1960-2000 Döneminde Türkiye’de Elit Zihniyeti (117-134)
127
ğini yapıyordu. Doğu ve Batı kültürünün
sembolleri, onun kafasında, bütün ürkütücü
yönleriyle, birbirlerine karışmadan durabili-
yordu. Turgut Efendi, yani istikbalin bu
meşhur şahsiyeti, işte böylece ilk kültürünü
Şarki İslam tesiriyle almış oluyordu. Turgut-
'un, yıllar sonra, edebiyat dersiyle başlayan
divan edebiyatı hayranlığının köklerini, ku-
lağına okunan bu Arapça sözlerde aramak
gerekir. Fakat o anda babası, nasıl ne dediği-
ni bilmeden konuşmuşsa, Turgut Özben de
ne dediğini bilmeden, bir Şarki Medeniyet
hayranlığı tutturmuştur yıllarca. Bilhassa bu
sözlerin kulağına söylenmiş olması; bu tarihi
şahsiyette, bütün kültürün ve hassaten Arap
kültürünün kulaktan dolma bir şekilde teza-
hürüne sebebiyet vermiştir (T. s. 56).
Doğu ve Batı kültürlerinin ezberci bir biçimde
bilinmesi ve öğrenilmesi; Batılılaşma süreci-
mizde çift yönlü olarak “yeni” olan Batının
yüzeysel bir biçimde algılanmasına ve “eski”
olan Doğunun da kulaktan dolma bir biçimde
öğrenilmesine neden olacaktır.
4.1.2. 1980-2000
Kara Kitap’ta K.B.A. tip Celal’dir. Gazeteci
olan Celal’in farklı konulardaki köşe yazıları
Doğu ve Batıyı nasıl algıladığını anlamamıza
yardımcı olur.
Kara Kitap’ta Celal, Bedii Usta’nın Evlatları
bölümünde Batılılaşma sürecimizin karakteris-
tiklerinden olan kıyafet değiştirme üzerinden
ortaya çıkan yabancılaşmaya değiniyor. Kıya-
fetler değişmiş ve Batılı olma çabası içindeki
insanlar için geleneksel insan tipleri uzak du-
rulması gereken birer örneğe dönüşmüştür.
Bedii Usta, mankenlerini Batılı tipler olarak
değil de Doğulu tipler olarak üretmektedir; ama
tarihin akışı Bedii Usta’nın mankenlerinin
aleyhinedir. Robert Kolej mezunu Orhan Pa-
muk’un eleştirel bir biçimde yaklaştığı bu konu
geleneksel olarak Batıcı aydınlarda görülmeyen
yeni bir duruma işaret etmektedir. 1980 sonra-
sında kültürel melezleşme ve postmodern dü-
şüncenin güçlenmesi aydınlar arasında gele-
neksel olanın önemine yapılan vurguyu arttır-
mıştır:
“Götürdüğü örnekleri … bütün o 'bonmarşe'
sahipleri, takım elbise, etek, kostüm, çorap,
palto, şapka satan bütün hazır giyimciler ve
vitrinciler tek tek geri çevirmişler onu. …
"Müşteri", demiş dükkâncılardan biri, "so-
kakta her gün onbinlercesini gördüğü o bı-
yıklı, çarpık bacaklı, kara kuru vatandaşlar-
dan birinin sırtındaki paltoyu değil, uzak ve
bilinmeyen bir diyardan gelen yeni ve 'güzel'
bir insanın giydiği ceketi sırtına geçirmek is-
ter ki, bu ceketle birlikte kendi de değiştiği-
ne, başka biri olabildiğine inanabilsin."…
Vitrinlerine bu "gerçek Türkleri, bu gerçek
vatandaşları" koyamayacağını açıklamış:
Türkler artık "Türk" değil, başka bir şey ol-
mak istiyorlarmış çünkü. Bu yüzden kılık kı-
yafet devrimini icat etmişler, sakallarını tıraş
etmişler, dillerini ve harflerini değiştirmişler,
daha veciz konuşmayı seven bir dükkân sa-
hibi, müşterilerinin bir elbiseyi değil, aslında
bir hayali satın aldıklarını açıklamış. O elbi-
seyi giyen "ötekiler" gibi olabilme hayaliy-
miş asıl satın almak istedikleri (K. s. 65).
Bedii Usta’nın oğlunun anlattığına göre; “Ba-
bası o yıllarda, bir milletin 'hayat tarzını,' tari-
hini, teknolojisini, kültürünü, sanat ve edebiya-
tını değiştirebileceğini anlarmış, ama jestlerini
değiştirebileceğine asla ihtimal vermezmiş (K.
s. 67)”.
Kara Kitap’ta Orhan Pamuk, Şehzade’nin Hi-
kayesi bölümünde insanlar için olduğu gibi
kavimler için de kendisi olarak kalabilmenin en
önemli şey olduğu tezini işler:
Şehzade Osman Celâlettin Efendi, bu toprak-
larda, bu lanetlenmiş topraklarda, insanın
kendisi olabilmesinin en önemli sorun oldu-
ğunu, bu sorun gereğince çözülmedikçe, he-
pimizin yıkıntıya, yenilgiye, köleliğe mah-
kûm olduğumuzu bilirdi. Kendisi olabilme-
nin bir yolunu bulamamış bütün kavimler kö-
leliğe, bütün soylar soysuzluğa, bütün millet-
ler yokluğa, hiçliğe mahkûmdur derdi, Os-
man Celâlettin Efendi (K. s. 402).
Şehzade, dikte eden Batı kültürünün bütün
yaratıcılığı söndürdüğü fikrindedir:
“Hiçliğe, iki değil üç kere yazılacak!" derdi
Şehzade…Bunu öyle bir sesle ve tavırla
söylerdi ki, …kendisine Fransızca öğreten
Fransız Fransuva Efendi'nin 'dikte' dersinde
takındığı tavırları, attığı öfkeli adımları,
hatta çıkardığı öğretici sesi taklit ettiğine
inanır ve bir anda bütün 'zihinsel faaliyetini
durduran', 'hayal gücünün bütün renklerini
Selçuk İletişim, 7, 3, 2012
128
solduran' bir buhrana kapılırdı. Bu buhran-
lara alışık olan Kâtip, yılların verdiği de-
neyle kalemini elinden bırakır, yüzüne bir
maske takar gibi geçirdiği donuk, anlamsız
ve boş bir ifadeyle 'kendim olamıyorum'
nöbetinin ve öfkesinin bitmesini beklerdi
(K. s. 402).
Şehzade, kendisi olmak için verdiği mücadele-
de başkalarının sözlerinden kurtulmanın ve
kendisi olma çabasının aslında Osmanlı’nın
kurtuluş çabasından bağımsız olmadığını anlar;
ancak binlerce yılda bir olabilecek bir kabuk
değiştirme durumu söz konusudur, bu ise Batı-
lılaşmadır:
Şehzade, vermekte olduğu savaşın aslında
kendi savaşı değil, yıkılmakta olan Osmanlı
Devleti'ne kaderleri bağlanmış milyonlarca
talihsizin savaşı olduğunu anlamıştı. Kâtibi'-
nin, Şehzade'nin hayatının son altı yılında,
belki de onbinlerce defa defterlere yazdığı
gibi, kendileri olamayan bütün kavimler, bir
ötekini taklit eden bütün uygarlıklar, başkala-
rının hikayeleriyle mutlu olabilen bütün mil-
letler" yıkılmaya, yok olmaya, unutulmaya
mahkûmdular çünkü (K. s. 412).
4.2. Aydın Halk
4.2.1. 1960-1980
Bir Düğün Gecesi’nde Tezel o dönemde, öğ-
renci aydınlar arasında yaygın olan “devrimci
tip”e ironi ile bakmaktadır. Ona göre, solcu
aydınlarla halk arasında mesafe vardır. Kendi
mesleklerinden önce devrimci olmayı kimlik
olarak benimseyen bu “tip” halk ile iletişim
kurmada ve halkı bilinçlendirmede güçlük
yaşamaktadır:
… oyuncu gençlerden biri, evine dönerken
bir taksiye biniyor. Hiç de inmezler taksiler-
den ve hep şoför kardeşlerimizin kafasını şi-
şirirler: “Ya onun bir emekçi olduğunu söy-
leyerek yöneticilere karşı kışkırtır ya da pa-
rasını vermek istemez. Sonunda taksi sürücü-
sünün sabrı taşar ve "Sen kim oluyorsun be!"
"Ben
devrimciyim
arkadaş!"
'Oyuncu
Memoşumuzun oyuncu olan arkadaşının ya-
nıtı bu. Ulan, oyuncuyum, desene. Küçük bir
şey mi bu? Oyuncu olmak devrimci olmak-
tan kolay mı ha -hele bu ülkede? Sevsene
işini, saysana! Korusana… Yoo, olur mu?
Madem herkes militan devrimci, o da ille mi-
litan devrimci olacak. Yanıtı bu: "Ben dev-
rimciyim arkadaşım...” Hani herhangi bir
meslek adı söyler gibi, sürücü yardımcısı-
yım, ayakkabı onarıcısıyım, maden işçisiyim,
tornacıyım, der gibi "devrimciyim" diyor.
Balyoz sonrası olsa, düşünebiliriz ki, bu ço-
cuk yiğit bir çocuk. Ne general takıyor, ne
işveren, ne onların politikacısını, ne de be-
nim abiyi, İlhan'ı yani... Öyle ya, sol takım
henüz burnundan mıhlanmamış. Taksi sürü-
cüsü de, "İtler, hep sizin gibilerin yüzünden
değil mi huzursuzluğumuz? İkide bir yolları
tıkarsınız, işimize, müşterimize engel olursu-
nuz... Yettiniz be!" demez mi? (B. s. 81).
Tutunamayanlar’da Selim Işık, topluma ve
değerlerine yabancılaşmıştır ama bu durum
insan sevgisini ortadan kaldırmaz. Halktan
insanlarla statü ve sınıf temelinde ilişki kur-
maz. Ondaki yabancılaşma küçük burjuva
dünyasındaki meta sahipliği üzerine inşa edilen
kültür ve değerlere olan yabancılaşmadır:
Mümkün olsaydı biletçinin kızıyla ve yolda
gözünün ucuyla gördüğü her kızla evlenirdi.
Biletçiyle ve herkesle dost olurdu sözün geli-
şi değil, gerçekten yapardı bunu. Bunu ya-
pamayacağını anlayınca, Selim olarak yaşa-
manın imkansızlığını görünce, hayatın hızlı
akışı içinde, küçük anları sonuna kadar yaşa-
yamayacağını sezince, önce büyük bir ümit-
sizlik ve korkuya kapıldı; bütün gücüyle var-
lığını korumaya çalıştı. Sonra da... (T. s.
630).
4.2.2. 1980-2000
Kara Kitap’ta, Galip’in gizemli yolculuğu
esnasında farklı toplum kesimlerine değinilir.
Bunlardan birisi de üniversite öğrencileridir.
Galip, Alaaddin’in dükkânındadır ve dergi
almak istemektedir: “…siyasi dergilerden,
adlarını tek tek dikkatle telâffuz ederek, birer
tane istedi. Alâaddin yüzünde çocuksu, korku-
lu, kuşkulu, ama hiçbir zaman da düşmanca
olamayacak bir ifade, bu dergileri yalnızca
üniversite öğrencilerinin okuduğunu söyledi
(K. s. 71)”.
Kara Kitap’ta Melih Amca, Celal hakkında
“yabancılaşmış” aydın tip eleştirisi yapar:
O zamanlar ne ameleleri, ne de bu milleti
kaldırabilecekleri akıllarına dank edince ko-
Dostları ilə paylaş: |