İÜhf 2014-2015 ÖĞretim yili genel kamu hukuku telafi sinavi (Çift Numaralı Öğrenciler) 08/09/2015 Cevap Anahtarı



Yüklə 49 Kb.
tarix26.09.2018
ölçüsü49 Kb.
#70506

İÜHF 2014-2015 ÖĞRETİM YILI

GENEL KAMU HUKUKU TELAFİ SINAVI

(Çift Numaralı Öğrenciler)

08/09/2015

Cevap Anahtarı
1 (40 Puan). Eski (Klasik) Yunan uygarlığını oluşturan Yunan yarımadasındaki çok sayıda siteden (polis) birisi de Atina’ydı. Bu dönemde birey site içerisinde erimekte ve bunun dışında anlamını yitirmekteydi. Siteler gerek toplumsal yapıları gerekse yönetim biçimleri bakımından birbirinden oldukça farklı özellikler gösterebilmekteydi. Atina sitesi M. Ö. 8. Yüzyıl öncesinde Krallık ile yönetilmekteydi. Bu dönemde, sonrasıyla karşılaştırıldığında henüz ticarete dayalı ekonomik canlılık büyük boyutlara ulaşmamaktaydı. Ancak 8. Yüzyılla birlikte İyonya’dan başlayarak deniz ticaretine konu olan şarap ve zeytinyağı gibi ürünlerin denize kıyısı olan yerlerde üretilmeye başlanması, ticaretin gelişmesiyle birlikte ekonomik canlanmayı beraberinde getirdi (5 puan).

Ekonominin canlanması Krallık yönetiminin sonunu getiren bir soylu sınıfın oluşmasına neden oldu. Ticaret yoluyla öncekine oranla daha fazla kazanç sağlayan ve borçlandırma yoluyla küçük çiftçilerin topraklarına sahip olarak bunları zorla çalışmaya tabi tutarak sonraki aşamada köleleştiren büyük toprak sahibi soylular kendi yönetimlerini oluşturdu (aristokrasi/oligarşi). Bunlar savaşta atlı birlikleri oluşturma ayrıcalığına da sahipti. Soyluların yönetimiyle birlikte Atina’da dört toplumsal sınıf oluştu: 1) Büyük toprak sahipleri (eupatrid); 2) Ticaret ve zanaatla uğraşıp, bu yolla zenginleşen kentli orta sınıf (demiurgoi); 3) Küçük toprak sahibi yoksul köylüler (georgoi); 4) Toprağı veya belirli bir işi olmayan kentliler (thetes). Bunlar Atina yurttaşlarıydı. Genellikle ticaret ve zanaatla uğraşan yabancılar (metoikos) ve köleler yurttaştan sayılmazdı (5 Puan).

Atina sitesinin demokratikleşme sürecindeki reformlar yukarıda sayılan sınıflar arasındaki çatışmalardan doğdu. İlk aşamada ticaret ve zanaatla zenginleşen ve atlı birliklere katılamasa da ağır piyade olarak silahlanabilen kentli orta sınıf büyük toprak soylularıyla mücadele içerisine girdi. Mücadelede kentli orta sınıf, küçük toprak sahipleri ve diğerlerinin de desteğini sağlamaktaydı. Demokratikleşme sürecindeki ilk adım sınıf çatışmaları üzerine soyluların yine bir soylu olan Drakon’a hazırlattığı yasalar oldu (624). Yazılı olmayan kabile hukukunu yazılı ceza yasaları haline getiren bu reformla yargı kararlarının yayımlanması, kuralların herkes için geçerli olması, borç köleliğinin kaldırılması ve kişilerin yasal güvencelerle korunması, dörtyüzler meclisi ve halk mahkemelerinin kuruluşu ve sınıflar arasında evlilik yasağının kaldırılması gibi hususlar düzenlendi (15 Puan).

Sınıf çatışmalarının devam etmesi üzerine daha geniş tabanlı bir toplumsal uzlaşı ile Solon’a yetki verildi (594). Bu reformda da borç köleliğinin kaldırılması ve kişilerin yasal güvencelere sahip olması, dörtyüzler meclisi ve halk mahkemelerinin oluşumuna ilişkin düzenlemeler yer almaktaydı. Bu reformda yurttaşlar servet dilimlerine göre kategorize edilerek verecekleri vergiye göre siyasal haklara sahip oldu. Demokratikleşme sürecinin kesintiye uğradığı Tiranlık döneminin ardından Kleisthenes iktidarı eline aldı (507). Kleisthenes kendi dönemine kadar geçerli olan soyluluğa dayalı kabile örgütlenmesi yerine coğrafi ayrımlara dayalı yeni bir toplumsal yapı oluşturdu. Dörtyüzler meclisi de beşyüzler meclisine dönüştürüldü. Pers savaşlarında kazanılan zafer sonrasında Atina’da Perikles reformlarıyla demokrasi yerleşti. Bu dönemde toprak reformu yoluyla topraksız kesimler kolonilerde toprak sahibi oldu. Alt sınıflara kapalı olan devlet görevleri halka açıldı (15 Puan).



2 (30 Puan). Mustafa Kemal Atatürk’e ait ifadeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924 tarihli anayasasında yasama ve yürütme yetkisinin egemenliğin sahibi milletin temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisi’nde birleşmesinin gerekçesini açıklamaktadır. Meclis hükümeti sistemi de denilen bu sistemde kuvvetler ayrılığındaki gibi yasama ve yürütme yetkisi iki ayrı organa verilmemektedir. Öyle ki uygulamada yargı yetkisinin dahi Meclis tarafından kullanılması söz konusu olabilmektedir (10 Puan).

Meclis hükümeti sisteminin kuramsal dayanağını oluşturan en önemli düşünürlerden birisi Jean-Jacques Rousseau’dur. Rousseau’ya göre egemenlik halka (millete) aittir. Ancak burada tek tek bireylerden oluşan bir topluluktan çok genel irade kavramıyla soyutluk kazanan bir bütün kastedilmektedir. Buna göre genel iradenin ifade edilmesinde, kullanılan oyların sayısından çok kamu yararına yönelmiş olmak belirleyici olmaktadır. Demokratik ulus devletin oluşmasında önemli bir aşama oluşturan Rousseau düşüncesinde egemenlik açıkça halka verilmiş ve halkın soyut olarak yeniden tanımlanmasıyla bizzat somut olarak toplumu oluşturan halka karşı dahi üstünlük kazanmıştır. Bu nedenle genel irade niceliksel bir hesaplamanın sonucu değildir. Bundan ayrı olarak ve hatta bazen buna rağmen varlık kazanmaktadır (10 Puan).



Genel irade kavramıyla belirlenmiş olan egemenlik mutlaktır, bölünemez ve devredilemez. 1924 Anayasası’ndaki düzenlemede de egemenliğin millette olduğu, halkın kendi kendisini yöneteceği açıkça belirtilmektedir. Bu nedenle bölünmez ve devredilemez olan egemenliğin verdiği yetkiler kullanılırken yasama ve yürütme yetkileri iki farklı organa verilmeyecektir. Milletin temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi genel iradenin somutlaştığı, yasama ve yürütme yetkilerinin millet adına kullanılabileceği yegane organ olarak kurulmuştur. Ancak Rousseau’ya göre genel irade yani egemenlik aynı zamanda temsil edilemezlik özelliğini de taşımaktadır. Bunun anlamı 1924 Anayasası’nda olduğu gibi milletvekilleri vasıtasıyla egemenliğin kullanılmasının mümkün olmamasıdır. Rousseau demokrasiden söz ederken, halkın yönetime doğrudan katıldığı ve yurttaşların bizzat oy vermesi ile genel iradenin somutlaştığı bir yönetim biçimi öngörmektedir. Halbuki alıntılanan metinde ve kanun metinlerinde açıkça milletin temsilcilerine yasama ve yürütme yetkisi verilmektedir. Bu farklılık Rousseau’nun demokrasiyi küçük devletlere uygun düşen ve aslında hiçbir zaman var olmayacak bir yönetim biçimi olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Ona göre demokrasi az sayıda olup, birbirini tanıyan ve sosyal statü ve servet bakımından aralarında denklik olan yurttaşlardan oluşan, küçük bir devlette mümkündür (10 Puan).

3 (30 Puan). Orta Çağ’dan Yeni Çağ’a geçişte, ekonomide önemli değişimler gerçekleşti. Orta Çağ’daki feodal toplum yapısında kapalı tarım ekonomisi mevcuttu. Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından meydana gelen merkezi otorite boşluğunun neden olduğu güvensiz ortamda kent yaşamı geriledi ve güvenli ticaret yollarına ihtiyaç duyan tüccarların sayısı oldukça azaldı. Merkezi iktidar bulunmadığı için toprak sahibi senyörler kendi topraklarında siyasal ve hukuksal yetkilere sahip oldu. Bu koşullarda üretim de ulus devletlere oranla çok daha küçük sayılabilecek feodal birimlerle sınırlı kaldı. Ekonomik, siyasal ve hukuksal ilişkiler toprak sahipliğine dayalı bu parçalanmış yapının ürünüydü. Üretim ilişkileri 11. Yüzyıldan itibaren dönüşmeye başladı. 13. Yüzyıldan itibarense Batı Avrupa’da siyasal ve hukuksal merkezileşme görülmeye başladı. Bundan sonraki dönemde ticaret merkezi haline gelen kentlerin gelişmesiyle, ticaretten elde ettikleri kazançla toprak sahibi soyluların karşısına çıkan yeni bir kentli sınıf oluşmaya başladı. Ticari ilişkilerin sürdürülebilmesi için gerekli güvenlik ortamının merkezi bir iktidar altında oluşturulabileceğini gören bu yeni sınıf merkezi Krallıkları destekledi. Krallar da feodal dönemin parçalı iktidar anlayışını sürdürme çabasındaki toprak soylularına karşı kentli sınıfın yeni oluşmakta olan bürokraside görev almasını sağlayarak gücünü pekiştirdi. Tüm bu gelişmelerin sonucunda sadece kendi içerisinde yeterli olacak biçimde üretim yapan kapalı tarım ekonomisinin yerini ticarete dayalı para ekonomisi aldı ve yeni üretim ilişkilerinin gereği olarak kentlilerin desteğini alan merkezi Krallıklar güçlendi. Merkezi iktidarın, kentlerin ve ticaretin gelişmesi birbirine paralel olarak gerçekleşti (15 Puan).

Orta Çağ’ın feodal toplumunda geçerli olan din Hristiyanlıktı. Yukarıda sözü edilen ekonomik, siyasal ve hukuksal ilişkiler içerisinde merkezi iktidarını kurmaya çalışan Kral ve feodal ilişkiler çerçevesinde sahip olduğu yetkileri korumaya çalışan toprak sahibi senyörlerin yanında Kilise de bir feodal güç odağı oluşturuyordu. Öyle ki Papa’ya bağlı olan Kilise teşkilatı önemli miktarda toprağı elinde tutmaktaydı. Böylece bir yandan Krallıkların üzerinde dünyevi iktidara sahip olmaya çalışan Papaların buna yönelik hamleleri diğer yandan geniş topraklara sahip olmak yoluyla elde edilen siyasal ve hukuksal yetkiler Katolik Hristiyanlık düşüncesinin Orta Çağ feodal toplumu bakımından belirleyiciliğini artırıyordu. 13. Yüzyıl sonrasında yaşanan gelişmeler ve yeni bir kentli sınıfın oluşması, eski dönemin düşünce dünyasının yeni dönemin üretim ilişkilerini anlamlandırmasını güçleştirdi. Dünyevi alanda, 16. Yüzyılın başında doruk noktasına ulaşan Rönesans ile Eski Yunan ve Roma düşüncesi canlandırıldı ve ticaretle zenginleşen kentli sınıfın talepleri doğrultusunda kültürel yaşam gelişme gösterdi. Ancak zenginleşen bu yeni sınıfın talepleri dünyevi alanda ve kültürel aktivitelerle sınırlı kalmadı. Reform bu koşullarda, feodal toplumun unsuru olarak o dönemin üretim ilişkilerini aşamayan Katolik Kilisesi karşısında yeni üretim ilişkilerine ayak uydurabilecek, Katolik öğretinin etrafından dolaşarak yeni döneme uygun yeni din kurallarını tartışmaya açabilecek bir öğretinin oluşturulabilmesi için doğrudan Kutsal Kitap’ın otoritesini vurgulama işlevini üstlendi. Yeni dönemde ticaret vardı. Ticaretle zenginleşen kentli sınıf mülkiyetini korumak ve daha fazlasını kazanmak istiyordu. Halbuki Orta Çağ’ın kapalı tarım ekonomisine göre oluşturulan dini öğreti kazanma ve kar etme hırsını ahlaka aykırı olumsuz özellikler olarak görmekteydi. Yeni Çağ’da ise ticari ilişkiler çerçevesinde sürekli daha fazlasını üretmek ve daha fazla kazanç sağlamak gerekiyordu. Feodal toplumda ticari ilişkilerin gerilemesiyle önemini yitiren para şimdi ekonominin en temel unsurunu oluşturuyordu. Sermaye sahiplerinin paradan para kazanabilmesi için Orta Çağ’da Kilise tarafından buyurulan faiz yasağının esnetilmesi gerekmekteydi. Calvin’den yapılan alıntıda bu somut örnek üzerinden Yeni Çağ’ın üretim ilişkilerine uygun dini kural üretildiği görülmektedir (15 Puan).
Yüklə 49 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə