Selçuk İletişim, 7, 3, 2012
176
çevresel ve sosyal güvenlik sağlayıcı organla-
rının nispi ağırlığında görülen kaymaları” de-
ğerlendirmektedir. Buna göre, sözü edilen
alanlarda yaşanan politika değişimleri ve uygu-
lamaların niteliğinde görülen farklılıklar çoğu
kez “devletin içinin boşalması” olarak nitele-
nen eleştiriler kapsamındadır. Ancak Jessop’un
burada önemle vurguladığı nokta, devletin
ulusal vasfının ortadan kalkmasının devletin
“basitçe sönümlenmesi” anlamına gelmediği ve
“iktidar deposu” olarak ortadan kalkmadığıdır.
Dolayısıyla devlet mekanizması, bir önceki
döneme göre önemli değişimler arz etse de
düzenleyici bir kuruluş ya da iktidar olarak
konumunda bir değişiklik gözlemlenmemekte-
dir. Devletin ulusal vasfının yitirilmesi süreci,
“ulus-üstü rejimlerin küresel çapta büyüme-
si”ni ve ulus devletlerin bu yeni sürece eklem-
lenmesini içermektedir (2005b: 317).
1.1. Yeni Birikim Alanları ve Coğrafyaları
Jessop’a göre (2005c: 276), kapitalizmin işleyi-
şinde görülen ve yukarda ifade edilen dönü-
şümler, kaotik bir kavram olan küreselleşme
süreciyle doğrudan ilişkilidir. Jessop (2005c:
276-280), küreselleşmenin sözü edilen bu yapı-
sını, kapitalist faaliyetlerde ölçek anlayışının
farklılaşmasıyla ilişkilendirmektedir. İkinci
Dünya Savaşı’nın ardından hâkim olan ulusal
örgütlenme ölçeği, yerini uluslararası, yerel ve
bölgesel örgütlenme ölçeklerine bırakmıştır.
Jessop (2005c: 277) sözü edilen gelişmeyi
ölçeğin görelileşmesi olarak adlandırmaktadır.
Castells (2008: 128), Jessop’un ekonomide
ölçeğin görelileşmesine dayandırdığı ve enfor-
masyon teknolojileri merkezli küreselleşme
olgusunun, tarihsel süreçte formülize edilmiş
diğer küreselleşme teorilerinden ve “dünya
ekonomisi” gibi yaklaşımlardan farklı olduğu-
nu belirtmiştir. Bu farklılık, “enformasyon ve
iletişim teknolojilerinin sağladığı yeni altyapı-
ya bağlı olarak, hükümetlerin ve uluslararası
kurumların oynadığı yasal düzenlemelerden,
muaf tutma ve liberalleştirme politikaları saye-
sinde gerçekten küresel hale gelmiştir”.
Kapitalist faaliyetlerde ölçeğin görelileşmesi-
nin ortaya çıkardığı yeni düzenlemeler ise neo
liberalizmin hegemonik stratejisi olarak tanım-
lanmaktadır
(Jessop
2005c:
283).
Bu
hegemonik strateji, küresel örgütler tarafından
“genel çıkarı temsil etme” iddiasıyla çeşitli
uygulamaları meşrulaştırarak gerçekleşmekte-
dir. Özelikle 1980’li yıllardan itibaren, çoku-
luslu şirketlerde gözlemlenen büyük faaliyet
artışları, doğal olarak küresel piyasaların çeşitli
biçimlerde düzenlemesi ve Cohn’un ifadesiyle
doğrudan yabancı yatırım için yeni bir rejimi-
nin inşa edilmesinin ürünleridir (2005: 342).
Sözü edilen yeni düzenlemeler ve rejimin esas-
ları, Jessop’un da belirttiği gibi ikili yatırım
anlaşmaları, BM, GATT/GATS/DTÖ, TRIPS,
AB, NAFTA ve OECD gibi küresel ve bölgesel
kuruluşlar tarafından belirlenmiştir (Castells
2008: 139-155, 172, 177, Cohn 2005: 342-351).
Geray (2005b: 40), bu yeni birikim rejimiyle
beraber, 1970’lere kadar uluslararası ticaret
alanına dahil edilmeyen bazı sektörlerin bu
alana dahil edildiğini ve uluslararası ticaretin
kapsamlı biçimde yeniden düzenlendiğini be-
lirtmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından
1970’lerin başına kadar geçen süre içinde,
“firmaların büyük çoğunluğunun bakış açısı
küresel değildir” ve de uluslararası ticaret “ulu-
sal pazarlarda ölçek ekonomilerini sağlayan
malların dünya çapında ticarete konu olmasın-
dan söz edilmektedir” (Geray 2005b: 38).
İlk olarak GATT çerçevesinde, 1973 ve 1979
tarihleri arasında yapılan Tokyo yuvarlak masa
toplantılarında, gümrük duvarlarının küresel
çapta düşürülmesi kararı alınmıştır. Yeni biri-
kim rejiminin oluşturulmasında belirginleşen
en önemli süreç ise Uruguay Yuvarlak Masa
Toplantıları’nda alınan kararlarla başlamıştır.
1986 yılından 1993 yılına kadar süren bir dizi
toplantı ile GATT aracılığıyla yapılan düzen-
lemelerin hizmetler sektörünü de içereceği
açıklanmış ve pek çok gelişmekte olan ülkenin
direnişi kırılarak bu karar uygulamaya konul-
muştur. Böylece, İkinci Dünya Savaşı sonra-
sında uluslararası ticaret kapsamında değerlen-
dirilmeyen hizmetler sektörü bu kapsamda
değerlendirilmeye başlanmıştır. Yeni birikim
rejimiyle beraber “uluslararası kapitalizm, artık,
mallar ve hizmetler arasında bir ayrıma gitmek
istememektedir” (Geray 2005c: 40-41).
Hizmetler sektörü, tarım ve sanayi sektörü
yanında ekonominin diğer ana bir ayağı olarak
tanımlanmaktadır. “Somut bir mal üretimi
olmaksızın, bir ihtiyacın karşılanmasına yöne-
lik üretimi ifade etmektedir”. Bu kapsamda,
“toptan ve perakende ticaret, otel lokanta hiz-
Hürriyet A.Ş. Örneğinde Yeni Medya Sektörü… (173-190)
177
metleri, ulaştırma ve haberleşme, mali kuruluş-
lar, konut, serbest meslek ve hizmetleri, kamu
hizmetleri gibi alt sektörleri içermektedir”
(Emiroğlu ve ark. 2006: 350-351). (1)
Geray (2005b: 45), hizmetler sektörünü temel
alan
dış
ticaret
rejiminin,
sermayenin
uluslararasılaşma sürecinin en önemli dinamik-
lerinden birini oluşturduğunu ifade etmektedir:
“Dünya çapında hizmetler sektörünün dış
satımı 1980 yılında 370 milyar doları
bulmuştur. 1990’lara gelindiğinde bu ra-
kamın 900 milyar dolara yükseldiği gö-
rülmektedir. Ayrıca, dünyadaki toplam
doğrudan
yabancı
sermaye
yatırım
stoğunun yarısından fazlası, hizmetler
sektöründeki yatırımlardan oluşmaktadır.
Toplam stoğun yaklaşık 1000 milyar dolar
(1 trilyon dolar) olduğu düşünülürse, hiz-
metler sektörü yatırımlarının yaklaşık 600
milyar dolay olduğu tahmin edilebilir
(UNCTC: 2). Yıllık yabancı sermaye yatı-
rımlarında da, aynı eğilim gözlenmektedir.
1980-85 yılları arasında, dünyada her yıl
ortalama olarak 25 milyar dolarlık yabancı
sermaye yatırımının yarısı hizmetler sek-
törüne yapılmıştır” (Geray, 2005b: 45).
Cohn (2005: 313) ise, küreselleşme sürecinin
esas unsurunun, çok açık biçimde, çokuluslu
şirketlerin faaliyetlerinde ve niceliğinde görü-
len artış olduğunu belirtmektedir. Çokuluslu
şirketlerin dünya ekonomisindeki artan ağırlık-
larının bunu kanıtladığı belirtilmiştir. Cohn,
aynı yerde, 2002 yılında, çokuluslu şirketlerin
yatırımlarının dünya ekonomisindeki payının
1980 yılına göre 10 kat arttığını, yine 1982
yılından 2002 yılına kadar çokuluslu şirketler-
de çalışanların sayısının 2,5 kat arttığını vurgu-
lamıştır.
Yeni neo liberal birikim rejimiyle beraber,
ekonomi içinde çokuluslu şirketlerin ağırlığı
hızla artarken, faaliyet alanlarında hizmetler
sektörünün payında da hızlı bir artış gözlem-
lenmiştir. Sözü edilen bu gelişmeler, güncel
birikim rejiminin en önemli niteliğini de özet-
lemektedir: Ulusal ekonomik ölçeğin, yerel,
bölgesel ve küresel ölçeklere eklemlenmesi ve
hizmetler sektörünün uluslararası nitelikteki
birikim rejimi kapsamında değerlendirilmesidir.
Uluslararasılaşmaya eşlik eden bir diğer süreç
ise yoğunlaşma pratikleridir. Şirketlerin çoku-
luslu şirketlere dönüşmesi yoğunlaşma eğilim-
leriyle yakından ilişkilidir. Cohn (2005: 316-
317), iletişim ve taşımacılık teknolojilerinde
yaşanan gelişmelerin, şirketlerin uluslararasına
yönelik davranışlarını kolaylaştırdığını ifade
etmektedir. Şirketlerin artık, “küresel düşün,
yerel davran” ilkesiyle faaliyet göstererek,
güçlü birikimler elde ettiğini vurgulamaktadır.
Ona göre, mevcut pazar içindeki paylarını
korumak ya da arttırmak isteyen şirketler, ken-
di ülkelerinde faaliyette oldukları aynı üretim
düzeyini dış pazarlarda sürdürmek ve/veya
aynı ürünü dış pazarlarda da üretmek duru-
munda kalmaktadır. Sözü edilen durum yatay
yoğunlaşma olarak açıklanmaktadır. Bunun
yanında ikinci yoğunlaşma pratiği, şirketlerin
faaliyette oldukları üretim sürecinin farklı
aşamalarındaki servis ve malların üretimine
yönelmesini
içeren
dikey yoğunlaşmadır.
Cohn’a göre dikey yoğunlaşma sürecine giren
şirketler, pazardaki belirsizliği ve işlem mali-
yetlerini düşürmek istemektedirler. Ayrıca, her
iki yoğunlaşma pratiğinin bir amacı da rekabeti
sınırlamaktır (2005: 316-317). Ayrıca, bu iki
yoğunlaşma türü dışında, her iki alanı da kap-
sayan çapraz yoğunlaşma örneklerinin de gö-
rüldüğü de bilinmektedir. Bu yoğunlaşma türü-
nün amacı ise, pazardaki belirsizliği ve işlem
masraflarını azaltarak, servis ve malların kali-
tesini arttırarak müşterilere daha kolay ulaş-
maktır (Cohn 2005: 317).
1.2. Çokuluslaşmanın Tanımı
Cohn (2005: 315) bir şirketin çokuluslu şirket
kategorisinde değerlendirilebilmesi için en az
iki ülkede faaliyet göstermesinin yeterli olma-
yacağını belirtir. Bir şirketin çokuluslu olarak
nitelenmesi için, yatırım yaptığı ülkede “geliş-
memiş, bakir sektörler ve alanlara yönelmesi”
ve “şirket evliliği” ya da doğrudan satın alma-
lara yönelerek başka şirketlere ortak olma ya
da sahip olma stratejisiyle hareket etmesi ge-
rekmektedir. Cohn (2005: 315), istatistiklere
göre şirket evliliği ve doğrudan satın almanın
çok daha yaygın bir strateji olduğunu söyle-
mektedir. Castells’e göre ise (2008: 150-153)
çokuluslu şirketleri tanımlamak daha zordur.
Çokuluslu şirketlerin merkezlerinin (her ne
kadar çokuluslu şirketler gelişmekte olan ülke-
lerde de yükselen bir eğilim gösterseler de)
Dostları ilə paylaş: |