“Kur’an Ve Tarihselcilik”
Üzerine Bir Değerlendirme
179
tirmesi ve “tasım yöntemi” ni keşfiyle mantık ilminin temellerini atma
çabası sonraki dönemlerde de etkilerini sürdürmüştür.
Bir çağa ilişkin tek bir tarih görüşünden söz etmenin imkansızlığını
vurgulayan Kotan, Antik Çağ’da ön plana çıkan üç ayrı tarih yakla-
şımına değinir: Buna göre birinci sırada, tarihin yapıcısının mitolo-
jik tanrılar olduğu inancını savunan ve insanın tarihteki rolünü de
tanrıların eylemlerine aracı ve konu olmasıyla özdeşleştiren yaklaşım
yer alır. İkincisi, Yunan tarih görüşü olarak söz edilmesinin yerinde
olduğu İ.Ö. 5. yüzyıl düşünce hareketi olan Grek Aydınlanmasıdır.
Bu görüşte tarihin yapıcısı insandır ve konusu da onun eylemleridir.
Son olarak, Grek Aydınlanma’sının insanı tarih yapıcısı görmekle bir-
likte onun tutsağı kabul eden görüşünün yerine,
kosmosun uyumlu
ve akıllı unsuru olan tarih yapıcısı insandan bahsedilir. Bu noktada,
tözcü bir metafizik kuramına dayanıldığı için tarihselci bir bakış açı-
sına yer yoktur. (s.59-61) Herodotos’un tarihçiliği üzerine yaptığı bir
mütalaanın ardından yazar, Batı’nın seküler Grek Aydınlanması’na
duyduğu sempati nedeniyle, Herodotos’u,
kendi tarzında dizayn ettiği
seküler bir figüre
dönüştürdüğü yönünde bir tesbitte bulunur.(s.64)
Aristotles sonrası dönemde, özgün bir felsefî etkinliğe rastlanmadığı-
nı belirten Kotan, eskiye nazaran felsefenin teoriden çok, insanın mut-
luluğu, erdem, ahlak ve bunlara ulaşma yollarını konu edinen pratik
bir görüntü arzettiğini söyler. Metafiziğe olan ilginin azaldığı, din, ge-
lenek- görenek gibi kavramların bağlayıcılığını yitirdiği bu ortamın bir
sonucu olarak, felsefe dinin karşıtı bir noktada konumlanmıştır. Hel-
lenizm idealinin uygulamaya koyulması sürecinde, Doğu mistizmiyle
girilen etkileşim, dinin yeniden ilgi odağı olmasına neden olmuştur ki,
bu yönelim sonuç olarak, Batı’nın “philosophia” yı bırakıp, “teosophia”
yı benimsemesi ve Hıristiyanlığın bin yıl boyunca felsefe üzerinde ku-
racağı hakimiyetle neticelenmiştir.(s.68) Büyük İskender’in fetihlerinin
bir sonucu olarak, bütün etnik unsurlarıyla tek bir tarihin paylaşıldığı
ve böylece evrensel tarih tasarımının söz konusu olduğu bir vasatta,
tarih yazımında artık görgü tanıklığı yazımından, - geçmiş tarihçilerin
eserlerinden yararlanılarak- “derleme yöntemi” ne geçilir. Tarihsel dü-
şünce geleneğinin Roma’nın eline geçtiği bu dönemde, “historia”, ar-
tık bir soruşturma türü anlamında değil, tarihin modern anlamında
kullanılır olmuştur. (s.70) Pagan dini ve Yahudilik dahil olmak üzere
her türlü dinî oluşumun rağbet gördüğü Aristotales sonrası bu döne-
min, Hıristiyanlığın yayılması ve evrensel bir imparatorluğa dönüşme-
sinde, -Hıristiyanlığın Hellenistik yapılanması denilebilecek- Pavlusçu
temeller üzerine inşasının ve Kilise Babaları’nın devlete ve felsefecilere
karşı kullandığı Patristik Felsefe’nin önemli etkilerine değinen yazar,
bu felsefenin temsilcisi olarak St. Augustine (353-396)’i zikreder. İlk
tarih filozofu ve tarih felsefecisi olarak kabul edilen Augustine’le, dön-