84
Y
akın
D
oğu
Ü
nİversİtesİ
İ
lahİYat
F
akÜltesİ
D
ergİsİ
Henüz İslam’a yeni girmiş bir toplumun sübutu ve delaletini bil-
medikleri kavramların kendileri için bir anlam ifade etmeyeceğinde
şüphe yoktur. O günkü kabileler tarafından cizye vergisi ve antlaş-
malarının bilinmiyor olması da imkânsızdır. Bu
sebeple cahiliyede bir
savaş ananesi olan cizye, müminlerin galip geldiği düşmanlarından
cizye almaları formuyla kendi çağının kültüründen bağımsız olmayan
Kur’ân’da da teşekkül etmiştir. Ancak İslam öncesi dönemde savaşın
neticesinde galip tarafla mağlup olanların yaptıkları zimmet antlaş-
ması sonucu alınan bu vergiyi Kur’ân, galip gelen Müslüman toplum-
ların mağlup olan gayri Müslimlerden, yani bir inanç kitlesinin diğer
inanç kitlelerinden alması gereken vergiye dönüştürmüştür. Cahiliye
döneminde bir kabilenin yahut bir devletin diğer devlet yahut kabileyi
zayıf düşürüp tebaa haline getirme ve haraca bağlama politikası olan
bu usul, Kur’ân’da Müslümanların Allah adına savaşma, maddî ve
manevî (ganimet ve cennet) kazanç sağlama ve hâkimiyet elde etme (ya
İslam olma ya cizye verme) ide ve teamülüne bürünmüştür. Aslında
Kur’ân’ın, Allah adı ve cennet için farklı dinden olan insanlarla “cizye”
verinceye yahut “İslam” oluncaya kadar savaşma ve onları öldürme
ve küçük düşürme talepleri tamamen o günkü kabilevî toplumların
tasavvur ve teamülleriyle alakalıdır. Câhız’ın özellikle de Arapların ciz-
ye ödeyerek küçük düşürülmekten korktuklarına dair ifadeleri
171
de
“küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar sava-
şın” ayetinin onların tasavvur ve teamülleriyle ilişkisini daha da ma-
nidar kılmaktadır. Çünkü cahiliye döneminde baskınlarda bir kabile
ya teslim olup galip kabileye katılır yahut cizye verir, küçük düşer,
bağımsız kalırdı. O bakımdan nass indiği ortamla diyalektik ilişkiden
ve kültürel etkileşimlerden uzak kalmamıştır. Ancak bir yandan ka-
bileler arası savaş teamülü (ya teslimiyet ya cizye) Kur’ân’da teşekkül
ederken, diğer yandan haksız yere insan öldürmenin bütün insanları
öldürmek, bir insanı hayata tutundurmanın bütün insanları hayata
kavuşturma mesabesinde olduğu bildirilmekle,
172
her çağa taşınabile-
cek daha evrensel ölçekli bir dönüşüm gerçekleştirilmiştir.
Dolayısıyla kendi çağının savaş kültürü ve teamülleri çerçevesin-
de nazil olan Kur’ân’ın, o dönemde var olan sisteme özgü niteliklere
sahip olduğu, Kur’ânî çözümlerin eski Arap toplumunda mevcut olan
tutumları resmettiği,
173
onların bakış açılarını ve teamüllerini de dik-
kate aldığı, kullandığı iletişim mekanizmalarının (terimler ve imajlar)
o muhatap kitleyi yansıttığı
174
görülür. Ne var ki Kur’ân’ın tüm ifade-
lerini tarih üstü evrensel bir metin olarak algılayan Müslümanların,
171 Câhız,
er-Resâilu’s-Siyâsiyye, s. 48, 509; Câhız,
Resâilu’l-Câhız, c. I, s. 69-70; c. III, s.
216.
172 Mâide, 5/32.
173 Amine Vedûd-Muhsin,
Kur’ân ve Kadın, (Çev. Nazife Şişman), İz Yayıncılık, 1997
, s. 150.
174 Amine Vedûd,
a.g.e., s. 101.