Selçuk İletişim, 7, 3, 2012
220
olarak tanımlanan sinemanın, anlatılarındaki
özgünlüğü sağlayan varoluşsal anlayış ve tema-
ları değerlendirmektir.
Varoluşçuluğun Batı geleneğinde bir akım
hâline dönüşmesinin temel nedenleri vardır.
Bunlardan
en
önemlisi
Galileo
ve
Descartes’ten itibaren bilim alanında elde edi-
len her gelişmenin insanı ‘hayatın efendisi’
kıldığına dair düşünce, buna paralel olarak
XIX. yüzyılın sonlarına doğru ‘dinin’ giderek
gerileyişi ve Batı uygarlığının daha derinden
yaşadığı I. ve II. Dünya Savaşları’nın toplumda
ve kişilerde hissettirdiği umutsuzluk, anlamsız-
lık, saçmalık duygusudur. İran tarihi ve toplu-
mu
bu
‘nedenleri’
yaşamadığı
için,
varoluşçuluğun getirdiği argümanlar, bir şablon
olarak İran kültürünün zihniyet topografyasına
uymamaktadır. Doğal olarak bu çalışmada
varoluşçu kavramlar o kültürün içindeki değer
yargılarıyla ve kendi özel anlamları içinde ele
alınmışlardır. Bir başka deyişle sınırları belir-
lenmiş felsefi anlam yüklemelerinden çıkıp,
daha geniş olarak hayat, ölüm, aşk, ayrılık,
yoksulluk, kimlik vb. kavramların nasıl sorgu-
landığı ve öyküleştirildiği irdelenmektedir.
Anlatılardaki sorgulamanın içinde, insan için
çok önemli olan ‘var olmak’, ‘ölmek’, ‘hayatın
anlamı’, ‘değeri’ ve ‘kader’ gibi kavramlar
vardır. Bu kavramlar Yeni İran Sineması’nda
çokça yer almakta fakat sınırları belirlenmiş
sistematik felsefi bir görüş çerçevesinde yansı-
tılmamaktadır. Bu kavramlar, temeli İslam
dinine dayanan ama sınırları biraz da müphem
olan varoluşçu bir anlayışla yorumlanmaktadır.
Çalışmanın evreni Yeni İran Sineması’na ait
filmlerdir. Kuşkusuz bu evrene ait bütün film-
lerin görülüp ele alınması fiili olarak imkansız-
dır. Önde gelen yönetmenlerin bütün filmleri
DVD formatında bulunabildiğinden araştırıcı
tarafından izlenilmiş ve bu, ortak paydalara,
belirli yargılara ulaşabilecek yeterli veriyi
sağlayabilmiştir. Çalışmada, bu sinemanın
düşünsel temelini oluşturan toplumsal, kültürel,
ahlaki dinamikler ele alınmış; yönetmenler ve
filmler üzerinde tek tek durmak yerine bunların
çeşitli odak noktaları genel bir değerlendirme
içerisinde yorumlanmıştır. Bu yorumlamayı
daha somuta indirgemek için üç film örneklem
olarak alınmıştır. Filmlerin ilki ölüm, ikincisi
kader, üçüncüsü tercih yapmanın gerilimi üze-
rinedir.
1. SİNEMADA VAROLUŞSAL
YÖNELİMLERE ÖRNEKLER VE YENİ
İRAN SİNEMASI
Geleneksel dramatik anlayışın sahip olduğu
trajik dünya görüşünün izlerini taşımayan;
bunun izleyicideki duyumsamasını önceleme-
yen ve bu bağlamda farklı sinemasal bir evren
yaratmayı amaçlayan yönetmenler olarak
Bunuel,
Dreyer,
Bergman,
Kurosawa,
Tarkovsky gibi isimler sayılabilir. Bu sanatçıla-
rın ortak paydası, sinemayla insanın varoluş
sorunları arasında gerek olgusal gerekse tema-
tik düzeyde ilgi aramaları; varoluşsal sorunlara
eğilme ve gönderimde bulunmaya yönelmele-
ridir. Benzer olarak, Antonioni’nin ‘Ge-
ce’sinden, Alain Resnasis’in ‘Hiroşima Sevgi-
limi’ne,
Fellini’nin
‘Tatlı
Hayatı’ndan,
Angeoloupolos’un ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’üne
kadar farklı yönetmenlerde, sinema tarihinin
farklı dönemlerinde ve filmlerinde varoluşçu
felsefeden
güçlü
izlerle
karşılaşılır.
Varoluşçuluğun sinemada kendini gösterdiği
akımlar arasında ‘Kara Film’ (Film Noir) ve
Fransız ‘Yeni Dalga’ daha bir öne çıkmaktadır.
Yeni Dalga akımından Jean Luc-Godard ve
Francois Truffaut gibi yönetmenler, filmlerinin
birçoğunda hayata tutunma ve varoluşsal soru-
lara odaklanma gibi unsurları kullanmışlardır
(Savaş 2003: 162).
1.1. Yeni İran Sineması’nın Varoluşçu Kod-
ları
Yeni İran Sineması başarılarını kanıtladıkça,
hem yönetmen bağlamında hem de üretilen
film sayısı bakımından artışlar yaşamaya baş-
ladı. Bu sinema, genelde Doğu’nun medeniye-
tinin özelde de İran kültür ve medeniyetinin
‘hayata dair şeylerini’ kendine özgü bir dille
yansıtma yoluna gitti (Nafisi 2003: 768). Yeni
İran Sineması’nın düşüncedeki ve yaşamdaki
karşılıkları aranmaya başlandığında, onun,
özellikle de din olgusunun belirleyiciliği etki-
sinde, insanın duygu ve ruh dünyasının istisma-
rına izin vermeyecek ve izleyicisini aşkın ko-
numa yükseltecek anlatılara yaslandığı görül-
mektedir.
Din, tek insani tutumu oluşturmaktan uzaktır.
Dini tutumun dışında profan denilen ve dinle
ilgisi olmayan tutumlar da vardır ve bunlar -en
azından- günlük hayatta kişiyi kendine çekerek
İran Yeni Dalga Sinemasında Varoluşsal Temalar… (218-233)
221
insan hayatında önemli bir yer işgal eder.
Profan
etkinlikler,
kişinin
evrendeki
varoluşundan doğan ve çözümleri acil bir özel-
lik kazanan problemlere karşı koymaya yönelik
arayış eylemidir (Vancourt 2001: 34). Batı’nın
varoluşçu anlatılarında öykü karakterleri derin-
likli
bir
yapı
içinde
kurgulanmaz.
Varoluşçuların yarattığı karakterler, yaşadıkla-
rı toplum ile çatışan bir dünya görüşü ve onun-
la çeşitli açılardan bir kopukluk yaşayan insan-
lardır. Yaşanılan olası durumlarla karşı karşıya
gelen karakterler, karşılaştıkları durumlara göre
yaptıkları eylemler, gösterdikleri davranışlarla
özlerini oluştururlar. Olayların değil insan
duygusunun sürüklediği İran sinemasına ait
öykülerde ise karakterler, karşılaştıkları durum-
ları ben ve öteki düalitesine göre değil de,
yaşanılması gereken/zorunlu bir süreç olarak
yaşarlar. Bir başka deyişle İran sineması, insanı
ve ona ait olanı, duyguları; gerçekliği çok ya-
lın, sade bir şekilde işleyip göz önüne sererken
hayata değip onunla bir şeyler alıp veren ve bu
anlamda ‘insani bir oluş içinde’ kendini ger-
çekleştiren bir anlatı yapılanmasına sahiptir.
Varoluşçu felsefenin; yabancılaşma, yalnızlık,
özgürlük, sorumluluk, ölüm ve yaşamın anla-
mı-anlamsızlığı, kötü niyet, otantik olma-
olamama gibi temaları bu sinemanın düşünsel
yapısında baskın olarak öne çıkar.
Yeni İran Sineması, Batı tiyatro ve sinemasının
öyküleme kurgularına benzemeyen bir drama-
turgi ile örgülenmektedir. Senaryolarında kur-
gu oyunları ya da iç içe geçen entrikaların
olmaması anlatı derinliklerinden pek de bir şey
eksiltmemektedir. Ele alınan konu ne olursa
olsun İranlı sinemacıların dünyaya bakışları
birbirine benzer gibidir. Görünen katmanda
sıradan bir öykü anlatılırken üst katmanda
varoluşçu bir anlayışın düşünsel tasarımı açık-
ça görülebilir. Hikâyeler insana dair ‘küçük
şeyleri’ anlatırken, bunlar Doğu düşüncesi-
nin/İslami tefekkürün penceresinden gösterilir.
Örneğin, Daryuş Mehruciyi’nin ‘Armut Ağa-
cı/Derakht-e Golabi (1998)’, filminin ana ka-
rakteri, yaşadığı kişisel ve siyasal hayal kırıkla-
rı hakkında düşünmek için kendisini bir odaya
kilitler. Entelektüelin kişisel egosunun ve top-
lumsal personasının karışımını yansıtan bu
karakterin temsiliyeti aşk ilişkisindeki kişisel
başarısızlığı ve arkasından gelen siyasal başarı-
sızlığının paralel olarak yansıtılmasıyla verilir.
Gençliğinde karşılıksız bir aşk yaşayan ana
karakter bunun üzerine siyasete yönelir ama bu
alanda da hayal kırıklığı yaşar. Böylece kişisel
ego, dönüşüm geçirip toplumsal psişeye dönü-
şerek, birinin mantığı ve başarısızlığını diğeri-
ne dönüştürür. ‘Armut Ağacı’, kişisel bir başa-
rısızlığın metamorfoz geçirerek toplumsal bir
yenilgiye dönüşmesi ve ahlaki bir çöküşle
sonlanmasını konu edinir, fakat bu çöküş, kişi-
sel ego ile toplumsal personanın birbiri üzerine
yıkılışı; İranlı entelektüelin, çökmekte olan bir
evrenin merkezinde kendisini konumlandırma-
sından başka bir şey olmamaktadır (Dabaşi
2004: 352).
1.2. Öykü Mimarisi: Minimal Hikâyeyi Çok
Katmanlı Anlatırken Yaşam Deneyimi
Sunmak
Yeni İran Sineması, devrim öncesine uzanan
sağlam kökleriyle, yüzyıllara varan bir siyasal
ve sosyal değişim sürecinden süzülerek gelen
geleneksel İran tiyatrosuyla, şiiriyle, görsel
sanatlarıyla engin bir birikimin mirasçısı ko-
numundadır (Tapper 2007: 3). İran sinema
anlatılarını Batı sinemasından farklı kılan başat
köklerden ikisi Taziye (Ta'ziyah) ve Fars şiirin
etkisidir. İran sinemasının kadrajına nüfuz
etmiş şiirsellikte İran şiirinin resimsel özellik-
leri de vardır; bu da daha geniş bir felsefi du-
rumun, yani şiir ile filmin ontolojik birliğinin
oluşmasına yol açmaktadır. Sözgelimi Behmen
Fermanara’nın ‘Kafurun Kokusu, Yasemin
Rayihası/Bu-ye Kafur, Atr-e Yas’ (2000) adlı
filmi; edebiyat, şiir, görsel ve performans sa-
natları ilintileriyle İran kültürünün bütünlük arz
eden bir temsili gibidir (Dabaşi 2004: 142).
Yeni İran Sineması’nın sinema dili ve estetiği
açısından yakaladığı başarıda, gelenekle kuru-
lan doğru bir ilişki stratejisi vardır. İran sine-
ması, ‘sinema bir görüntü sanatıdır, İslam’da
suret yasağı var, ama bizde de bunlar var’ diye
minyatürlerden, nakışlardan, kilimlerden bire-
bir medet ummayarak sahici ve doğru yönelime
girmiştir. Batı’yla resim, görüntü ve ikonografi
yarıştırmaya kalkmayarak, anlatılarında kendi
tarihinin en güçlü geleneği olan şiiri kullanıp,
kamerayla şiir yazmanın peşine düşmüştür
(Mungan 2008: 88). Bu nedenle İran
filmlerinin çok katmanlı anlamlara sahip
oldukları söylenebilir. Hollywood sinemasının
(ana-akım) dışında farklı ve iyi filmler
yapılabildiğinin örneklerini veren bu sinemanın
Dostları ilə paylaş: |