İslam inanç Sİsteminde akilcilik ve kadi abdulcebbar


III. BÖLÜM KADL ABDÜLCEBBAR ve İNANÇ SİSTEMİ



Yüklə 1,77 Mb.
səhifə16/39
tarix17.11.2018
ölçüsü1,77 Mb.
#80321
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   39

III. BÖLÜM

KADL ABDÜLCEBBAR ve İNANÇ SİSTEMİ




A. Biyografik Tespit ve Değerlendirmeler

1. Hayatı Ve İçinde Yaşadığı Sosyopolitik Çevre

Tam adı Abdülcebbâr Ahmed b. Halîl b. Abdullah el-Hemedâni el-Esedâbâdî olup Batı İran'ın Hemedân bölgesinin Esedâbad mevkiinde doğmuştur. Onu Rey'e nisbet edenler de vardır. 387 Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, 415/1025 tarihinde 90 yaşını aşkın olarak vefat ettiğine ilişkin bilgilerden hareketle 320-325/932-937 yılları arasında doğmuş olabileceği tahmin edilmektedir. 388

Kadı Abdülcebbâr'ın doğduğu dönem Abbasî devletinin zayıfladığı ve otoritesini kaybettiği bir döneme rastlamaktadır. Bu dönemde İslâm coğrafyasının siyasî paylaşımına baktığımız zaman Mağrib'te Emevî, Kuzey Afrika'da Fatımî (909-1171), ve Maveraünnehir'de Gaznelilerin hüküm sürdüğünü görürüz. 950'de Abbasî devletinin yıkılmasından sonra ise batıda Arap asıllı ve doğuda Türk ve İran asıllı birçok hanedanlık ortaya çıkmıştır. Faris, Rey, İsfahan ve Cebel'de Büveyhoğulları (932-1062); Horasan'da Saman oğulları, Taberistan ve Cürcan'da Deylemîler, Yemame ve Bahreyn'de Karmatîler (281-896), Musul ve Diyarbakır'da Hamdan oğulları (905-1004), Mısır ve Şam'da İhşidîler (935-969), hanedanlıklar oluşturmuşlardır. Bu dönemde dikkat çeken devletlerin başında Büveyhîler gelir. Onlar, Ahmed b. Büveyh'in, 945'te Abbasî halifesi el-Müstekfî tarafından Bağdat'a davet edilerek emirü'l-ümera unvanı verilmesinden kısa bir süre sonra Bağdat'a hakim olmuşlardır. Merkezî otoritenin zayıf olduğu bir yönetim sergileyen Büveyhîler, Adüdüvvle zamanında en parlak dönemlerini yaşamışlar ve 1055'te Tuğrul Bey'in Bağdat'a girmesiyle yıkılıp ortadan kalkmışlardır.

Öte yandan Kadı Abdülcebbâr'ın yaşadığı dönem ilmî ve kültürel etkinliklerin yoğun bir şekilde yaşandığı, zengin kütüphanelerin kurulduğu, ilim adamlarının desteklendiği ve ilmî toplantıların sıkça yapıldığı bir dönem olmuştur. Bîrunî (ö. 453/1061), İbn Heysem (ö. 413/1022), Ali b. Abbas (ö. 381/992) gibi pozitif bilimciler, İbn Sina (ö. 428/1037), Ebu Süleyman es-Sicistanî (ö. 380/990) Ebü'l-Hasan el-Âmirî (ö. 384/994) gibi felsefeciler ve İhvan-i Safa gibi akımlar, Ebû Hayyân et-Tevhîdî (ö. 414/1023), Şeyh Müfîd (ö. 413/1022), Ebü'l-Hasan er-Radî (ö. 406/1015) gibi kelâmcılar bu dönemde yetişmiştir. Bakıllânî (ö. 403/1013), İbn Miskeveyh, (ö. 421/1030) Ebû Bekir el-Cessâs (ö. 370/981) ve Ebû Tâlib el-Mekkî (ö. 386/996) gibi önemli ilim ve gönül adamları da aynı dönemde yaşamışlardır.

İşte böyle mümbit bir dönemde yetişmiş olan Kadı Abdülcebbâr, ilk tahsilini Esterâbâd ve Hemedân'da yapmış, burada Şafiî fıkhı, hadis ve Eş'ârî kelâmı okumuştur. 389 Bu dönemdeki hocaları Zübeyr b. Abdülvahid el-Esedâbâdî, İbrahim b. Seleme el-Kattân, Abdurrahman b. Hamdan el-Cellâb ve Abdullah b. Cafer b. Faris olup, hepsi Şafiî ve Eş'ârî mezheplerine bağlı kişilerdir. 390 Kadı Abdülcebbâr, 346/957 yılında Basra'ya gidererek Ebû Hâşim el-Cübbâî'nin talebelerinden Ebû İshak İbrahim b. Ayyaş (ö. 386/996)'tan Mu'tezilî kelâmı okumuştur. Buradan da Bağdat'a geçerek Ebû Hâşim el-Cübbâî'nin diğer öğrencisi Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali el-Basrî (ö. 369/979)'den kelâm dersleri almıştır. Kelâm derslerini bu iki zattan almakla beraber, onun, daha çok Cübbâîlerden etkilendiği görülür. Eserlerinde “Şuyûhuna/hocalarımız” dediğinde çoğu zaman bunları kasteder. Dolayısıyla asıl hocaları olan Ebû İshak İbrahim b. Ayyaş ve Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali el-Basrî, Kadı Abdülcebbâr ile Ebû Ali ve Ebû Hâşim el-Cübbâî arasında köprü vazifesi görmeleri ile önem arz etmektedirler. Kadı Abdülcebbâr, Ebü'l-Hasan Ali b. İbrahim el-Kattânî, Abdurrahman b. Hamdan el-Cellâb el-Hemedânî ve Abdullah b. Cafer b. Faris el-İsfehânî (ö. 346/957) gibi alimlerden hadis okuduktan sonra. 391 360/970 tarihinde Ramehürmüz'e geçerek burada uzun bir süre kalmış ve ünlü eseri el-Muğnî'yi yazmıştır. Daha sonra Büveyhî hükümdarı Müeyyidüddevle'nin danışmanı olan ve Mu'tezilî bilginleri himaye etmekle tanınan Sâhib b. Abbâd'ın daveti üzerine İsfehan'a gidip burada düzenlenen ilmî tartışmalara katılmıştır. Sahib b. Abbâd vezir olunca Abdülcebbâr'ı Rey şehrine çağırarak baş kadılığa atamıştır. Kadı, asıl şöhretine de bu göreve atandıktan sonra kavuşmuş olup, Sahib b. Abbâd 385/995'de ölünceye kadar bu göreve devam etmiştir. Sahib'in ölümünden sonra cenazesine gitmemesi ve mal varlığı ile ilgili dedikodular üzerine Fahrüddevle (ö. 387/997) onu görevden almış ve mal varlığına el koymuştur. 392 O, azledildikten sonra da Rey'de ikamete devam etmiş ve ömrünün geri kalan kısmını burada geçirmiştir. 415/1025 yılında doksan yaşını aşmış bir halde burada vefat etmiştir.

Kadı Abdülcebbâr, ömrünün büyük bir kısmını öğrenci yetiştirmeye adamıştır. Ebû Saîd es-Semmân onun yetiştirdiği öğrencilerin çokluğunu ifade etmek için:”Gittiğim her beldede Kadı'dan okumuş birine rastladım” der. 393 İbnü'l-Murtaza onun kırka yakın öğrencisinin adını zikretmektedir. 394 Bunlar içinde Ebü'l-Kasım İsmail b. Ali b. Ahmed el-Bustî (ö. 420/1029), 395 başlangıçta Bağdat ekolüne mensup iken Kadı Abdülcebbâr'dan aldığı dersler sonunda Basra ekolüne geçen Ebû Reşîd Saîd b. Muhammed en-Nîsâbûrî (ö, 460/1068), 396 Ebü'l-Hüseyin Muhammed b. Ali el-Basrî (ö. 426/1035) 397 Ebû Muhammed Abdullah b. Saîd el-Lebbâd, Zeydiliğe mütemayil olan Ebû Yusuf Abdüsselâm b. Muhammed el-Kazvînî (ö. 488/1090), Ebû Muhammed Hasan b. Ahmed b. Mettaveyh (ö. 469/1076), 398 Şia ile Mu'tezile arasındaki bağlantıyı sağlayan Şerif el-Murtaza (ö. 436/1044)'nın adları zikredilebilir. 399


2. Akademik İlgi Alanı ve Bilimsel Çalışmaları

Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm ve dinler tarihi konularında muhtelif eserler telif etmiş bulunan Kadı Abdülcebbâr bunlar içinde önceliği kelâma vermiş, esas olarak bu ilimde uzmanlaşmıştır. Hâkim el-Cüşemî (ö. 494/1101), onun ilim hayatına usûl-i fıkıh ve fıkıh ile başladığını, ancak bu ilimlerde beklentilerini bulamadığı için kelâm ilmine yöneldiğini söyler. 400 İbnü'l-Murtaza (ö. 840/1437) ise onun başlangıçta Eş'ârî kelâmı ve Şafiî fıkhı okuduğunu, fakat ilim meclislerinde tartışmalar yapacak duruma gelip bağımsız düşünmeye başlayınca Eş'ârîliği yeterli görmeyerek terk ettiğini ve Ebû İshak b. Ayyaş ve Ebû Abdullah el-Basrî'ye baş vurarak onlardan kelâm dersleri alıp Mu'tezile'ye geçtiğini kaydeder.

Kadı Abdülcebbâr, zamanının önde gelen ilim merkezlerini ziyaret etmiş, buralarda ders okumuş ve okutmuş, bütün İslâmî ilimlerle meşgul olmuş ve telifte bulunmuş biridir. Onun tedris ve telifte bulunduğu ilim dallarından bazıları şunlardır: 401

a. Kelâm

Kadı Abdülcebbâr, kelâm ilminin inceliklerinden söz eden ilk kişinin Ali b. Ebû Tâlib olduğunu, Mu'tezile'nin Ali b. Ebû Talib, oğlu Muhammed b. Hanefiyye, oğlu Ebû Haşim b. Muhammed b. el-Hanefiyye, Vasıl b. Atâ kanalıyla geldiğini söyler. 402 Kelâm hocaları içinde Ebû İshak İbrahim b. Ayyaş ve Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali el-Basrî yer alır. Şerif Murtaza onun hoca silsilesini şu şekilde verir: Kadı Abdülcebbâr, Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali el-Basrî, Ebû Haşim el-Cübbaî, Ebû Ali el-Cübbâî, Ali b. Muhammed eş-Şahhâm, Ebü'l-Hüzeyl el-Allaf, Osman et-Tavîl, Vasıl b. Atâ, Ebû Haşim Abdullah b. Muhammed, Muhammed b. el-Hanefiyye, Ali b. Ebû Talib, Hz. Peygamber. 403

Genelde Mu'tezile inanç sisteminin beş esastan (usûl-i hamse) oluştuğu kabul edilir. Kadı Abdülcebbâr bu esasları kabul etmekle beraber eserlerinde icmali ve tafsili yaklaşımlarla farklı tasniflerde bulunur. Meselâ el-Muğnî fî ebvâbi't-tevhîd ve'l-adl adlı eserinde sistemini tevhîd ve adalet esasları olmak üzere iki, el-Muhtasar'da tevhîd, adalet, nübüvvet ve şerâi' olmak üzere dört, Şerhü'l-Usûli'l-hamse'de ise tevhîd, adalet, el-menzile beyne'1-menzileteyn, el-va'd ve'1-vaîd, emir bi'1-marûf ve nehiy ani'l-münker olmak üzere beş olduğunu kaydeder. 404 Temel ilkeleri iki olarak gösterdiği yerde usûl-i hamsenin diğer esaslarını adalet içinde, dört dediği yerde ise şerâi' içinde mütalaa eder. Ayrıca Kadı Abdülcebbâr diğer Mu'tezilî alimlerinin aksine tevhidi adaletin önüne geçirir ve birinci esas olarak zikreder. 405

Büveyhîler döneminde etkin görevlerde bulunan Kadı Abdülcebbâr, onların Şiî-Mu'tezilî temayülde oluşundan istifade ederek Mu'tezile'yi canlandırmaya çalışmış 406 ve büyük oranda başarılı olmuştur. Onun kelâm ilmine yönelişi de ilginç bir değerlendirme sonucudur. Kelâm ile fıkıh arasında tercih yapma durumunda kalan Kadı, dünyevî ilimler içinde değerlendirdiği fıkha değil, uhrevî ilimler arasında gördüğü kelâma yönelmiştir. 407 Zehebî (ö. 748/1348), her ne kadar onu gulâttan 408 gösterirse de, bu Gâliyye'ye mensup olma şeklinde bir gulat değil, kendi mezhebinin görüşlerine aşırı bağlılık gösterme şeklinde bir gulattır. Bu anlamda Kadı Abdülcebbâr tavizsiz bir Mu'tezilîdir. Nitekim o, içki içtiği ve tövbe etmeden öldüğü için hakkında rahmet dileyemeyeceğini söyleyerek, kendini kadılkudat yapan Sâhib b. Abbâd'ın cenaze namazına katılmamıştır. Çünkü Mu'tezile mezhebine göre içki içen kişi fasıktır ve tövbe etmeden ölmüş ise ebedî olarak cehennemde kalmayı hak etmiştir. Kadı Abdülcebbâr'ın, kendisini yüksek mevkilere getiren, ilmini yücelten ve yaşadığı dönemin en bilgili kişisi olarak gören bir zata ölümünden sonra bu şekilde davranması, çevresindeki kişiler tarafından vefasızlık olarak nitelendirilmiş ve bu ithamları değerlendiren Fahrüddevle, onu kadılık görevinden alıp bütün mal varlığını müsadere etmiştir. 409 Kadı Abdülcebbâr'la ilgili bu tür değerlendirmeleri ihtiyatla karşılamak gerekir. Çünkü o, konumu gereği denge unsuru olma ve problemlere daha geniş açıdan bakma durumundaydı ve bu sayede bulunduğu mevkide uzun süre durabilmiştir. Ayrıca birçok araştırmacı onu, Mu'tezile'yi Ehl-i Sünnete yaklaştıran biri olarak değerlendirmektedir.



Kadı Abdülcebbâr'in Kelâm konusundaki en önemli eseri Ramehürmüz'de iken yazmış olduğu el-Muğnî fî ebvabi't-tevhîd ve'l-adl olup Mu'tezile'nin tevhîd ve adalet esasları üzerine bina edilmiştir. Burada Mu’tezile'nin kabullendiği usûl-i hamsenin diğer üç esası ise adalet içinde mütalaa edilmektedir. Bu eser, 1957-1969 yılları arasında Kahire'de neşredilmiş olup ilk beş cildi tevhîd, diğer ciltleri ise adalet konularını ele almaktadır. el-Muğî'nin I-III, X, XVIII ve XIX. ciltlerinin yazmaları bulunamadığı için neşirleri yapılamamıştır ve bu ciltlerin mahtut veya matbu nüshaları bulunmamaktadır. el-Muğnî, Mu’tezile'nin inanç ve düşünce sistemini ortaya koyan bir ansiklopedi durumundadır. Yirmi ciltten oluşan eserin her cildi bir temel meseleyi ele almaktadır, ilk üç cildi hakkında bilgimiz olmamakla beraber, eserin genel planından bunların tevhîd konularını içerdiği anlaşılmaktadır. Dördüncü cilt Allah'ın ganî oluşu, görülmemesi ve birliği konularını, beşinci cilt esmâ-i hüsnâ ve çeşitli fırkalkrın görüşlerini, altıncı cilt ta'dîl, tecvîr ve irade meselelerini, yedinci cilt Kur'an-ı Kerim, sekizinci cilt mahlûk, dokuzuncu cilt tevlîd, on birinci cilt ecel, rızık, fiatlar ve teklif, on ikinci cilt nazar ve mearif, on üçüncü cilt lütuf ve elem, on dördüncü cilt aslah, zemme layık olma ve tövbe, on beşinci cilt nübüvvet, on altıncı cilt haber, nesih, Hz. Muhammed'in nübüvveti ve Kur'an'nın icazı, on yedinci cilt usûl-i fıkıh ve yirminci cilt imamet konularını içermektedir. Kadı'ya nispet edilen ikinci önemli eser ise Şerhü'l-Usûli'l-hamse'dir. Eser Mu’tezile'nin beş esası temel alınarak yazılmıştır. Öğrencilerinden Ahmed b. Ebü'l-Hasan el-Kazvînî (Kıvamuddin Mankdim)'ye ait olan nüsha Abdülkerim Osman tarafından 1965' te Kahire'de yayımlanmıştır. Şerhü'l-Usûli'l-hamse dikkatli bir şekilde incelendiğinde Kadı Abdülcebbâr'dan üçüncü şahıs olarak söz edildiği görülmektedir. Bilhassa imamet bahsinde Zeydiyye'nin imamet görüşü sahiplenilerek Mu'tezile'den “Başkaları” diye söz edilmektedir. Bu da Şerhü'l-Usûli'l-hamse'nin esasında Kadı Abdülcebbâr'a değil, Kazvinî'ye ait olduğu kanaatini güçlendirmektedir. Muğnî üzerinde incelemelerde bulunan Madelung (1846-1926) ve D. Gimaret de bu kanaate ulaşmışlardır. 410 Kadı Abdülcebbâr'ın kelâma dair önemli bir eseri de Fazîü'l-I'tizâl olup Mu'tezile'nin genel fikirlerini ve Mu'tezilî ulemanın tanıtımını içeren bir tabakat kitabıdır. Fuad Seyyid tarafından Ebü'l-Kasım el-Belhî'nin Makalât'ından ve Hâkim el-Cüşemî'nin Tabakat'ından birer bölüm ile beraber 1974'te Tunus'ta yayımlanmıştır. Kadı'nın kelâma dair diğer bir eseri de Tesbîtü delâili'n-nübüvve olup, nübüvveti inkâr eden Mekkeli müşriklere, Hz. Muhammed'in nübüvvetini kabul etmeyen hıristiyan ve yahudilere, nübüvvet inancını tümden reddeden Berahime ve Dehriyye'ye karşı İslâm'ın ortaya koyduğu nübüvvet anlayışını savunmak üzere kaleme almıştır. Abdülkerim Osman tarafından 1966'da Beyrut'ta iki cilt halinde yayımlanmıştır. Müellifin önemli bir eseri de tevhîd, adalet, nübüvvet ve şerâi' esasları üzerine bina edilmiş olan Muhtasaru Usuli'ddîn'dir. Risalenin yazmasında müellifin adı geçmemekte, eser adı ise risalenin baş kısmında geçen el-Muhtasar fi usulî'ddin ifadesinden alınmış bulunmaktadır. Ancak bu ifadenin eser adı olarak kullanıldığına ilişkin bir karine bulunmamaktadır. Dolayısıyla risaleye söz konusu adı müellifin verdiği şüphelidir. Naşir bu ifadeden esinlenerek risaleye yukarıdaki adı vermiştir. Naşir Muhammed Amâra el-Muğni'deki konularla Muhtasar'daki konuları karşılaştırarak, bunun el-Muğni’nin muhtasarı olabileceğini söylemektedir. 411 “İmâmü'l-âlemîn es-Sâhibü'1-Celîl” ifadesi ile Sâhib b Abbâd'ın kastedilmiş olabileceği ve Kadı Abdülcebbar’ın bu risaleyi onun talebi üzerine yazmış olabileceği görüşünü savunmaktadır. el-Muhtasar Muhammed Amâra tarafından 1971'de Kahire'de Resâilü'l-adl ve't-tevhîd içinde (Darü'l-Hilâl) yayımlanmıştır. Kadı Abdülcebbâr'ın kelâma dair diğer bir eseri de el-Muhît bi't-teklif’tir. Kaynaklarda Kadı Abdülcebbâr'ın bu isimde bir eserinin bulunduğu zikredilmekle beraber 1965'te Ömer Seyyid Azmi tarafından Kahire'de ve J. Josef Houben tarafından da Beyrut'ta ona nisbet edilerek ayrı ayrı neşredilen el-Muhît bi't-teklîf adlı eserin Kadı Abdülcebbâr'la bir ilgisi yoktur. Söz konusu eser Kadı Abdülcebbâr'a değil, öğrencilerinden İbn Metteveyh'e ait olup, bu durum D. Gimaret ve J. J. Houban tarafından da kabul edilerek söz konusu eserin ikinci cildi İbn Metteveyh'e nisbet edilerek yayımlanmıştır (Beyrut 1986). Kadı Abdülcebbâr'ın kelâma dair ayrıca Ebû Ali ile Ebû Hâşim arasındaki ihtilafları ele alan el-Hilaf beyne'ş-Şeyhayn, Eş'ârî'nin el-Luma' adlı eserine eleştiri olarak kaleme alınmış bulunan Nakzu'l-Lüma', hırıstiyanlara karşı reddiye olarak yazılmış bulunan Reddü'n-Nasârâ, Cahız ve Ebû Ali el-Esvârî' gibi “Bilginin zaruri olduğu” görüşünü savunanlara karşı yazılmış olan Kitabü't-Tabâi' ve'n-nakz ale'l-kailîn. 412 el-Cedel, el-Hilâf ve'l-vifak, el-Men' ve't-temânü, el-Hikme ve'l-hakîm adlı eserleri vardır.

Kadı Abdülcebbar, Mu'tezile'de kadılkudât unvanı alan tek kişi olup, kendisinden önceki Mu'tezilî alimlerin görüşlerini derlemiş, incelemiş ve içlerinden seçimler yaparak mezhebi sistematik hale getirmiştir. Tercihlerinde Ebû Hâşim el-Cübbâî'nin görüşleri ağır basmaktadır. O, yeni görüşlerden daha çok eklektik yaklaşımıyla dikkatleri çekmektedir. İtikadı meseleleri ele alırken önce karşıt görüşleri vermekte; Mecusilik, Berahime, Yahudilik ve Hıristiyanlığa atıflarda bulunmakta, İslâm mezhepleri içinde Haşviyye, Cehmiyye, Sıfatiyye, Mürcie, Mücbire gibi adlarla muhaliflerin görüşlerini ortaya koymakta, zaman zaman dayandıkları delilleri zikrederek tenkitlerde bulunmakta, Mu'tezile'nin görüşlerine temel teşkil eden aklî ve naklî delilleri sıralayarak üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmaktadır. Daha sonra ise mezhep içindeki görüş ayrılıklarına yer vermekte, Mu'tezile'ye ait belli başlı görüşleri zikrettikten sonra tercih ettiği görüşün doğruluğunu ispat etmeye gayret etmektedir. Cedelden hoşlanan biri olduğu için eserlerinde kelâmı meseleleri tartışırken zaman zaman esas konunun dışına çıkarak gereksiz yere tartışmayı uzattığı görülmektedir. Hocası Ebû Abdullah el-Basrî'nin vefatından sonra onun yerine geçmiş olup Mu'tezilî çizgiyi sürdüren son temsilcilerdendir. Ondan sonra gelen Mu'tezilî alimlerde Zeydî veya İmamı kimlik daha ağır basmaktadır. 413


b. Fıkıh

Kadı Abdülcebbâr, kadı'l-kudat ünvanını fıkıhtaki bilgi ve hizmeti ile almıştır. Mu'tezililer genelde fıkıhta Hanefî oldukları halde o Şafiî'dir. Onun Şafiî mezhebine çocukluğundan itibaren mi mensup olduğu, yoksa hocası Ebû Abdullah el-Basrî'nin telkinleriyle mi geçtiği açık değildir. Başlangıçta Eş'ârî olduğu iddiaları göz önünde bulundurulursa çocukluktan itibaren Şafiî olması güçlü ihtimaldir. Fıkıhta mütekellimîn usûlü denilen metodu kullanırdı. 414 Kadı Abdülcebbâr, usûl-i fıkha dair el-Umed ve en-Nihaye fî usuli'l-fıkh adlı eserleri yazmıştır. Ayrıca Kitabü'l-İ'timad ve Kitabü'l-îçtihad adlı eserleri vardır. Öğrencilerinden Ebü'l-Hüseyin el-Basrî (ö. 436/1044) el-Umed'i, el-Mu'temed adıyla şerhetmiştir. Kadı Abdülcebbâr, Büveyhîler döneminde uzun bir zaman Rey bölgesinin genel kadılığını yapmıştır. 415


c. Tefsir

Kadı Abdülcebbâr'ın güçlü olduğu alanlardan biri de tefsir ilmidir. Kaynaklar, onun bugün mevcut olmayan yüz ciltlik el-Muhît adlı bir tefsirinin bulunduğunu bildirmekte ve Suyûtî bu eseri gördüğünü kaydetmektedir. 416 Ayrıca Müteşabihü'l-Kur'an ve Tenzihü'l-Kur'an ani'l-metâin adlı eserleri neşredilmiştir. O, Müteşabihü'l-Kur'an'da Mu'tezile'nin ilkeleri ışığında müteşabih ayetlerin tevilini yapar. Dil ve gramer kaidelerinden hareketle ayetler arasındaki anlam ilişkisine dikkat çeker, muhkem ayetler ve usul-i hamse ışığında müteşabih ayetleri tevil eder. Müteşâbihü'l-Kur'an, Dr. Muhammed Zerzûr tarafından 1969'da Kahire'de yayınlanmıştır. Tenzihü'l-Kur'an ise, Kur'an-ı Kerim'deki bütün sureleri tertip sırasına göre ele almakta fakat bütün ayetleri değil, tercih ettiklerini tefsir etmektedir. Kur'an'a dil kuralları ve mâna yönünden yöneltilen eleştirileri cevaplamaktadır. İlk olarak 1329'da Kahire'de, ikinci olarak da Beyrut'ta neşredilmiştir. Tefsire dair diğer bir eseri de hocası Ebû Ali el-Cübbâî'nin tefsirinin mukaddimesinden bol miktarda nakillerde bulunduğu İ'cazü'l-Kur'an olup, el-Muğnî'nin XVI. cildini oluşturmaktadır. Kaynaklarda ayrıca Âdâbü'l-Kur'an adlı bir eserinin bulunduğu kaydedilmektedir. 417


d. Hadis

O, Ebü'l-Hasan Ali b. İbrahim el-Kattânî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Cafer b. Faris el-İsfehanî, Abdurrahman b. Hamdan el-Cellâb, Ebû Abdullah Zübeyr b. Abdülvanid el-Esedâbâdî ve Muhammed b. Abdullah er-Râmehürmüzî (ö. 360/971) gibi hocalardan hadis okumuştur. 418 Hadisle ilgili olarak Emalî diye bilinen Nazmü'l-fevaid ve takribü'l-murad li'r-râid adlı eseri bulunmaktadır.

Kadı Abdülcebbâr'ın bu ilimler dışında ilgilendiği daha başka ilim dalları ve isimlerini verdiğimiz eserler dışında daha birçok eseri bulunmakta olup, 419 Eş'ârî mezhebi yaygınlaştıktan sonra bunların çoğu çeşitli nedenlerle ortadan kaybolmuştur. 420

3. Mu'tezile İçindeki Yeri ve Etkileri

Kadı Abdülcebbâr, Mu'tezile'nin onbirinci tabakasında yer alan önemli kişilerden biridir. Döneminde Basra ekolünün lideri ve en önemli temsilcisi olmuştur. O, devlet adamları üzerinde etkili bir bürokrat olarak gücünü, Mu'tezile'ye destek için kullanırken, yetiştirdiği öğrenciler ve yazdığı eserlerle de Mu'tezilî düşüncenin gelecek nesillere intikalini sağlamaya çalışmıştır.

Kadı Abdülcebbâr öncesinde, Mu'tezile etkin fakat sistematik halde değildi. O, kendisinden önceki Mutezilî alimlerin birikimlerinden yararlanmış, ortaya koydukları farklı görüşleri derleyip tasnif etmiş, bu görüşlerin bazılarını kabul edip bazılarını reddetmek ve Mu'tezile'ye yöneltilen eleştirileri göz önünde bulundurarak ona yeni bir şekil vermek suretiyle mezhebe sistematik bir hüviyet kazandırmıştır. Onun bu çalışmaları sayesinde Mu'tezile'nin temel fikirleri günümüze ulaşmıştır.

Bu hizmetleri sebebiyle o Mu'tezile'de, Bakıllânî'nin Eş'ârîyye'deki ve Ebü'1-Muîn en-Nesefî (ö. 508/1115)'nin Matüridiyye'deki konumundadır. Kadı Abdülcebbâr Mu'tezile mezhebine bu hizmetleri yanında, Mu'tezile muhalifleri ile ve bilhassa bu konuda en güçlü rakip durumunda olan Eş'ârîlerle hesaplaşır ve Mu'tezile'yi onlara karşı savunur. Yunan felsefesine ve Aristo mantığına eleştirilerde bulunur. 421 Mezhep içindeki çalışmaları göz önüne getirildiğinde o, yeni ve orijinal görüşlere sahip biri olmaktan daha çok, eklektik yaklaşımı ile öne çıkar. 422 Onun bu özelliğinin Mu'tezile'yi de aşar nitelikte olduğu söylenebilir. Nitekim mezhep içindeki tercihleri, özellikle de fıkhî konulardaki görüş ve yaklaşımları incelendiğinde Ehl-i Sünnet'in yorumlarına uzak olmayan tevillerde bulunduğu görülmektedir.

Kadı Abdülcebbâr'ın Mu'tezile açısından önemli bir yönü de mezhebe ait bilgi ve görüşleri kayda geçmiş olması ve bu kayıtların saklanarak günümüze kadar gelmiş olmasıdır. Bugün onun eserleri Mu'tezile'ye ait arşiv belgeleri gibi elimizin altında durmaktadır. Bu eserler önemlidir; çünkü kendi kaderini Abbasîlerin kaderine bağlı kılan Mu'tezile, Abbasîlerin yıkılışı ile rakiplerinin saldırılarına maruz kalmış, bir grup olarak temsili zorlaşmış, mezhebe dair eserler imha edilmiş ve ancak gözden uzak yerlerde bireysel olarak temsil edilebilmiştir. Rakipleri, onları önce istedikleri gibi tavsif etmeye sonra da bu tavsiflere göre itham etmeye başlamışlardı. Nitekim Kadı Abdülcebbâr'ın eserleri neşredilmeden önce Mu'tezile'nin, sünnî çevrelerde daha çok Ebü'l-Hasan el-Eş'ârî, Abdülkahir el-Bağdâdî ve Şehristânî gibi muhaliflerinin eserlerinden tanındığını görüyoruz. Halbuki bu kişilerin , Mu'tezile hakkındaki bilgileri çoğu zaman sübjektif unsurlar taşımaktaydı. Kadı Abdülcebbâr yazdığı eserlerle hem Mu'tezile'nin görüşlerinin bizzat kendi ifadelerinden öğrenilmesini sağlamış hem de bu görüşlerin günümüze kadar gelmesini temin etmiştir.

Kadı Abdülcebbâr tefsir, hadis, kelâm, fıkıh ve dinler tarihi gibi ilimlerle meşgul olmuş geniş ufuklu, kültürlü ve çok yönlü biri olarak da Mu'tezilî düşüncenin yaşatılmasında önemli bir yere sahiptir. Özellikle de kelâm ilminde temayüz etmiş olup Mu'tezile'nin itikadı konulardaki görüşlerinin olgunlaşmasında büyük katkıları olmuştur. Onun dinî konulara daha geniş açıdan bakmasında, başlangıçta Eş'ârî iken daha sonra Mu'tezile'ye geçmiş olmasının etkisi söz konusu olabilir. Nitekim Hâkim el-Cüşemî, onun ilmî hayatına Eş'ârî mezhebine göre usûl ve Şafiî mezhebine göre furû okuyarak başladığını, Şafiî fakihi olduğunu, bir usul kitabı olan el-Umed'i telif ettiğini, müstakil düşünmeye başlayıp ilim meclislerinde tartışmalar yapacak düzeye gelince Eş'ârîlîği terk ederek Mu'tezile'ye yöneldiğini kaydetmekte, başlangıçta fıkıhla ilgilenirken sonra kelâmı tercih ederek ona yönelmesini fıkıhta dünyalık taleplerin ağır basmasına karşılık kelâm ilminde Allah rızasının gözetildiğini görmesine bağlamaktadır. 423 O, onuncu tabakada zikredilen Mu'tezilîlerden olan Ebû İshak b. Ayyâş'tan bir müddet kelâm dersi aldıktan sonra Bağdat'a giderek orada Ebû Abdullah el-Basrî'nin derslerine katılmış, kısa zamanda akranlarını geride bırakarak zamanının en önemli kişisi haline gelip Mu'tezile'nin şeyhi ve imamı olarak şöhret bulmuştur. 424 Uzun ömrü boyunca tedris ve teliften hiç uzak kalmamıştır. O, kelâma dair eserleri yanında el-Muhît, Tenzihü'l-Kur'an ani'l-metain ve Müteşabihü'l-Kur'an gibi tefsire, Nazmü'l-fevaid ve takribü'l-murad li'r-raid gibi hadise ve el-Umed gibi fıkıh usulüne dair eserleri ile de etkili olmuştur.

Kadı Abdülcebbâr'ın düşünce yapısı üzerinde asıl etkili olanlar Ebû Ali el-Cübbâî ve Ebû Hâşim el-Cübbâî olup, hocaları kendisi ile bunlar arasında köprü vazifesi görmüşler ve onların görüşlerini Kadı Abdülcebbâr'a aktarma görevi yapmışlardır. Zira kelâm hocalarının her ikisi de Ebû Hâşim el-Cübbâî'nin öğrencileridir Nitekim onun eserlerinde atıflar hocaları yerine çoğunlukla Cübbâîlere yapılmaktadır. Kadı Abdülcebbâr, hocası Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali el-Basrî'nin vefatı üzerine onun yerine geçmiş ve Basra Mutezilîlerinin önderi olmuştur. Görüşleri mezhep mensupları nezdinde muteber, hatta dinî konularda görüşlerine ençok itibar edilen ve en yetkili kabul edilen kişi (hüccet) sayılırdı. Zaman zaman eleştirileri de olmakla beraber çok kere Mu'tezilî alimleri savunmaya çalışmıştır. Zehebî ve Sübkî (ö. 756/1355) onun “Gâlî” olduğuna dair bir habere yer verirlerse, 425 de bu, Mu'tezile'ye aşırı derecede bağlı biri oluşu ve mezhep mensuplarını savunması sebebiyle ona yakıştırılmış bir sıfattır. Geniş kültürüne ve uzlaşmacı yapısına rağmen o, katıksız Mu'tezilî çizgiyi ve kimliği muhafaza eden Mu'tezilîlerin sonuncularından olup, ondan sonra gelen Mu'tezilî kişilerde Zeydî veya İmamî kimlik öne çıkmaktadır. 426 Bu durumu onun öğrencilerinde bile gözlemlemek mümkündür.

Kadı Abdülcebbâr, İslâm tarihinde ortaya çıkan siyasî ve fikrî ihtilaflar hakkında özgün ve mutedil sayılabilecek görüşler serdetmiştir. Örneğin Ebû Ali el-Cübbâî'nin, İslâm ümmeti arasında ortaya çıkan ilk ihtilafın Hz. Osman'ın son döneminde ortaya çıkan ihtilaf olduğunu söylediğini kaydettikten sonra kendisi de bu görüşü paylaşır ve Beni Sakîfe dahil bundan önceki ihtilafların fıkhi meselelerle ilgili olduğunu, dolayısıyla bunlarda isabet etmenin de yanılmanın da caiz olduğunu, sonuncunun ise adaletle ilgili bir problem olduğunu belirtir. Hz. Osman'ın Velid b. Ukbe, Abdullah b. Sa'd b. Ebî Sarh gibi haksız işlemler yapan kişileri vali tayin ettiğini kaydeder ve halifenin kendisinin bu işlemlerden habersiz olduğunu söyler. Sahabe içinden bir topluluğun bu haksız işlemleri dile getirip önüne geçilmesini istediğini fakat Hz. Osman'ın, hüsn-i zannı sebebiyle bu söylenenleri kabul etmediğini, bunun sonucunda kapısında haksızlığa uğrayanların sayısının arttığını bildirir. Muhalefet cephesinin önce halifeden haksızlıkların önlenmesini istediklerini, bunu başaramadığını görünce de görevi bırakmasını (hal') talep ettiklerini, bu talepleri yerine gelmeyince de Cemel ve Sıffin savaşları, hakem olayı, Haricî isyanları ve İbn Sebe' olayının zuhur ettiğini kaydeder. 427

Öte yandan Kadı Abdülcebbâr'a göre Mu'tezile'de ortaya çıkan ilk esas, mümin-kafir tartışmaları dolayısıyla “El-menzile beynel-menzileteyn” prensibidir. Bundan sonra tevhîd tartışmaları ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla çıkış itibariyle tevhid esası adaletten önce gelir. O, bu çerçevede diğerlerinin “Adl ve tevhîd” şeklindeki isimlendirmelerinin aksine, tevhîd ve adl şeklinde isimlendirmede bulunur. Kadı Abdülcebbâr'ın Şerhü'l-Usûli'l-hamse adlı eserini neşre hazırlayan Abdülkerim Osman, onun bu değerlendirmesine itiraz ederek, kader görüşünün Gaylân'dan Vasıl'a geçtiğini, hatta bu konunun Resûlüllah devrinde bile yaygın olduğunu, Efendimize bu yönde sorular sorulduğunu, Ebû Bekir ve Ömer dönemlerinde de aynı durumun devam ettiğini, dolayısıyla adalet ilkesinin tevhîdden öncelikli olduğunu savunur. 428 Ebû Ali el-Cübbâî'nin, kader tartışmalarının ve cebir görüşünün Muaviye zamanında ortaya çıktığını bildiren görüşünü naklederek şöyle der: Muaviye görevi zorla alınca, insanlar onun emrine uymadılar. Bunun üzerine insanlara baskı yapmaya başladı ve kendi yaptıklarını Allah'a mal ederek şöyle dedi: “Eğer Allah beni bu işe layık görmeseydi, bu makama getirmezdi. Öte yandan bulunduğum hali (yaptığım işleri) kötü görseydi buna müdahale ederdi.” O, cebir görüşüne dayanarak kendi fiillerini Allah'a nisbet etmeye, “Allah'ın yaptıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?” demeye başladı. O, ancak bu şekilde yanlış politikalarını savunabildi. 429

Kadı Abdülcebbâr'a göre Mu'tezile'nin doğmasına neden olan ilk tartışma Vasıl b. Atâ ile Amr b. Ubeyd arasında çıkmış ve bunun üzerine Amr, Hasan'ın meclisini terk ederek bu adı almıştır. 430 Kadı, kendilerine Mu'tezile adının verilmesini de olumlu karşılar ve bu kelimenin Kur'an'da “Batıldan uzaklaşma” anlamına kullanıldığını, dolayısıyla medih ifade ettiğini söyler, bu adı almanın güzel bir şey olduğunu savunur. 431

Bazı araştırıcılara göre, Kadı Abdülcebbâr'ın geniş kültürü, mutedil yaklaşımı ve müsamahalı tutumu Mu'tezile'yi Sünnilîğe yaklaştırmış ve ortodoks bir muhtevaya kavuşturmuş; bazılarına göre ise onun bu tutumunu mezhebin Şia ile bütünleşmesine katkıda bulunmuştur. Mu'tezile ile Şia arasındaki yakınlık daha önceden Bağdat Mu'tezilîleri ile sağlanmıştı. Büveyhîler döneminde Kadı Abdüîcebbâr'ın da bu yakınlığa katkıda bulunduğu söylenebilir. Ancak Şia ile Mu'tezile arasındaki esas fikrî yakınlık Kadı'nın öğrencilerinden Şerif el-Murtaza, Ebû Cafer en-Nasr, Ebü'l-Hasan ed-Dâî tarafından İmamiyye içinde; İbn Metteveyh, Müeyyed Billah (ö. 1054/1644) Ebü'l-Kasım el-Büstî, Ahmed b. Hüseyin el-Âmilî vasıtasıyla da Zeydiyye içinde tesis edilmiştir. Usûlü'l-akîde beyne'l-Mu'tezile ve'l-İmamiyye başlıklı çalışmasında (Katar 1992) bu ilişkileri tahlil eden Aişe Yusuf el-Mennâî'nin tespitlerine göre İmamiyye bilhassa tevhîd ve adalet konularında, Zeydiyye ise İmamet meselesi dışında usûlü'l-hamsenin tümünde Mu'tezile'nin etkisi altına girmiştir.

Kadı Abdülcebbar, uzun süre yürüttüğü kadılık görevi ve yazdığı eserler dolayısıyla olumlu ve olumsuz birçok tepkiye hedef olmuştur. Bu nedenle de ilk dönemden itibaren reddiyelere ve araştırmalara konu olmuştur. İlk reddiyeyi öğrencilerinden Şerif el-Murtaza imamet konusundaki görüşleri için yazmıştır. O, bu konudaki eleştirilerini dile getirmek üzere kaleme aldığı eserine Kitabü'ş-Şâfî fi'l-imame adını vermiştir İkinci reddiye ise el-Muhit bi't-teklîf isimli eserine Cafer b. Ahmed (ö. 573/1177) tarafından yazılan en-Nakz ala sahibi'l-Muhît isimli eserdir. Son dönemde onun görüşlerini ortaya koymak üzere Doğu ve Batı dillerinde birçok çalışma yapılmıştır. Bunlardan biri kelâmı görüşlerini incelemek üzere Abdülkerim Osman tarafından yapılan Nazariyetü't-teklîf adlı doktora çalışmasıdır. Diğer bir çalışma Abdüssettar er-Râvi’nin el-Akl ve'l-hürriyye: Dırase fî fikri'l-Kadı Abdi'l-Cebbar el-Mu'tezilî (Beyrut 1980) adlı eseridir. Bir üçüncü çalışma da Abdülfettah Lâşîn tarafından yapılan Belağatü'l-Kur'an fî âsari'l-Kadî Abdülcebbar ve eseruhu fî dıraseti'l-belâğa (Kahire 1978) adlı incelemedir. Batı dillerinde de Kadı Abdülcebbâr'la ilgili birçok eser yayınlanmıştır. Örneğin George Hourani'nin İslâmic Rationalism: The Ethics of Abd al- Jabbar (Oxford 1971) adlı eseri, Guy Monnot, Penseurs Musulmans et Religions İranniennes: Abd al-Jabbar et ses devanciers (Paris 1974) adlı eseri, Jan R. T. M. Peters'ın God's Created Speech: A Study in Speculative teology of the Mu'tazili QAdl'l-Qudat Abu'l-Hasan Abd al-Jabbar b. Ahmad al-Hamadanî (Leiden 1976) adlı eseri, M. Bernard'ın Le Probleme de la connaissance d'apres le Muğnî du QAdl Abd al Ğabbar (Algiers 1982) konulu çalışma bunlardan bazılarıdır. Kadı Abdülcebbar üzerine Türkiye'de yapılan çalışmaların bazıları da şunlardır: Metin Bozkuş, Kadı Abdülcebbar ve Tefsiri Tenzihü'l-Kur'an ani'l-metain Adlı Eserinin Tahlili (Yüksek Lisans Tezi, E. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü 1990), Mustafa Sabri Ak, Kadı Abdülcebbâr ve Mu'tezile Tefsirindeki Yeri (Yüksek lisans tezi S. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü 1992), M. Fatih Özerol, Son Devir Mu'tezile Kelamcısı Kadı Abdülcebbâr'a Göre Allah'ın Sıfatları (U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1993), Orhan Şener Koloğlu, Kadı Abdülcebbâr'da Adalet Anlayışı (Yüksek lisans tezi, U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000). 432




Yüklə 1,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə