür. Allah dilerse amellerinin noksanlığından ötürü ona azab eder, dilerse onu affeder.
Allah Teala buyuruyor ki:
"Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar; kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapılmıştır."6
Ehl-i Sünnet arasında da ihtilaf konusu olan bazı ayrıntılar bulunmaktadır.
Ehl-i sünnet vel cemaat muhakkikleri mezheblerini teyiden aşağıdaki ayetleri delil olarak gösterirler:
"İşte onların kalbine Allah iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir."7
"Henüz iman kalblerinizeyerleşmedi."8
"Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (dinden dönmeye) zorlanan hariç, kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar ederse (ona Allah'ın gazabı vardır.)..."9
"Her kim, mümin olarak iyi olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar."10
Şart, şart koşulan şeyden farklıdır. Bu da imanın amelden farklı olduğunu gösterir.
"Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin."11
Bu ayette, aralarında ihtilaf olması halinde bile iki gurup içinde iman sıfatı ispat edilmektedir.
Allah Teala buyuruyor ki:
"İman edip salih amel işleyenler..."12
Bu ayette sanlı amel imana atfedilmiştir. Atıf ise farklılığı gerekli kılar.
Allah Teala, iman ehline amel etmeleri için hitab etmektedir:
"Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip-geçmis ümmetlere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı."13
Bu ayette Allah Teala önce onların imanlarını ortaya koymakta, sonra amel etmelerini taleb etmektedir. Bu da iman ve amelin farklı şeyler olduğunu göstermektedir.
Ehl-i sünnetle başkaları, ya da ehl-i sünnet'in muhakkikleri ile diğerleri arasındaki ihtilaf, nasların farklı bakış açılan ile incelenip anlaşılmasından, iman ve İslam hakkındaki nasların bu anlayış doğrultusunda yerli yerine oturtulmak istenmesinden kaynaklanmaktadır. Zira hakikat, mecaz, kemal, noksanlık, en alt sınır, en üst sınır gibi bazı kavramlar, bu naslann farklı olarak yorumlanmasında etken oluyordu.
4- Teslim olup, boyun eğme olmaksızın sadece kalple tasdik etmenin Allah indinde kişiye yarar sağlamayacağı açıktır. Allah Teala bazı kafirleri şöyle niteliyor:
"Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkar ettiler."14
"Kendilerine kitap verdiklerimiz, Muhammed'i, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler."15
5- Kelime-i Şehadeti lafzan getirmeme: Bir insan, kalble tasdik eder, teslimiyet gösterir ve boyun eğer de arapça veya başka bir dilde kelime-i şehadet getirmezse duruma bakılır: Eğer bu kişi dilsizlik ya da ani ölüm gibi bir mani yüzünden kelime-i şehadet getirememişse Allah indinde kurtuluşa erenlerden kabul edilir. Şayet inadı ve hoşlanmaması yüzünden değil de başka bir sebepten dolayı kelime-i şehadet getirmemişse, bazı alimlere göre bu kişi Allah indinde kurtuluşa eremez. Bazılan ise onun günahkar olmakla birlikte iman ehli sayılacağını söylerler. Ancak alimler dünyada böyle kişilere müslüman muamelesi yapılmaması konusunda icma etmişlerdir. Böyle kimseler müslüman kızlarla evlendirilmez ve müslümanlann mezarlığına gömülmez. Kalben tasdik etmeden, nifak için kelime-i şehadet getiren kimseye de bu şehadet Allah indinde bir fayda sağlamayacaktır. Çünkü o münafıktır. Fakat zahiren kelime-i şehadet getirmesinden dolayı bu kimseye dünyevi hükümlerde müslüman muamelesi yapılır. İnadı ve hoşlanmaması yüzünden kelime-i şehadet getirmeyen kimsenin, kalbiyle tasdik etse bile, kafir olacağı icma ile sabittir.16
Akaid Üzerine Bazı Meseleler
1- İmanın Artıp Eksilmesi:
Bu, konunun bazı incelikleri ile ilgili lafzi bir ihtilafdır. Zira İslami yükümlülüklerini yerine getirirken insanların amel yönünden eşit olmadığı, yani kişinin takva ve dindarlığına göre az veya çok ibadet yaptığı konusunda herkes hem fikirdir. İbadet, imanın göstergelerinden biridir. Yine herkesin ortak görüşü, amellerin kalpte uyandırdığı manaların, kişiye göre farklılık arzettiğidir. Bunun İslam ve iman ile yalan bir ilgisi vardır. Sıddik kimselerin imanının başkalarından daha yüksek bir iman olduğu konusu da herkesçe kabul edilmektedir. Peygamberlerin imanının ise diğer bütün insanların imanından daha üstün olduğu açıktır. Kalblerdeki iman nurunun mükelleften mükellefe farklılık arzettiği konusunda da görüş birliği bulunmaktadır. Naslardan fıtri olarak anlaşılan şey de imanın artacağına işaret etmektedir.
Allah Teala şöyle buyuruyor:
"İnananlar, ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, ayetleri okunduğu zaman, bu onların imanlarını artırır. "17
"İnananların imanlarını kat kat artırmaları için, kalblerine güven indiren O'dur."18
"... İnananların da imanlarının artmasını sağladık."19
"Bir sure inince, aralarında "Bu, hanginizin imanını artırdı?" diyen iki yüzlüler vardır. İnananların ise imanını artırmıştır."20
"Bu, onların ancak imanını ve teslimiyetini artırdı."21
"İbrahim: "Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" dediğinde, "İnanmıyor musun?" deyince de, "Hayır, öyle değil, fakat kalbim iyice kansın" demişti."22
Konu İle İlgili Rivayetler
117- Buhari, Ebu Said el Hudri (r.a)'den rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Sonra Allah Teala şöyle buyurur: "Kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunan kimseyi (cehennemden) çıkarın."23
118- Tirmizi, Enes (r.a)'den rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Kalbinde bir arpa tanesi ağırlığında iman bulunan ve 'la ilahe illallah' diyen herkes cehennemden çıkacaktır. 'La ilahe illallah' diyen ve kalbinde buğday tanesi ağırlığında iman bulunan kimse cehennemden çıkacaktır. 'La ilahe illallah' diyen ve kalbinde zerre miktarı iman olan kimse cehennemden çıkacaktır."
Bu hadis, imanın kalblerde farklı ölçülerde olduğuna işaret etmektedir. Zira zerre, buğday tanesinden daha küçük, buğday tanesi ise arpa tanesinden daha küçüktür.24
2- Kelime-i Şehadet Getirmek:
Bir kafir İslam'a girmek istediğinde giriş kapısı kelime-i şehadet getirmesidir. Kelime-i şehadet getirirken mutlaka "Eşhedü" (Şehadet ederim) kelimesini kullanması gerekir mi, yoksa bunun müradifî (benzeri) bir kelime kullansa da olur mu? sorusuna alimler "hem olur, hem olmaz" demişlerdir. Fakat ihtiyata binaen bu kelimenin kullanılmasının daha iyi olduğunu belirtmişlerdir.25
3- Küfür İtikadı Üzre Olmak:
Bazı kafirler tevhidin ve risaletin esasına inandıkları halde, küfür itikadı üzere kalabilirler. Mesela alemin kadim olduğunu, Hz. Muhammed (a.s)'in risaletinin yalnız arablara has olduğunu, İslami yükümlülüklerin ilk nesil müslümanlar için geçerli olduğunu söylemek, insanı küfre götürür. Bu itikadlara sahib olan bir kimse, kelime-i şehadet getirse bile küfürden çıkmış olmaz.26
4- İnancın Kelime-i Şehadete Ters Düşmesi:
Müslüman olduklarım iddia ettikleri halde, akideleri kelime-i şehadete ters düşen fırkalar olagelmiştir. Bu fırkalar, müslüman görünerek asıl amaçlarını perdelemek isterler. Batini taifeler, zındıklar, varoluşçular, materyalistler ve benzerleri bu türlerdendir. Bu kimselerin tövbe edip İslam'a girmeleri için, sapık akide ve görüşlerini terketmeleri gerekir.
Geçtiğimiz konulan dikkatle incelediğimizde, iman ve İslam hakkında üzerimize ne gibi sorumluluklar düştüğünü anlarız. İmanı lisanla tasdik etmek ve amellerle kuvvetlendirmek gereği böylece vurgulanmış olmaktadır.
Kamil bir müslümanlık, kalbi ve ameli iman, üzerinde durulması gereken meseleler arasındadır. Çağımız ne yazık ki, fitnelerle doludur. Bu yüzden küfürden ve kelime-i şehadetle çelişecek sapık inançlardan korunmak gerekir. Bunun için müslüman bilgili olmak zorundadır. Naslari asli anlamlarıyla kavrayabilmek buna bağlıdır. Ayet ve hadisleri anlamamızı sağlayacak ilimleri öğrenmek, Fıkıh Usûlü, Akaid ve Fıkıh gibi temel ilimleri bilmemiz gerekir. Çünkü insan kendisini küfre götürecek şeylerin saldırısına uğrar da, başına ne geldiğinin farkında bile olamaz.
Öte yandan bilgisiz bir insan, cahilliğinden dolayı mümin kimseleri tekfir edebilir. Ya da bilgisizliğinin sonucu olarak kafir kimselerin mümin olduklarını söyleyebilir. Masum kimselerin kanını mübah görüp, öldürülmeleri gereken kişilerin masum olduklarını söyleyebilir. Bu konudaki ilim; Ehl-i sünnet ve'l cemaat'ın izlemiş olduğu usullerle elde edilmelidir. Çünkü kurtuluş kapısı buradadır.27
Alimlerin İman Ve İslam Hakkındaki Görüşleri
Önceki sayfalarda ele aldığımız bazı konular hakkında alimlerin görüşlerine bakalım:
İmam Nevevi der ki:
"Zühri'ye gelince, o şöyle der: "İslam söz, iman ise ameldir." Zühri bu görüşüne delil olarak: "Ey Muhammedi Bedeviler: "İnandık" dediler, de ki: "İnanmadınız ama "İslam olduk" deyin; inanç henüz gönüllerinize yerleşmedi.." 28ayetini zikreder. Başkaları ise İslam ve iman'm aynı şey olduğunu söylemişler ve görüşlerine delil olarak "Bunun üzerine, suçlu milletin arasında bulunan müminleri çıkardık" 29ayetini zikretmişlerdir.
Hattabi der ki: "İlim ehlinin iki büyük aliminden her biri, bu iki farklı görüşten birini benimsemişlerdir. Bunlardan ikincisi, birinciye reddiye olarak ikiyüz sayfaya varan bir kitap telif etmiştir. Bu konuda yapılması doğru olan şey, sözün mana sınırlarını belli etmek, yani mutlak olarak bırakmamaktır. Çünkü müslüman bazı durumlarda mümin olduğu gibi, bazı durumlarda mümin olmayabilir. Mümin ise bütün durumlarda müslümandır. Demek oluyor ki, her mümin müslümandır, ancak her müslüman mümin değildir. Mesele bu şekil- de kabul edildiğinde, ayetlerin tevilini doğru bir biçimde yapmak mümkün olacak, ihtilaf edilmeksizin konu itidalli bir şekilde açıklığa kavuşacaktır."
İmanın aslı tasdiktir. İslam'ın aslı ise istislam (teslim olma)'dan gelmektedir. Bir insan dış görünüş olarak teslim olmuş görünebilir ve içten boyun eğmemiş olabilir. Yine bir insan içten iman etmiş, ancak dıştan boyun eğdiğini göstermemiş olabilir."
Hattabi, Hz. Peygamber (a.s)'in "iman yetmiş küsur şubeden oluşur" sözü hakkında da şunları söylemektedir.
"Bu hadiste şer'i imanın, en üstü ve en altı olmak üzere bazı cüz ve şubeleri ihtiva eden bir isim olduğu açıklanmaktadır. İsmin bu manaların tamamıyla ilgisi olduğu gibi, bir bölümüyle de ilgisi olabilir. Aslolan ise bütün bu cüzlerin bir araya gelmesidir. Mesela şer'i salatın (namazın) birçok şube ve cüzleri vardır. İsmin bu manaların bir kısmı ile olan ilgisi de aslolan bütün cüzlerin bir araya gelmesidir. Bunun delili Resulullah (a.s)'ın "Haya imanın bir şubesidir" hadisidir. Bu hadiste müminlerin iman derecelerinin birbirinden farklı olduğu, bazılarının imanını diğerlerinin imanından daha üstün olduğu ortaya konmaktadır."
İmam Ebu Muhammed Huseyn Beğavi Şafii (r.a), Resulullah (a.s)'ın Cebrail (a.s)'e, iman ve İslam hakkında soru sorması ile ilgili hadis hakkında şunları söylemektedir:
"Hz. Peygamber (a.s) amellerin zahirine (dış görünüşüne) islam, içteki itikada ise iman adım vermiştir. Bu amellerin imandan, kalb ile tasdiğin İslam'dan sayılmaması anlamına gelmez. Aksine tamamı tek bir şey olan dinin bütününün tafsilatlı olarak açıklanması dır. Bundan dolayı Resulullah (a.s) "O size dininizi öğretmeye gelen Cebrail (a.s)" buyurmuştur."
İman ve İslam isimlerinin içine, kalble tasdik ile amel, birlikte girmektedir. Allah Teala'nın
"Allah katında din, şüphesiz İslam'dır"30
"Din olarak sizin için islamiyeti beğendim."31
"Kim islamiyet'ten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir." 32
buyrukları da buna işaret etmektedir. Bu ayeti kerimelerde Cenab-ı Hak, kullarından din olarak ancak İslam'ı kabul edip rıza göstereceğini bildirmektedir. Dinin kabul ve rızaya müstehak olabilmesi için de imanın amelle birleşmesi gerekmektedir.
Nevevi, Ebu Abdullah Temimi'nin Kitabu't Tahrir fi Şerhi Sahih el-MüsIim' adlı eserinden şu nakli yapmaktadır:
"İmanın lügat anlamı tasdiktir. Eğer imanın lügat anlamı eses alınacak olursa, eksilip artması söz konusu olmaz. Zira tasdik bölünüp cüzlere ayrılmaz, bu yüzden de bazen kemale erip bazen eksilmesi diye bir şey olmaz. Şer'i ıstılahta (terminolojide) ise iman, kalble tasdik, organlarla amel anlamındadır. Eğer bu anlamda kullanılırsa, ehl-i sünnet'e göre iman artıp eksilebilir. ihtilaf konusu şudur: Kalbiyle tasdik eden bir kimse, bu imanın gereği olan amelleri işlemez ise, bu kişiye mümin denebilir mi? Görüşümüze göre böyle bir kimseye mümin denemez. Zira Resulullah (as)
"Zina eden bir kişi zina ettiği sırada mümin değildir"
buyurmuştur. Çünkü bu kişi imanının gereğini yerine getirmemiş ve bu nitelemeye müstehak olmuştur."
İmam Ebu Hasan Ali bin Halef bin Battal Maliki Meğribi ise Sahih-i Buhari Şerh'inde şöyle demektedir
"Selef-i salih ve onları izleyen ehl-i sünnet uleması, imanın hem söz, hem de amel olduğunu, artıp eksilebildiğini söylemişlerdir. İmanın artıp eksilmesine delil olarak Bühari'nin de zikrettiği şu ayet-i kerimeleri esas almışlardır:
"İmanlarına iman katsınlar diye"33
"Onların hidayetini artırdık."34
"Hidayete erenlerin hidayetini artırdı."35
"İman edenlerin imanı daha artar."36
"Bu hanginizin imanını artırdı (diye sorarlar) inananların ise imanını artırmıştır"37
"... Onlardan korkun dediler. Bu onların imanım artırdı da..."38
"... Onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı."39
İbni Battal demiştir ki:
"İmanı artmayan bir kimsenin imanı, eksik bir imandır. Eğer imanın lügat anlamı tasdiktir denilirse buna şu cevabı verebiliriz: Tasdik taatlarla kemale erer. Bu mümin hayırlı amellerde bulundukça imanı kemale erer. Demek ki, hayırlı amellerle iman güçlenir, aksi takdirde zayıflar. Hayırlı ameller azaldıkça imanın kemali de eksilir. Hayırlı ameller arttıkça da imanın kemali artar. İman hakkında söylenebilecek en mutedil söz budur. Allah ve Resulü (a.s)'nü tasdike gelince, bunun eksiltilmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Bu yüzden imam Malik (r.a) bazı rivayetlerdeki eksilmeye dair sözlere fazla itibar etmemiştir. Zira tasdikin eksilmesi caiz değildir. Çünkü tasdik eksilince şüphe ortaya çıkmış demektir ki, bu da insanı iman dairesinden çıkarır.
Bazıları ise İmam Malik'in imanın eksilmesi meselesi üzerinde fazla durmamayı tercih etmesini, sözlerinin tevil edilerek günahkar müminleri tekfir eden Haricilere muvafakat edermiş gibi görünmek korkusuna bağlarlar. Yoksa İmam Malik, diğer ehl-i sünnet alimleri gibi imanın eksilebileceğini söylemiştir."
Abdürrezzak der ki:
"Yaşım erişip de görebildiğim büyüklerimiz ve ilim arkadaşlarımızdan Süfyan-ı Sevri, Malik bin Enesi Ubeydullah bin Ömer, Evzai, Ma'mer bin Raşid, İbni Cureyc ve Süfyan bin Uyeyne'nin şöyle dediklerini işittim:
"İman hem söz, hem de ameldir. Eksilir ve artar. İbni Mes'ud, Huzeyfe bin Yeman, İbrahim en Nehai, Hasen el Basri, Ata, Tavus, Mücahid ve Abdullah bin Mübarek de bu görüştedir."
Müminlerin dostluk ve hoşnutluğunu hak etmek için müminin, kalb ile tasdik, dil ile ikrar edip, imanı doğrultusunda organları ile amel etmesi gereklidir. Dil ile imanı ikrar edip de, bu ikrara ve Allah'ı tanımasına amelleri zıt düşecek olursa mümin ismine hak kazanamaz.
Yine Allah'ı tanıyıp amel eden bir kimse, diliyle inkar edip, tanımış olduğu Allah'ın birliğini yalanlarsa "mutlak mümin" ismine hak kazanamaz. Allah'a ve peygamberlerine iman ettiğini söylediği halde, yükümlü olduğu farzları yerine getirmeyen kimseye de mümin adı verilmez. Her ne kadar arapçada tasdik edene mümin deniyorsa da, böyle kişiler Allah Teala'nın:
"İnananlar ancak, o kimselerdir ki, Allah'ın (adı) anıldığı zaman kalbleri titrer, ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarım artırır. Ve Rablerine güvenirler; namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarfederler. İşte gerçekten inanmış olanlar bunlardır" 40
buyruğu gereğince bu ismi taşımaya layık değillerdir. Zira Allah Teala, kendilerinde bu sıfatlar bulunan kişilerin mümin olduğunu bildirmektedir.
İbni Battal, imanın amel olduğunu söyleyenler hakkında şöyle demektedir:
"Eğer "iman, tasdik olarak ele alınmıştır." denilirse tasdik imanın ilk derecesidir denilir. Bu tasdik eden kişinin imana girişini sağlar. Yoksa derecelerini tamamladığını göstermez. Böyle bir kişiye de "mutlak mümin" denilemez. Bu, ehl-i sünnet'in "iman, söz ve ameldir" görüşüdür."
Ebu Ubeyd der ki:
"Bu, İmam Malik, Süfyan-ı Sevri, Evzai gibi Hicaz, Şam ve Irak'ın ilim sahipleri, hidayet meşalesi, sünneti seniyyeye vakıf din önderlerinin görüşüdür."
İbni Battal der ki:
"Bu görüş Buhari'nin Kitabu'l-İman'da ispat etmeyi kasdettiği görüştür ve kitabındaki bütün babları, bu bab üzerine bina etmiştir. Buhari bu kitabındaki bablara, Babu Umuri'l-İman, Babu's-Salati Mine'l-İman, Babu's-Zekati Mine'l-İman, Babu'l-Cihadi Mine'l-İman gibi adlar vererek, Murcie ekolünü reddettiğini göstermiştir. Zira Mürcie ekolü imanın sözden ibaret bulunduğunu ve amelle ilgisi bulunmadığını söylemektedir. İmam Buhari kitabına verdiği bu tertible, Kur'an'a, Sünnet'e ve mezheb imamlarına muhalefet eden bu bozuk itikadlı kişilerin düştükleri yanlışı ortaya koymaya çalışmıştır."
İbni Battal bir başka babda da Muhlib'in şu görüşüne yer vermiştir:
"İslam, gerçekten lisanın söylediğini tasdik eden kalpten ibaret olan imandır ki, bunun dışındaki bir şeyin Allah indinde bir yararı olmayacaktır."
Kerramiyye ve Murcie'den bazı kimseler ise imanın kalble tasdik olmasa bile, söz ile geçerli olduğunu iddia etmişlerdir. Bu kişilere verilen en iyi cevap, ümmetin, dıştan kelime-i şehadet getirmelerine rağmen, kalpten inanmayan münafıkların, kafir olduğunda icma etmeleri olmuştur. Allah Teala buyuruyor ki:
"Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma, mezarı başında da durma. Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini inkar ettiler, fasık olarak öldüler. Malları ve çocukları seni hayrete düşürmesin; Allah bunlarla dünyada onlara azab etmek ve canlarını inkarcı olarak çıkarmak ister."41
Merhum İmam Ebu Amr bin Salah demiştir ki:
"Resulullah (a.s)'ın bu hadisine göre İslam, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (a.s)'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek, ramazanı oruçlu geçirmek, gitmeye gücü yettiğinde Beytullah'a varıp hac yapmaktır. İman ise, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine, ahiret gününe, kader, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inanmaktır. Böylece hadiste imanın esası olan kalbi tasdik ve İslam'ın esası olan zahiri boyun eğiş ve teslimiyet ortaya konmaktadır. Kelime-i şehadet getirmekle kişinin müslümanlığı hükmen sabit olur. Hadiste İslam'a namaz, zekat, hac ve oruç gibi ibadetlerin izafe edilmesi, bu ibadetlerin İslam'ın en büyük ve önemli şiarlarından olması yüzündendir. Bu ibadetleri yerine getirmesiyle kişi Allah'a olan teslimiyetini göstermiş olur. Bunları terketmesi ise teslimiyet bağlarının çözüldüğüne veya teslimiyeti ihlal ettiğine bir işaret sayılır.
İman kelimesi bu hadis-i şerifde, İslam kelimesinin tarifinde yer alan ibadetleri ve diğer taatlerı, imanın esası olan kalbi tasdiğin semereleri bu ibadet ve taatlardır. Yine bu ibadetler imanı güçlendirip korur ve kemale erdirir. Bu sebeple Abdülkays'ın gönderdiği heyet hadisinde, Resulullah (a.s) imanı; kelime-i şehadet, namaz, zekat, ramazan orucu, ganimetin beşte birini verme ile açıklamıştır. İşte bu sebepten dolayı büyük günah işleyen ya da bir farzı terkeden kimseye mümin ismi mutlak olarak verilemez. Zira bir şeye verilen mutlak isim, o şeyin tamamına aittir. Eksiği olan bir şey için o isim mutlak olarak kullanılamaz. Ancak zahiri bakımdan kayıt ve şart konulabilir. Resulullah (a.s)'ın hadisinde de buna binaen büyük günah işleyen kimseye, o anda mutlak mümin ismi verilemiyeceği vurgulanmaktadır: "Hırsız, hırsızlık yaptığı sırada mümin değildir."
İslam ismi, imanın esası olan kalbi tasdik ve taatların esasını oluşturmaktadır. Bunların hepsi teslimiyet demektir.
Ele alıp irdelediğimiz konulardan çıkan sonuç şudur: İman ve İslam birleşip ayrılabilirler. Her mümin müslümandır, ancak her müslüman mümin değildir. İslam ve iman hakkında Kur'an ve Sünnet'te yer alan çeşitli nasları, Allah'ın tevfikiyle derinlemesine inceleyip bir neticeye vardık. Bu konulara giren kimseler pek çok hata yapmaktadırlar. Bizim araştırıp elde ettiğimiz netice, hadis ehli ve diğer alimlerin çoğunluğunun görüşüdür."
Selef-i salih ve daha sonraki ilim önderlerinden derlemiş olduğumuz bu görüşler de ortaya koymaktadır ki, iman artıp eksilebilmektedir. Selefin, muhaddislerin ve bazı kelam alimlerinin görüşleri bu doğrultudadır. Kelamcıların çoğunluğu ise imanın artıp eksilebileceğini kabul etmeyerek şöyle demektedirler:
"İmanın artacağı kabul edildiğinde, bu şüphe ve küfür olur."
Kelam ilmi ile uğraşan araştırmacı alimlerden bazı arkadaşlarımız ise şöyle demektedirler:
"Tasdiğin kendisi artıp eksilmez. Semerelerinin yani amellerinin artıp eksilmesine göre, artıp eksilen şer'i imandır. Denildi ki; İmanın artacağına işaret eden naslar selefin sözleri ile imanın lügat anlamı ve kelamcılann görüşleri arasında bu yorumla bir uyum sağlanabilir. Şayet kelamcılar iman artıp eksilmez derken, tasdiği kastediyorlarsa, bu görüş, hasen olarak kabul edilebilir." En doğrusunu Allah bilir.
Öte yandan tasdik de delillerin belirginliği ve bakış açısının genişliği nisbetinde artabilir. Bu yüzden sıddıklerin imanı, başkalarının imanından daha kuvvetlidir. Zira onların imanlarına etki edip, sarsacak hiç bir şüphe ve engel bulunmamaktadır. Dahası başlarına çeşitli haller gelse de onların kalpleri rahat ve aydınlıktır. Oysa kalpleri henüz islam'a ısınmış olan kimseler ve benzerlerinin durumu böyle değildir. Bunu hiç kimse inkar edemez. Akıl sahibi hiç bir kimse, Hz. Ebu Bekir (r.a)'in tasdikiyle, herhangi bir insanın tasdikinin aym olduğunu söyleyemez. Buhari Sahih'inde şu habere yer vermektedir:
"Ibni Ebi Muleyke demiştir ki:
"Hz. Peygamber (a.s)'in ashabından otuz kadarı ile tanıştım. Hepsi nefislerinin nifağa düşmesinden korkuyorlardı. Onlardan hiç biri Cibril (a.s) ile Mikail (a.s)'in imanı gibi bir imana sahip olduğunu söylememiştir." En doğrusunu Allah bilir.
Amellere iman ismi verilmesi konusunda ise Ehl-i Hak görüş birliği içindedirler. Kur'an ve Sünnet'ten görüşlerini destekleyen pek çok delil bulunmaktadır. Bu deliller sayılamayacak kadar çok, tek tek açıklamaya gerek kalmayacak kadar meşhurdur.
Allah Teala buyuruyor ki:
"Allah imanlarınızı boşa çıkaracak değildir."42
Bu ayeti kerimedeki iman kelimesinin "namaz" ya da "ibadet" anlamında kullanıldığı konusunda alimler görüş birliğindedirler.
Ehl-i sünnetin hadis, fıkıh ve kelam alimleri, kıble ehlinden olduğuna hükmedilen bir müminin cehennemde ebedi olarak kalmayacağını, bir kimsenin kıble ehlinden sayılabilmesi için de, İslam dinine seksiz şüphesiz, kalpten inanarak kelime-i şehadet getirmesi gerektiği konusunda ittifak etmişlerdir. Kelime-i şehadetin bir bölümünü söyleyip diğerini söylemeyen kimse kıble ehlinden sayılmaz. Dilinde olan bir hastalıktan dolayı kelime-i şehadet getirme arzusunu yerine getiremeyen bir kimse ise mümin sayılmaktadır.
Bir kimse kelime-i şehadet getirdiğinde artık ondan "Ben İslam'dan başka bütün dinlerden beriyim" demesi istenmez. Ancak bu kişinin Hz. Peygamber (a.s)'in sadece araplara gönderilmiş olduğuna inanan kafirlerden olması durumunda, kelime-i şehadet getirse bile yukarıda zikredilen sözü söylemedikçe müslüman olarak kabul edilmez.
İmam Şafii'nin mezhebini izleyen alimlerden bazıları, bir kişinin kelime-i şehadet getirdikten sonra bu sözü mutlaka söyleme şartı olmadığını söylerler. Bir kimse "la ilahe illallah" der de, "Muhammedun Resulullah" demez ise, Şafii mezhebinin meşhur olan görüşüne ve diğer mezheplere göre müslüman sayılamaz. Bazı Şafii alimleri ise, bu kişinin müslüman olacağını, ancak "Muhammedun Resulullah" demesinin talep edileceğini söylerler. Onlara göre, eğer bu kişi kelime-i şehadetin devamını söylemeyi reddederse mürdet olur. Bu görüşün sahipleri delil olarak Resulullah (a.s)'ın:
"La ilahe illallah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunu söyledikleri zaman kanlarını (canlarını) ve mallan benden korumuş olurlar" hadisini göstermişlerdir.
Alimlerin çoğunluğu ise hadiste geçen kelime-i şehadetin ilk kısmının kelime-i şehadetin tamamına işaret ettiğini, Hz. Peygamber (a.s)'in kelime-i şehadetin lafzının meşhur olması ve birbiri ile irtibatı dolayısıyla birinci kısmını söylemekle yetindiğini söylerler. En doğrusunu Allah bilir.
Şayet bir kimse namaz ve oruç gibi, kendi dininde olmayan ibadetlerin vacipliğini kabul ederse, bununla müslüman olur mu? sorusunu ilim adamlarımızın bir kısmı olumlu, diğer bir kısmı olumsuz olarak cevaplamışlardır. İslam'ın şartlarını kabul eden kimsenin müslüman olacağını söyleyenler, müslümanlann inkar ettiklerinde kafir olacakları her şeyin, kafirlerin kabul etmeleri durumunda, müslüman olmalarına yol açacağı görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Arapça söylemeye güç yetirdiği halde, kelime-i şehadeti bir başka dille söyleyen kimsenin müslüman olup olmayacağına gelince; bu konuda da ilim adamlarımızın iki farklı görüşü bulunmaktadır. Sahih olan görüşe göre, ikrar sebebiyle bu kişi müslüman olmuş olur. Doğru olan görüş budur ve diğerinin itibara alınmaması gerekir. Bu konu Şerhu'l Müzeheb'de geniş olarak ele alınıp incelenmiştir. Şüphesiz doğruyu Allah bilir.
İnsanın doğrudan doğruya kendisi için "Ben müminim" demesi hakkında selef alimlerinin ve diğerlerinin farklı görüşleri vardır. Bir gurup, kişinin sadece "Ben müminim" demekle yetinmemesi, bu sözün sonunda "İnşaallah" demesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu, kelam alimlerinin çoğunluğunun görüşüdür. Diğer alimler ise "İnşaallah" demeksizin kişinin mümin olduğunu söyleyebileceğini belirtmişlerdir ki, tercihe şayan olan görüş de budur. Araştırmacı alimler de bu görüştedirler. Evzai ve bazı alimler de değişik itibarlarla her iki görsün de sahih olabileceğini bildirmişlerdir. İnşaallah demeksizin "Ben müslümanım" diyen kişinin durumuna bakılır. İmanın hükümleri onun hakkında geçerlidir.
Öte yandan "Ben müminim" sözünden sonra "inşaallah" diyen kişi hakkında şöyle denmiştin Burada "inşaallah" sözü ya teberrüken, ya da Allah Teala'nın tekdir ettiği akıbet itibara alınarak söylenmiştir. Bir insan imara üzere sabit kalıp kalmayacağını bilemez. İlk iki görüşü nazan itibara alarak ve ihtilafı bakımından, bu konunun tercihe bırakılması daha doğru olur.
Bilinmelidir ki, ehl-i sünnete göre kıble ehlinden olan hiç bir kimse, günahından ötürü tekfir edilemez. Heva ve bidat ehli de tekfir edilemez. İslam dininin zaruri olarak bilinmesi gereken hüküm ve ilkelerini inkar eden kimsenin ise mürtedliğine ve küfrüne hükmolunur. Ancak yeni müslüman olmuş ya da yerleşim merkezlerinden uzakta yaşayan kimselerin durumuna bakılır. Eğer kendilerine durum açıklandıktan sonra inkarlarına devam edecek olurlarsa, kafirliklerine hükmolunur. Zira, içki içme ve adam öldürme gibi haram olduğu kesin olarak bilinen şeylerin, helal sayılması da insanı küfre götürür.43
Dostları ilə paylaş: |